ADIM ADIM TESLİMİYET

İslamiyet teslimiyet üzerine kurulu olan Allah’ın değişmez esaslarını barındırır. İslam’daki esas mesele, kişideki teslimiyet melekelerini canlandırmasını sağlamaktır. Öylece kişiyi fıtratıyla uyumlu hale getirmesidir.

Teslimiyet halindeki kişi, tüm melekelerini serbest bırakır. Öylece kişideki çalışması çok yoğunlaşır. Teslimiyet melekelerinin uyanışıyla kişi, manevi olarak rahatlayacağı gibi, bedensel olarak da rahatlar. Teslimiyetin zıddı içinde öfke ve isyan barındırıyor. Öfke de şeytandan olduğuna göre kişi şeytana esir olmuş oluyor.

Nedir bu teslimiyet? Düşünürüz… Düşünürüz ve gene düşünürüz… Bunun bir kişiye ellerini havaya kaldırıp teslim olmuş biri gibi düşünür zihnimiz… Zihnimiz öyle hayal eder… Oysaki olay bu değil… Peki, nedir olay?  Kısaca yazalım inşallah… Baştan sona…

Allah tüm yaratımında bir fıtrat yaratmıştır. Bu yaratım fıtratının dışına yönlendici iradesi olmayan hiç kimse asla çıkamaz. Buna da mutlak itaat denir.

Örneğin; Güneş bu fıtratın dışına çıkamaz. Ay bu fıtratın dışına çıkamaz. Yer bu fıtratın dışına çıkamaz. Cebrail bu fıtratın dışına çıkamaz. Mikail, Azrail ve İsrafil de çıkamaz. Hamele-i arş da çıkamaz. Diğer tüm melekler de çıkamaz.

Hayvanlara bakalım… Onlar ara ara çıkarlar. Bazı hayvanların bazı hayvanları yaptıkları zulümler gibi… Bunun için de kıyamet günü hayvanlar arası da bir hak alış verişi olacak…

Hadisi şeriflerde Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden bize şöyle rivayetler ulaşmıştır; “Her hak sahibine hakkını vereceksiniz. Hatta boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan kısas sûretiyle hakkı alınacaktır. Hatta karınca bile karıncadan hakkını alacaktır.  Tirmizî, Kıyâmet, 2”

Onların bir birine verdiği zararlar tazmin edilecek, ama onlar fıtratlarını bozma karakterleri yoktur. O yüzden de onlar cehenneme gitmeyeceklerdir. Kendi fena dairelerinde kendilerine bir platformda Allah’ın istediği şekilde hayatları sürüp gidecektir. Hakikatini Allah bilir.

Burada bir not ekleyeyim, öyle devam edeyim inşallah…

Şimdi; Güneş, ay ve melekleri saydık. Bunlar için mutlak teslim dedik. İşte bu teslimiyet bir meleke ile oluyor. İşte o meleke ise teslimiyet melekesidir. O meleke onlarda faal olduğu için, fıtratın dışına çıkamazlar.

Not bitti, izaha devam edelim…

İnsan ise; hayvanların bu hallerinin zıtlına, öz fıtratını bile bozacak kabiliyet ile var edilmiş. Hayvan fıtratını bozamaz. Lakin bir birine zarar verebilir. İnsan bir birine zarar vermenin yanında, fıtratını da bozabilir. İşte onun için denilmiştir ki, insan hayvandan aşağıya düşer.

Buraya kadar anlaşıldı… Şimdi gelelim konuya… Nedir bu teslimiyet?

İşte teslimiyet, yaratım fıtratıyla oyumlanmaktır. Nasıl olacak bu iş? İşte insan, kendisindeki teslimiyet melekesini uyandırmakla bu işi başarır. Yoksa ilmini okur, bilimsel araştırmalar yapar vs vs vs… Lakin tüm okudukları sadece satırlarda kalıri

Veya okuduğu satırları bu hayat planında uygular. Birçok gelir de elde eder. Çevre elde eder… Lakin nefsinde bunu uygulayamaz.  Kendisine ağır gelir. Onun için de her okuduğunu gücü yeten kişiler üzerinde görmek ister. Ama kendi nefsine dokunmaz.

Bu arada karşıdaki kişiler de aynı onun gibi… Her biri karşısında görmek ister ama nefsine dokundurtmaz. Derken kavgalar çıkar. Daha çok taraftar ve güç elde eden diğerlerini ezer, üzer ve zulmederek okuduğu bilgileri üzerlerinde uygulamaya çalışır.

Hukuk prensiplerini güçsüzler üzerinde uygular. Güçlü olanlar ise hep tüm yargılamalardan yırtarlar.

