SECDE VE MELEKLERİN İNSANA SECDESİ

Secdeyi anlamak için varlığın kökenine bir göz atalım. Öylece secdeye ve secdenin içeriğine bir nebze yakınlaşmış oluruz. Allah’ın varlıkta izhar ettiği 99 diye tanıttığı kuvvelerinin açığa çıktığı mahal, İsrafillin suru diye tabir edilir.

Sekiz tane büyük melek vardır. Büyük melek yani tüm melekût üzerinde etkili anlamındadır. Sur terkipleşen manaların aktığı kanal demektir.

Olayın başında surdan akan tüm nakşedilerek terkipleşmiş manalar birbirini etkilemeye başlar. İki kanatlı, üç kanatlı, dört kanatlı, beş kanatlı, altı kanatlı veya çok daha fazla kanatlı yani kuvveli melekler oluşur.

Tüm bu kuvveli melekler Allah ismi aynasında seyrin oluşturur. Öylece her biri kulluğunun farkındalığına erer. Bu seyir, her bir varlığın kendinden kendine olacak şekilde bir seyirdir. Allah için ise, sadece yarattıkları vardır ve öylece nakşının ortaya çıkışı mevzubahistir.

Bir tutam nur üzerinde nakşedilelerek terkipleşen manalar, 99 mana kuvvesinin açılımı olan ve 18 bin âlem olarak izah edilen oluşumun, melek, cin, insan ve tüm kâinattaki varlıkları oluşturmaya başlar. İnsan da ise, 18 bin âlem dürülüdür. Öylece Allah’a yeryüzünde halife olmuştur. Öylece yeryüzünde Allah yaratımını Allah namına seyretme kuvvesine haiz edilmiştir.

Bunu bir örnekle açıklayalım; periyodik cetveldeki 114 atomu düşünün. Bir üst katman moleküler yapıyı oluşturur. İşte nasıl ki 114 atom, üst katman olan moleküler yapıyı oluşturur, aynen bunun gibi 99 esma kuvvelerinin övülmüş ve seçilmiş bir tutam nur üzerinde oluşturduğu nakış ile 18 bin âlemi oluşturur.

18 bin âlem ise, tüm varlıkların alt katmanıdır. Yani moleküler yapı nasıl maddenin alt yapısı ise, 99 esmalar ile işaret edilen kuvvelerin açılımı net olarak 18 bin alt terkibi oluşturuyordur. 18 bin alt katman ise, tüm varlıkları oluşturur.

Niye 99 kuvvesi ve 18 bin âlem? Daha az veya fazla olamaz mı? Bunu da bir örnekle açıklayayım; 1024 KB 1 MB’dir. Niye bu kadar? Çünkü sistem öyle işliyor.

İşte âlemler 18 bin alt katman olarak sayılırken, üst katmanlar asla sayılamaz. Çünkü açılımları çok fazladır. Sayıya sığamaz kadar çokturlar. Örneğin sadece 35 bin tür karınca vardır. İnsanın saçının her teli ayrı bir yapıdadır. Her varlık tümüyle ayrı şifreyle özgü olarak yaratılmıştır. Gel de say, mümkün değildir.

Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyetin seyir ettiği tüm kuvvelerde ve kuvvelerin oluşturduğu üst yapılarda fıtratlarını bozacak bir irade yoktur. Daha doğrusu özgür irade yoktur. Kendilerine verilen işi yaparlar. Yaptıkları işleri ise onların ibadetidir. Ve iradeleri, sahip olduğu iş dâhilinde bir dairede dolaşmaktadır.

Bir önekle konu az açalım; siz güzel tablo çizseniz ve hep siz seyir etseniz bu güzelliği başkasının görmesini istemez misiniz? Başkası da görsün sanatımı dersiniz. Görsün ki ben ne yapmışım diye seyirlere dalsın. Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet için bu mümkün değildir.

Altı tane değişmez sıfatı vardır. İçi ve dışı da yoktur. Peki, nasıl olacak bu seyir? Bir çözüm olmalıdır.  Evet, mutlak zat yani hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet çözümünü oluşturdu.

