NEFSİN HAKİKATINA DOĞRU YOLCULUK

YAŞAMINDA DERİNLEŞ

Nefsi şeffaf bir cam gibi düşünebiliriz. Nasıl ki güneş ışığı şeffaf camdan net gözükür, aynen öyle de Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet, safiye olan nefisten net gözükür. Mutlak nefisle hay ve kayyum olan nefsimiz var edildiğinde, mutlak fıtrat üzerineydi. Yani her ne kadar kayıtlı yani bir sanal benlik ile var olmuşsa da, şeffaf bir haldeydi.

Sanal benliğimize verilen en önemli organların başında beyin gelir. Sanal benliğimize verilen beyin aracı bir elektrokimyasal organdır. Nörologlar, tüm sinir hücrelerimizin aynı anda aktif hale gelmesi durumunda, bir ampulü açmak için yeterli enerjinin olacağını açıklarlar. Bu elektriksel ışınım, farklı beyin dalgalarını oluşturur. Her beyinsel ışınım, zihinsel durum ve düşünce bir çeşit beyin dalgası yayarak çevresine üzerinde olduğu hal ve fikirleri karmaşık, büyüleyici ve mükemmel bir şekilde dağıtır. Bu gün boyunca devam eder.

Yanında olduğumuz kişiler üzerinde beynimizin bu yöneltilen ışınımları sürekli etki bırakır. Aynen o şekilde bizde beraber olduğumuz insanlardan haleti ruhiyatlarına paralel olarak ışınım alırız. Beynimiz şimdiye dek tespit edilen; Delta dalgaları (1-3 Hz), Teta Dalgaları (3.5-8 Hz),  Alfa dalgaları (8-13 Hz), Beta dalgaları (12-33 Hz), Gama dalgaları (25-100 Hz) olmak üzere beş çeşit beyin dalgasını aktif tutar. O sırada ne yaptığımıza bağlı olarak, bazı beyin dalgaları beynin bazı bölgelerinde daha aktif olacak, diğerleri ise diğer alanlarda daha az aktif olacak, ancak hiçbiri kendi başına kapalı olmayacak şekilde 24 saat faaliyet sürüp gider.

İşte sanal benliğe bürünüp rububiyet alanında varlık bulan nefis, anneden doğup dünyada gözünü et kemik bedenle açtıktan sonra, çevredeki insanlardan ve cinlerden aldığı dalgalarla ve bedenden aldığı zevk ve tatminin derecesine göre şeffaf olan camını renklendirmeye başlar. Bu çoğu defa bilinç dışı direk beyinler arası faaliyetle gerçekleşir. Bu renklendirme sonucu artık, bakışını mutlak hüviyete çevirip mutlak nefisin bakışıyla seyir yerine, renkli camından seyir etmeye başlar. Dolayısıyla değişik görüşlere tabi sayısız sanal benlikler oluşur, hem şeffaf olan nefis, kirden görünmez olur.

Kişi olayı fark ettikten sonra nefsini tekrar şeffaf yapmak için gerekli nefis tezkiyesi çalışmalarına başlar. Aslında kendi elimize kirlettiğimiz camı, gene de birçok çalışma yaparak temizlemeye çalışırız. Ayet der ya Allah zulüm etmez, ayrıca ayet her şey Allah’tan dedikten sonra şöyle der; iyilik Allah’tan kötülük ise nefistendir.

Kötülük nefistendir dediğimizde de aslında bize doğru kuvveleri yansıtan Allah’tır. Ama biz nefsimizi çok kalın kalın kirlerle boyadığımız için, Allah’tan gelip bizi sonsuz huzura götürücü güzellikleri engeller. Huzura götürücü kuvveler kapalı kaldığı için de, bizi azaba götürücü kuvveler faal olmaya başlar. Yani mudil olacak şekilde kuvveler bizden izhar olmaya başlar. Tüm olay, nefsimize yansıyan kuvvelerin bizden zuhur etmenin baskın gücüyle alakalıdır.