Derken… Başını kaldır ve bak yaklaşık 9 milyarlık insan nüfusuna… Bunun apaçık doğru olduğunu görürsün.

Peki… Sorun ne? Sorun teslimiyet melekesinin kişide uyanmaması… Peki, Nedir bu sihirli kelime olan teslimiyetin içeriği?

İşte bu teslimiyet; kişinin kendi nefsinde, yaratım fıtratıyla kendisini oyumlayacak olan teslimiyet melekesini, kendisinde uyandırmasıyla gerçekleşir.

Bu teslimiyet melekesi ne kadar güçlü uyanırsa, imanı da o kadar güçlü olur. Teslimiyet kayıtsız şartsız hakka teslimiyettir.

İlk sahabelere bakın; Hz. Varaka, Hz. Hatice, Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Zeyd Allah tümünden razı olsun… İlk beş kişi, teslim olanlar… Şeksiz şüphesiz teslim olanlar. Ve imanlarının derinliği ve sarsılmazlığı…

Peki, kime teslim oldular? Hz. Muhammed Mustafa sallelahu aleyhi ve sellem efendimize…

Peki, teslim olunca ne oldu?

Kendilerinde var olan ve örtülü olan teslimiyet melekesi faal oldu. Allah’ın mutlak fıtratı ile mutlak bir senkronize başladı. İşte öylece şirkin tüm noksanlıkları kendilerini terk etti. Bu terk ile birlikte mutlak uyanış başladı.

İşte mesele kime ve nasıl bir teslimiyet sorusu ile başlıyor. Peygamberimiz sav ve dört halife den sonra artık ilim yolculuğu ile devlet yönetimi bir birinden ayrıldı. İlim ve mana ehli artık yönetimden uzak oldu. Halk içinde halktan olarak bu teslimiyet melekesinin faal olması için halk ile temasta oldu.

Halktan hakka adanmış nice neferler… Hindistan’dan Semerkand’a… Kosova’dan Endülüs’e… Anadolu’dan Yemen’e… Dünyanın dört bir yanında irşat eyledi… halkınteslimiyet melekesinin farkına varması ve rabbine sadık bir birer kul olmalarını sağladı.

Ama bu arada şeytan rahat durmadı… o da devreye girdi… İşte bunu bilen küffar bu noktada devreye girdi. Bizden görünüp tüm ilmi okuyup, içimize sızdılar. Kendilerine teslim olup o melekeyi uyandırmak isteyenleri sömürdüler. Kötülük ettiler… Halk nezdinde ilim ehlini güvensiz gösterdiler. Öylece teslimiyet için sarf eden hak erlerinin halk arasındaki itibarlarını düşürüp halkı dışsallıkta kalan birer kişilik olması yönünde uğraş verdiler.

Ve öyle oldu ki… Artık kimse gönül rahatlığı ile birine şeksiz şüphesiz teslim olup o melekesini uyandırmaya çekinir oldu. İçindeki vehim, ya bu da üçkâğıtçı ise, diyerek tam teslim hali önledi ve öylece derine inen iman ehli azaldıkça azaldı.

Evet doğru iman etmiş bir İslam âlemi, evet evet iman etmiş ama imanında derinleşme yaşamamış bir İslam âlemi… Çünkü teslimiyet melekesi uyanmamış… Ve suyun üstündeki köpük gibi… Çoktur ama ağırlığı yoktur…

Bakara suresi 151. ayete bakın rabbimiz ne der bize… Sizin içinizden sizden bir resul göndererek, sizin üzerinize ayetlerimizi okuyarak, sizi temizleyip size kitap ve hikmeti öğrettiği gibi, sizin bilmediğiniz şeyleri de size öğreterek sizin doğru yolda olmanızı sağlar.

Evet işte iş, kişinin resule olan teslimiyet kabiliyetine göre değişir. Tamam, İman etmişiz ama imanımızı ne kadar bu platformda sergiliyoruz?

Örneğin her kes bizden emin mi? Bizden kimseye bir kötülük dokunmayacak şekilde her kişiye güven veriyor muyuz?

Resulallah Hz.Muhammed Mustafa sallelahu aleyhi ve sellem efendimiz ve ona teslimiz. Biliniz ki hepimiz sadece ona ümmetiz. Bir birimize elbette destek olacağız.

Zaten şu anda bu yazılar bile teslimiyet sonucu yazılıyor. Yoksa asla yazamazdık. Her birimiz diğerimiz için, Resulullah’a yönlendirmek ve teslimiyet melekemizin uyandırılmadı için bir el olmalıyız.

