ÂL-İ İMRÂN SURESİ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
Rahman ve rahim olup ismi Allah olanın gücü ve kuvvetiyle…
ÂL-İ İMRÂN 1. AYET
الٓمٓۚ
OKUNUŞU: Elif-lâm-mîm
ÖZ BAKIŞ: Elif Laaaam Miiiim… Geniş açıklamasını Bakara suresi 1. Ayette izah ettik.
ÂL-İ İMRÂN 2. AYET
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ الْحَيُّ الْقَيُّومُۜ
OKUNUŞU: (A)llâhu lâ ilâhe illâ huve-lhayyu-lkayyûm(u).
ÖZ BAKIŞ: Allah, başka tanrı yok ancak o, daima yaşayan, daima diri tutan hayy-ü kayyum o.
ÂL-İ İMRÂN 3. AYET
نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَاَنْزَلَ التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۙ
OKUNUŞU: Nezzele ‘aleyke-lkitâbe bilhakki musaddikan limâ beyne yedeyhi veenzele-ttevrâte vel-incîl(e).
ÖZ BAKIŞ: Resul aracılığı ile size aşikâr olarak tebliğ edilen kitabı; insanın yaratımı üzerinde işlenen öz yaratım fıtratı gereği, nefsine matuf veya sosyal yaşam alanında, bürünmesi gereken hakkı ne ise, işte o hakkını izah edecek şekilde kendisi ile buluşturduk. İşte bu kitap; üzerinde ön yargısız bir şekilde tefekkür edip yaratım sistematiğini seyrettiğinizde; sizin elinizde olan, yani sizin yaratım düzeninizde, sizinle uyumlu olan yaratım serüveninizle ve var oluş fıtratınızla uyumlu olan halin doğruluğunu tasdik eder. Ayrıca Allah; bundan önce de Tevrat ve incili de nazil ederek, sizin yaratım fıtratınızla uyumlu olarak davranmanızın gerekliliğini size bildirmişti.
ÂL-İ İMRÂN 4. AYET
مِنْ قَبْلُ هُدًى لِلنَّاسِ وَاَنْزَلَ الْفُرْقَانَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍ
OKUNUŞU: Min kablu huden linnâsi veenzele-lfurkân(e)(k) inne-lleżîne keferû bi-âyâti(A)llâhi lehum ‘ażâbun şedîd(un)(k) va(A)llâhu ‘azîzun żû-ntikâm(in).
ÖZ BAKIŞ: İşte Tevrat ve İncil; sana nazil edilen vahiy nazil olmadan önce, insanların yaratım fıtratlarıyla uyumlanması için nasıl davranması gerekiyorsa, o şekilde nazil eylemiştik. Şimdi de; hak ile batılı mutlak olarak açıklayıp, her birini diğer birinden ayıracak şekilde sunan vahyimizi nazil eyledik. Hal böyleyken; Allah’ın ayetleriyle bütünleşmeyi kabul etmeyip mutlak gerçeği örten kişilere şiddetli bir azap vardır. Muhakkak ki Allah; insanı tüm unsurlarıyla kendisine halife olacak düzeyde bir fıtratla yaratmış olmasına rağmen, bu yaratılışını terk edip nefsinin emmaresine göre bir yaşam alanıyla bütünleşen kişilerden, kendilerini kendi zatından mahrum bırakarak intikam alıcıdır.
ÂL-İ İMRÂN 5. AYET
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَخْفٰى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۜ
OKUNUŞU: İnna(A)llâhe lâ yaḣfâ ‘aleyhi şey-un fî-l-ardi velâ fî-ssemâ/-(i).
ÖZ BAKIŞ: Muhakkak ki Allah’a; ne yerde ne gökte hiçbir şey gizli kalamaz. Dolayısıyla yaratım kitabımda; sizin yaratım palanınızla ilgili hangi hususlar varsa, tümünü resullerim aracılığıyla, sizden önceki zamanlarda da ve işte şu an sizin zamanınızda da sizlere bildirdim.
ÂL-İ İMRÂN 6. AYET
هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
OKUNUŞU: Huve-lleżî yusavvirukum fî-l-erhâmi keyfe yeşâ(u)(c) lâ ilâhe illâ huve-l’azîzu-lhakîm(u).
ÖZ BAKIŞ: Sizin yaratım planınızı nasıl bilmesin ki? Zaten odur ki; rahimlerde yani sizin yaratılış serüveninizde, sizi yaratım kitabınıza uygun olarak yaratıp size suret veren… Size yaratım planınıza göre şekil verenden başka; sizin için, kendisine yönelip secde edeceğiniz ve kendisinden istekte bulunacağınız başka herhangi bir ilah yoktur. Muhakkak ki o; sizi yaratım kitabıyla yani ümm-ül kitapla uyumlu olarak yaratmak için çok güçlüdür. Dolayısıyla o; sizin yaratımınızı kendi katında bulunan ümm-ül kitaba uygun olarak hikmetle yaratmış ve bu yaratımını da size resulleri aracılığıyla sunmuştur.
ÂL-İ İMRÂN 7. AYET
هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
OKUNUŞU: Huve-lleżî enzele ‘aleyke-lkitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummu-lkitâbi veuḣaru muteşâbihât(un)(s) feemmâ-lleżîne fî kulûbihim zeyġun feyettebi’ûne mâ teşâbehe minhu-btiġâe-lfitneti vebtiġâe te/vîlih(i)(k) vemâ ya’lemu te/vîlehu illa(A)llâh(u)(k) ve-rrâsiḣûne fî-l’ilmi yekûlûne âmennâ bihi kullun min ‘indi rabbinâ(k) vemâ yeżżekkeru illâ ulû-l-elbâb(i).
ÖZ BAKIŞ: İşte insanı rahimlerde şekilden şekle çevirip süratlendiren öyle bir ilahtır ki; senin üzerine, yaratım fıtratına uygun amellerde bulunman için, kitabını nazil eylemiştir. Onun kitabının bazı ayetleri kesin olarak bilinir. O ayetler, kitabı oluşturan temel unsurlardır. Onun kitabının bazı ayetleri ise, müteşabihtir ki, ancak üzerinde düşünüp gerekli olan çalışmaları yaparsan, o ayetleri ortaya koyarsın. Örneğin ayetlerden bir ayet olan toprak; yaşamın anası iken, toprağı doğal olarak işletip gerekli olan ürünlere ulaşırsın. Kalbinde eğrilik bulunan kişiler ise; insanlığın yaratılışıyla ilgili olan ümm-ül kitapdan; dünyayı ve insanlığı fitneye sürüklemek için gerekli olan müteşabih ayetlerin te’villerinin peşine düşüp, yani bozgunculuk yapmak üzere gerekli olan karışımları ve oluşumları çözüp ortaya çıkarmak ve öylece de ortalığı bozmak isterler. Örneğin doğal yaşam için organik ürünler üretilebilirken; ürünlerin genetiği ile oynayıp insan sağlığı ile uyumlu olmayan gıdalar üretmek gibi. Oysaki Allah; mülkündeki tüm var oluşların sebep ve sonuçlarını, hem tüm te’villerin yani yaratım fıtratının bozarak elde edilebilecek her bir unsurun; insanlığa artısını da ve eksisini de bilir. İlimde derinleşen bilim adamları; derler ki; biz tüm bu oluşlara ve bu oluşların sebep ve sonuçlarının insanlık üzerindeki etkisinin de ne olduğunu anladık ve iman ettik ki, tümünün kaynağı rabbimizin indindedir. İşte bu anlattıklarımızı; ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alarak, kitabın içinde; fıtrat dışına çıkmayarak ümm-ül kitaba uygun bir şekilde yaratım fıtratını bozmadan yaşarlar. Bu verdiğimiz örnek sadece bir model olup, zahiri veya batini; Allah’ın yaratım fıtratını bozan tüm bozguncuları kapsar.
ÂL-İ İMRÂN 8. AYET
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
OKUNUŞU: Rabbenâ lâ tuziġ kulûbenâ ba’de iż hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahme(ten)(c) inneke ente-lvehhâb(u).
ÖZ BAKIŞ: Rabbimiz; hidayete erdikten sonra, yani senin yaratım fıtratınla uyumlu bir yaşama geçtikten sonra, kalbimizi eğriltme… Kendi katından rahmet eyle… Muhakkak ki sen; kul yapmadığı halde, onun iyi niyetine binaen veya kendi lütfunla onu hidayete sevk etmek amacıyla, kendisine çokça karşılıksız verensin.
ÂL-İ İMRÂN 9. AYET
رَبَّنَٓا اِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟
OKUNUŞU: Rabbenâ inneke câmi’u-nnâsi liyevmin lâ raybe fîh(i)(c) inna(A)llâhe lâ yuḣlifu-lmî’âd(e).
ÖZ BAKIŞ: Rabbimiz; gelmesi hakkında hiçbir şüphe olmayan günde, insanların tümünü bir araya toplayacaksın. Muhakkak ki Allah; verdiği sözden dönmez.
ÂL-İ İMRÂN 10. AYET
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِۙ
OKUNUŞU: İnne-lleżîne keferû len tuġniye ‘anhum emvâluhum velâ evlâduhum mina(A)llâhi şey-â(en)(s) veulâ-ike hum vekûdu-nnâr(i).
ÖZ BAKIŞ: Muhakkak ki küfredenler… Yani mutlak olarak gerçek olan; yaratım fıtratına olan tabiiyetini ve rabbinin Allah olduğunu örtüp görmezden gelip, heva ve heveslerine göre bir hayat yaşayanlar; onların malları veya çocukları Allah’a karşı kendilerine herhangi bir zenginlik katmayacaktır. Ve işte onlar; ateşin yakıtıdırlar. Yani bizzat kendileri; hem bedenen hem de şuuren yanarak ıstırap içinde kalacaklardır.
ÂL-İ İMRÂN 11. AYET
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
OKUNUŞU: Kede/bi âli fir’avne velleżîne min kablihim(c) keżżebû bi-âyâtinâ feaḣażehumu(A)llâhu biżunûbihim(c) va(A)llâhu şedîdu-l’ikâb(i).
ÖZ BAKIŞ: Hem Firavunun yakın çevresi gibi, hem de firavundan önce yaşayanlar gibi; mallarına ve çocuklarına güvendiler; lakin malları veya çocukları kendilerine Allah katında hiçbir zenginlik katmadı… Onlar da ayetlerimizle iç içe bir yaşam platformunda yaşadıklarını yalanladılar hem yaratım fıtratının getirisi olan amellere de bürünmediler. Allah; onları büründükleri günahlarıyla birlikte dünyadan çekip aldı. Muhakkak ki; Allah’ın yaratım fıtratından uzaklaşanlar, Allah’tan mahrumiyetin verdiği pek şiddetli sonuçlarla karışılacaklardır.
ÂL-İ İMRÂN 12. AYET
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ اِلٰى جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ
OKUNUŞU: Kul lilleżîne keferû setuġlebûne vetuhşerûne ilâ cehennem(e)(c) vebi/se-lmihâd(u).
ÖZ BAKIŞ: Sana nazil ettiğimizi inkâr edenlere de ki; bir gölgelik olan dünya hayatı sizi aldatmasın ve bu dünyadaki malınıza ve çocuklarına güvenip yenilmeyeceğinizi sakın sanmayın… Eninde sonunda mutlaka yenileceksiniz… Sonra da cehenneme doğru sürülmek üzere haşır olacaksınız… Cehennem ne de kötü bir yataktır.
ÂL-İ İMRÂN 13. AYET
قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
OKUNUŞU: Kad kâne lekum âyetun fî fi-eteyni-ltekatâ(s) fi-etun tukâtilu fî sebîli(A)llâhi ve uḣrâ kâfiratun yeravnehum miśleyhim ra/ye-l’ayn(i)(c) va(A)llâhu yu-eyyidu binasrihi men yeşâ(u)(k) inne fî żâlike le’ibraten li-ulî-l-ebsâr(i).
