ZİKİR SANA CANDIR
Zikirleri Arapça okumak zorunda mıyız?
Anlamını bilmeden de Kur’an-ı Kerim’i okusak bize faydası olur mu?
Niye ki Araplardan resul geldi ve Kur’an-ı Kerim arapça indi?
Niye ki zikirler arapça kelimelerle okunuyor?
Bu soruların cevaplarına ulaşmak için biraz tefekkür edelim.
İnsanlığın yaratılışı ile uyumlu olan ana lehçe, arabça lüğatıdır. İlk insanın dahi düşünce dünyası, bu dille dillendirilmiştir. Dünyadaki tüm dillerin anası da, a”RAB”ça olmuştur.
Namaz ve zikir, yaratılış ve fıtrat lisanı olan a”rab”ça kelimelerle yapılır. Hz. Âdem’den günümüze Allah’ın tüm isimleri şu anda okuduğumuz şekilde insanlığa bildirilmiştir. İnsanın zihinsel nazariyesinin yaratılışı, arabça dilindeki ses titreşimlerine göre kodlanmıştır. Esmâ-i hüsnâ’dan okunan her zikrin ayrı bir titreşimi mevcuttur. Aynen bunun gibi, Kur’an-ı Kerim a”rab”ça okununca, anlamını hiç bilinmese dahi, insanlığın fıtrat yaratımıyla uyumlu olduğu için, insani manayı güçlendirici olan titreşimler devreye girer ve insan, yüksek bir ruh haline erişir.
Olayı geniş perspektifle seyir etmek isteyenler Yahudi’lerin selamlaşmasına baksın. Dilden dile aktarılarak gelen selamlaşma, orjinal haliyle “Selâmün aleyküm” şeklindedir. Es Selam Esmâ-i hüsnâ’dandır. Tüm dinlerin aslı vahiydir ve aynıdır. Hatta tek din vardır o da islamdır.
Son peygamber olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz, hem bozulan akâidi düzeltmiş, hem de kıyamete kadar insanlığın ihtiyacı olan Allah’ın düzenine göre yaşanılması gereken yaşantıyı insanlığa ulaştırmıştır. İslam, son defa tebliğ yapıldıktan sonra, Allah tarafından teminat altına alınmıştır. Artık kıyamete kadar, üzerinde asla operasyon yapılamayacaktır.
Zannetmeyelim ki Kur’an-ı Kerim hasbelkader arapça nazil oldu. Allah; Rabb-ul Âlemin dir. İnsanda var ettiği titreşimlere en uygun insan lehçesini de kendisi takdir etmiştir. Kur’an-ı Kerim arapça değil aksine arapça “Kur’an”cadır. Ya da şöyle diyelim Arapça dilinin çıkış mahalli RAB’çadan gelir. Rab kişiye yansıyan öz mana terkibidir. Bunun insanlık şuuru ile uyum lehçesine de a’RAB’ça denmiştir.
Sahih bir zikir ise ancak, insan şuurundan nuri kuvvesini güçlendirici bir dalganın anlamlı dalgalara dönüşmüş hali olarak cari olur. Her okunan zikir bir anlam taşıdığına göre her bir anlam kişinin sadrından yükselerek onu yükseltici dalgalara dönüşmüş olmalıdır. Bu da ancak, okunan zikir kelimesinin orjinal anlamı barındırmasıyla gerçekleşir.
Zikirler okunurken okuduğumuz kelimeyi çok dikkatli seçmeliyiz. Zira hangi kelimeyi tekrar edersek, bilinçtte o yönde şok ve tesir edilgenliği faal olur. Onun için, zikredilirken ve zikredilen manaya isimler takılırken, en kapsayıcı ve bilince işlenmiş kelime kullanılmalıdır. Yoksa Mana titreşimi oluşmaz. İşte zikirlerde okunulan ve Allah’ın isimleri ile işaret ettiğimiz seyir mahallindeki manalar da öyledir. Zaten o yüzden de a”rab”ça kelimelerle zikir yapılır. Çünkü her biri, insanlık şuuruna işlenmiştir. Öylece kişide manevi temizlik başlar.
