ZİKİR SANA CANDIR
Mevlaya geçiş için leylaya gerek var mı?
Özündeki deruni kuvvelere talip olan kişi, sıra dışı sınavlara mı tabi tutulur?
Çevremizden yansıyan zararlı yönelimlerin oluşturduğu maneviyatı bozucu vesveselerin gönül dünyamıza zarar vermemesi için ne yapmalıyız?
Sadece ilim öğrenmek kişiyi kurtarır mı? Anlamını bilmeden Kur’an-ı Kerim’i okumak da zikre girer mi? Şimdi de bu soruların cevabına varmak için az tefekkür edelim…
Leyla, kişideki yani ferş üzerindeki Esmâ-i hüsnâ bileşkesinin oluşturduğu herhangi bir dokumanın duygusal bağlantısına vesile olan ikinci bir varlık yani esma bileşiminin ferşte oluşturduğu ikinci bir dokumadır. Ferşin üzerine dokunarak işlenen tüm bileşkeler, HU isim zamiriyle işaret ettiğimiz mutlak hüviyetin oluşturduğu ayrı ayrı seyir mahalleridir. Seyir mahalleri birbirlerinde var olan ana kuvveyi hissettiklerinde, bir birlerine âşık olurlar. Ne zaman ki âşık olan kişi, maşukunda HU isim zamiriyle işaret ettiğimiz mutlak hüviyetten gelen kuvvelerin sahibini anımsar, ikinci bileşimsel kişiye olan aşkı kapanır ve tüm bileşimleri var eden bileşkelerin esas sahibine yani Rabb-ul Erbaba yüzünü çevirir. Yüzünü Rabb-ul Erbaba çevirmesi ise, mevlaya diye tabir edilmiştir.
Tabi ki Rabb-ul Erbaba ulaşmasına vesile olan leylaya da teşekkürü unutmaz. Leyla derken bir bayan adı veya illaki bir bayan olacak diye de düşünmeyelin. Erkek ve kadın, kişiyi Rabb-ul Erbaba yönlendiren Esmâ-i hüsnâ bileşkesinin ferş üzerinde yaptığı dokumalarıdır. Bu dokumaların her biri bir sanal hüviyet sahibi olarak kişiyi alıp mutlak hüviyet sahibine götürür. Bu bir taş olacağı gibi, bir hayvan dahi olabilir. Kişi yaptığı çalışmalarla terki terk hali ile yaşadığı sürece, başka hiçbir mana ile sınanmaz. Yani kişi yansız ve tarafsız olduğu müddetçe imtihandan beridir. Ama yansız ve tarafsızlık hali ise, çok zor olduğu için insanların ekseriyetinin imtihanı et kemik bedenin ölümüne kadar devam eder. Bizim yaptığımız tüm amellerin içeriği ise, sırf ilimdir.
Sırf ilme günümüz teknolojisinde veri veya data denir. Bizden etrafa saçılan tüm ilimlendirme çabalarının içeriği sadece datadır. O datayı alan her birim ise, sahip olduğu içsel sezgi pozisyonuna göre, aldığı datayı değerlendip kararlar verir. Her bir birimden ve burçlardan dahi gelen tüm ışımalar da öyledir. İşte gelen bu ışımaları yani dataları her bir birim kendine göre değerlendirir. Örneğin 3G uyumlu olan telefonun 4G veriyi çekmediği gibi, her insanda kendine ulaşan veriyi aynı şekilde işletemez. Nasıl ki 4G verisinden faydalanmak için uyumlu bir telefon gerekiyorsa, şuur dünyamızın daha kapsamlı veri alması içinde, zikirle bakış açımızı genişletmemiz gerekir. İşte oluşan bu genişliğe göre değerlendirmemiz de değişecektir.
Kıyamet gününde ve cennette kişinin Rabbini görmesi de sahip olduğu içsel kuvveye göre olacaktır. Çünkü hiç bir birim onu kapsayamaz veya sonsuz olamaz. Olsa olsa kendi dokumasını oluşturan bileşkesi kadar Rabbine nazar eder. Ne yapıp edelim, Rabbi bileşkemizin dokumasını ilk fıtrat haline çıkartıp öylece Rabb-ul Erbaba yaklaştıralım ki görüntümüz daha kaliteli olsun. Örneğin… 3gp görüntü ile 4k görüntü bir değildir. Cihazımızı zikir ve tefekkür ile yenileyelim. İnsanlığa muhabbet ile nefsimizi saflaştıralım. Çünkü her insan Rabb-ul Erbaba açılan ayrı bir penceredir.
Bu gerçeğe işaret için de B-il kaderi denilmiştir. Çünkü tüm özelliklerin B-il kuvve birimle var olduğu anımsatılmıştır. Kıyamet günü Rabbinin görüntüsü kişiden kişiye değişken olacaktır. Görüntüyü oluşturan yine de kişinin kendi veri tabanı olacaktır. Tıpkı kişinin algılamasının kabirde Münker ve Nekiri kendi sahip olduğu veri tabanına göre oluşturduğu gibi. Rabbi, kişinin kemalatına göre kendisine gözükecektir. Rabb-ul Âlemin asla gözükmeyecektir. Bize gözükecek olan, bizim çalışmamıza göre yaptığımız rububiyet alanımızın kapsama alanına göre olacaktır. Yaptığımız amellerle ve zikirlerle rububiyet alanımızı genişletip, Rabbimize olan seyrimizi de öylece yüceltiriz. Hem unutmayalım ki bizim bu seyrimiz, enfusumuzun sahip olduğu içerik kadar afakında olacaktır. Yani seyrimiz afakımıza doğru olacaktır. Çünkü bize bir hüviyet verilmiş ve seyir planı kendisine oluşturulmuştur.
