Şu kudsi hadisi şerifi az açalım…
“Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu:”
“Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü’min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem.”
(Buhârî, Rikak 38.)
********
“Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim.”
Allah’ın velisi, yani Allah’ı kendisinden mutlak sorumlu olarak görüp öylece Allah’a dayanan kişiye derler.
Bu şekilde Allah’a zihnen dayanan kişi, Allah korumasına girer. Artık onun hamisi Allah olur.
Nasıl ki bir kişi, birini himayesine alıp onun garantörü olduğunda, artık dışsal bir saldırıda o kişiye karşı hamisi cevap veriyorsa ve kendisi kendisine rahat olarak yaşayıp günlerini geçiriyorsa….
Aynen öyle de, kişi kendisine Allah’ı garantör olarak bilip kesinlikle o bilince bürünerek yaşarsa, artık Allah kuluna sahip çıkacaktır.
Bu şekilde hakka rücu eden bir bilinçle yaşayan kişiye karşı savaş açan, direk Allah’a savaş açmış olur.
Zira birisi birine garantör olduğunda, ona karşı düşman bir savaş açarsa, direk garantör olan devreye girer ve savaşı kendisine yapılmış kabul eder.
Kulun bu bilince yani Allah’ı kendisine garantör yapması bilincine ulaşmasın da öyle durup dururken olamayacağı da kesin bir hakikattir.
Bunun oluşması için de Kudsi hadis devam ediyor…
“Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir.”
Kişinin Allah’ın garantörlüğüne girebilmesi için, öncelikle farz amelleri işlenmesi gerekir.
Farz ameller olmadan kişi kendisine Allah’ı garantör edemez.
” Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer.”
Farz ibadetlerden sonra kişi Allah’ın garantörlüğünü ekstradan yapacağı ibadetlerle elde hak eder.
Ekstradan ibadetlerle kişi Allah’ın sevgisine erer.
Zira ayette izah edildiği gibi kişinin duası olmadan Allah kişiye değer vermez.
” Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı,”
Kişi Allah’a çok yaklaşınca, artık kişinin dinlediği kulağı hakkın sedasıyla dinlemeye başlar.
Artık kendisinde Allah’ın yaratıp oluşturduğu sem’i, mutlak sem’ı sahibi ile senkronize olduğunda, ondan dinleyen mutlak kudret sahibi olacaktır.
Yani artık kişi nefsini ıslah etmiş ve Allah’tan razı olarak, rabbul aleminin rızasına ulaşmıştır.
Aslında zaten hakikat olan ferman, kişi yaptığı amellerle Allah’a yaklaşacak ve gerçek olan hakikat fermanını fark edecektir.
Öylece gücüne güç katmış olarak rabbinin himayesini hissederek yaşayacak.
“gördüğü gözü,”
Artık gözünün basiretini, yaratan olan Allah’ın mutlak basiretine teslim ederek yaşayacaktır.
Öylece gördüğü tüm varlığı, Allah’ın yaratım planında seyrederek, yersiz bir yaratımın olmadığının farkındalığına erecektir.
Öylece velisi yani garantörü olan rabbul alemine bakışını teslim etmiş halde yaşayarak, zirve zevke ulaşacaktır.
“tuttuğu eli,”
Rabbul erbaba yaklaştıkça, artık tuttuğu eli hakkın yarattığı fıtratla uyumlu bir halde halka uzanacak, kendisine yaklaştığı için kendi garantörlüğünü üstlenen rabbul aleminin isteği doğrultusunda elleri tutmaya başlayacaktır.
Öylece elleri kullara rahmetle uzanacak, artık kendisinden hiç kimseye hiçbir ihanet ulaşmayacaktır.
İşte böylece insanın yeryüzündeki fıtrat uyumu hedefine ulaşacaktır.
“yürüdüğü ayağı olurum.”
Ayaklar kişiyi yürüten temel organlardır. İşte yürüyen ayağı olurum derken, buradaki tevilin hakkını vermek zorundayız.
Yoksa bize bildirileni yanlış anlamlandırıp, somutlaşmayı yanlış yapıp gerçeğin uzağına düşeriz.
İşte burada bu benzetmelerin yapıldığı hakikatleri iyice derlemek ve öylece düşünmek icap eder.
“Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum.”
Garantör her zaman kendisine sığınanı koruyup saklar.
“Ben yapacağım bir şeyde, mü’min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüde düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem.” (Buhârî, Rikak 38.)”
Ölüm soğuktur. Aklı başında olan hiç kimse ölümü istemez. Zira tek tarla dünyadır.
Buradaki ölümden kasıt dünya ölümü diye düşünüyorum. Çünkü dünyada her ölen pişman olur.
“Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz biz ümmetini îkaz sadedinde bir gün:
‒“Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuşlardı. Kendisine:
‒ “O pişmanlık nedir yâ Resûlâllah?” diye sorulduğunda Efendimiz -sallellahu aleyhi ve sellem-:
‒ “(Ölen), muhsin (ihsan sahibi, hayır ehli, sâlih) bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artıramamış olduğuna; şayet kötü bir kişi ise, kötülükten vazgeçerek hâlini ıslah etmediğine pişman olacaktır.” cevâbını vermişlerdir. (Tirmizî, Zühd, 59/2403)”
Demek ki kâfir imansızlıktan, iman ehli ise amelsizlikten pişman olacaktır.
İşte hakikate erenler, bu gerçeğe bilfiil şahit olduklarından ölmek istemeyeceklerdir.
Demek ki dünyadan her ölen pişman olacaktır. Onun için de aklı başında olan hiç kimse ölmek istemez.