ZİKİR SANA CANDIR
Zikir yaparken neden sadece Allah ismi değil de Esmâ-i hüsnâ’da yer alan diğer isimlerin zikrini de öneriyorsunuz?
Allah’ın kelamı olan Kur’an-ı Kerim’de üzerinde durulan husus, Allah’ın tüm Esmâ-i hüsnâ’ları ile kendisine yönelmemizdir.
Allah, mutlak zatın kendine seçtiği özel ismidir. Hem de bütün sıfatları ve isimleri kendinde toplamıştır. Bu konuda birkaç ayeti kerimenin mealine göz atalım; Araf suresi 180. ayeti kerimede şöyle der; “En güzel isimler Allah’ındır; siz O’na bu isimlerle dua edin.” Bakara suresi 138. Ayetinde de şöyle der; “Allah’ın boyası! Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Biz O’na kulluk edenleriz.”
Allah’ın boyası ile boyanın derken, Allah’ın sahip olduğu özellikler ile bezenin demektir. Allah’ın sahip olduğu özellikler ise, bizlere Esmâ-i hüsnâ olarak sunulmuştur.
Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin; “Allahu Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır. Bu isimleri ihsa edenler, gerçekten cennete girerler” hadisindeki ihsa kelimesinin bir anlamı da “manalarını şuurla anlamak” ve “hayatında onları ihya etmektir.”
İhsa etmek ihya etmektir. İhya hayat vermek yani diriltmek demektir. Nerde dirilteceğiz? Tabi ki nefsimiz de. Dağda taşta değil. Elbette dağda da, taşta da seyir edeceğiz ama nefsimiz de dirilteceğiz. Çünkü nefsinde farkına varamadığın hiçbir hususu afakında seyredemezsin. Enfusi zenginliğe bürünerek yani boyanarak afakî seyre ermiş olacağız. İhyanın oluşması da ancak, hatırda tutmakla gerçekleşir. Zira hatırda en çok tutulan mana içeriği, zamanla kişinin bakış açısı olur.
Allah boyasıyla boyanın ayetinde bir sır vardır. Bu sır, kişinin Allah esması olamayacağı hakikatidir. Zira ancak esmaların boyasıyla boyanılır, bizzat esmanın kendisi olunamaz. Bu fikir hulûl olup İslam itikadı olamaz. Çünkü varlığımız esmaların kendisi değil, esmaların bizde oluşturduğu dokumalarıdır. Biz de boyanalım bu isimlerin manalarıyla, öylece mutluluğa erelim.
O yüzden zikirleri okurken isimlerin başında EL takısı olmadan zikir edilir. Çünkü EL takısı bir kelimenin başına geldiğinde, üzerine geldiği kelimeye “hâlihazırda bahsedilen mana sahibi mutlak olarak sırf odur” manasını vermiş olur. Bu da insan için muhaldir. Çünkü insan, esma bileşkesinin oluşturduğu dokuma olarak vardır ve asla tüm isimlerin tüm manalarını kendisinde cami edemez. Bu muhaldır. Sadece sanal benliğinde var olan Esmâ-i hüsnâ boyalarını yani dokumalarını daha net olacak şekilde resmedebilir. O yüzden kimse Allah olamaz ama Allah ile kaimdir. Bunu fark edemeyen ulûhiyette veya rububiyette şirke girer. Şirkin affı da yoktur.
Zikirden yoksun yaşayan yerinde çakılıp kalır. Zikirle hemhal olan ise, bilmediği sırlara kapı aralar. Zikirsiz hiçbir okuma veya sohbet, kişinin gönül hanesinde veya kalbinin himayesinde derinlik oluşturmaz. Zikirle hemhal olup ilim ve tefekkürle yönelen kişiye, bilmediği sırlara doğru kapı aralanır. Kapı aralandıkça tefekkür yoğunluğu oluşur. Kapı açılınca öğretmene ihtiyaç biter. Kapı açılınca yazılanlara ihtiyacı kalmaz. Zaten kendi görür, halleder, yazar ve öğretmeye başlar.