ÖZ BAKIŞ: Karşı karşıya gelip savaşan şu iki toplulukta, sizin Allah’ın kuvvet ve kudretiyle donatılmış olduğunuzu anlamanız hususunda deliller vardır… O savaşan topluluklardan birisi, kendilerini Allah yolundan uzak etmek için kendilerine saldıranlara karşı, sırf Allah için savaşıyordu. Diğer topluluk ise, kendilerinin Allah’ın kuvvet ve kudretiyle ayakta olduklarını inkâr ederek, kendileri gibi düşünmeyenleri de ortadan kaldırmak ve onları dinlerinden uzak etmek için uğraş verip savaşıyorlardı. Kâfir olan saldırgan savaşçılar, iman eden ve kendilerini savunan savaşçıları, gözlerinin zahiri bakışı ile kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Kim ki Allah’ın yolunu seçer ve bu uğurda canıyla ve malıyla mücadele ederse, Allah; onları yardımıyla donatır. Muhakkak ki bu durumun içinde; olaylara basiretle bakanlar için, yaratılış planlarında Allah’ın kuvvet ve kudretinin tezahürünü seyredip iman etmeleri için, ibretler vardır.
ÂL-İ İMRÂN 14. AYET
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ
OKUNUŞU: Zuyyine linnâsi hubbu-şşehevâti mine-nnisâ-i velbenîne velkanâtîri-lmukantarati mine-żżehebi velfiddati velḣayli-lmusevvemeti vel-en’âmi velharś(i)(k) żâlike metâ’u-lhayâti-ddunyâ(s) va(A)llâhu ‘indehu husnu-lmeâb(i).
ÖZ BAKIŞ: Savaşın kendilerine mutlak olarak farz kılındığı insanlara; kadınlara karşı şehvet arzusu, çocuklarına olan bağlılık unsuru, yüklerle yığdıkları altın ve gümüş paralar, bindikleri güzel binekler, sahip oldukları hayvanlar ve ekmiş oldukları ekinler süslü gösterildiğinden savaşa katılmak istemiyorlar. Bunlar dünya yaşantısının geçimliğidir. Oysaki en güzel varılacak yer ve nimetler Allah’ın katındadır. Bu ayetten anlaşıldığı gibi, savaşmak insanlardan sadece erkeklere farz kılınmıştır. Çıkan savaşlarda erkeklerin savaştan kaçması ise, büyük günah olarak addedilmiştir.
ÂL-İ İMRÂN 15. AYET
قُلْ اَؤُ۬نَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذٰلِكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَاَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِۚ
OKUNUŞU: Kul eunebbi-ukum biḣayrin min żâlikum(c) lilleżîne-ttekav ‘inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtihâ-l-enhâru ḣâlidîne fîhâ veezvâcun mutahheratun veridvânun mina(A)llâh(i)(k) va(A)llâhu basîrun bil’ibâd(i).
ÖZ BAKIŞ: Düşmanın saldırısını bertaraf etmek için; saldırgan olan düşman ile savaşmak için verilen ilahi emirden, önceki ayette belirtilen sebepler dolayısıyla kendisini geri bırakanlara de ki; sizi savaşmaktan geri bırakan hususlardan daha hayırlı bir şey söyleyeyim mi? Allah’ın insan için çizdiği sınırlara riayet edenlere, rableri katında altlarından ırmaklar akan cennetler vardır ki; ebedi olarak orada kalacaklardır. Onlar için orada tertemiz zevceler vardır. Ayrıca onlar için; Allah’ın kendilerinden razı olmanın verdiği sonsuz sevinç vardır. Kesinlikle Allah; kullarının işledikleri amelleri, kullarının istek ve arzularının yönünde kulları için yaratarak haberdardır.
ÂL-İ İMRÂN 16. AYET
اَلَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اِنَّنَٓا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِۚ
OKUNUŞU: Elleżîne yekûlûne rabbenâ innenâ âmennâ faġfir lenâ żunûbenâ vekinâ ‘ażâbe-nnâr(i).
ÖZ BAKIŞ: Takva ehli olan yani Allah’ın insan için çizdiği sınırlara riayet edenler o kimselerdir ki, şöyle dua ederler; rabbimiz, biz gerçekten de sana nasıl iman edilmesi gerekiyorsa, biz öylece iman ettik. Bizim günahlarımızı bize bağışla. Bizi ateşin azabından koru…
ÂL-İ İMRÂN 17. AYET
اَلصَّابِر۪ينَ وَالصَّادِق۪ينَ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْمُنْفِق۪ينَ وَالْمُسْتَغْفِر۪ينَ بِالْاَسْحَارِ
OKUNUŞU: Essâbirîne ve-ssâdikîne velkânitîne velmunfikîne velmustaġfirîne bil-eshâr(i).
ÖZ BAKIŞ: Takva ehli olup Allah’ın insan için çizdiği sınırlara riayet etme yolunda sabreden kimseler… Hakka sadakatle bağlı kalırlar. Allah’ın vahyine gönülden itaat ederler. Elde ettikleri kazançlarını Allah yolunda ve Allah sedasının yayılımı uğrunda harcarlar. İman, sadakat, hakka boyun eğme ve infak etmesine rağmen, insani yaratılış gereği nefsinin kaymaları sonucu kendisinden doğabilecek günahlara; seher vaktinde istiğfar ederek rabbinin kendisine günahlarının bağışlanmasını isteyenlerdir.
ÂL-İ İMRÂN 18. AYET
شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِمًا بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ
OKUNUŞU: şehida(A)llâhu ennehu lâ ilâhe illâ huve velmelâ-iketu veulû-l’ilmi kâ-imen bilkist(i)(c) lâ ilâhe illâ huve-l’azîzu-lhakîm(u).
ÖZ BAKIŞ: Allah şahittir ki, kesinlikle sadece o vardır ki; O’nun yanı sıra başka hiçbir ilah da yok. Melekler ile adalete bürünüp öylece yaratılış üzerinde gözetim yapan ilim ehli olan kişiler de şahitlerdir ki; Allah yanı sıra başka hiçbir ilah yok. Evet, Allah yanı sıra başka hiçbir ilah yoktur. Mamafih, yegâne ilah olan Allah; mutlak güç sahibi olarak her bir yarattığını, var oluş amacını gerçekleştirmek üzere, kendi yaratılış fıtratına özgü bir hikmetle yaratmıştır.
ÂL-İ İMRÂN 19. AYET
اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
OKUNUŞU: İnne-ddîne ‘inda(A)llâhi-l-islâm(u)(k) vemâ-ḣtelefe-lleżîne ûtû-lkitâbe illâ min ba’di mâ câehumu-l’ilmu baġyen beynehum(k) vemen yekfur bi-âyâti(A)llâhi fe-inna(A)llâhe serî’u-lhisâb(i).
ÖZ BAKIŞ: Muhakkak ki Allah’ın indinde geçerli olan, yani yaratılış fıtratıyla uyumlu olan yegâne yaşam şekli; sadece İslam’dır. Kendilerine mutlak kitaptan ilim verilenler, yaratım fıtratıyla uyumlu olan İslam hakkında ayrılığa düşmediler; ancak kendilerine yaratılış fıtratıyla uyumlu olan İslam ilmi geldikten sonra, kendi aralarındaki çekememezliklerden dolayı ihtilafa düştüler. Her kim ki; Allah’ın ayetleriyle bütünleşmeyi ret edip inkâr ederse… Muhakkak ki Allah; hızlı bir şekilde hesabı gördüğü için, o kimseleri kendi karanlıkları ile baş başa bırakarak sapkın halleri içinde terk edilmiş bırakır.
ÂL-İ İMRÂN 20. AYET
فَاِنْ حَٓاجُّوكَ فَقُلْ اَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّٰهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِۜ وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَالْاُمِّيّ۪نَ ءَاَسْلَمْتُمْۜ فَاِنْ اَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ۟
OKUNUŞU: Fe-in hâccûke fekul eslemtu vechiye li(A)llâhi vemeni-ttebe’an(i)(k) vekul lilleżîne ûtû-lkitâbe vel-ummiyyîne eeslemtum(c) fe-in eslemû fekadi-htedev(s) ve-in tevellev fe-innemâ ‘aleyke-lbelâġ(u)(k) va(A)llâhu basîrun bil’ibâd(i)
ÖZ BAKIŞ: Eğer ki seninle tartışırlarsa, onlara de ki; ben veçhimi yani benden sirayet eden tüm bedeni fiillerimi ve kalbi teveccühümü, Allah’ın insan için oluşturduğu yaratım fıtratının gereği ne ise, o fıtrat üzere sabit kalmak için, hakkın benden insani seyrini dilediği şekilde, kendimi Allah’a teslim ettim. Bana tabi olanlar da benim gibi kendisini Allah’a teslim etti. Kendilerine mutlak kitap hakkında malumat verilenler ile mutlak kitap hakkında herhangi bir bilgisi olamayanlar, siz de aynı benim gibi insanın üzerinde yaratıldığı fıtrat üzere Allah’a teslim oldunuz mu? Eğer ki benim teslim olduğum gibi siz de teslim olursanız, işte o zaman kurtuluş yoluna girmiş olursunuz. Eğer ki benim size anlattıklarıma sırt çevirirseniz; biliniz ki benim üzerimde insani yaratım fıtratının icabı olan ilmi size tebliğ etmenin dışında, benim üzerimde sizin için yapabileceğim başka da bir şey yoktur. Kesinlikle Allah; kullarının tüm kalbi durumunu ve fiilsel yaşamının yaratıcısı olarak, kullarının tüm ahvalini görücüdür.
ÂL-İ İMRÂN 21. AYET
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ حَقٍّۙ وَيَقْتُلُونَ الَّذ۪ينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
OKUNUŞU: İnne-lleżîne yekfurûne bi-âyâti(A)llâhi veyaktulûne-nnebiyyîne biġayri hakkin veyaktulûne-lleżîne ye/murûne bilkisti mine-nnâsi febeşşirhum bi’ażâbin elîm(in).
ÖZ BAKIŞ: Muhakkak o kimseler ki; Allah’ın kendilerinde yarattığı yaratım fıtratını görmezden gelip inkâr edenler; hak etmediği halde ve hakkı olmadığı halde, kendilerine ilahi fıtratın ne olduğunu ve nasıl bir davranış şekline bürünmeleri gerekiyorsa, onu yaşamlarıyla fiilsel olarak gösterip tebliğ etmek için görevlendirilen ve nebi oldukları apaçık ortada olup tanınan kişileri, nefsi ihtiraslarına yenik düşerek öldürenler; ayrıca nebiler gibi hak yolu düstur edinip, nebilerin sunduğu yolu insanlığa adaletle ve nebilerin sunduğu ölçü dâhilinde nübüvvet ilmini aktaranları öldürenler; işte onları acıklı bir azap ile müjdele…
ÂL-İ İMRÂN 22. AYET
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ
OKUNUŞU: Ulâ-ike-lleżîne habitat a’mâluhum fî-ddunyâ vel-âḣirati vemâ lehum min nâsirîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Allah’ın nebilerini ve Allah’ın nebilerinin yolunu insanlara aktaranları öldüren kimselerin hem dünyada hem de ahrette tüm amelleri boşa gitmiştir. Hem onlar için hiçbir yardımcı da olmayacaktır.
ÂL-İ İMRÂN 23. AYET
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ اِلٰى كِتَابِ اللّٰهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ وَهُمْ مُعْرِضُونَ
OKUNUŞU: Elem tera ilâ-lleżîne ûtû nasîben mine-lkitâbi yud’avne ilâ kitâbi(A)llâhi liyahkume beynehum śumme yetevellâ ferîkun minhum vehum mu’ridûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Kendilerine mutlak kitaptan nasibi olup, kitabın içeriği hakkında da malumat sahibi olup, ama uygulamada gevşek davranıp nefsinin istekleri doğrultusunda hareket edenleri görmez misin? İşte onlara; yaratım fıtratının tümünün aksedildiği kitabın içeriğini sunan ve vahiyle nazil olan Allah’ın kitabına; aralarında hüküm verip neyin yapılması gerektiği neyin yapılmaması gerektiği hususuna çağrıldıklarında, kitap hakkında malumat sahibi olanlardan bir kısım kişiler, bu çağrıya sırt dönüp yüz çeviriyorlar.
