Benlik kişilik ruhudur ve hiçbir zaman yok olmaz. Kişi hangi BİLİNÇTE seviyesinde olursan olsun, ondaki bilinç gene de kendisine aittir.
Bu sadece kendi benliği değil, diğer kişilerin benlikleri de aynı şekildedir. Yani kişi her zaman bir hüviyet sahibidir ve yaptığını kendi adına yapar.
Ve oracıkta seyreden her zaman kişi olacaktır. Yani kişilik benliği yaratıldığı ilk andan sonra, artık vardır ve sonsuza kadar da hep var olacaktır.
Tabi ki benliğin varlığı da, Allah’ın hükmü dâhilinde olacak ve hiçbir zaman mutlak bir özgürlüğe sahip değildir. Yani kendisine çizilen sınırlar dâhilinde kalmak zorundadır.
Ama benliğimiz çevresel dürtülerden dolayı kendisini sahiplik duygusu kaplar. Öylece elindeki her bir unsuru kendisine ait olduğunu zannederek bir vaziyet takınır.
Oysaki elindeki her şey ve kendisi bir aşkın güç tarafından yaratılıp acizliğini hissettiği anda, makamının ülvliğini inşa etmeye başlar. Artık uyanışa geçer ve mutlak kludret ile senronize bir vaziyete geçer.
Ama sahiplik duygusu ise, kişiyi içine kapatır. Artık ben dediği işaret ettiği hüviyetine bir tanrısallık duygusu verip kendisini üstün görmeye başlar.
Oysa ki ilk yaratılış anına bakıp ilk hammaddesini kalp gözüyle temaşa ederse, kendisi gibi diğer tüm insanların ve hatta hatta tüm diğer mahlûkatın bile, kendisi gibi bir sperm ve yumurtadan yaratıldığı görece ve artık benliğinin çıkış noktasını seyredip kibirden uzaklaşacaktır.
Ama kendi çıkış noktasını unuttuğunda ise kibir, ucup, riya, hırs gibi birçok düşünceye ve dolayısıyla melekeye bürünür.
İşte benliğimizin büründüğü bu melekeler ile artık BENCİL”LİK onda baş gösterir. Bu baş gösterme ile artık sahip olduğu tüm olguları kendi malı sanır.
Esas mülk sahibi ile kendi arasında kesinti oluşmaya başlar. İşte kişi sahiplik duygusuna bürününce artık mutlak benlik sahibi ile irtibatı kesilir.
Örneğin siz kendisine sürekli ihtiyaç duyduğunuz bir kişi ile arkadaşlık yaptığınızda, onun ruh dünyası ile bütünleşik olduğunuz kadar ondan istifade edersiniz.
Eğer ki kibir yapıp ona danışmamaya başlarsanız, bu defa aranızdaki irtibat kopar. Artık gönüller bir birinden ayrılır.
Düşünsenize, dostunuz ile ne kadar alçak gönüllü olarak davranırsanız, o kadar çok istifade edersiniz.
Eğer ki, kendinizi müstağni görürseniz, kalbinizin bağlantısının kesildiğini fark edersiniz.
Bu kullar arasında böyle olduğu gibi, bizimle rabbimiz arasında da durum aynıdır.
Zaten bizim yapımız, Rabbimizin yapısını temsili bir tarzda yaratılmış ve öylece mutlak seyre ortak olup, Allahın ilminde ilimiyetini seyr etme kabiliyetine ulaşmıştır.
Öylece yeryüzünde Allaha halife olmuştur. Halife demek, onun gibi seyretme kabiliyeti demektir.
Ama buradaki kabiliyet tümüyle MAHLUK olan bir kabiliyettir. Yoksa hâşâ kendisinden ALLAHIN HULULU değildir.
Bunu böylece bildikten sonra, bilelim ki…
Benliğimizin büründüğü bencilliği tezkiye ettiğimiz kadar, ruhumuz tasfiye olur. Bunun çaresi de bir çok türlüdür…
Yeryüzündeki birçok ekol, nefsin tezkiyesini yapmak için metodular üretmişlerdir. Her bir metot ayrı bir çalışmayı gerektirir.
Arınmak için İslam’da olan en büyük çalışma, öncellikle kendisine çizilen hududa riayet etmesinde yatar. Bu hududun içinde, emirler ve yasaklar yer alır.
Sonrası ise, ZİKİR çalışmaları en büyük etkendir.
Zira bir çok ekol de, et kemik bedenin (ZAN) ruh bedenin (ZEN) istek ve arzularının zıttını yaparak, seyrü sülükü isteyen müşterilerini HALVETE koymuşlar. Orada arındırmışlar.
En sonunda ruh uyanmış ve elini nefsin üzerinden çekmiştir. Tabi ki bu ruh, ZEN olan ruh değildir. Kişiliğin öz ilimiyetini hasıl eden ruhtur.
Sonra nefis ruhun peşine düşüp onu yüceltir. Bu çok meşakkatli bir iştir. Ve buna dayanan çok az kişidir.
Ama bundan öte, kişi zikirle hemhal olursa, ruhaniyeti mutlak benlik ile senkronize yaşamaya başlar. Öylece nefsi emareleri yavaş yavaş terk etmeye başlar. Çünkü kendisine ekilen kuvveleri güçlendirir, öylece bakış yönü ve istikameti değişir.
Onun için de peygamberimiz sav der ki; Allah’ın 99 ismi var, İHSA eden cennete girer.
İşte İHSA nın olması için, her bir özelliği zihinde günlük belli aralıklarla hafızada canlı tutmak ile gerçekleşir.
Bunun yolu da, her ismi, varlığını oluşturan NARİ VE NURİ katmanları göz önüne alarak, sayıları da buna göre tertip ederek saymakla gerçekleşir.
Saymanın esprisi ise, insanın derununu oluşturan NARİ katmanın varlıklarının melekûtuyla irtibat sağlamaması içindir.
Zira her şeyin, melekût denilen katman oluşturur. Her katmanın melekûtu da ayrı ayrıdır.
Toprak bedenin melekutu ayrı, NARİ katmanın melekutu ayrı, NURİ katmanın melekutu ayrıdır.
İnsan tümünü cami olduğu için, zikirlerini gerçekten plan dâhilinde uygulamak zorundadır.
İşte bizler, yapacağımız çalışmalarla, mutlak benlik ile irtibata geçer ve öylece bencilliğimizden arınarak, benliğimizin özgürlüğünü elde ederiz.
İşte kendi dünyamızı öylece nimete erenler gibi dizayn etmiş oluruz.