Nefiste yapılan körelme sonucu kişide sonsuz mutluluğa erdirici kuvveler yerine, sonsuz azaba götürücü kuvveler açığa çıkartıp kulluğunun yönü değişti. Hâlbuki gelen sadece iyilikti, ama kapımız kapalı olduğu için, kirlettiğimiz camdan bizi mutlu eden kuvveler benliğimizde somutlaşmadan, taşın üzerine yağan yağmur gibi kayıp gitti de, bizi bizde mutlu eden kuvveler yerine nahoş kuvveler aktifleşti.

İnsandaki nefsin hakikati şudur; hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet, Allah ismiyle işaret edilen mutlak nefsi seyir ettiğinde, bu muazzam mana etkileşimi istedi ki seyir edilsin. Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet; Allah ismiyle işaret edilen mutlak nefsi bize ayna yapmıştır. Buna nefsi kül denmiştir.

Nefis, varlık şuuruna sahip olan demektir. Nefse, benlikte denmiştir. Ama ben kelimesi nefsi tanımlamada biraz kısır kalır. Çünkü nefis oluşan birimin özünü ihtiva eder. Ben ise, somutlaşan nefse verilen isimdir. Allah yanı sıra başka bir mutlak nefis olamadığı için, yani doğmadığı ve doğurmadığı için, mutlak hüviyet mutlak nefse tabi olan ve onunla hay ve kayyum olan ve mutlak nefisteki tüm manaları cami kayıtlı bir nefis yaratıp, o kayıtlı nefis ile mutlak nefiste var olan oluşumlarının seyrini sağlamıştır.

Var olan bu kayıtlı nefisler ise, her an seyir halindedirler. Çok az insan bunun farkındadır. İnsanların büyük çoğunluğu ise kör ve sağır olarak bir enamlar gibi ölüp gitmektedir.

İşte bize verilen nefis, et kemik beden üzerinden görünür oldu. Et kemik bedenle bütünleşip et kemik bedenin zevk ve hoşnutsuzluğunu sahiplenir oldu. Çünkü nefis bir beden üzerinde olmazsa tutunacağı bir mahal olmaz ve zuhur etmez.

Şuna benzer; kişi resim çizmek için resmin tutunacağı bir yerde çizer. Kâh kâğıt, kâh deri, kâh duvar. Yani bir çizim mekânı şarttır ki resim açığa çıksın. İşte sanal nefis dediğimiz nefesi rahmanın dahi üzerine tutunup kişiye özgü sanal benlik oluşturan nefis, et kemik beden üzerinden zahir olamaya başlamıştır. Ama bizzat Rahman olan Allah’ın tenzihiyet’ini sakın ha gözden kaçırmayasın. Bunu gözden kaçıranlar, hakikatlerinden mahrumiyeti yaşamışlardır.

İllaki bir beden olacak ki nefis üzerine tutunsun. Yoksa salt kalır ki zuhur etmez. Bu sonsuza de aynı şekilde cereyan edecektir. Asla ve asla bedensiz bir yaşam söz konusu olamaz. Onun için de bulunduğun ortamın hakkını icra etmelisin ki mahrumiyeti yaşamayasın. Et kemik bedenin ölümüne dek gerekli prensiplere riayet canın nuraniyetle canlılığını diri tutar. Riayet edilmediğin de ise, canın canlılığı nari olarak şekillenip sonraki yaşamda sıkıntıları önümüze koyar.

Üflenen ruhla beraber bedenimizde oluşan benliğimiz ve benliğimizi açığa çıkaran nefistir. Nefsi açığa çıkaran ise, nefesi rahman yani üflenen ruhtur. İşte bizde yani insanlarda nefsin mahiyeti böylece başlar. Et kemik bedenimiz ile birlikte ikinci bedenimiz olan ruh, bu et kemik bedenle iç içe girmiş vaziyettedir. Zaten Allah katından üflenen ruhla beraber, et kemik bedenin ölümüyle üzerinde tutunup yaşam alanı edinmesi için, et kemik beden tarafından ikinci bir beden oluşturulmuştur. Et kemik bedenin ölüyle oluşturulan bu ikinci beden et kemik bedenden ayrılır. Üflenen ruh bununla bütünleşik bir halde yaşamına devam eder.