Her şey sendedir olayı ise, senin seyrinin bakacağı ekran, senin kendi bakma gücünde olacaktır anlamındadır. Yani gücünü yükselt ve seyrini genişlet. Yoksa sende hayali bir seyir oluşacak ve rüya görür gibi zihninde canlandırma yapacaksın anlamında değildir. Ayrıca penceremizi perdeli yapalım, yoksa odanın mahremiyeti kalmaz. Yani yaptığımız çalışmalar sonucu edindiğimiz seyirleri, ortalığa rastgele saçıp savurmayalım. Bilelim ki her seyrimiz, bizimle Rabb-ul Âlemin arasında olan ve üçüncü kişilere kapalı olması gereken mahremimizdir.
Çevresel kalıntılardan ve ilk oluştuğumuz andan şu ana kadar insanların ve diğer varlıkların sadrımıza yönlendirdikleri zihin oklarının bizde oluşturduğu tortulardan, ancak istiğfar ile arınırız. Ölüp dünyadan gidenler ise, sevabı ve günahıyla gitmiştir. Biz, kendimizden önce yaşayan hiçbir ecdadımızın günahını da yüklenmeyiz. Bu beden bizdeyken kayıt yolu açıktır. Ecdadın tüm içsel hali ve üzerinde oldukları faaliyetlerin ruhsal serüveni, nesilden nesile aktarılan zihinsel fikir okları yeni doğan bebeğe düşünsel bir şema olarak yansır. Eğer oğul veya torun dedenin yolunu takip ederse yönlendirilmiş zihinsel fonksiyonlar faal olup çalışır ve oluşan olumsuzlukların ahını yakın nesli çeker. Ama oğul veya torun istiğfar eder de dedenin çizgisini terk ederse, dedenin hatasını kendilerine yansıtan zihinsel fikir okları kapanır ve nesli kurtulur. Bu yönlendirilmiş zihinsel fikir okları kişiyle o kadar bütünleşir ki, kişi sanki genetik bir akıntıymış gibi zanneder. Oysaki her kişi İslam fıtratı üzerine en mükemmel şekilde yaratılmıştır. Asla ve asla nesilden nesile genetik olarak akıp gelen bir olumsuzluk veya olumluluk mevzubahis değildir. Her kişi sıfırdan ve tertemiz bir sayfa olarak dünya sahnesinde yer alır.
Allah’a ulûhiyetiyle, rububiyetiyle ve melikiyetiyle yönelelim. La ilahe İllellah, kişiyi ulûhiyette sadece Allah’a yöneltir. Biiznillah kişiyi rububiyette sadece Allah’a yöneltir. Besmele ise, kişiyi muinlikte ve melikiyette sadece Allah’a yöneltir. Öylece mülkün sahibini tanır ve yolunda gerekli olan ameli işler. Bir kişi tüm ilimleri öğrense de hayatında uygulamadıkça bilmesi onu kurtarmaz. Buyrun hadisi Şerif “İnsanlar helâk oldu, ancak âlimler kurtuldu. Âlimler de helâk oldu ancak, ilmiyle amel edenler kurtuldu. İlmiyle amel edenler de helâk oldu, ancak ihlâs sahibi olanlar kurtuldu. İhlâs sahibi olanlar da büyük bir tehlike içindedirler.” (bk. Aclunî, Keşfü’l-Hafa, 2/280 no: 2795)
Okunacak Kur’an-ı Kerim ile mikro âlem olan insan ile makro âlemi var eden Rahman’ın, tüm yaratımı arasında senkronize oluşacak ve kişinin ruhunda muazzam açılımlar olacaktır. Bunu ancak okuyan bilir. Oku ve gör demekten başka bir şeyde denemez. Konuyla ilgili bir hadis meali şöyledir: “Kur’ân-ı Kerim’den tek bir harf okuyana bile sevap vardır. Her hasene on misliyle değerlendirilir. Ben ‘Elif Lâm Mîm’ bir harf demiyorum. Aksine ‘Elif’ bir harf, ‘Lâm’ bir harf, ‘Mîm’ de bir harftir.” (Tirmizî, Sevabü’l-Kur’ân, 16) Dikkat edin ki özellikle elif lam mim örneği verilmiştir. Zira elif lam mim huruf-u mukattaa olup net anlamı açık değildir. Yani okuduğumuzun anlamını bilsek de, bilmesek de Kur’an-ı Kerim’in ruhaniyetinden aynı şekilde istifade ederiz.
Bu konuyu da “ELHAMDULİLLAHİ RABBİL ÂLEMİN” derken ne hissetmemiz gerektiğini vurgulayarak bitirelim. El hamdu, herhangi bir insanı değerlendirmek ve onun hakkında bir karara varmak Lillahi, Allah’a aittir ki; Allah, Rabb-ul Âlemin’dir. Çünkü her bir insanın ferş alanı yani kişilik kapsamı üzerinde dokuma yapan içerik, Esmâ-i hüsnâ ile tanımı yapılan müsemma içeriğinin bileşkeni ona aittir, onun içindir ve nasıl dokuma yapıldığını da ancak kendisi etraflıca bilmektedir. İşte Fatiha suresinin ilk ayetini bilinçli bir şekilde okuyan kişi, artık genelde herhangi bir yaratılmış hakkında, özelde ise herhangi bir insan hakkında yargıda bulunamaz. Çünkü bilir ki, onu en iyi tanıyan Rabbidir ve yargılanmasını da Rabbi yapacaktır. Dolayısıyla da içinde bulunduğu dünya sınavı hafifledikçe hafifler. Yansız ve tarafsız olur. Öylece sırf kulluk başlar. Bu kulluğun tadı ise, hiçbir şeyde yoktur.