Bu orjinal anlam için ise, uyumlu olan kelimeler A”RAB”ÇA kelimelerdir. Onun için de manevi planda Rabbiyle buluşmak isteyen kişilerin kullanacağı zikir kelimeleri, kesinlikle A”RAB”ÇA olmalıdır. Diğer lisanlardaki kelimelerle zikir okumak ise, kişinin melekuti alanındaki lazım olan kuvveyi harekete geçiremediğinden, insan üzerindeki etkisi de nakıs olacaktır. Öylece bilinç ve şuur âlemimizde olumlanmasını istediğimiz meleki kuvvenin ihtiva ettiği anlama ulaşamaz oluruz.
Bir kişinin yaşarken okuduğu bir ihlâs süresinden aldığı nûr, onun ölümünden sonra kendisine okutulan binlerce hatimden daha aydınlıktır. Çünkü yaşamında okuduğun ile sen bizzat bilinçaltından o manayı çekip getirmişsin dünyana…
Ama ölümünden sonra sana okutulup gönderilen sadece bir rüzgâr esintisi gibi yanına gelmiş ve az serinletmiştir. Sıcak yaz günlerindeki bulut ve rüzgâr gibi. Biri senin malın olmuşken diğeri malın olmamıştır. Sende dünyada iken açılım olmayan bir konuda ölümden sonraki yaşamında yeni bir açılım oluşamaz. Şefaat olayı da öyledir. Sende açılım varsa, Rabbin el veriyorsa yani terbiyen oluşmuşsa birinin hatırlatması işine yarıyacaktır.
Ama sen kupkuru bir hurma kütüğü isen, kim ne yapabilir diye tam yazarken, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem Efendimizin kuru ve yanmış bir hurma fidanını ekip mucize olarak yeşertmesi geldi aklıma. Hâlâ meyvesine peygamber hurması diye ulaşırız. Evet, Allah’ın hikmetine akıl ermez. İman ettik ve yürüyoruz. Hiç anlamını bilmesen de okuduğun her harf başı on sevap/derece elde edersin. Bunu Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz haber ediyor.
Anlamını zaten hakkıyla çözen olamaz ki. Çünkü o Âlemlerin Rabbinin sonsuz kelamıdır. Sen sonlusun be kardeşim. Okuyun okuyun zerre anlamını bilmeseniz de okuyun. Kalbinizin huzur dolduğunu göreceksiniz. İşte bu Kur’an-ı Kerim okumanın öze doğru yolculuğa katkı yaptığının en büyük kanıtıdır. Kur’an-ı Kerim’i okurlar sevap tüccarları der bazı kendini bilmezler.
Sen sevap için yaşamıyor musun kardeşim? Yoksa hayatın yalan dolan ve günah için mi? İki yol var önünde, ya sevap ya günah, ya cennet ya da cehennem, üçüncüsü yok be kardeşim. Kur’an-ı Kerim’in anlamını bilmesen okuma diyen anlama özürlülere sakın kulak vermeyin kardeşlerim. Kur’an-ı Kerim bizi bize aktarır. Kur’an-ı Kerim kişiyi Rabbine emanet ettirir. Kur’an-ı Kerim arkadaş olur kabirde. Kur’an-ı Kerim şefaat eder kıyamet gününde. Kur’an-ı Kerim’in insan üzerinde hakkıdır ki günde en az yüz ayet okuna.
Belirlenmiş zikirler ve dualar orjinal a”Rab”ça haliyle okunmalıdır. Çünkü insanın kalp, şuur ve ruh ilişkisi bu yönde kodlanmıştır. Namazın içinde okunan fatiha suresi, tahhiyat duası diğer ayet ve dualar gibi. Okuduğun Esmâ-i hüsnâ’ların zikirleri gibi, sadece anlamını okursan aynı titreşimi yakalayamazsın ve ruh özüne eremezsin. Rab’çayı öğrenmek Allah’ı tanımaktır. Zikirler a”rab”ça okunmadıkça istediğin kadar oku, sende kısmi olarak faydalar oluşsa da, gerekli olan fayda hâsıl olamaz.