ZİKİR OKUMADA TEMEL BELİRLEYİCİ UNSUR

ZİKİR SANA CANDIR

Zikirleri okurken temel belirleyici etken ve dikkat edilmesi gereken en önemli unsur nedir?

Zikirde temel etken, Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin öğretileri olmalıdır. Yoksa geliştiğimizi sanıp aksine mühürlenerek gerçekten uzağa düşeriz. Bunun için de okuduğumuz zikirler, temel olarak Esmâ-i hüsnâ içinde yer almalıdır.

Esmâ-i hüsnâ içinde yer almayan hiçbir kelimeyi de asla zikretmemeliyiz. Ama Esmâ-i hüsnâ içinde yer almayan Allah isimlerini fiili olarak uygulayarak zikrini eda edebiliriz. Örneğin, birinin ayıbını görmeyip örtmen, Settar ismini fiilen zikirdir. Nankörlük etmemen vefa isminin fiili zikridir. Vefa, bir Allah esmasıdır. Ama doksan dokuz olan esmalar içinde yer almaz Şafii, Settar, Deyyan, Murid ve daha bir çok isimleri gibi. Vefa isminin açılımı şöyledir; Sen Allah’a sadık kaldıkça Allah da sana sadık kalır. Sen Allah’a olan sadakatını bırakırsan, o da seni terk eder. Sen ona bir adım gidersen, o sana on adım gelir. Sen ona yürüyerek gidersen, o sana koşarak gelir. Sen onu zikredersen o da seni zikreder. Sen onu unutursan, o da seni unutur. İşte bu Allah’ın kuluna olan vefasıdır. İradene sahip olman ve kimseye kul köle olmaman da murid isminin fiili zikridir.

Zikirler konusunda çok hassas olmalıyız. Doksan dokuz Esmâ-i hüsnâ dışında kalan isimleri kesinlikle zikir olarak okumamalıyız. Örneğin onlardan biri olan Murid zikri gibi. Doksan dokuz Esmâ-i hüsnâ dışında kalan isimler, zikir olarak kesinlikle okunmamalıdır. Çünkü aynı anda kişideki hem nari hem de nuri tüm özelliklerine sirayet eder. Bu sirayetle beraber, murid zikrini okuyan kişinin gözünde birçok günahın küçüldüğü filhakikat seyir edilir. Hem birçok sevabın dahi işlenmesinin gereksiz olduğu hissini insanın içine akıtır. Onun için de Murid zikri, zikir olarak tekrar edilemez. Çünkü insan, zaten bedensel eğilimli yaratılmıştır. Bu eğilim, tekrar edilen Murid zikriyle daha da katmerleşir.

Murid isminin tekrarı ile kişide var olan ZAN(et kemik bedensel) veya ZEN (et kemik bedenin devamı olan beden) in dürtülerinin sahiplik hissiyatları hızlıca katlanır. Artık kalıpsal tatminler içinde vahdeti aramaya başlar. Bu da onun arınmasına değil, aksine bedensel girdaplar içinde yuvarlanmasına sebep olur. Yani murid zikri ile vahdeti bedensel veya ruhsal sezgiler dâhilinde yaşamaya başlayacaktır. Bu da kişi için manen ölümdür. Öylece gözünde haramlar küçülecek ve haramları işlemek için adeta robotlaşacaktır. Farzlar gözünde küçülecek ve adeta şeytanın oyuncağı durumuna gelecektir.

Kişi bazen mana yolunda veya dünyevi ihtiyaçlarını giderme yolunda yürürken, iradesinin yükseltimesine anlık olarak ihtiyaç duyubilmektedir. Nasıl ki hasta olan birinin Allah’ın Şafii ismiyle şifasına ihtiyaç duyduğu gibi… İşte bunun için de Murid isminin başına “YA” nida harfini ekleyerek dua şeklinde, istenilen ihtiyaç dillendirilerek Allah’tan istekte bulunulabilir. Örneğin “YA MURİD OLAN ALLAHIM” “irademi yükselt ve niyetlendiğim şu şu işlerimde bana başarı nasip et” şeklinde dualarda bulunabilir.