Zikir ile günahtan el çekilmesi ters orantılıdır. Allah’ın doksan dokuz isminin zikirleriyle hemhal oldukça, günahlardan uzaklaşmaya başlar. Çünkü her bir isim ayrı taraftan onun bilincini kıvama getirip yaratılış fıtratıyla uyumlandırır. Öylece doğru orantılı olmasına Rabbi izin vermez. Çünkü içsel bileşimini fıtrata göre düzenlemiş ve fıtrat dışı ameller ona çirkin gözükmeye başlamıştır. Onun için de, şeytani güçlerin kişide terkini istedikleri en büyük amel, kişiyi Allah’ın Esmâ-i hüsnâ’larının zikirlerinden uzaklaştırmaktır. Bu alanda her türlü oyunu oynarak kişiyi zikirden uzaklaştırmak isterler. Zira bilirler ki kişinin fıtratı düzelirse artık kendisine söz geçirilemez olur.
Sakın ha olayı ekseninden saptıranlara kulak vermeyelim ve Rabbimizin boyasıyla boyanmaktan vazgeçmeyelim. Onun için de bilelim ki nefsini tanımak isteyenlerin zikirden vazgeçmeleri olamaz. Burada “olmaz” kelimesini dahi kullanmak hatadır. Çünkü olay kesin ve kat’idir.
Hem biline ki, elbette nafile namaz kılmak veya Kur’an-ı Kerim’i okumak da zikirdir. Ama nefsinin derinliğine inmek isteyenler, nafile namaz ve Kur’an-ı Kerim’in tilaveti yanı sıra, hasseten Allah’ın isimlerini zikrederek kalplerini güçlendirmek suretiyle, letaiflerinin yönünü kayıtsız ve şartsız Rabb-ul Âlemine yönlendirmek zorundadırlar. Yoksa nefsinin derinliklerinde meşk etmeleri oluşamaz.
Zikir terk edildiğinde ise, herşey aslına döner. Zikre devam edilirse zikir istikametinde değişim devam eder. Onun için de huzur zikirdedir, sukun fikirdedir, tatmin şükürdedir. Zikreden kalp sahibine mal olur. Hem zikirsiz kalp şeytanın atına nal olur. Esmâ-i hüsnâ’nın zikridir insanı insan yapan. Yoksa insan, insanlığının tadına varamadan dünyaya veda eder.
Bilmediklerinizi zikir ehline sorun der Allah. Çünkü zikrullah ekberdir. Zikir ehli, okuduğu zikirlerle, kitap okuyarak bilinemeyecek şeyleri kalbine akıtır.
Ayrıca okuduğumuz zikirlerle mertebe peşinde koşmayalım. İki zikir okuyoruz diye de mertebe beklemeyelim. Okuğumuz zikirler, beklentisiz ve sırf olsun ki karşılığı bizden husule gelsin. Tarihin derinliklerinde zikir okuya okuya parmağı oluk gibi olan kişiler olmuştur ki, gene de acizliklerini ve Allah’a olan kulluklarını dile getirmekten başka ağızlarından tek kelam çıkmamıştır.
Zikirdir her derde deva, hakkı zikir et her yerde ki nefsinde oluşmasın cefa, öylece kalbinden kalksın perde, oluşsun sefa. Perde kalkmadan bir adım bile atamayız. Kimse kendini kandırmasın. Zikir okumayan kişi, kuru döngüde döner durur ve kendisine yazık eder.
Seyir dünyamızdaki herşey bizimle başlar ve bizimle biter. Allah her birime amelinin karşılığını vererek hiç kimseye zulüm etmeyecektir. Zaten Allah’ın halifesi olduğumuz için de, yaptığımızı onun adıyla yapıp onun adına da seyrimizi tamamlarız. O yüzden de yapılan eylemler, her ne kadar bizden sudûr ediyorsa da, zati seyir zevk haline bürünüp, işin hakikatini seyir ederek ve hakikate nazar ederek, Allah yaptı deriz. Bu seyrin her halini seyretmek ve o yaşama ermek için de, her fiilimize Besmeleyle başlarız.