Esma-ül Hüsna ile işaret edilen içeriklerin yani kuvvelerin dokundurma ile yani tabiri caizse ressamın fırça darbeleriyle yaratılan âlem, bünyesinde tüm bu isimlerle yöneltilmiş kuvvelerin cariliği söz konusudur.
İşte oluşan bu carilik ile Allah’ın yoktan var edişi yani yaratım başlamıştır.
Bu bir istek ile husule gelmiş ve kün emriyle oluvermiştir.
Mİşte Esma-ül Hüsna ile işaret edilen kuvvelerin Nuri Muhammedide zuhurunu oluşturduğu cilvelerle her ismin gölgesine yani yarattığı ayrı ayrı numunelerine rastlanılır.
İşte Esma-ül Hüsna ile tanıtılan kuvvelerin oluşturduğu cilveler sonucu yaratımı oluşan ve tüm âlemlerin tomurcuğu ve adeta tümel bir gölgesi olan insan, aslından yansıyıp kendisinde gölge bırakan Esma-ül Hüsna da zikredilen isimlerin zikirleriyle, yaratıcısı ile bağlantı kurmaya başlar.
Oluşan bağlantı ile, Esma-ül Hüsnanın bizzat her bir ismin işaret ettiği nurun içeriğinin kendisi ile işaret edilen kuvvelerin parçası yani cüzü veya kendisinden hululü yani yansıtıcısı olamaz.
Ama sahip oluğu BEN’lik yeteneği ile yaratım anında her Esma-ül Hüsnadan her bir ismin içeriğinin kendisine özgü bir nazariye ile kendisinde dokundurup önüne koyduğu yaratım alanı ile senkronize haline girip, kendisine nurani güç ve kuvveti çekerek, özüne yolculuğu hem afakına nazariyetini elde eder.
Bu senkronizenin gücüne göre de dünyada fiillerde bulunur.
Senkronizenin aşina gücüne de, rahim ismiyle tanıtılan ismin dokundurduğu fırça darbesiyle aşikâr olur.
Bu aşinalık her bir ismin içeriğinin zahir ettiği fırça darbesi kadar kişide, isimlerle kendisine dokunulan benliğin farkındalığını elde eder.
Bu farkındalığı sahiplendiği kadar da kendisinde bencillik oluşur.
Bencillik oluştuğu kadar da, kendisine fırçalarını dokunduran mutlak kudret ile iletişimi kesilir.
Bencillikten arınıp, sahibi olarak Allah’ı gördüğü kadar da, kendi nefsinin tanımasına nail olur.
İşte nefsini tanıdıkça, nefsinin içeriğini oluşturan fırça darbelerinin sahibini tanımaya başlar.
Öylece nefsini bilen rabbini bilir gerçeği aşikâr olur.
İşte kişi sahip olduğu bu güçler ile de âlemleri yönetir.
Gerçek iman ve kendisini var eden kuvveye ayna olmayı başaran ise, tüm âlemlere meydan okuyacak güçle donanır.
Kişide ani baskılama ile beliren güç, işte duygusallıkta zirve yapıp vehimden uzaklaştığı kadar, senkronizesi güçlenir.
Örneğin, Çanakkale Zaferinde seyit on başı, bu yaratım gücüyle oluşturduğu senkronizesi sonucu düşmanın gemisine mermiyi yollamıştı.
İşte bu güce kavuşan kişi ne isterse, tüm âlemlerde onu yapacaktır.
Bu güçle senkronize hali ile varlıklara yansıyan akıl melekesinin uyanıklık derecesine göre, her bir varlık diğer bir varlık ile tek tek irtibat kurup alışverişe başlar.
Senkronize halinin kaynağını ret ederek tüm gücü kendinden bilenler, kendilerini adını bırakamadık bir tanrı gibi görürler. Tüm güçleri istidraç olup, azaplarına azap katar.
Zayıf ruhlu kişilerde ona uyarak onun vehmi gücüne güç katarak onu daha karanlıkta kalmasına vesile olurlar.
Aynı şekilde senkronize olduğu kuvvelerin sahibini tanıyıp iman içinde insanlığa liderlik yapalar da olmuştur.
İşte bu şekilde imanli liderler de, insanlara güzellik yolunda ön ayak olurlar.
Her insanın hakkını kendisine sunarlar.
İşçinin alın teri kurumadan ücretini verin hakikati, işte burada zuhur eder.
İstidraç sahibi ise, insanları sömürüp haklarına ulaşmaktan onları mahrum eder.
İşte kötü ve iyi ruhlu kişilerin savaşı devam edip gidecektir.
Semandaki ne ise yere de o yağacaktır.
Semadaki yağmuru yere tertemiz indiren kullardan olmak ümidiyle…