ÂL-İ İMRÂN 24. AYET
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۖ وَغَرَّهُمْ ف۪ي د۪ينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
OKUNUŞU: Żâlike bi-ennehum kâlû len temessenâ-nnâru illâ eyyâmen ma’dûdât(in)(s) veġarrahum fî dînihim mâ kânû yefterûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Yaratım kitabından haberleri olduğu halde Allah’ın çizdiği fıtrata riayet etmeyenlerin sığınakları şudur; derler ki, ateş bize işlediğimiz günahlar kadar dokunacaktır. Öylece sayılı günlerde ateş bize dokunacak ve sonrasında ise azaptan kurtulacağız. Onların bu şekilde uyduruk bir tarzda düşünmeleri, kendilerini dinleri hakkında yanıltmıştır.
ÂL-İ İMRÂN 25. AYET
فَكَيْفَ اِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
OKUNUŞU: Fekeyfe iżâ cema’nâhum liyevmin lâ raybe fîhi vevuffiyet kullu nefsin mâ kesebet vehum lâ yuzlemûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Gelmesi hakkında hiçbir kuşku olmayan gün gelince artık halleri nasıl olacak? Nasıl oluyor da o günü düşünmez ve gerekli olan tedbirleri almazlar? Oysaki o gün; her nefise dünyada işlediği amelin karşılığı kendisine tastamam verilecektir. Ve hiçbir kişiye zulüm de edilemeyecektir.
ÂL-İ İMRÂN 26. AYET
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
OKUNUŞU: Kuli(A)llâhumme mâlike-lmulki tu/tî-lmulke men teşâu vetenzi’u-lmulke mimmen teşâu vetu’izzu men teşâu vetużillu men teşâ(u)(s) biyedike-lḣayr(u)(s) inneke ‘alâ kulli şey-in kadîr(un).
ÖZ BAKIŞ: Yaratım fıtratını ve çalışma sürecini anla ve şöyle söyle; Allah’ım sen mutlak olarak mülkün maliksin. Gayret gösterip mülkünden elde etmek için yönelene sen mülkünden verirsin. Hiçbir şey yapmayıp tembelliğe bürünenden de mülkünü çekip alırsın. Yaratım fıtratının gereği olan izzet yolunda gayret göstereni sen aziz edersin. Fıtrattan uzaklaşma yolunu seçeni ise sen, zelil edersin. Kula ulaşan her bir hayr, senin elinledir. Muhakkak ki sen; kulun her ahvaline göre gerekeni kuluna vermek üzere senin gücün her şeye yeter.
ÂL-İ İMRÂN 26. AYET
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
OKUNUŞU: Kuli(A)llâhumme mâlike-lmulki tu/tî-lmulke men teşâu vetenzi’u-lmulke mimmen teşâu vetu’izzu men teşâu vetużillu men teşâ(u)(s) biyedike-lḣayr(u)(s) inneke ‘alâ kulli şey-in kadîr(un).
ÖZ BAKIŞ: Yaratım fıtratını ve çalışma sürecini anla ve şöyle söyle; Allah’ım sen mutlak olarak mülkün maliksin. Gayret gösterip mülkünden elde etmek için yönelene sen mülkünden verirsin. Hiçbir şey yapmayıp tembelliğe bürünenden de mülkünü çekip alırsın. Yaratım fıtratının gereği olan izzet yolunda gayret göstereni sen aziz edersin. Fıtrattan uzaklaşma yolunu seçeni ise sen, zelil edersin. Kula ulaşan her bir hayr, senin elinledir. Muhakkak ki sen; kulun her ahvaline göre gerekeni kuluna vermek üzere senin gücün her şeye yeter.
ÂL-İ İMRÂN 27. AYET
تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
OKUNUŞU: Tûlicu-lleyle fî-nnehâri vetûlicu-nnehâra fî-lleyl(i)(s) vetuḣricu-lhayye mine-lmeyyiti vetuḣricu-lmeyyite mine-lhayy(i)(s) veterzuku men teşâu biġayri hisâb(in).
ÖZ BAKIŞ: Muhakkak ki sen; geceyi gündüzün içine sokarsın. Ve gündüzü de gecenin içine sokarsın. Ve sen; ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Rızka ulaşma yoluna giren kişilere de; hesap yapmadan kendilerini rızka kavuşturursun.
ÂL-İ İMRÂN 28. AYET
لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ ف۪ي شَيْءٍ اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ
OKUNUŞU: Lâ yetteḣiżi-lmu/minûne-lkâfirîne evliyâe min dûni-lmu/minîn(e)(s) vemen yef’al żâlike feleyse mina(A)llâhi fî şey-in illâ en tettekû minhum tukâ(ten)(k) veyuhażżirukumu(A)llâhu nefseh(u)(k) ve-ila(A)llâhi-lmasîr(u).
ÖZ BAKIŞ: Allah’a mutlak bir teslimiyetle iman edenler; hakka mutlak bir şekilde iman edip teslim olanların dışında kalan kâfirleri, kesinlikle dost edinmesin. Kim ki mutlak olarak iman edenleri değil de, kâfirleri dost edinirse, kesinlikle Allah ile arasında hiçbir münasebet kalmaz. Ancak kâfirlerden gelebilecek zararları gidermek namına, onlarla dost görünüp doğabilecek zararı bertaraf etmek, bu olayın dışındadır. Allah nefsinizi kendisine karşı gelmekten sakındırır. Dönüşünüz kesinlikle Allah’adır.
ÂL-İ İMRÂN 29. AYET
قُلْ اِنْ تُخْفُوا مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ اَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
OKUNUŞU: Kul in tuḣfû mâ fî sudûrikum ev tubdûhu ya’lemhu(A)llâh(u)(k) veya’lemu mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ard(i)(k) va(A)llâhu ‘alâ kulli şey-in kadîr(un).
ÖZ BAKIŞ: Gösteriş yapıp ben kâfirle dost değilim ama onun zararından korunmak için öyle görünüyorum diyen, lakin içinde onlara karşı muhabbet besleyenlere de ki; göğüslerinizde olanı söyleseniz de, gizleseniz de Allah tümünü bilir. Ayrıca Allah göklerdeki ve yerdeki her şeyi de bilicidir. Allah; göğsünde kendi inancını saklayıp, dışarıya da ayrı gözükerek kendi nefsini kandıranları; layık oldukları sonuç ne ise, tümünü onlara yaşatmaya kadirdir.
ÂL-İ İMRÂN 30. AYET
يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًاۚۛ وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُٓوءٍۚۛ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُٓ اَمَدًا بَع۪يدًاۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ۟
OKUNUŞU: Yevme tecidu kullu nefsin mâ ‘amilet min ḣayrin muhdaran vemâ ‘amilet min sû-in teveddu lev enne beynehâ vebeynehu emeden ba’îdâ(en)(k) veyuhażżirukumu(A)llâhu nefseh(u)(k) va(A)llâhu raûfun bil’ibâd(i).
ÖZ BAKIŞ: Her kişiye dünyada işlediği amellerinin karşılığının verileceğin o günde; her nefis dünyada işledikleri hayrlarını hazır bir halde bulacaktır. Ayrıca her nefis, dünyada işlediği günahı da hazır bulacaktır. Keşke deyip isteyecektir ki; işlediği günah ile kendisi arasında birbirinden uzak bir mesafe bulunsun. Ve Allah’ın; sizin uygulamanız için tayin etmiş olduğu emirlerine karşı gelmekten, nefislerinizi sakındırıyor. Kesinlikle Allah; günahlardan sakınıp hayr yolunda meşk eden kullarına karşı çok şefkatlidir.
ÂL-İ İMRÂN 31. AYET
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
OKUNUŞU: Kul in kuntum tuhibbûna(A)llâhe fettebi’ûnî yuhbibkumu(A)llâhu veyaġfir lekum żunûbekum(k) va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un).
ÖZ BAKIŞ: Allah’ı seviyorum diyenlere de ki; eğer ki Allah’ı seviyorsanız, o zaman bana tabi olun ki, Allah sizi sevsin. Yani, insanın üzerinde olması gereken berrak hal kendisini fetheder ki, Allah’ın insanın seyriyle yaratmayı planladığı âlem, insanın seyriyle yerli yerinde zuhur halinin tecellisi oluşur. Öylece işlediği günahları kendisine bağışlar yani işlememiş sayar. Muhakkak ki Allah; kulun her işlediği günahı, eğer ki kul; Allah’ın resulüme teslimiyette ve tabiiyette istikrara ererse, tüm günahlarını kendisine bağışlayarak rahmetiyle donatır.
ÂL-İ İMRÂN 32. AYET
قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ
OKUNUŞU: Kul atî’û(A)llâhe ve-rrasûl(e)(s) fe-in tevellev fe-inna(A)llâhe lâ yuhibbu-lkâfirîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Ayrıca Allah’ı seviyorum diyenlere de ki; Allah’a ve resulüne itaat edin. Eğer ki Allah’a ve resulüne itaatten dönerlerse, kesinlikle biliniz ki Allah; küfredip mutlak hakikate sırt dönenleri sevmez.
ÂL-İ İMRÂN 33. AYET
اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰٓى اٰدَمَ وَنُوحًا وَاٰلَ اِبْرٰه۪يمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ
OKUNUŞU: İnna(A)llâhe-stafâ âdeme venûhan veâle ibrâhîme veâle ‘imrâne ‘alâ-l’âlemîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Muhakkak ki Allah; âlemlerinin üzerinde Âdem’i, Nuh’u, İbrahim’in ailesini ve İmran’ın ailesini seçerek üstün kılmıştır.
ÂL-İ İMRÂN 34. AYET
ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۚ
OKUNUŞU: Żurriyyeten ba’duhâ min ba’d(in)(k) va(A)llâhu semî’un ‘alîm(un).
ÖZ BAKIŞ: Âdem, Nuh, İbrahim’in ailesi ve İmran’ın ailesi; bazısı bazısının zürriyetidir. Muhakkak ki Allah; kullarını duyucu olup tüm ahvallerini bilicidir.
ÂL-İ İMRÂN 35. AYET
اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
OKUNUŞU: İż kâleti-mraetu ‘imrâne rabbi innî neżertu leke mâ fî batnî muharraran fetekabbel minnî(s) inneke ente-ssemî’u-l’alîm(u).
ÖZ BAKIŞ: Hani İmran’ın karısı demişti ki; “rabbim, karnımda olanı mutlak bir hürlükle sana nezrettim, benden kabul eyle”. Kesinlikle sen; benim ne yapmak istediğimi duyuyorsun ve sen mutlak ilim sahibi olarak, sana yapmış olduğum bu adağımı ilminle kuşatıp, mutlak bir hürlükle, yani şirkten mutlak bir temizlikle temizleyerek, kendisine öz kulluğunu yaşatabilirsin.
ÂL-İ İMRÂN 36. AYET
فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي وَضَعْتُهَٓا اُنْثٰىۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْۜ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْاُنْثٰىۚ وَاِنّ۪ي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَاِنّ۪ٓي اُع۪يذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
OKUNUŞU: Felemmâ veda’at-hâ kâlet rabbi innî veda’tuhâ unśâ va(A)llâhu a’lemu bimâ veda’at veleyse-żżekeru kelunśâ(s) ve-innî semmeytuhâ meryeme ve-innî u’îżuhâ bike veżurriyyetehâ mine-şşeytâni-rracîm(i).
ÖZ BAKIŞ: Ne zaman ki bebeğini doğurdu; adadığı evladının erkek olacağını umduğundan dedi ki, rabbim kız çocuğu doğurdum, şimdi ne yapacağım? Oysaki Allah; ne doğurduğunu kendisinden daha iyi biliyordu. Ve dedi ki; kız çocuğu erkek çocuğu gibi değildir. İstediğim gibi onu mabede teslim edip, onun hayatını senin için ısmarlamayı ve adağımı yerine getirmeyi şimdi nasıl yapacağım? Ve kesinlikle ben ona Meryem ismini verdim. Ve her ne pahasına olursa olsun, adağımı yerine getirip ona sana ısmarlıyorum. Ve sen; onun soyunu recmedilmiş şeytandan muhafaza eyle…
ÂL-İ İMRÂN 37. AYET
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًاۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًاۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
OKUNUŞU: Fetekabbelehâ rabbuhâ bikabûlin hasenin veenbetehâ nebâten hasenen vekeffelehâ zekeriyyâ(s) kullemâ deḣale ‘aleyhâ zekeriyyâ-lmihrâbe vecede ‘indehâ rizkâ(an)(s) kâle yâ meryemu ennâ leki hâżâ(s) kâlet huve min ‘indi(A)llâh(i)(s) inna(A)llâhe yerzuku men yeşâu biġayri hisâb(in).