Eski âlimler ilim ehlini olaya yaklaştırmak için, tüm âlemlere hayal içre hayal diyerek örnek vermişlerdir. Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet, yedi subuti manayla kendisini seyir eder. Kendinden kendine seyir ettiği zatına Allah der ve yarattığı tüm mahlûkatında kendini öylece isimlendirir.

Kendi kendinin seyir mahalline hilafet edecek bir varlık yaratıyor. Hilafet ne demek? Bunu da bir örnekle açıklayalım; avukata vekâlet verdiğimizde avukat adımıza iş yapar olur. Yaptığı her şeyi biz yapmışız gibi değerlendirilir. Avukat avukatlığını yaparken, bizin vekâletimizle yapar.

Şimdi olaya yaklaşalım; Allah melekleri iradesiz var eyler. İradeye geçişte önce cinleri yaratır. Cinler de yarı irade vardır. Tam irade yani tam kapsayıcılık yoktur. İradeli bir varlık olarak beliren cinler hüküm etmeye başlıyorlar.

Nasıl var oluyorlar? Tıpkı melek gibi esma terkiplerinin oluşturduğu 18 bin âlemin sentezleri sonucu bir araya gelmeleriyle var edilirler. Onların mayalarına sıfatların belli başlı olanlarından ilim, irade ve kudrette işleniyor.

İşte varlık üzerinde tasarruf yetisini kazandıran bu sıfatlar bir nebze cinlere veriliyor. Daha önce var olan ve tüm varlığın aslı olan melekûtun ilk yaratılanı olan meleklerde, subuti sıfatlar verilmeden direk esma terkiplerinin oluşturduğu 18 bin üst terkiple oluşmuşlardı.

Kendilerinde sıfat âlemine uzanacak kuvve olmaksızın, mutlak kudretin kendisinden seyir âlemine serdiği sıfatlarla hareket alanı edinerek verilen işi yapıyorlardı. Kendilerinin direk kullanacakları ilim, irade ve kudret zuhuru mevzubahis değildi. Hak Teâlâ kendisine halife olacak varlıklara sıfat noktasıyla tecelli etti.

İşte cinler sıfatları yarı kullanarak hüküm sürmeye başlar. Cinlerin büyükleri ve en güçlüsü Ezazil isimli idi. Hatta tüm isimleri sıfatlar eşliğinde açığa çıkarabildiği için, ona meleki tavus dahi dendi.

Sonra, hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet diledi ki, ayna da ki tüm oluşumları tıpkı ayna gibi açığa çıkaran ve ayna karşısında aynayı seyir eden, tüm bunları da hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet adına, yani kendi adına seyir eden, hem bunun varlığını da aynada var olan mana terkipleriyle var edilmiş bir varlık var etsin.

Çok garip geldi. Melekler ve cinler nasıl olacak bu iş. Hafızaları almadı. Allah, ilk insan olan Âdemi yani atamızı, dünya yaratılınca üzerine koyup muhafazasına aldığı hamurunu kudret eliyle yoğurup ilk insanı etti.

Tüm isimlerini açığa çıkış sistemini onun hamuruna işledi. Âdem’e tüm isimler işlendiği için, sıfat âleminde ve zat âleminde seyir etmeye başladı tüm melekûtu.

Bu durumu gören tüm melekût ona boyun eğip onun yaptığı tüm terkip isteklerini oluşturmaya başlıyorlar. Bu duruma kendisine secde ettiler diye bize anlatıla geldi. Boyun eğmek demek, yani Âdem ne istediğiyse hemen terkip oluşuyor. İşte bu secde etmektir.

Nasıl ki Allah adıyla işaret ettiğimiz ve hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyetin kendini seyir mahallinde, melekût karşı atağa geçmeden boyun eğerek her dileneni açığa çıkarıyorsa, aynen bu yetki insana da veriliyor. İşte B sırrı budur.