Olayı fark etmeyenlerin, iradem artsın ve mana ilmine sahip olayım hevesiyle bu ismi zikir şeklinde tekrar etmeye yönelmeleri ise, onların daha da sahiplik girdabında yuvarlanmasına neden olacaktır. Çünkü nefs-i emmâre kişinin derununda kış uykusuna yatmış bir ayı gibi her an tetikte beklemektedir. Tam arındım diyen kişi dahi, her an içindeki ayıyı uyandırabilir. Öylece vahdet yaşantısını ve sezgisini et kemik beden (ZAN) veya ruh (ZEN) dünyasına indirger ve özüne inişten mahrum bırakır. Zaten bedensel ve ruhsal dürtülerden tam kurtulan kişinin iradesi gelişmiş ve arınma sürecini tamamlamıştır.

Tasavvuf çalışmalarını yapanların çoğunluğu; kulaktan kulağa duyduğu, “mana yolculuğunda edinilen olağanüstü hasletler var, bende o olağanüstü hasletleri edineyim” düşüncesiyle yönelir. Bu duygudan dolayı da herhangi bir hedefe ulaşamaz. Oysaki tasavvuf yolu sahip olmak değil, sahipsizlik makamına talip olmaktır. Nefsini fıtrat dışı kirlerden arındırmak isteğidir. İşte bu olayı fark etmeden mana yoluna girenlerin ekseriyeti, seyr-i sülûkü tamamlamadan “ZAN veya ZEN”in girdaplarında vahdeti yaşamış ve sonsuzluk deryasına dalmadan dünyalarını bitirmişlerdir. Unutmayalım ki tasavvuf yolcuğu sonsuzluk yolculuğudur. Som ve sırf olarak Allah’ın vechine dönüp onun nuruna ayna olmaktır.

Her sözü kesinlikle doğrudur dediğimiz kişi; sadece ve sadece Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizdir. Ondan sonra gelen hiçbir insan seçilmemiştir ve hata edebilir. İşte Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz de Esm-ül Hüsna ile ilgili olarak Buhârî ve Müslim rivayetlerinde aktarıldığı gibi; “Allah`ın 99 ismi vardır. Kim bunları ezberlerse (îman eder ve sayarsa) Cennete girer.” buyurmuştur. Tirmizî, İbn-i Hibban ve Hâkim`in bu konudaki rivâyeti ise, şöyledir: “Kim Esmâ-i hüsnâ`nın mânâlarını anlayarak sayar, bunlarla Allah`ı zikrederse Cennete girer.”

Şâh-ı Nakşıbend Hazretleri bu hadîsle ilgili olarak şöyle buyurur: Bu hadîs-i şerîfteki ‘Ahsâ’ kelimesinin bir mânası, saymaktır. Diğer bir mânası ise, bu ism-i şerîfleri öğrenip bilmektir. Bir mânası da, bu esmâ-i şerîfin mûcibince amel etmektir. Meselâ: Rezzâk ismini söylediği zaman, rızkı için asla endişe etmemeli. Mütekebbir ismini söyleyince, Allah Teâlâ`nın azametini ve kibriyâsını düşünmelidir.

İşte Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz, doksan dokuz ismin zikrinden bahsetmiştir. Doksan dokuz ismin içinde olmayan isimlerin, genel olarak sayı ile belli adetlerde sayılarak zikir edilmesi çok yanlıştır. Mana yolunda yürürken olabildiğince dikkatli olmak gerekir. Yoksa farkına varmadan durumumuzu daha da karışık hale getiririz.

Seyr-i sülûkü kemalet dâhilinde tamamlayan bir gözetmenin gözetiminde mana yolunda ilerlemeliyiz. Çünkü mana denizi karanlık bir denizdir ki; sağlıklı bir yürüyüş ancak, aydınlatıcı bir nurla elde edilir. Gözetiminde ilerlediğimiz kişi, sünneti seniyyeden zerre taviz vermeyen biri olmalıdır. Bizi eğitmesi karşılığında bizden herhangi bir dünyevi meta talep etmemelidir. Eğer Kur’an-ı Kerim’in ve sünnet-i seniyyenin yaşamı dışında bir yaşamı varsa veya Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yolundan taviz verip harama girmeye teşvik ederse veya haramı alenen işlerse, o kişi dahi şeytanın oyuncağı olmuştur. Bizi hedefimize ulaştıramayacaktır. Olsa olsa biz, onun nefsani hedeflerine bir vesile olmuş oluruz.