Et kemik bedeninin tüm duyguları, düşünceleri, sevgisi, nefreti, ananesi, kini, nefreti, velhasıl her şeyi birebir bu ikinci beden üzerinde kopyalanır. Dolayısıyla üflenen ruh bedenin devamı olan ruh ile bütünleşik olduğundan, binek olan ruhtaki tüm kayıtları birebir kendi sanır. Ölümden sonra dünyadan götürdüğü kayıtlarla yüzlemiş halde yaşamına devam eder. İşte ruh defterimize kiramen kâtibin melekleri tarafından Allah’ın sistem ve düzenine uyumlu yaşayıp gerekli kurallara paralel olarak ruhumuza yükleme yaparsak, et kemik bedenin ölümünün akabinde zorluk çekmeyiz. Zorluk çekmememiz için gerekli kurallar ise, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz tarafından şeriatı garra olarak bizlere eksiksiz olarak sunulmuştur.

Şu anki nefis tarafından açığa çıkan benlik duygusu birebir ikincil ruh bedenimizde de aynen açığa çıkar. Et kemik bedenimiz öldüğünde aynısıyla ve kesintisiz olarak, ruh beden dediğimiz yapı üzerinde bilincimiz yani tenezzül eden ruh hiç kesintiye uğramadan, nefsimiz ben adı altında ben duygusu ile beraber yaşamına devam edecektir. Aynen kendimize ben deyip sevgi ve üzüntülerimiz devam edecektir. Cennete girdikten sonra ise, tüm üzüntüler son bulacak ve ebedi mutluluk başlayacaktır.

Et kemik bedenin devamı olan ruh ile bu et kemik beden arasında hüviyet olarak fark olamaz. Ama beden veya bedenin devamı olan ruh beden ile bunların özleri olan ruh yani mana arasında epey fark vardır. Ruhun özü olan mana yani bilinç, tenezzül eden ruhtur. Bilinç bu somut et kemik bedende karar kılmıştır. Bu bedenin ölümünde ise, gene bu beden tarafından oluşturulan ve durumuna göre somut olacak olan, ruh bedende hiç kesintiye uğramadan, bilince mahal veya mekân olacak şekilde yaşamına devam edecektir.

Her şeyde Allah bizim için hayr zuhur eder. Hani kötülük nefistendir der ya ayet, işte başımıza gelen musibetlerde ıslahımız için Allah tarafından bize sunulan hayırlardandır. Çünkü Allah için zıt yoktur.

Yusuf süresi 53: Ben yine de nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis şiddetle kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin rahmetiyle yarlıgadığı müstesnadır. Muhakkak ki, Rabbim bağışlayıcı ve merhametlidir.

Demek ki Rabbin temizlediği nefis kötülüğü emir etmez. O zaman nedir bu nefis? Nefis öldürmesi nedir? İsrail oğullarına denilen nefislerinizi öldürün nedir? Üzerinde az tefekkür edelim…

Nefis dendiğinde şu hataya düşmeyelim. Sanki nefis pis bir şey ve yok edilmesi gereken bir obje gibi bize geliyor. Hâlbuki nefis bizim öz benliğimizdir. Kişiye üflenen ruh nefis ile ayaktadır.

Olay şu, nefsimiz et kemik bedende gözünü açtığı için kendisini et kemik beden sandı. Et kemik bedenin zevklerini kendi zevki, et kemik bedenin ıstırabını kendi ıstırabı sandı. Et kemik bedenin heveslerinin peşinde koşar oldu. Tüm vaktini topraktan gelip toprağa karışacak bedenin maslahatı için harcadı.