ÖZ BAKIŞ: Onun rabbi güzel bir kabul ile onun adağını kendisi için kabul etti. Ve onu güzel bir bitki gibi özene bezene yetiştirdi. Zekeriyya da onun tüm bakımlarını üstlendi. Her ne zaman ki Zekeriyya; Meryem’i bıraktığı mihrapta ihtiyaçlarını gidermek için yanına giderse, onun rızkını yanı başında görüyordu. Diyordu ki; ya Meryem, bu yanı başındaki rızık nereden sana geliyor? Diyordu ki; bu Allah’ın indindendir. Kesinlikle Allah; her kim ki rızkına kavuşmak için gerekli olan fiili yapıp gerisini rabbine havale ederse, işte o zaman Allah; o kulunu hesapsız bir şekilde rızıklandırır.
ÂL-İ İMRÂN 38. AYET
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
OKUNUŞU: Hunâlike de’â zekeriyyâ rabbeh(u)(s) kâle rabbi heb lî min ledunke żurriyyeten tayyibe(ten)(s) inneke semî’u-ddu’â/-(i).
ÖZ BAKIŞ: Bunun üzerine Zekeriyya; Allah’ın nimetlerini ulaştırmak için sebepleri devreden çıkararak kendisine ihsanda bulunduğu, Meryem’in bulunduğu mihraba girerek rabbine şöyle dua etti; dedi ki, rabbim bana kendi katından; şirkten arınmış temiz bir zürriyet ihsan eyle… Muhakkak ki sen; sebepler dâhilinde nimetlerini kullarına ihsan edersin, lakin Meryem’in bulunduğu bu mihrapta görüyorum ki sen sebepleri ortadan kaldırarak nimetlerini indiriyorsun; madem öyle, sen de bu yaşlılığıma ve eşimin kısırlığına rağmen, bu mihrapta sebepsiz bir şekilde nimetlerini ihsan ettiğin gibi, bana da temiz bir zürriyet istediğimi benden mutlak olarak duyuyorsun.
ÂL-İ İMRÂN 39. AYET
فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ اَنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيٰى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِنَ الصَّالِح۪ينَ
OKUNUŞU: Fenâdet-hu-lmelâ-iketu vehuve kâ-imun yusallî fî-lmihrâbi enna(A)llâhe yubeşşiruke biyahyâ musaddikan bikelimetin mina(A)llâhi veseyyiden vehasûran venebiyyen mine-ssâlihîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Zekeriyya’nın duası üzerine; kendisi mihrapta namazda duruyorken, melekler ona şöyle seslendi; kesinlikle Allah, sana Yahya ismiyle doğacak bir çocuk ile seni müjdeler. Bu çocuk; Allah’tan bir kelime olarak gelecek peygamberi tasdik edici olacaktır. Bu çocuk; insanlara efendi olacak bir fıtrat üzerinde olacaktır. Bu çocuk; nefsine hakim bir yaratılışla yaratılacaktır. Ve bu çocuk; salih kullarımız olan nebilerden bir nebi olacaktır.
ÂL-İ İMRÂN 40. AYET
قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَاَت۪ي عَاقِرٌۜ قَالَ كَذٰلِكَ اللّٰهُ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ
OKUNUŞU: Kâle rabbi ennâ yekûnu lî ġulâmun vekad belaġaniye-lkiberu vemraetî ‘âkir(un)(s) kâle keżâlika(A)llâhu yef’alu mâ yeşâ/(u).
ÖZ BAKIŞ: Zekeriyya meleklerden gelen nidayı duyunca, şöyle dedi; Allah’ım, benim nasıl bir erkek çocuğum olacak? Hâlbuki bana ihtiyarlık gelip çatmıştır ve karım da kısırdır. Evet, durumun öyledir, ama sen; benden şirkten arınmış temiz bir zürriyetinin olması için duada bulundun. Duana binaen de Allah senin için bunu irade eyledi. Zira Allah; kulun istek ve yönelimine binaen, istediği şeyi kulu için irade edip, kendisi için yaratmaya muktedirdir.
ÂL-İ İMRÂN 41. AYET
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍ اِلَّا رَمْزًاۜ وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَث۪يرًا وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ۟
OKUNUŞU: Kâle rabbi-c’al lî âye(ten)(s) kâle âyetuke ellâ tukellime-nnâse śelâśete eyyâmin illâ ramzâ(en)(k) veżkur rabbeke keśîran vesebbih bil’aşiyyi vel-ibkâr(i).
ÖZ BAKIŞ: Neslinin devamını sağlayacak bir çocuğun kendisine verileceği vahyini Allah’tan aldıktan sonra, şöyle dedi; rabbim bana bir çocuğun verileceği ile ilgili bir delil sun… Rabbi ona dedi ki; senin için delil, üç gün boyunca insanlara işaret dili ile meramını iletmenin dışında, sözlü olarak kelam ederek konuşma. Rabbini çokça zikret. Karanlık halinin çöküp her tarafın görünmez olduğu zaman diliminde olduğu gibi varlık planında enfusi ve afakî tüm her gördüğünün üzerine örtü sererek rabbinin tesbihiyle bütünleş ve aydınlığın oluştuğu anda da rabbinin tebsihiyle bütünleş.
ÂL-İ İMRÂN 42. AYET
وَاِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفٰيكِ عَلٰى نِسَٓاءِ الْعَالَم۪ينَ
OKUNUŞU: Ve-iż kâleti-lmelâ-iketu yâ meryemu inna(A)llâhe-stafâki vetahheraki vestafâki ‘alâ nisâ-i-l’âlemîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Meryem artık kemal yaşına erince, melekler ona şöyle dedi; ey Meryem, Allah seni seçti ve tüm şirk haletlerinden temizleyerek tüm âlemlerdeki kadınların içinde üstün kılarak, seçkin bir kadın eyledi.
ÂL-İ İMRÂN 43. AYET
يَا مَرْيَمُ اقْنُت۪ي لِرَبِّكِ وَاسْجُد۪ي وَارْكَع۪ي مَعَ الرَّاكِع۪ينَ
OKUNUŞU: Yâ meryemu-knutî lirabbiki vescudî verke’î me’a-rrâki’în(e).
ÖZ BAKIŞ: Ey Meryem; rabbinin divanında durarak onun için secdeye var ve rabbine rükû et. Öylece onun kuvvet ve kudretinle tüm varlığın hem öz varlığının var oluşunu izleyerek rabbine boyun eğ. Rükû edenlerle birlikte rükû ederek, Allah’a boyun eğmiş kullarla birlikte gönül ve fiil birlikteliğini sağla.
ÂL-İ İMRÂN 44. AYET
ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۜ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَۖ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ
OKUNUŞU: Żâlike min enbâ-i-lġaybi nûhîhi ileyk(e)(c) vemâ kunte ledeyhim iż yulkûne aklâmehum eyyuhum yekfulu meryeme vemâ kunte ledeyhim iż yaḣtasimûn(e).
ÖZ BAKIŞ: İşte bunlar ğayb bilgileridir ki sana bildiriyoruz. Çünkü bu sözler Meryem ile melekler arasında geçmişti de hiçbir insan, bu konuşmalara muttali olmamıştı. Ayrıca; Meryem’i himayelerine almak için kalemlerini atmak suretiyle kura çekerlerken de sen onların yanında değildim. Ayrıca sen; Meryem’in mabetteki durumunu tartışırlarken de sen yanlarında değildin.
ÂL-İ İMRÂN 45. AYET
اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُۗ اِسْمُهُ الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَج۪يهًا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ
OKUNUŞU: İż kâleti-lmelâ-iketu yâ meryemu inna(A)llâhe yubeşşiruki bikelimetin minhu-smuhu-lmesîhu ‘îsâ-bnu meryeme vecîhen fî-ddunyâ vel-âḣirati vemine-lmukarrabîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Meryem artık çocuk doğuracak yaşa gelince, melekler ona şöyle dedi; Allah kendisinden bir kelime ile seni müjdeliyor ki; onun adı da Meryem oğlu İsa olup Mesih olarak sıfatlanacaktır. O, dünya ve ahrette; insanların şerefle dolu olan bir yüzü olarak görünerek, Allah’a yakın olan kullarından olacaktır.
ÂL-İ İMRÂN 46. AYET
وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
OKUNUŞU: Veyukellimu-nnâse fî-lmehdi vekehlen vemine-ssâlihîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Sana müjdesini verdiğimiz çocuk; insanlarla beşikteyken de konuşacak hem yaşlı iken de konuşacak ve o çocuk salih kullardan olacak.
ÂL-İ İMRÂN 47. AYET
قَالَتْ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْن۪ي بَشَرٌۜ قَالَ كَذٰلِكِ اللّٰهُ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
OKUNUŞU: Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun velem yemsesnî beşer(un)(s) kâle keżâliki(A)llâhu yaḣluku mâ yeşâ(u)(c) iżâ kadâ emran fe-innemâ yekûlu lehu kun feyekûn(u).
ÖZ BAKIŞ: Kendisi bir çocukla müjdelenen Meryem şöyle dedi; rabbim, bana herhangi bir beşer dokunmamışken benim çocuğum nasıl olur? Allah dedi ki; işte onun yaratımı böyledir. O, yaratır tüm yaratımı dilenilen her bir şeyi… Bir şeyin yaratılması dilenilmişse, Allah o şeyin oluşması için “ol” der, o şey de oluverir.
ÂL-İ İMRÂN 48. AYET
وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ
OKUNUŞU: Veyu’allimuhu-lkitâbe velhikmete ve-ttevrâte vel-incîl(e).
ÖZ BAKIŞ: Ey Meryem; Allah, sana vereceği çocuğa mutlak olarak ilmini barındırdığı kitabı öğretecek. Ayrıca ona Tevrat ve İncil’i de öğretecek.
ÂL-İ İMRÂN 49. AYET
وَرَسُولًا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَنّ۪ي قَدْ جِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْۙ اَنّ۪ٓي اَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطّ۪ينِ كَهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ فَاَنْفُخُ ف۪يهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِاِذْنِ اللّٰهِۚ وَاُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ وَاُحْيِ الْمَوْتٰى بِاِذْنِ اللّٰهِۚ وَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَۙ ف۪ي بُيُوتِكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ
OKUNUŞU: Verasûlen ilâ benî isrâ-île ennî kad ci/tukum bi-âyetin min rabbikum(s) ennî aḣluku lekum mine-ttîni kehey-eti attayri feenfuḣu fîhi feyekûnu tayran bi-iżni(A)llâh(i)(s) veubri-u-l-ekmehe vel-ebrasa veuhyî-lmevtâ bi-iżni(A)llâh(i)(s) veunebbi-ukum bimâ te/kulûne vemâ teddeḣirûne fî buyûtikum(c) inne fî żâlike leâyeten lekum in kuntum mu/minîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Ey Meryem; Allah, sana vereceği çocuğu isra-il evlatlarına resul olarak yollayacak. Ey Meryem; sana vereceğim çocuk diyecek ki, kesinlikle ben, insanlığın bürünmesi gereken rabbimin ayeti ile bizzat kendim bütünleşerek; onun ayetlerini size getirdim. Ayrıca diyecek ki; ben kesinlikle sizin için çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratırım da, sonra onun içine üflerim ve o yarattığım şey; hemen Allah’ın yaratım izniyle kuş oluverir. Sana vereceğim çocuk ayrıca diyecek ki; gözü görmeyeni ve alaca hastalığına yakalananı Allah’ın benle ortaya koyduğu şifa kuvvesiyle iyileştiririm, hem kuvvet ve kudretimin tecellisi ile ölüleri diriltirim. Ayrıca diyecek ki; ben, yediğiniz şeyleri ve evinizde biriktirdiğiniz şeyleri de haber veririm. Sana vereceğimiz çocuk diyecek ki; eğer ki benim resul olduğuma iman etmek isterseniz; işte tüm bu zikrettiğimiz hususlarda sizin için, beni tanıyıp iman etmeniz için deliller vardır.