Eğer ki seyr-i sülûkü tamamlamış ve tümüyle Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize bağlı bir yetiştirici bulamazsak, o zaman genel olarak bilincimizi geliştirici çalışmalarla özümüze yönlendiren bir şekilde idrakimizi geliştirebiliriz. Bu arada bilelim ki, önceki âlimlerin menkibelerine göre bazı muallimlerin öğrencilerine has uyguladıkları uygulamalardan da uzak durmalıyız. Ama bilelim ki, her talibin karşısına kesinlikle muallimi çıkacaktır. Bazısı muallimini beğenmeyecek ve daha hayırlısını bulayım deyip köşe bucak aramaya devam edecek, bazısı da muallimine dört elle sarılıp Şeb-i Arus’unu yaşayacaktır. Bu da manada açılmak isteyenlerin karşılaştıkları imtihanın başka bir sırrıdır.

Bilelim ki sahip olayım hevesi ile zihnine aşırı bilgi yükleyip ezberlemek ve ezberlediğini yaşamadan ve hissetmeden insanlara hava atmak maksadıyla anlatmak, kişiye azık olmaz ve kişiyi maksadına kavuşturmaz. İşte esas olan azık, takvadır. Azık olan takvâya da, ilim denilmiştir. İlmin yolunda çok satır okuyarak değil, seni kendi nefsini ve Rabbini tanıtmaya götüren, ihtiyacın olan satırları okuyup bunları sadrından da seyir ederek, hem zikir ve tefekkür ile pişerek eriyip zâkir olursun. İşte böyle olan kimse, her zaman ve her yerde zâkir olarak anılmaya başlar.

Söylemiyle ve diliyle zikre devam edenlerin kalbine Allah, zatına karşı iştiyak nurunu ilka eder. İşte bu yoldaki satırlar, kişiyi zakir etmek için önüne koyulan olayın Elif Bası’dır. Bu Elif Ba ile kişi yola çıkar; zikrinde zakir, fehminde arif bir birey olarak maksadına kavuşmuş olur. Kalp gözü açılıp sonsuz deryada hakikatine nazar eder. Rabb-ul Âlemin den hayâ eder. Çünkü hayâ makamında Fetih başlar. Fetih, kalp gözünün Rabbinin muvaffak etmesiyle açılmasıdır. Bu göz açıldı mı ahlâkı üstün, fazileti görünür, doğruluğu aşikâr olur. Üsveyi hasene o kimse için vazgeçilmez haslet olur.

Arınıp paklanmak için bir yerde bir günah işlemiş isen oradan ayrılmadan, daha oradayken bir de iyilik yap, tövbe ve istiğfarla oradan ayrıl. Böylece Rabbini anmış ve o günahın yazılmasının önüne geçmiş olursun. Günah işlerken üzerindeki elbiseyi çıkarmadan evvel bir de ibadet yap ve tövbe eyle. Vücudundan ayrılan saç, sakal, bıyık, tırnak, kir gibi şeyler de, senden ayrılırken gene de tövbe et öylece kendinden ayır.

Ayaktayken, otururken, uzanırken, gizli, açık, yalnız olunca, kalabalıkta yani her hal ve şartta Allah’ın zikrine devam edelim. Çünkü ayette Allah, siz beni anın ben de sizi anayım demiştir. Allah’ı çok zikreden erkeklerle, Allah’ı çok zikreden kadınlara pek büyük mükâfatlar hazırlanmıştır. Zikirde daim olarak Rahman’ın rahmetine kavuşarak hakka sevimli kul olalım. Öylece RIDVANULLAH’A ererek sonsuz mutlulukla SELAMET bulalım.

Yorum yapın