ZİKİR SANA CANDIR
Zikir okumak önceki ümmetlerde de var mıydı?
Okuduğumuz zikirlerle elde ettiğimiz güzellikler ruhumuzla da akıntısına devam edecek mi?
İnsana güzellikler neden zikirle ulaşır?
Hem ey mutluluk çığırtkanlığı yapan Allah’ın kulu, sen gerçekten mutlu musun?
Şimdi de bu sorular üzerinde biraz tefekkür edelim…
Zikir okumak ilk insanlık tarihi ile insanlığa bildirildi. Çünkü zikretmeden hiçbir şey üretilemez. Maddi, manevi, zihinsel, ruhsal, dünyevi, uhrevi herşeyi evet evet her şeyi, ancak zikirle oluştururuz. Hz. Zekeriya aleyhisselam zikirde en deha bir çalışmaya sahip olduğu için, o isimle anılmıştır. Aşırı zikir ehli olduğu için, “Ya Zekeriya kitabı kuvvetle tut” hitabına mazhar olmuştur. Zekeriya’nın sonundaki hemzeye tesniye mânası verirsek, maddi ve manevi her türlü güzelliğe zikirle ulaştığı söylenilebilir. Öyle ki, Hz. Zekeriya aleyhisselam; ağaç kovuğunun içinde testere ile kesildiğinde, ay bile dememiştir. Çünkü yaptığı zikir sonucu, maddi ve manevi âlemleri cem etmiş, yüzünü masivadan kurtarmış ve Allah’ın tarafına çevirmiştir.
Zikretmek, madden ve manen yani fiziksel ve zihinsel bir hizmet ve üretim biçimidir. Ayetlere dikkat ettiğimizde, zikrullahi ebker olarak bize bildirilmiştir. Zikirden uzak kalan ise, fasit bir dairede ömrünü tüketir. Bizi ötelerde kurtaracak olan ameller, anne karnı ile toprak karnı arasında değerlendirdiğimiz ömürdür. Bu ömür çok uzun gibi gözükür, ama gerçekten çok kısadır. Kısa olan bu et kemik bedenin yaşamıdır. Et kemik bedenin devamı olan ruh bedenimiz yani bireysel ruhumuz, bizi kıyamete kadar taşıyacak olan bedenimiz olacaktır.
Bireysel ruhumuz (ZEN) ile şu anda kullandığımız bu et kemik beden (ZAN) arasında hüvviyet olarak fark yoktur. Ama beden veya bedenin devamı olan ruh beden ile bunların özleri olan ruh yani mana arasında epey fark vardır. Ruhun özü olan mana, bilince tenezzül eden ruhtur. Yani kişiliğin şuursal varlığı veya bilincidir. Bilincimiz şimdi hâlihazırda bu somut olarak görüp dokunduğumuz et kemik bedende karar kılmıştır. Bu bedenin ölümünde ise, gene bu beden tarafından oluşturulan ve içinde olduğu ortamın durumuna göre somut olacak olan ruh beden ile şuursal olarak hiç kesintiye uğramadan yaşamına devam edecektir.
Yaptığımız tüm ameller aynen bizde kayıtlı olarak şuursal yapımızda varlığına devam edecektir. Şuursal yapımız sonsuza dek var olacak ve et kemik bedenle elde ettikleriyle yaşamsal planda yerini sürdürecektir. Var edilen her bir şey; Allah’ın nurundan bir tutam nur ile yaratılan Nur-i Muhammedi’den nur alarak yaratılmıştır. Her bir birim, Nur-i Muhammedi’nin kendisine yüklediği anlamlar dâhilinde iş başı yapar. Bu, yerden göklere doğru her alanda aynıdır. Nasıl ki her insan ayrı bir fıtratla doğmuştur ve düşüncesi ayrıdır, dünya göğünde yer alan her bir yıldız da ayrı doğmuştur ve her bir yıldız dahi, ayrı bir birey olarak kendi düşüncesi dahi ayrı ayrıdır. Hem düşüncesini de sahip olduğu rızkın kuvvesine göre, sürekli etrafına yayar. İşte bunlara burçlar denilmiştir. Ayeti kerimede bahsedildiği gibi; “gökyüzünde burçlar” vardır ki, bu hakikat Buruç suresinde bildirilmiştir. İşte yıldızlardan gelen düşünce akımı, her bir insan üzerinde ayrı bir etki bırakır.