ÂL-İ İMRÂN 50. AYET
وَمُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَلِاُحِلَّ لَكُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِ
OKUNUŞU: Vemusaddikan limâ beyne yedeyye mine-ttevrâti veli-uhille lekum ba’da-lleżî hurrime ‘aleykum(c) veci/tukum bi-âyetin min rabbikum fettekû(A)llâhe veatî’ûn(i).
ÖZ BAKIŞ: Ey Meryem; sana vereceğimiz çocuk isra-il evlatlarına diyecek ki; benden önce gelen ve elinizde bulunan Tevrat’ı tasdik ediciyim. Sizin üzerinize haram kılınan bazı şeyleri de helal kılmak için geldim. Ve rabbinizden size bir ayet getirdim. Madem öyle, Allah’ın koymuş olduğu sınırlara riayet edin ve Allah’a itaat edin.
ÂL-İ İMRÂN 51. AYET
اِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ
OKUNUŞU: İnna(A)llâhe rabbî verabbukum fa’budûh(u)(k) hâżâ sirâtun mustakîm(un)
ÖZ BAKIŞ: Ey Meryem; sana vereceğimiz çocuk isra-il evlatlarına ayrıca diyecek ki; muhakkak ki Allah, benim de rabbimdir sizin de rabbinizdir. Ona olan kulluğunuzun farkındalığı ile yaşayın. İşte bu, doğru olan yoldur.
ÂL-İ İMRÂN 52. AYET
فَلَمَّٓا اَحَسَّ ع۪يسٰى مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِۚ اٰمَنَّا بِاللّٰهِۚ وَاشْهَدْ بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
OKUNUŞU: Felemmâ ehasse ‘îsâ minhumu-lkufra kâle men ensârî ila(A)llâh(i)(s) kâle-lhavâriyyûne nahnu ensâru(A)llâhi âmennâ bi(A)llâhi veşhed bi-ennâ muslimûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Ne zaman ki İsa tebliğine başladı; işte o zaman İsa, onların küfürlerini yani mutlak hakikati örttüklerini sezdi… Dedi ki içinizden kim; Allah’ın dinini yaşamada ve Allah’ı tanıtmak yolunda insanlara ulaşmamda bana yardımcı olacak? Adına Havariler denilen İsa’nın yakın dostları dediler ki; biz Allah’ın dinini yaşamada ve Allah’ı tanıtmak yolunda insanlara ulaşmanda sana yardımcılarız. Biz inandık Allah’ın kuvvet ve kudretiyle yaratıldığımıza ve ona mutlak olarak kul olduğunuza… Şahit ol ki bizler Müslümanlarız…
ÂL-İ İMRÂN 53. AYET
رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ
OKUNUŞU: Rabbenâ âmennâ bimâ enzelte vetteba’nâ-rrasûle fektubnâ me’a-şşâhidîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Adına Havariler denilen İsa’nın yakın dostları dediler ki; rabbimiz, üzerimize nazil ettiklerinle yaşam alanımızı düzenleyerek iman eyledik. Ve senin resulüne tabi olduk. Bizi, resullerine bildiklerini hayatında uygulayıp şehadet âleminde bilfiil ortaya koyanlar ile birlikte eyle…
ÂL-İ İMRÂN 54. AYET
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟
OKUNUŞU: Vemekerû vemekera(A)llâh(u)(s) va(A)llâhu ḣayru-lmâkirîn(e).
ÖZ BAKIŞ: İsa’yı inkâr edenler, onu yok etmek için tuzaklar kurdular. Allah da o inkârcılara; inkârcıların anlayacağı dilden tuzak kurdu. Kesinlikle Allah; tuzak kuranların en hayırlısıdır. Öylece iman edenlerin kalplerindeki imanı güçlendirir ve kendilerini düzeltmeyi düşünmeyen zalimleri ise, karanlıkları ile baş başa bırakır.
ÂL-İ İMRÂN 55. AYET
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسٰٓى اِنّ۪ي مُتَوَفّ۪يكَ وَرَافِعُكَ اِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
OKUNUŞU: İż kâla(A)llâhu yâ ‘îsâ innî muteveffîke verâfi’uke ileyye vemutahhiruke mine-lleżîne keferû vecâ’ilu-lleżîne-ttebe’ûke fevka-lleżîne keferû ilâ yevmi-lkiyâme(ti)(s) śümme ileyye merci’ukum feahkumu beynekum fîmâ kuntum fîhi taḣtelifûn(e).
ÖZ BAKIŞ: İsa’ya karşı kurulan tuzaklar üzerine, Allah İsa’ya dedi ki; seni dünyadan fevt edeceğim yani ortadan kaldırıp seni kendime yükselteceğim. Ve seni; inkâr edenlerden temizleyeceğim. Ve sana uyanları ise, kıyamet gününe kadar kâfirlerden üstün tutacağım. Sonra dönüşünüz bana olacaktır. Hakkında ihtilafa düştükleriniz hakkında aranızda hüküm vereceğim.
ÂL-İ İMRÂN 56. AYET
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ
OKUNUŞU: Feemmâ-lleżîne keferû feu’ażżibuhum ‘ażâben şedîden fî-ddunyâ vel-âḣirati vemâ lehum min nâsirîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Mutlak hakikati ilahi vahiy eşliğinde sunan İsa’yı inkâr edenlere gelince; işte onları; dünyada da ahrette de şiddetli bir azap ile azap edeceğim. İşte onlar için bir yardımcı da olmayacaktır.
ÂL-İ İMRÂN 57. AYET
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ
OKUNUŞU: Veemmâ-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti feyuveffîhim ucûrahum(k) va(A)llâhu lâ yuhibbu-zzâlimîn(e).
ÂL-İ İMRÂN 58. AYET
ذٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْاٰيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَك۪يمِ
OKUNUŞU: Żâlike netlûhu ‘aleyke mine-l-âyâti ve-żżikri-lhakîm(i).
ÖZ BAKIŞ: İşte İsa ve Meryem hakkında, olayın başından sonuna kadar üzerinize okunan bu bilgiler; Allah’ın ayetlerindendir. Hem üzerinize okunan bu bilgiler; yaratılış fıtratınızı size hatırlatıcı olup, her bir yaratılanın ise yerli yerince yaratıldığını size apaçık bildirir.
ÖZ BAKIŞ: Mutlak hakikati ilahi vahiy eşliğinde sunan İsa’ya iman edip salih amellerde bulunanlara gelince, Allah onların ecrini tam olarak verecektir. Kesinlikle Allah; zulümle âbâd olanları sevmez.
ÂL-İ İMRÂN 59. AYET
اِنَّ مَثَلَ ع۪يسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَۜ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
OKUNUŞU: İnne meśele ‘îsâ ‘inda(A)llâhi kemeśeli âdem(e)(s) ḣalekahu min turâbin śümme kâle lehu kun feyekûn(u).
ÖZ BAKIŞ: Muhakkak ki İsa’nın yaratım misali, Âdem’in yaratım misali gibi, üremenin oluşması için, sünnetüllah da var edilen erkek ve dişi birlikteliğinden oluşan yaratım sürecinin aksine, var edilen âdetin dışıdır. Şöyle ki; biz Âdem topraktan yarattık ve sonra da ona insan olması için ol dedik, o da insan oluverdi. İşte biz İsa’yı da kural dışı olarak sadece annesini sebep kılarak, ol emrimizle onu var eyledik.
ÂL-İ İMRÂN 60. AYET
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ
OKUNUŞU: Elhakku min rabbike felâ tekun mine-lmumterîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Meryem ve İsa hakkında mutlak hakikat bu anlattıklarımızdır ki rabbinden sana vahiyle indirildi. Sakın ha sana hakikatlerini bildirdiğimiz konular hakkında içinde bir kuşku oluşmasın.
ÂL-İ İMRÂN 61. AYET
فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ
OKUNUŞU: Femen hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke mine-l’ilmi fekul te’âlev ned’u ebnâenâ veebnâekum venisâenâ venisâekum veenfusenâ veenfusekum śümme nebtehil fenec’al la’neta(A)llâhi ‘alâ-lkâżibîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Sana gelen ilimden sonra; Meryem ve İsa hakkında her kim seninle tartışmak isterse; onlara de ki, haydi gelin… Biz de oğullarımızı çağıralım ve siz de oğullarınızı çağırın. Biz de kadınlarımızı çağıralım ve siz de kadınlarınızı çağırın. Ayrıca nefsimiz ve nefsiniz de aynı ortamda hepimiz hazır bulunsun… Sonra canı gönülden gelen bir şekilde lanet isteyerek, şöyle dua edelim; Meryem ve İsa konusunda biz veya siz kim yalan söylüyorsa, Allah’ın laneti işte o yalan söyleyenin üzerine olsun.
ÂL-İ İMRÂN 62. AYET
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّۚ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
OKUNUŞU: İnne hâżâ lehuve-lkasasu-lhakk(u)(c) vemâ min ilâhin illa(A)llâh(u)(c) ve-inna(A)llâhe lehuve-l’azîzu-lhakîm(u).
ÖZ BAKIŞ: Kesinlikle sana Meryem ve İsa hakkında izah ettiğimiz bu kıssa mutlak olarak haktır. Allah yanı sıra, kesinlikle başka herhangi bir ilah yoktur. Muhakkak Allah; tüm bu izah ettiği olayları ve daha izah etmediği her bir oluşumu yaratmak ve yönetmek hususunda mutlak güç sahibi sahibidir. Ayrıca her yarattığını hikmetle ve yerli yerince yaratıp yönetir.
ÂL-İ İMRÂN 63. AYET
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟
OKUNUŞU: Fe-in tevellev fe-inna(A)llâhe ‘alîmun bilmufsidîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Ey resulüm; Meryem ve İsa hakkında tüm bu izah edilen ilime rağmen, eğer ki hala seni yalanlıyor ve hakka dönmekten yüz çeviriyorlarsa; bil ki kesinlikle Allah; nefislerini ifsada götürüp batıl amellere bürünen insanların her bir ahvalinin yaratıcısı olarak, bizzat bilendir.
ÂL-İ İMRÂN 64. AYET
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـًٔا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
OKUNUŞU: Kul yâ ehle-lkitâbi te’âlev ilâ kelimetin sevâ-in beynenâ vebeynekum ellâ na’bude illa(A)llâhe velâ nuşrike bihi şey-en velâ yettaḣiże ba’dunâ ba’dan arbâben min dûni(A)llâh(i)(c) fe-in tevellev fekûlû-şhedû bi-ennâ muslimûn(e).
ÖZ BAKIŞ: De ki ey o kimseler ki, mutlak kitab hakkında malumat sahibi olmak için, yani ellerindeki tüm imkânlarla içinde yer aldıkları varoluş sürecini ve amacını anlamaya çalışmak için çaba sarfedenler; bizimle sizin aranızda müsavi olan bir kelimeye sizi çağırıyorum… Ki o kelime de Allah yanı sıra kendisine kul olunan başka bir yaratıcının olmadığı hakikatidir. Gelin Allah’a olan kullukta hem tüm varlıkların yaratılış süreçlerinde ve yaratım planlarının devamında hiçbir şeyi ona ortak etmeyelim. Allah yanısıra Allah’ın mahlûku olan tüm âlemler içinde, bazılarımız bazılarımızı terbiye edici edinmeyelim. Öylece kafamıza göre kendilerimizi şartlandırıp, heva ve heveslerimize göre bir yaşama bürünmeyelim. Tüm bu samimi tekliflerine rağman eğer ki senden yüz çevirirlerse; onlara de ki… Şahit olun ki; kesinlikle biz, Müslümanlardanız, yani biz; Allah’ın yaratım fıtratına göre bir yaşam ortaya koyarak ona teslim olanlardanız.