Ama şunu unutmayalım hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet, İsrafil’in surundan geçirip hayat verdiği tüm müşahede âlemi bir düzen üzere var edilmiştir. Bu düzen asla değişmez. Buna sünetullah denmiştir. İşte İnsan tüm dehşet verici kuvveleriyle bu sistem içinde var olmuştur.

Eğer ki kendine verilen kuvveleri düzene uygun uygulamazsa, melekût gene de ona boyun eğerek işlevini yapacaktır. Bu Allah’tan bir emirdir meleklere. Secde hali sonsuza dek devam edecektir.

Ama ölümle birlikte dünyadayken Allah’ı tanımayan, kendisindeki gücü ve kuvveti kendisinden bilip Allah’ı inkâr eden veya kendisini ayrı, özgür ve hatta bir tanrı gibi gören, ölümle birlikte yeni melekût üretemez.

Dünyadayken üretilenler ile baş başa kalacaktır. Dünyada ürettiği ve kendisini içine hapsettiği melekûtlar, ona cehennem de zebani olurlar. Yani ateşini dünyada üretir ve oraya gider. Kimse asla kimseye zulüm etmez. Etme bulma dünyası derler ya.

Dünya sınav yeri olduğu için Rahman ve Rahim isimleri ölüme dek alınmaz.  Ama iman etmeyenden et kemik bedenin ölümüyle ondan Rahim ismi alınır. Ama Rahman gene de alınmaz. Çünkü yaşamı sonsuza dek devam edecektir. Eğer Rahman ismin manasının tecellisi kişiden alınsa, yok olacaktır.

Onun için de Besmeleyi her işe başlarken okuruz. Deriz ki bendeki göç benim değil, Rahman ve Rahim olan Allah’tan bana yansıyor ve benden tecelli ediyordur.

İşte bunu Allah’tan değil de kendinden bilen ve sahiplenen kişide ölümle birlikte Rahim’den mahrum kalır. İşte B sırrı diye halkın dilinde olan anlaşılmaz olgu budur.

Cinler sıfat âlemine kadar yükselebilirler. Ama insanlar zat ile seyir zevk haline erebilirler. Zat ile oluşan seyre miraç denmiştir. Seyir zat adına olup buna kabı kavseyn denilmiştir.

İşte bu haller anlatılır ki zikir ve tefekkür ile miraç tamamlansın. Eğer bu haller hiç anlatılmasa idi, nerden bilecektik. Yer, içer, çiftleşir, çiftlikte yaşar ve geçer giderdik.

Allah’ın sonsuz ve sayısız kuvvesi vardır. Seyir âlemine dahi koymadığı sınırsız sıfat ve esması mevcuttur. İnsan dahi bir mahlûk olup asla zatın parçası ve zatın yansıması değildir. Hem insanın açığa çıkaramadığı nice nice nurlar vardır. O yüzden kimseye Allah denilemez. Veya Allah’ın çocuğu veya parçası denilemez. Ama Allah’tandır denilir.

Bir hatırlatmada bulunalım; ben Allah’ım diyecek Deccal ve aveneleri. Dikkat edin ve öyle diyenlerden uzak durun. Deccal üremeleri hayli vardır. Kendisine mehdi diyen hatta hata İsa diyen dahi vardır. Veya kendisine resul diyen ve dedirtenler dahi vardır.

Her kim kendini bir şey sanırsa, o boş davuldur. Fenafillâha eren zaten utanır laf etmekten. Allah’ın nuru karşısında titrer ve kalbi göm güm atar. Rabbul âlemin, hak dininde ayaklarımızı sağlam bastırsın ve hiç kaydırmasın inşallah.

İnsan sahip olduğu veri tabanını genişletme yeteneğine sahiptir. Cüz i irade, külli iradenin kişinin içsel yeteneğine göre kendisinden oluşan fışkırmadır. Her kişinin kapasitesine göre, kişiden külli iradenin esma terkibinin kuvvesine ve baskın gücüne göre tezahürüdür. Yaptığımız müspet amellerle fıtratımıza göre cüzi irademiz genişler. Öylece rububiyet alanımız genişler. Sen fıtratını genişletirsen HU’nun senden tezahürü yükselir. Öylece zati seyir alanı genişler. Dolayısıyla Allah seni daha çok sever.