Teslimiyet sandığımız gibi değildir. Bu bir haldir. Bir melekedir. Bizde uyanır. Derviş mürşit ilişkisi de hep bu melekeyi uyandırmak içindir.

Şeyh müşerref ks hazretlerinin üç defa sohbetinde oturdum… Bizi Hz. Muhammed Mustafa sallelahu aleyhi ve sellem efendimiz ile buluşturmak içindi tüm sohbeti…

Şeyh müşerref ks hazretlerinin sohbetinde oturduğumuzda ilk şöyle derdi; hadsiz hamd âlemlerin rabbi olan Allah içindir. O Allah ki bize apaçık olan dinini verdi. Bizleri hayrı beşer olana ümmet etti. Ve aydınlanmış olan peygambere tabi olmamızı eyledi. O Allah ki azim mülkün sahibidir. Bize peygamberin mirasını ve azim Kur’anı verdi. Dinimizi kâmil etti ve nimetlerini üzerimize tamamladı. Yani bize selam yurdunu öğreten Ahmed’i verdi. İşte ilk böyle başlardı. Sonra da tebessüm ile sohbet ederdi. Mimik minik konuşurdu.

Bizde teslimiyet melekesinin uyanması için en kısa yol… Salih olduğuna şahit olduğunuz hak eri ile kalbi murakabe yapmamız. İşte bu murakabe, bizi hızlıca paklar. Ben acizane buna şahidim.

Bunu ilk Hz. Ebubekir es Sıddık ra dan duydum. Dedi ki; Ya Resulallah, seni o kadar seviyorum ve sana o kadar bağlandım ki, artık sen hiç gözümün önünden gitmiyorsun. Hatta hatta affederseniz, lavaboda bile… Tek saniye kalbimden ayrılmıyorsun. O sav bu konuda cevaz veriyor.

Atalar der ki; üzüm üzüme baka baka kararır. İşte bu her halde aynıdır. İyi birine baka baka onun gibi oluruz. Kötü birine baka baka onun gibi oluruz. Her halde ve şartta bu haller basık olmaya başlayınca, kalp lütufla dolmaya başlar.

Teslimiyette arada kişi olmak zorunda mı hocam? Direk Allah’u Teala’dan gelen her şeye teslim oldum. Ne gelirse kabulümdür hali olamaz mı? Veya başımıza gelen kötü olaylara da bu şekilde teslimiyet olabilir mi? Diye düşünülebilir.

Olay şu; kişi bunu somutlaştırıp kolaylaştırır. Veysel Karan’i gibi çok çok ender kişiler, o melekeyi direk uyandırır. Aslında biraz derinlemesine olaya baktığımızda,  Veysel Karan’i de annesine teslim olarak uyandırmış… Çünkü insan hep somut arar.

İşte o yüzden, bakışımız; Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden bir zerre kadar kaymasın… İşte o zaman selamette kalırız.

Hz. Muhammed Mustafa sallelahu aleyhi ve sellem efendimiz kimin aynası ise, onun kulpu sağlam olur.  Biiznillah… : Adım adım uyandırır…

O yüzden de yunus emre der ki; Lütfu da hoş… Kahrın da hoş… Yani her hal senden ve arınmam için… Yani teslimiyet melekesinin uyanması için..

Tek yönelim sadece Allah’a… İşte mesele yönele bilmekte… Saf ve katıksız yönelebiliyor muyuz? İşte mesele bu hale ulaşmak… Gaye hakka kulluğunu izhar etmek…Ve mutlak olarak uyanıp kimseye kul olmadan özgürlüğü yaşamak…. Biiznillah…

İçine derinleşebilen bu hali yakalar… İşte mesele derinleşmede istikrar sağlamak…  İşte mesele, derinleşmek… Nasip ede rabbimiz…

Elbette kendindeki sorunun teslimiyetsizlikten kaynaklandığını anlayan aracısız Allah’u Teâlâ’ya… Teslim oldum Allah’ım, başıma ne gelirse kabulümdür der. Ve yolunda olmak…

Aslında aracısızdır her hal ve şartta. Aracı yok ortada… Örneğin Hz. Ebubekir ra, Peygamberimize teslim olunca, o anda kendisindeki teslimiyet melekesini ifşa etti. Hakka teslim oldu… Yani yüzü Allah’a döndü… Allah’a kulluğunu derinleştirdi…

Hz. Ömer ra şöyle dediği rivayet edililr; Ebubekir kıldığı iki rekat namazının sevabını bana verse, ben ömrümde işlediğim tüm iyiliklerimi ona vermeye hazırım…

Subhanellah… Bu nasıl bir feraset… Bu nasıl bir heybet… Bu nasıl renk… Bu nasıl bir ahenk… Bu nasıl bir örnek… Atlarının Ayaklarının altından yükselen bir toz olmayı, şu halde olmaya yeğlerim… Tümüne selam olsun… Bereketleri daim olsun…

Kişinin hissettiği onaylanma ihtiyacı isteği nedendir acaba? Fıtrattan mı? Kibir veya gururdan mı? Teslimiyetsizlik neden oluyor? Bunu tetikleyen duygular yani teslimiyetsizliğe sebep olan duygular nelerdir?