Ama yeryüzünde halife olarak yaratılan insan, öyle bir varlıktır ki; göklerde ve yerde yaratılan diğer bütün varlıklara üstünlük sağlayabilir. Bu da ancak Esmâ-i hüsnâ zikriyle olur. Çünkü her yaratılan varlığın aslı Esmâ-i hüsnâ’nın işaret ettiği manaların yaptıkları dokumaların oluşturduğu bileşendir ki; tüm içeriğinin tümel yapısına Nur-i Muhammedi denilmiştir. İnsan; şuurunda Esmâ-i hüsnâ’ları zikir ettikçe, Nur-i Muhammedi’nin ilgili kısmıyla aynı frekans üzerinden bir güce bürünerek, Nur-i Muhammedi’den oluşan diğer varlıklar üzerlerinde hüküm sürmeye başlar. Çünkü Allah yeri ve göğü insan emrine vermiştir.
Gerçekten mutlu olmak istersen zikre sarıl. Yaşamın bir gerçeği de şudur ki; zikir insanın şuursal kapasitesini arttırdığı için, bilemediğimiz düşünemediğimiz ilim parıltıları, yapılan zikirler sonucunda zihnimizde canlanacaktır. İnanmayan kişiye dememiz odur ki, denemesi bedava. Mutlak olarak mutlu olmak istersen zikre sarıl. Zikrin başını namaz çekmektedir. Adeta zikrin reisidir. Namaz yani salât Allah’a sırf yöneliştir. Salât yani namaz; ahvasıyla, hafisiyle, sırrıyla, ruhuyla ve bunları yönlendiren bedeniyle Allah ile buluşmadır.
Bir kimseyi anlatırken şöyledir böyledir diye tarif ederiz. Doksan dokuz diye tabir edilen isimler, Allah’ın insanı yaratırken mayasını onlarla oluşturduğu ve yapısını onlarla dokuduğu yani varlık resmini boyattığı temel taşlardır. Öylece insan varlık âleminde farkındalığını kazanarak yer almıştır.
Bize düşen bu temel taşları anlatarak sahibimizdeki mana kuvvelerini anmaktır. Yani bize bildirilen bu isimler zikir içindir. Onun isimleri olarak bize sunulan bu isimleri anarsak bizde hal zuhur eder.İşte hakiki lezzet zikirde yatar. Çünkü yaptığımız zikirlerle kâinatın tesbihatına girmiş oluruz. Öylece yaratımdaki aruza karışmış ve varlıktaki makamımıza oturmuş oluruz. Yerler ve gökler Allah’ın Aziz ve Hâkim olduğunu durmadan tesbih, ediyor ve bu tesbihe bizi de çağırarak, hak irfanıyla bütünleşmemiz isteniliyor. Çünkü tüm varlığımız hak ile oluşan yaratıma dayanır ve hak irfanıyla nefsimizi tanıma yoluna girmiş oluruz.
Nefsimizi tanıdıkça da, nefsimizin terbiyesini oluşturan boyayı fark ederiz. Öylece bize süs veren boyaya yöneliriz. Fark ederiz ki, en güzel boya da Allah’ın boyasıdır. Allah’ın boyasıyla boyanın der âyet. İşte en büyük taharet budur. Sakın unutma ki ilmihaldeki zahiri taharet olmadan da burada dokunduğumuz manevi taharet oluşmaz. Çünkü hayat; maddesi ve manasıyla bir bütünlük teşkil eder. Biri olmadan diğerinin marifeti de oluşmaz. Çünkü ruhlarımız bedenlerimiz, bedenlerimiz ruhlarımızdır.