ÂL-İ İMRÂN 65. AYET
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَمَٓا اُنْزِلَتِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
OKUNUŞU: Yâ ehle-lkitâbi lime tuhâccûne fî ibrâhîme vemâ unzileti-ttevrâtu vel-incîlu illâ min ba’dih(i)(c) efelâ ta’kilûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Ey o kimseler ki, mutlak kitap hakkında malumat sahibi olmak için, yani ellerindeki tüm imkânlarla içinde yer aldıkları varoluş sürecini ve amacını anlamaya çalışmak için çaba sarf edenler; niçin İbrahim hakkında münakaşaya girersiniz? Oysaki Tevrat ve İncil’i ondan sonra nazil eylemiştik. Hala olayı anlamak için elimizde var olan donelerden yola çıkarak gerçeğe ermeyecek misiniz?
ÂL-İ İMRÂN 66. AYET
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
OKUNUŞU: Hâ entum hâulâ-i hâcectum fîmâ lekum bihi ‘ilmun felime tuhâccûne fîmâ leyse lekum bihi ‘ilm(un)(c) va(A)llâhu ya’lemu veentum lâ ta’lemûn(e).
ÖZ BAKIŞ: İşte siz; olayın hakikatine vakıf olup gereği gibi amel etmek yerine… Diyelim ki; haydi hakkında ilim sahibi olduğunuz şeyler etrafında dönüp dolaşıp münakaşa edersiniz, mamafih; neden hakkında ilim sahibi olmadığınız konular hakkında da tartışıyorsunuz? Allah biliyor ki; yaratılış formatının ve yaratım kaydının neden ve nasıl var edildiğini… Ve Allah’ın peygamberleri hakkında yaptığınız değerlendirmeler ve tartıştığınız konular hakkında da hiçbir şey bilmiyorsunuz.
ÂL-İ İMRÂN 67. AYET
مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفًا مُسْلِمًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
OKUNUŞU: Mâ kâne ibrâhîmu yehûdiyyen velâ nasrâniyyen velâkin kâne hanîfen muslimen vemâ kâne mine-lmuşrikîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Üstelik İbrahim; Yahudi veya Hristiyan da değildi. Lakin İbrahim; şuur dünyasını tüm sahte ilahlardan pak ederek Müslümanlardan olmuştu. Kesinlikle İbrahim; Allah’a ortaklar edinenlerden değildi.
ÂL-İ İMRÂN 68. AYET
اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يمَ لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ وَهٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ
OKUNUŞU: İnne evlâ-nnâsi bi-ibrâhîme lelleżîne-ttebe’ûhu vehâżâ-nnebiyyu velleżîne âmenû(k) va(A)llâhu veliyyu-lmu/minîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Ey İbrahim hakkında konuşanlar; muhakkak ki insanlardan İbrahim’e en yakın olanlar, onu sunduğu istikamette davranarak tabi olanlardır. Şu anda size Allah’ın ayetlerini okuyan bu nebi olan Muhammed’e ve ona tabi olan iman ehli olanlar; İbrahim’e en yakın olanlardır. Muhakkak ki Allah; iman edenlerin velisidir.
ÂL-İ İMRÂN 69. AYET
وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
OKUNUŞU: Veddet tâ-ifetun min ehli-lkitâbi lev yudillûnekum vemâ yudillûne illâ enfusehum vemâ yeş’urûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Ehli kitaptan bir taife, sizi uydurdukları kuruntularla İbrahim’in üzerinde olduğu haniflik inancından ve teslimiyet yaşantısından saptırmak istiyor. Oysaki onlar kendi nefislerinden başka kimseyi saptıramazlar. Üstelik bunun farkında bile değiller.
ÂL-İ İMRÂN 70. AYET
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ
OKUNUŞU: Yâ ehle-lkitâbi lime tekfurûne bi-âyâti(A)llâhi veentum teşhedûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Ey kitap ehli; siz, yaşamla bütünleşik olduğunu seyir ettiğiniz Allah’ın ayetlerini neden inkâr edersiniz? Üstelik siz; Allah’ın ayetlerinin doğruluğuna, sahip olduğunuz bilimsel çalışmalarla bizzat şahitlik de yapmaktasınız.
ÂL-İ İMRÂN 71. AYET
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟
OKUNUŞU: Yâ ehle-lkitâbi lime telbisûne-lhakka bilbâtili vetektumûne-lhakka veentum ta’lemûn(e)
ÖZ BAKIŞ: Ey kitap ehli; siz, neden hakkın üzerini batılla yani hiçbir temele dayanmayan temelsiz evhamlarla bütünleşerek, örtüp görünmez etmeye çalışırsınız. Ve siz hakkı gizlersiniz… Oysaki siz, olayın aslının kuru bir kuruntu olmadığını ve hiçbir temele dayanmayan asılsız evhamlardan oluşmadığını da zaten biliyorsunuz.
ÂL-İ İMRÂN 72. AYET
وَقَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اٰمِنُوا بِالَّذ۪ٓي اُنْزِلَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُٓوا اٰخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَۚ
OKUNUŞU: Vekâlet tâ-ifetun min ehli-lkitâbi âminû billeżî unzile ‘alâ-lleżîne âmenû veche-nnehâri vekfurû âḣirahu le’allehum yerci’ûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Kitap ehlinden olanlardan bazıları ise, iman edenlerin kafalarını karıştırıp dinden uzaklaştırmaları için, şöyle bir tuzak kurmayı düşünürler; akıp giden zamanın bir yüzünde halka duyuralım ki iman ettik. Sonraki bir vakit gelince ise, inanmadığımızı söyleyerek Müslümanların imanlarındaki direnç gücünde zaaflar oluşturalım. Öylece ümit olur ki; iman edenler, oluşan imanda istikrarsızlık akıntısına kapılıp imanlarını terk edeler.
ÂL-İ İMRÂN 73. AYET
وَلَا تُؤْمِنُٓوا اِلَّا لِمَنْ تَبِعَ د۪ينَكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْهُدٰى هُدَى اللّٰهِۙ اَنْ يُؤْتٰٓى اَحَدٌ مِثْلَ مَٓا اُو۫ت۪يتُمْ اَوْ يُحَٓاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِۚ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ
OKUNUŞU: Velâ tu/minû illâ limen tebi’a dînekum kul inne-lhudâ huda(A)llâhi en yu/tâ ehadun miśle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum ‘inde rabbikum(k) kul inne-lfadle biyedi(A)llâhi yu/tîhi men yeşâ(u)(k) va(A)llâhu vâsi’un ‘alîm(un).
ÖZ BAKIŞ: O şekilde biz sadece iman ettik diyenlere; ancak dininize uyup, dinin gereklerini sizin gibi uygulayıp yerine getirinceye kadar; sakın ha onlara güvenmeyin. Deyin ki; kesinlikle hidayet, Allah’ın hidayetidir. Size verilenin mislinin birine verilmesinden midir sizin bu telaşınız? Veya rabbinizin indinden delil getirip sizin yolunuzun eğriliğini sunmasından korktuğunuz için mi bu telaşınız? Nedir derdiniz, ne diye iman ehli ile uğraşıp yollarından çevirmek istiyorsunuz? Seni dininden döndürmek isteyenlere de ki; fazilet Allah’ın eliyledir. Yani Allah’ın insan için razı olduğu ile tutunmaktır. Kim onun elindekine tutunmak için gerekli olan çalışmayı yaparsa, işte ona çalışmasının karşılığını verendir. Muhakkak ki Allah; kullarının tüm çalışmalarının karşılını vermek için mülkiyeti geniş olup her kulunun ne yaptığını da bilendir.
ÂL-İ İMRÂN 74. AYET
يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
OKUNUŞU: Yaḣtassu birahmetihi men yeşâ(u)(k) va(A)llâhużû-lfadli-l’azîm(i).
ÖZ BAKIŞ: Kim ki onun rahmetine ermek için çabalarsa ve bu yönde çalışırsa, rahmetimizi onlara has ederiz. Muhakkak ki Allah; rahmetini dileyenler için ve bu yolda çalışanlar için üstün faziletler var edecektir.
ÂL-İ İMRÂN 75. AYET
وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِمًاۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْاُمِّيّ۪نَ سَب۪يلٌۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
OKUNUŞU: Vemin ehli-lkitâbi men in te/menhu bikintârin yu-eddihi ileyke veminhum men in te/menhu bidînârin lâ yu-eddihi ileyke illâ mâ dumte ‘aleyhi kâ-imâ(en)(k) żâlike bi-ennehum kâlû leyse ‘aleynâ fî-l-ummiyyîne sebîlun veyekûlûne ‘ala(A)llâhi-lkeżibe vehum ya’lemûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Kitap ehlinden yani kitap hakkında bilgisi olanlardan bazıları vardır ki; onlara yüklerle mal emanet bırakırsan, sana tümünü geri öderler. Bazıları da var ki; onlara bir dinar mal emanet bırakırsan, sen başlarına dikilmeden sana geri ödemezler. Bu şundan ötürüdür ki; kitabı okumayan ümmilere karşı bir sorumluluklarının olmadığına inandıklarındandır. Yani kendilerini insan sanıp kendi dışındakilere söz hakkı tanımamalarından ileri gelir. Sahip oldukları bu batıl inanca rağmen; onlardan bazıları insaflıca davranıp bu geçersiz inancı yaşatmazlar. Herkesin hakkını teslim ederler. Oysa ki kitap ehli; böyle bir davranışla Allah’a karşı yalan uydururlar. Yani herkesin kendileri gibi insan olduğunu ve hak sahibi olduğunu inkâr ederler. Oysaki ellerini vicdanlarına bırakanlar, her bir insanın mutlak olarak yaşama hakkının olduğunu ve insani hukukun herkes için geçerli olduğunu bilirler.
ÂL-İ İMRÂN 76. AYET
بَلٰى مَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ وَاتَّقٰى فَاِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ
OKUNUŞU: Belâ men evfâ bi’ahdihi vettekâ fe-inna(A)llâhe yuhibb.
ÖZ BAKIŞ: Hayır, kendilerini insan sanıp kendi dışındakilere söz hakkı tanımamaları, hak olan bakış açısı ve yaşam tarzı değildir. Hak olan bakış ve yaşam tarzı; fıtrat üzere yaratılan yaşam dâhilinde, ahdine vefa göstermektir. Ve yaratım fıtratı gereği olan yaşam tarzının gerekliliğini korumaktır. Kesinlikle Allah; fıtrat gereği olan ve insanlığı ilgilendiren tarz üzere, bir yaşam ortaya koyan kişileri sever.
ÂL-İ İMRÂN 77. AYET
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَل۪يلًا اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
OKUNUŞU: İnne-lleżîne yeşterûne bi’ahdi(A)llâhi veeymânihim śemenen kalîlen ulâ-ike lâ ḣalâka lehum fî-l-âḣirati velâ yukellimuhumu(A)llâhu velâ yenzuru ileyhim yevme-lkiyâmeti velâ yuzekkîhim velehum ‘ażâbun elîm(un).
ÖZ BAKIŞ: Muhakkak ki Allah’ın insan ile yaptığı sözleşmeyi satanlar ile ellerindeki Allah hazinesini az bir dünyalık karşısında satanlar; işte onlar için ahrette bir pay yoktur. Allah onlarla konuşmayacak hem Allah onlara kıyamet günü bakmayacak hem de Allah, onları temizlemeyecektir. İşte onlar için acıklı bir azap vardır.
ÂL-İ İMRÂN 78. AYET
وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَر۪يقًا يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِۚ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
OKUNUŞU: Ve-inne minhum leferîkan yelvûne elsinetehum bilkitâbi litahsebûhu mine-lkitâbi vemâ huve mine-lkitâbi veyekûlûne huve min ‘indi(A)llâhi vemâ huve min ‘indi(A)llâhi veyekûlûne ‘ala(A)llâhi-lkeżibe vehum ya’lemûn(e).
ÖZ BAKIŞ: İnsanlardan bir fırka da; dillerini kitapla eğip bükerler. Siz de sanırsınız ki söyledikleri sözler kitaptandır. Oysaki dillerini eğip bükerek söyledikleri sözler kitaptan değildir. Ve söylerler ki, bu söylediklerimiz Allah’ın indindendir. Oysaki o söyledikleri Allah’ın indinden değildir. İşte onlar; Allah’ın üzerine yalan atarak ve bu söylediklerinin gerçeği yansıtmadığını bilirler.