Nefsi yok et veya öldürenden maksat, et kemik bedenin zevklerini kes ve nefsini bu et kemik bedeninin zevklerinden arındır demektir. İşte nefsimiz yani biz et kemik beden olmadığımızın farkına varırsak, et kemik bedenin zevklerini şiddetle terk ederiz.

Et kemik bedenle kendisini bütünleşik zanneden nefis ister biz yaparız. Nefis der ki, nasıl olsa o affeder bir şey olmaz bu defada işle tövbe edersin, derken perde iner kalp mühürlenir.

Et kemik bedenin zevkleri ile hemhal olduğumuz kadar bilincimiz körelir. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz hasırda yatardı. Hasırın izleri bedeninde çıkardı. Sanki isteseydi o da en güzel yataklarda yatamaz mıydı? İsteseydi en lüks yemekleri yiyemez miydi?

O dahi dikkat ederdi. Çünkü Allah’ın değişmez bir sistem ve düzeni vardı ve herkes gibi Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizde o sistem ve düzene tabi idi. Günlerce oruç tutar gece gündüz namaz ve amellerde idi.

Et kemik bedenin çıkmaz patikalarda yürüyüş, nefsi emareye tatlı gelir. Çünkü nefis gözünü et kemik bedende açmış ve et kemik bedeni kendi sanmıştır. Bürüne bürüne bohçada gizlenmiş. Bohçası adeta kabri olmuştur.

Et kemik bedenden arınmayan nefsimi temize çıkarayım dersen yanılırsın. Çünkü Allah’ın temizlediği yani nefsinin nefesi rahman olduğunun farkına varan nefsin dışındaki, et kemik bedenin zevkiyle bütünleşen nefis kötülüğü emreder. Çabaladıkça düşersin, ama zevkleri terk etmeye çalıştıkça yükselirsin.

Aslında bakış açısıdır bizi bize düşüren. Bu açıyı değerlendirip iman ehlini birbirine düşürüp onları sömüren keskin zekâ ve şeytani nefisler, dünyada ilk gözünü açan insandan sonra ta günümüze kadar hep var olmuştur. Hâlbuki bazen bizim açımızdan karşıdaki haklı olsa kardeş oluruz. Böylece tüm şeytani planlar da tarumar olur.

Günahı emreden nefis başa beladır. Onun sesi kulağında sedadır. Geç emareyi ey aziz insan, hayat sana deryadır.

Mazlum deyince gözünüze mazlum postuna bürünen kimseler gelmesin. Onlar en büyük zalimdirler. Çünkü nefislerine zülüm etmişlerdir. Az tefekkür edebilsek, hayr Allah’tan şer ise nefistendir ayetini, bizi vahdetle buluşturur.

Biz fikir adamıyız, asla savaşçı değiliz. Cihadı ceht olarak görür, nefisle mücadeleyi en büyük cihad görürüz. En büyük cihat nefis iledir, diğeri hile iledir. Hilecinin hilesine aldanıp hile ile varılan küçük cihadı esas bilip büyük cihattan geri kalmayasın.

Nefiste sükûn bulmak için kavgalardan uzak durmak gerek. Şımarık nefisten Allah’a Sığınırız. Allah için yol arayan beri gelsin, nefisle mücadele edip zikretsin, en büyük cihat budur bilinsin. Çünkü nefsini arındıran zaten hükmeden bilinç oluverir.

İnsanlar çok komik, her biri diğerine inik, hatta her biri diğerinin beline binik, alayına yakını nefislerine yenik.

Nefis konusunun bu kısa izahatından sonra bilelim ki, nefsimizin hakikatine erip nefis tezkiyesini tamamlamak ve hakikatimize doğru yol alıp yolculuğumuzun tamamına ermek için, bizim en suratlı aracımızın zikir, tefekkür ve şükrün edası olduğunu unutmayalım.

Yorum yapın