Benliği kaldırmak ayrı bir şey, benliği güçlendirerek Allah’ın desteğine ulaşmak ise, apayrı şeydir.
Benliği kaldırmak geçici rahatlama sağlar. Benliği güçlendirerek Allah’ın desteğine ulaşmak ise kalıcı rahatlama sağlar.
Anda kalalım diye sunulan tüm sunular, benliği kaldırmak suretiyle olur. Tabi bunun da dereceleri vardır. Kökten kaldırmak ise, zaten en zirvede bir hal olarak zor olanıdır. Bunun için de Allah’a imanı olup olmaması da önemli değildir.
Benliği kaldırmak HİÇLİK iken, benliği güçlendirerek Allah’ın desteğine ulaşmak HEPLİK’tir. Hiçlik FENA iken, heplik BEKA’dır.
İşte insan BEKABİLLAH seyri için var edilmiştir. HİÇLİK yani FENA anlık tatminle insanın aklını alıp ona tatmin verirken ve buna da AN’a iniş olarak tarif bırakılırken, HEPLİK yani BEKA, kişinin aklını iman ile destekler ve büyük bir güçle kendisini bulur. Öylece yeryüzünde ve semada güçlü olur.
Bunun için de ayette der ki; “VE EYYEDNAHU Bİ RUHUN KUDUS”, yani “ONU RUHUL KUDUS İLE DESTEKLEDİK”. Düşünsenize, hiçliği yaşayıp varlıktan el etek çekme yoktur. Ama hepliği yaşayıp iki cihanda sultanlık vardır.
Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz de der ki;
“Kuvvetli mümin, zayıf / güçsüz müminden daha iyi, daha üstün ve Allah’a daha sevimlidir.”(Müslim, Kader, 34; İbn Mace, Zühd, 4168)
Tüm ibadetlere bakın, benliğin güçlendirilmesi vardır. Benliğin yok edilmesi yoktur. Güçlü benlik olacak ama benliğini verenin Allah olduğunu bilecektir.
İşte B ب sırrı buradadır. Yoksa benliği ve kişiliği alınmış bir kişi, köle olmaya mahkûmdur. İslam’da böyle bir şey yoktur.
Tabi ki BENLİĞİMİZ güçlendikçe, BESMELE hatırımızda olacaktır. Öylece Allah’ın kuvvet ve kudreti ile kainata meydan okuyacak düzeye yükseliriz.
Onun için de deriz ki, Gerçek birey olmak istiyorsak insanın BENLİĞİNİ yakan, insanın AKLINI örten her çeşit yoldan uzak durmak zorundayız.
İşte TASAVVUF bunun yolunu sunar. Yoksa tasavvuf benliğini yok et demez. Tasavvufu öyle zannedenler, kesinlikle yanılıyorlar. Çünkü öylece iman ehli güçlü olur.
Bir tokat vurana diğer yüzünü çevirmez. Bir defa düştüğü çukura ikinci defa düşmez. Ebû Hüreyre”den (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Mümin, aynı delikten iki defa sokulmaz.” (B6133 Buhârî, Edeb, 83)
Bunun için de en büyük delil FETİH SURESİ SON AYETTİR. “Muhammed (SAV) Allah’ın Resulüdür; beraberinde bulunanlar da; inkârcılara karşı şiddetli, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları rükû ve secde ederek Allah’ın fazlını ve rızasını ararken görürsün. Onların nişanları, yüzlerindeki secde izleridir. Bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Sanki bir ekin yarıp filizlerini çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, derken sapları üzerine doğrulup boy atmıştır. Ki bu durum ziraatçıların da hoşuna gider. Allah’ın bunlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. (Ama onlardan, sonunda inadından ve inkârından dönüp) İman eden ve salih ameller işleyenlere Allah mağfiret ve büyük mükâfat va’ad etmiştir.”
Namaz, kişinin nuri muhammedi ile tam senkronize edilme hal ve hareketleridir.Görünürde basit bir kaç pozisyon görünür.Oysaki özde, kişiye nuri muhammedide lazım olan tüm kaynağı çekip getirmektedir. Onun için de kesinlikle kılınmalıdır. Öylece yüzdeki tanınırlığa kavuşur.
Ezan da buna çağrı olduğu için, adı ezani Muhammedi olmuştur. Nuri muhammedideki her oluş da BESMELE ile olmaktadır. Dolayısıyla her bir oluş Allahın EMRİ YARATIMI VE GÖZETEMİYLE olmaktadır.
Bazısı bu nuri muhammediyi tanrı sanmakta, buna ruhul kudus diyerek, ayrı bir güç sanmaktadırlar. Hatta hatta bazısı Allah’ı üçe bölmekte, baba, kutsal ruh, İsa diyerek üç kısma ayırmaktadırlar. Böylece müşrik olmaktadırlar.
Bazısı da tümünü TEK bilip hepsine Allah demektedir. Oysaki bu görüşte teşbihte hata olup kişiyi öylece küfre götürür.
Küfrün şeriatı veya hakikati diye iki ayrı yüzeyi yoktur. Küfür, küfürdür. Hangi noktada Allaha tenzihte şirk veya teşbihte şirk yaparsa yapsın, sonucu kişiyi Allahtan mahrumiyete götürür.
Zaten Allah zatı olarak tek ve tüm bunlar varlık kokusu bile almamıştır. İşte olay budur. Tüm yaratılmışlar, zat olarak varlık kokusu almamasına karşın, Allahın vechinden vechine diyebileceğimiz bir tarzda kendi nurundan bir tutam nur olarak, Allah’ın kendi kudret ve azametini seyir etmek için, sanal benliklerle donattığı mahlûkatıdır. Yani varlıkların sıfatları asla zati değil, subutidir.