ÂL-İ İMRÂN 79. AYET
مَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُؤْتِيَهُ اللّٰهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَادًا ل۪ي مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ كُونُوا رَبَّانِيّ۪نَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَۙ
OKUNUŞU: Mâ kâne libeşerin en yu/tiyehu(A)llâhu-lkitâbe velhukme ve-nnubuvvete śümme yekûle linnâsi kûnû ‘ibâden lî min dûni(A)llâhi velâkin kûnû rabbâniyyîne bimâ kuntum tu’allimûne-lkitâbe vebimâ kuntum tedrusûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Kendisine Allah tarafından kitap, hüküm ve nübüvvet verildikten sonra; dönüp insanlara, Allah’ı bırakıp bana kulluk edin demesi, hiçbir beşer için mümkün değildir. Lakin derler ki; kitaptan öğrendiğiniz çerçevede ve size verilen dersler dâhilinde rabbinizin has kulu olun.
ÂL-İ İMRÂN 80. AYET
وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّبِيّ۪نَ اَرْبَابًاۜ اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟
OKUNUŞU: Velâ ye/murakum en tetteḣiżû-lmelâ-ikete ve-nnebiyyîne erbâbâ(en)(k) eye/murukum bilkufri ba’de iż entum muslimûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Ayrıca kendisine Allah tarafından kitap, hüküm ve nübüvvet verilen hiçbir beşer; size melekleri veya nebileri rabler edinmenizi emretmez. Küfürle bütünleştiğiniz durumunuzu sizden soyutlayıp sizi küfürden arındırdıktan sonra ve öylece sizin Müslüman oluşunuzdan sonra, yeniden Allah yanı sıra herhangi bir mahlûkatı rab edinmenizi hiç size emrederler mi?
ÂL-İ İMRÂN 81. AYET
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ لَمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
OKUNUŞU: Ve-iż eḣaża(A)llâhu mîśâka-nnebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin vehikmetin śümme câekum rasûlun musaddikun limâ me’akum letu/minunne bihi veletensurunneh(u)(c) kâle eakrartum veaḣażtum ‘alâ żâlikum isrî(s) kâlû akrarnâ(c) kâle feşhedû veenâ me’akum mine-şşâhidîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Allah; nebilerine kitap ve hikmeti verdiği zaman; bundan sonra, sizinle birlikte olanı doğrulayan bir resul geldiğinde, mutlaka ona inanmanız ve mutlaka ona yardım etmeniz gerektiği hususunda, onlardan elbette söz almıştı. Onlara demişti ki; bu sözümü kabul ettiniz mi? Ve sizinle yaptığım bu kesin sözleşmeyi üzerinize aldınız mı? Dediler ki, kabul ettik… Dedi ki, madem öyle; verdiğiniz bu sözü açıkça uygulayın ki, şehadetiniz apaçık görünür olsun. Ben de sizinle birlikte bu sözünüzü yerine getirip getirmediğinize şahitlik etmekteyim.
ÂL-İ İMRÂN 82. AYET
فَمَنْ تَوَلّٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
OKUNUŞU: Femen tevellâ ba’de żâlike feulâ-ike humu-lfâsikûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Artık bu sözleşmeden sonra, her kim ki bu verilen sözden dönerse; işte onlar fasık olanların ta kendileridir. Bu ayetin öz bakışına şu notu da ekleyelim; her bir nebi, kendi vaktinde olan insanların vekili olurlar. Onlar ile Allah arasındaki her bir sözleşme, o devirdeki bölgesel veya genel irtibatta olduğu tüm insanları kapsar. Onların tebliğinin ulaştığı her bir insan, uygular veya uygulamaz, sonucuna ulaşır. Yani Allah ile olan ahitname mutlak olarak yürürlükte olur. Yani her bir nebi, kendi alanındaki insanları ilgilendiren Allah emir ve yasaklarını insanlıkla buluşturmak için, gerekli olan tüm diyalogları, insanlık adına alır ve tebliğini yapar.
ÂL-İ İMRÂN 83. AYET
اَفَغَيْرَ د۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُونَ وَلَهُٓ اَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ
OKUNUŞU: Efeġayra dîni(A)llâhi yebġûne velehu esleme men fî-ssemâvâti vel-ardi tav’en vekerhen ve-ileyhi yurce’ûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysaki yerdeki ve gökteki her bir şey, isteyerek veya istemeyerek ona teslim bir haldedirler. Ve ona döndürüleceklerdir.
ÂL-İ İMRÂN 84. AYET
قُلْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَالنَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۖ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
OKUNUŞU: Kul âmennâ bi(A)llâhi vemâ unzile ‘aleynâ vemâ unzile ‘alâ ibrâhîme ve-ismâ’île ve-ishâka veya’kûbe vel-esbâti vemâ ûtiye mûsâ ve’îsâ ve-nnebiyyûne min rabbihim lâ nuferriku beyne ehadin minhum venahnu lehu muslimûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Ey bu ayeti okuyan kişi, içinde tam bir teslimiyetle de ki; iman ettim ki Allah’ın yaratımıyla yaratıldım ve onun güç ve kuvvetiyle yaşamdayım. Üzerime nazil olanın Allah’tan geldiğine iman ettim. Hem, İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın, Yakub’un ve onların neslinden gelen diğer tüm nebilere indirilenin Allah’tan geldiğine iman ettim. Hem Musa’ya, İsa’ya ve diğer tüm nebilere verilenin rablerinden geldiğine iman ettim. Kendilerine indirilen vahiy arasında, vahyin kaynağı bakımından hiçbir fark görmem. Ve biz ona teslim olanlarız.
ÂL-İ İMRÂN 85. AYET
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪ينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
OKUNUŞU: Vemen yebteġi ġayra-l-islâmi dînen felen yukbele minhu vehuve fî-l-âḣirati mine-lḣâsirîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Her kim ki İslam dışında başka bir din, yani tutunacağı bir hayat tarzı ve yaşam felsefesi ararsa, bu kendisinden asla kabul edilmeyecektir. Ve O, ahrette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
ÂL-İ İMRÂN 86. AYET
كَيْفَ يَهْدِي اللّٰهُ قَوْمًا كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ وَشَهِدُٓوا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
OKUNUŞU: Keyfe yehdi(A)llâhu kavmen keferû ba’de îmânihim veşehidû enne-rrasûle hakkun vecâehumu-lbeyyinât(u)(c) va(A)llâhu lâ yehdî-lkavme-zzâlimîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Allah; iman ettikten sonra ve kesinlikle resulün, hak ne ise insanlığa onu sunduğuna şahitlik ettikten sonra hem kendilerine hakikat apaçık beyan edildikten sonra; küfre sapan bir toplumu, nasıl olur da hidayet eder. Allah zalim olan yani karanlıkta kalan bir kavme hidayet etmez. Çünkü Allah’ın hidayetine ermek için; öncellikle kulun, kendisine verilen irade çerçevesinde hak yolda sebat edip karanlıktan çıkması için, çaba sarf etmesi gerekir.
ÂL-İ İMRÂN 87. AYET
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ
OKUNUŞU: Ulâ-ike cezâuhum enne ‘aleyhim la’neta(A)llâhi velmelâ-iketi ve-nnâsi ecme’în(e).
ÖZ BAKIŞ: İşte kendilerini küfrün karanlığında bırakıp Allah’a isyanda sabit kalanların elde edecekleri karşılık; Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onların üzerine olacaktır. Yani onlar; Allah’tan uzağa düşüp, meleklerin zikrine ortak olmaktan mahrum kalarak ve iman ehli olan insanlara da onlar unutturulacaklardır.
ÂL-İ İMRÂN 88. AYET
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ
OKUNUŞU: Ḣâlidîne fîhâ lâ yuḣaffefu ‘anhumu-l’ażâbu velâ hum yunzarûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Bu lanet; kendilerini küfrün karanlığında bırakıp Allah’a isyanda sabit kalanların üzerinde sonzusa dek sürecek, yani süresiz bir şekilde Allah’tan uzağa düşüp, meleklerin zikrine ortak olmaktan mahrum bırakılacaklar ve iman ehli olan insanlara da onlar unutturulacaklardır. Onların üzerinde azap hafifletilmeyecek ve onlara dönüp bakılmayacaktır.
ÂL-İ İMRÂN 89. AYET
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
OKUNUŞU: İllâ-lleżîne tâbû min ba’di żâlike veaslehû fe-inna(A)llâhe ġafûrun rahîm(un).
ÖZ BAKIŞ: Bu lanet halinden ancak; küfrün karanlığından ölmeden önce tövbe edenler, sonra da kendilerini tövbeleri istikametinde ıslah edenler kurtulurlar. Muhakkak ki Allah; işlenilen tüm günahlara rağmen, günahlarının farkına varıp tövbe edene tüm günahlarını bağışlayıp, kendilerine ölüm sonrası hayatta Rahim ismi gereği azaptan kurtulmalarını sağlar.
ÂL-İ İMRÂN 90. AYET
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْرًا لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الضَّٓالُّونَ
OKUNUŞU: İnne-lleżîne keferû ba’de îmânihim śümme-zdâdû kufran len tukbele tevbetuhum veulâ-ike humu-ddâllûn(e).
ÖZ BAKIŞ: İman edilmesi gereken ve fıtrat icabı olan yaşam tarzı kendilerine ilahi vahiy sonucu ulaştığı halde, kabul etmeyip mutlak hakikatini örterek küfredenler, sonra da küfürlerinde ileri gidip kendilerini hakikate karşı kapatanlar; bu şekilde bir halleri devam ettiği sürece, tövbeleri kesinlikle kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıklıkta kalanların ta kendileridir.
ÂL-İ İMRÂN 91. AYET
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَبًا وَلَوِ افْتَدٰى بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ۟
OKUNUŞU: İnne-lleżîne keferû vemâtû vehum kuffârun felen yukbele min ehadihim mil-u-l-ardi żeheben velevi-ftedâ bih(i)(k) ulâ-ike lehum ‘ażâbun elîmun vemâ lehum min nâsirîn(e).
ÖZ BAKIŞ: İman edilmesi gereken ve fıtrat icabı olan yaşam tarzı kendilerine ilahi vahiy sonucu ulaştığı halde, kabul etmeyip mutlak hakikatini örterek küfredenler ve öylece bu küfürleri üzerine ölenler; işte onlar kâfirlerdir. Onlardan herhangi birinin kurtulması için yer dolusu altın fidye verilse, bu fidye onların kurtulmalarına bedel olarak, onlardan kabul edilmeyecektir. İşte onlar için can yakıcı bir azap vardır ve onlara yardım da edilmeyecektir.
ÂL-İ İMRÂN 92. AYET
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ
OKUNUŞU: Len tenâlû-lbirra hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn(e)(c) vemâ tunfikû min şey-in fe-inna(A)llâhe bihi ‘alîm(un).
ÖZ BAKIŞ: Ölümünüze kadar devam edecek olan kalan ömrünüzde, sevdiğiniz şeylerden feragat edip hakka ermek için infak etmedikçe, hayra ulaşamazsınız. İnfak ettiğiniz hiçbir şey yoktur ki; Allah, infak ettiğiniz şeyi infak etmeniz için, sizi gerekli olan kuvvetle donatıp ve o infakı da, sizden infak etmek istediğiniz yere ulaşıncaya kadar, gerekli olan tüm niyet ve yöneliminizdeki duygularınızın oluşması için, istek ve arzunuzun ahvalini istediğiniz şekilde yaratıp haberdar olmasın.
ÂL-İ İMRÂN 93. AYET
كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلًّا لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِلَّا مَا حَرَّمَ اِسْرَٓاء۪يلُ عَلٰى نَفْسِه۪ مِنْ قَبْلِ اَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرٰيةُۜ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرٰيةِ فَاتْلُوهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
OKUNUŞU: Kullu-tta’âmi kâne hillen libenî isrâ-île illâ mâharrame isrâ-îlu ‘alâ nefsihi min kabli en tunezzele-ttevrâ(tu)(k) kul fe/tû bi-ttevrâti fetlûhâ in kuntum sâdikîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Tüm yiyecekler isra-il evlatlarına helal kılınmıştı. Sadece Tevrat inmeden önce isra-il’in nefsi üzerinde haram kıldıkları hariç. Onlara de ki; okuduğunuz Tevrat’la bütünleşerek Tevrat’ı bana getirin. Eğer ki konuşmalarınızda doğru sözlü iseniz.