Bunlar iki yönlüdür… Et kemik bedenin duyguları, Zen denilen ruhi duygular… Bu ikisi teslimiyet melekesinin örtülmesine neden oluyor.

İşte yol danışmanı kişideki tüm duyguları tespit edip ona göre salik olana gerekli olan çalışmayı verir. Salik de şeksiz şüphesiz yoluna tutunup, verilen görevi yaparak üzerindeki teslimiyetsizliği ıslah eder.

Örneğin, Yunus Emre’nin zikri,  “ben bilmem” idi… Çünkü zen denilen ruhi duygular baskındı. Çünkü çok âlimdi ve ilmine güveniyordu. Onu yenmesi lazımdı. Bunun gibi işte… Derviş ile murşid birlikte az vakit geçirince, murşid müridin noksanlıklarını tespit eder ve onu manen eğitir.

Çünkü kişi yalnız başına kendi noksanlıklarını göremez. Kendisini mükemmel bilir. Bunun nedeni ise rububiyetten kaynaklanır. Zira her kişinin varlık hüvesi, Allah’ın esma nakşına dayanır ve kendisini mükemmel görür. Nakşındaki teslimiyet melekesinin nakşının kapalı olduğunu fark etmez. Onun için de bir öğreticiye ihtiyaç duyulur. Öğrenci ve öğretmen olayı…

 Manada da olay aynıdır…Her kişi illaki birinden öğrenir. Kimse annesinin karnında öğrenmez. Peygamberimize bile Cebrail rehberlik etmiş. Sallellahu aleyhi ve Sellem…

Rabb-ul âlemin bu yolu kolaylaştırmak için Murşid diye isimlendirdiği yol aydınlatıcı ve gösterici olarak vesile kıldığı kullarını görevlendirmiştir.

Tıpkı gece bilmediğimiz bir yolda giderken önümüzde hangi engebe ve tuzakların olduğunu bilmediğimizden dolayı tedirgin olduğumuz gibi… Ama önümüzde bir Rehberimiz olduğunda hiç düşünmeyiz onun tecrübesinden dolayı ve daha kolayca ulaşırız gideceğimiz yere Biiznillah…

Ahir zamanda bizi taklide mahkûm ettikleri için, şuan yeni şenlerin seyri zuhur etmiyor dünyamızda. Oysaki her an yeni bir şan’da…

Taklitlere mahkum olmadan Allah’ın verdiği ilim, irade kudret dahilinde aklımız ile her daim Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yolunda ve onun rehberliğinde doğru olanı bulmaya çabalayacağız… Gönülden isteyene mürşidi de doğru bilgiyi de sunuyor Rabb-ul âlemin…  El hamdu lillahi rabbil alemin…

Bilelim ki… ZİKİR fikri doğurur… Fikir şükrü doğurur… Şükür hamd etmenin farkındalığına götürür… Öylece kişide Allah; kulluğunun farkındalığını oluşturur. Yani  ZİKİR kibriti ahmardır… Harekete geçirir melekeleri…  Biiznillah…

Hakikate yol alamayan insanlar ise, zihinlerinde dönen sorular ve kısır döngüler içinde kaybolup gidiyor. İşte burada birinin onları uyarması bazı bilinmezlikleri aydınlatması çok faydalı olabiliyor.

Velhasıl…

Teslimiyet bir melekedir… Onun uyanmasıyla kişi imanda istikrar ve derinlik kazanır. Öylece yaratılış fıtratıyla oyumlanır. Tüm çabamız ise… Bu melekeyi uyandırmaya matuftur.

Ayrıca bu meleke kişinin üzerinde olduğu yol ve yordam ne ise, o yönde uyanır ve şekil alır. Öylece kendisini doğru yolda sanır. Öylece üzerinde uyandığı melekesini şekillendirip öylece yaşamını feda eder.

Biz de bu melekemizi Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yolunda uyandıralım ki, rabbimiz bize iki cennet ihsan eylesin…

Yorum yapın