ÂL-İ İMRÂN 94. AYET
فَمَنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
OKUNUŞU: Femeni-fterâ ‘ala(A)llâhi-lkeżibe min ba’di żâlike feulâ-ike humu-zzâlimûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Madem siz okuduğunuz Tevrat ile bütünleşerek bize gelmiyorsunuz; bundan sonra kim ki, Allah söylemediği halde Allah adına iftira uydurarak, sanki Allah söylemiş gibi uydurup yalan söylüyorsa; işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
ÂL-İ İMRÂN 95. AYET
قُلْ صَدَقَ اللّٰهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
OKUNUŞU: Kul sadeka(A)llâh(u)(k) fettebi’û millete ibrâhîme hanîfen vemâ kâne mine-lmuşrikîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Tevrat’ı okuyarak sana gelenlere de ki; Allah doğru olan ne ise onu söylüyor. Eğer ki siz de Allah’ın mutlak olarak indirdiğine tabi olduğunuzu söylemekte doğru sözlü iseniz; İbrahim’in milletine tabi olarak hanif olanlardan olunuz. İbrahim Allah’a ortaklar oluşturanlardan değildi.
ÂL-İ İMRÂN 96. AYET
اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ
OKUNUŞU: İnne evvele beytin vudi’a linnâsi lelleżî bibekkete mubâraken vehuden lil’âlemîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Muhakkak ki insanlar için ilk kurulan ev; Bekke ile bütünleşen hem mübarek olan ve âlemler için hidayet kaynağı olan evdir.
ÂL-İ İMRÂN 97. AYET
ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِنًاۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلًاۜ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ
OKUNUŞU: Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm(e)(s) vemen deḣalehu kâne âminâ(en)(k) veli(A)llâhi ‘alâ-nnâsi hiccu-lbeyti meni-stetâ’a ileyhi sebîlâ(en)(c) vemen kefera fe-inna(A)llâhe ġaniyyun ‘ani-l’âlemîn(e).
ÖZ BAKIŞ: O ilk kurulan evde apaçık olan deliller vardır. Hem de makamı İbrahim oradadır. Kim ki o eve girerse, o emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o ilk kurulan evi hac etmeleri, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim ki bu hakkı inkâr ederse; bilsin ki Allah, tüm âlemlerden ğanidr. İnsanların gelip o ilk kurulan evi hac etmelerine de ihtiyacı yoktur.
ÂL-İ İMRÂN 98. AYET
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۗ وَاللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا تَعْمَلُونَ
OKUNUŞU: Kul yâ ehle-lkitâbi lime tekfurûne bi-âyâti(A)llâhi va(A)llâhu şehîdun ‘alâ mâ ta’melûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Deki; ey kitap ehli, siz neden içinde olduğunuz ve kendisi ile bütünleştiğiniz; ayrıca hayatınızın birer parçası olan Allah’ın ayetlerini gizleyip, her bir varlığa ayrı kendisiyle kaim bir hüviyet ve bağımsız güç vererek, adeta ilahlık pozisyonunda tutarak, mutlak doğru olduğuna sizin de şahitlik ettiğiniz hakikatleri örtersiniz. Kesinlikle Allah; sizin bu şekilde amellerde bulunduğunuza şahitlik yapmaktadır.
ÂL-İ İMRÂN 99. AYET
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجًا وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
OKUNUŞU: Kul yâ ehle-lkitâbi lime tesuddûne ‘an sebîli(A)llâhi men âmene tebġûnehâ ‘ivecen veentum şuhedâ(u)(k) vema(A)llâhu biġâfilin ‘ammâ ta’melûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Deki; ey kitap ehli, siz neden insanları Allah’ın yolundan çevirmeye çalışırsınız? Sizin bizzat doğruluğa tanıklık ettiğiniz gerçeklik yolundan; neden insanları kandırıp doğruca yürüdükleri hak olan yollarından uzaklaştırmak için, akıllarını çelersiniz. Kesinlikle Allah; sizin istek ve yöneliminiz doğrultusunda, sizin bu yaptığınız amellerinizin bizzat yaratıcısı olarak, amellerinizden gafil değildir.
ÂL-İ İMRÂN 100. AYET
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا فَر۪يقًا مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ كَافِر۪ينَ
OKUNUŞU: Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû in tutî’û ferîkan mine-lleżîne ûtû-lkitâbe yeruddûkum ba’de îmânikum kâfirîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Ey Allah’ın nazil ettiğine iman edenler; eğer ki sizler, bu şekilde gerçeği örterek, aklınızı hak olan yoldan çelmek isteyen kitap ehline uyarsanız… İman etmenize rağmen, aklını çelerler ve sizi iman yurdundan döndürerek; sizin gözünüzden de mutlak gerçeğin örtülmesini sağlayıp, sizin de kâfir olmanızı sağlarlar.
ÂL-İ İMRÂN 101. AYET
وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟
OKUNUŞU: Vekeyfe tekfurûne veentum tutlâ ‘aleykum âyâtu(A)llâhi vefîkum rasûluh(u)(k) vemen ya’tesim bi(A)llâhi fekad hudiye ilâ sirâtin mustekîm(in)
ÖZ BAKIŞ: Sizin üzerinize Allah’ın ayetleri okunurken hem içinizde Allah’ın ayetlerini bilfiil uygulamasını göstererek yaşayan Allah resulü dururken; nasıl oluyor da Allah’ın ayetlerini inkâr edersiniz? Kim ki benliğinin sahip olduğunu kısır döngüden kurtulup, hudutsuz olan Allah’ın kuvvet ve kudretine sarılırsa, kesinlikle işte sadece o; doğru olan yola doğru istikamete girmiş olur.
ÂL-İ İMRÂN 102. AYET
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
OKUNUŞU: Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû-ttekû(A)llâhe hakka tukâtihi velâ temûtunne illâ veentum muslimûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Ey o kimseler ki Allah’ın indirdiğine iman etmişler; Allah’ın sizin için çizmiş olduğu sınırların hakkını vererek koruyun ve o sınırların dışına sakın çıkmayın. Allah’ın yaratım fıtratına teslim bir halde yaşayarak, böyle bir yaşantı sürmenin dışında başka bir yaşantı şekliyle sakın ölmeyin.
ÂL-İ İMRÂN 103. AYET
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
OKUNUŞU: Va’tesimû bihabli(A)llâhi cemî’an velâ teferrakû(c) veżkurû ni’meta(A)llâhi ‘aleykum iż kuntum a’dâen feellefe beyne kulûbikum feasbahtum bini’metihi iḣvânen vekuntum ‘alâ şefâhufratin mine-nnâri feenkażekum minhâ(c) keżâlike yubeyyinu(A)llâhu lekum âyâtihi le’allekum tehtedûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Topyekûn Allah’ın sizi dünyanın zindanından kurtarıp sonsuz mutluluğa kavuşturması için, size uzattığı ipiyle bütünleşerek yaşayın. Sakın ha o ipten ayrılıp hevanıza uyarak yaşamayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırınızda tutarak, sakın unutmayın. Hani siz birbirinize düşmanlardınız, kalplerinizin arasına ülfet koyup birleştirdi. Onun üzerinize indirdiği nimetle bütünleşmek suretiyle, karanlıkları geride bırakarak kardeşler olarak aydınlıklara uyandınız. Siz daha öncesinde tam bir ateş çemberinin kenarındayken; o sizi, işte size uzattığı ipine tutunarak ve öylece üzerinize indirdiği nimetiyle bütünleşerek o ateşten kurtuldunuz. İşte böylece Allah, size ayetlerini açıklıyor ki; umulur ki siz, hak yolda sebat etmek suretiyle, hidayette kalarak ateşten korunasınız.
ÂL-İ İMRÂN 104. AYET
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
OKUNUŞU: Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilâ-lḣayri veye/murûne bilma’rûfi veyenhevne ‘ani-lmunkeri veulâ-ike humu-lmuflihûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Üzerinizdeki düşman saldırıları bitince, öylece standart gündelik hayat başlayıp her biriniz gündelik yaşamına geçince; zihinlerinizin heva ve hevesin kiriyle yeniden kirlenmemesi için; içinizde Allah’ın üzerinize indirdiği kurtuluş ipi olan ilahi ilimle hemhal olup, onu size sürekli hatırlatmak suretiyle paklayan, bir grup bulunsun. İşte vahyin bildirdiği ilmi çalışma ile hemhal olan bu grup; hayra davet etsin. İnsanlığın ve özellikle de iman ehlinin iyilikle bütünleşmesi ve kötülükle anılmaması için, ilahi emirleri; sürekli halka duyurup, yaşam alanında diri kalması için hatırlatıp, uygulanması için uğraşsın. İşte kurtulmak isteyenler bunlar olacaktır. Çünkü insan; rahat yaşama geçince, rehavete kapılıp hızlı bir şekilde üzerindeki nimetleri unutmaya çok meyyal olarak yaratılmıştır. İşte bu ayete binaen, İslam tarihi buyunca, İslam âlimleri hep olmuş, talebe yetiştirmiş ve insanların İslam yolunda sebat kılması için, sürekli vaaz ve sohbetler vererek ilahi telkinlerde bulunmuşlardır. İşte bu sistem; bu ayete binaen hala devam etmekte ve kıyamete kadar da devam edecektir.
ÂL-İ İMRÂN 105. AYET
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ
OKUNUŞU: Velâ tekûnû kelleżîne teferrakû vaḣtelefû min ba’di mâ câehumu-lbeyyinât(u)(c) veulâ-ike lehum ‘ażâbun ‘azîm(un).
ÖZ BAKIŞ: Ayrıca; ey üzerinize nazil ettiğimiz vahye iman eden kişiler; kendilerine ilahi vahiy gelip hidayet yolu kendilerine sunulduktan sonra ihtilafa düşüp fırkalara bölünenler gibi olmayın. Öyle yapan kişilere çok büyük bir azap vardır.
ÂL-İ İMRÂN 106. AYET
يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
OKUNUŞU: Yevme tebyaddu vucûhun vetesveddu vucûh(un)(c) feemmâ-lleżîne-sveddet vucûhuhum ekefertum ba’de îmânikum feżûkû-l’ażâbe bimâ kuntum tekfurûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Zira o gün bazı yüzler beyazca parlayacak ve bazı yüzler de siyahça kararacak. Yüzleri siyahça kararanlara denilecektir ki; iman ettikten sonra tekrar küfre döndünüz, öyle mi? Denilecek. Madem öyle yaptınız; o zaman küfretmenize karşılık olarak, işte bugün azabı tadın denilecek.
ÂL-İ İMRÂN 107. AYET
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
OKUNUŞU: Veemmâ-lleżîne-byeddat vucûhuhum fefî rahmeti(A)llâhi hum fîhâ ḣâlidûn(e).
ÖZ BAKIŞ: Yüzleri beyazca parlayanlar ise, Allah’ın rahmetinin içinde olanlardır. İşte onlar Allah’ın rahmetinden sonsuz bir şekilde istifade edeceklerdir.
ÂL-İ İMRÂN 108. AYET
تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْمًا لِلْعَالَم۪ينَ
OKUNUŞU: Tilke âyâtu(A)llâhi netlûhâ ‘aleyke bilhakk(i)(k) vema(A)llâhu yurîdu zulmen lil’âlemîn(e).
ÖZ BAKIŞ: Bu yapılan izahatlar Allah’ın ayetlerindendir. Hakkın kendisi olarak üzerinize okuyoruz… Allah, yarattığı âlemleri için zulüm irade etmez. Onun için de geleceğinizde karşılaşacağınız her bir olay hakkında gerekli olan tüm korunma bilgisini vererek, öylece korunmanız için tedbir almanızı size bildirir.
ÂL-İ İMRÂN 109. AYET
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟
OKUNUŞU: Veli(A)llâhi mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ard(i)(c) ve-ila(A)llâhi turce’u-l-umûr(u).
ÖZ BAKIŞ: Kesinlikle; göklerde var olan her bir şey ve yerde var olan her şey, sadece Allah’ındır. Bütün emirler mutlaka Allah’a döner.