Zati seyir alanın daralıkça, Allah seni daha az sever. Senin duan ve yönelişin bittiğinde de Allah artık sana hiçbir değer vermez. Bu müthiş gerçeği fark edemediğimiz için kilitleniyoruz. Daha doğrusu rububiyetten ve melikiyetten yoksun, sırf ulûhiyet üzerine kulu olan tanrılık inancı, kişiyi kilitliyor.

Bozuk itikat ta genlere kadar işlenmiştir. Öylece nesilden nesile aktarılarak süre gitmektedir. Temizlik olmadığı için, bozuk plak gibi takılıyoruz. Sonuçta elimizde bir irade var ve bunu sonuna kadar kullanmalıyız. Sakın ha şeytana aldanmayalım ve demeyim elimizde bir şey yok. Allah bizi halife yapmış, daha ne isteriz.

Bu halifelik olayını iyi kavramamız gerekir. Bu da rab isminin kavranmasıyla oluşuyor. Nasibimizi inşallah genişletelim. İşte tüm mesele o aziz insan. Nasibimizi genişletip ilk saflığımızı her an hissetmek. Burada enel hak oluşmaz ama haktan geldiğimizin farkındalığına ulaşırız. İşte bu müşahedeye vardığımızda ve bunu hissettiğimizde tüm melekelerin bize secde ettiğini yani emrimizde olduğunu müşahede edeceğiz. Sonra istediğimiz şeyi de yapabileceğiz.

Her insan ve cinde Haris isimli bir meleke bulunur. Bu melekenin doğum yeri nefsi emmaredir. Bu melekeyi harekete geçirip süratlendiren yani melekleştiren kişinin esma terkibinde şeytaniyet açığa çıkar. Daha çok elde edeyim diye hırsa bürünür. Bu da kendisini boğdukça boğar.

Ama nefsi emmarenin dediklerini yapmayıp, aklına gelen fikirleri Allah ve Resulüne arz ettikten sonra uygulamaya geçerse, kişiliği oluşturan ve esma kompozisyonun da yer alan hırsı tetikleyen Haris isimli meleke perdelenir.

Şeytaniyetin tüm işlevi Haris isimli melekten yükselir. O yüzden, olayın mahiyetini tam anlamayanlar, şeytana melek demişlerdir. Hz. Âdeme secde etmeyen ilk varlık cindir. Çünkü Hz. Âdem yaratıldığında, yeryüzünde sınırlı ve yarı özgür iradeye sahip varlıklar cinlerdi. Haris isimli meleke ilk defa, yeryüzündeki tüm cinlerin büyüğü olan Ezazil isimli cinden açığa çıkmıştır.

Haris isimli meleke, her cinde olduğu gibi her insanda da vardır. Nas süresi son ayeti buna delildir. Çünkü insan, tüm esmaları cami bir varlıktır. Haris isimli o melekeyi kapatanın şeytanı artık muti olur. O yüzden Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimiz demiş ki; şeytanım Müslüman olmuştur.

İşte secde olayı insanın et kemik bedenine değil, senin teninde gizli olan ademiyet meşalesinedir. Bu âlemde var olan ademiyet meşalesi ise, Allah’ın kendinden kendine seyir ettiği hakikat unsurudur. Bu hakikat unsuru, insana sunulan büyük bir yetenektir.

Âdem ilk insani duyguya ulaşan kişi olduğu gibi, her insanda dahi saklı olan cevherin adıdır. O cevhere ulaşan kişi Allah’ın halifesi olur. Melekler ona secde eder. Ne zaman ki bedensel dürtülere yenik düşer, o zaman ikilemde kalır, yani şeytanı dinler ve dünyaya düşer.

Âdem, insanlığın babasıdır. Bir şahsın ismidir. İnsan şeklindeki varlıkta ademiyeti ortaya çıkması için vesile olan Allah’ın ilk yarattığı insandır. Bu cevhere melekler secde etmiştir. Bu secde maddeye yani ceset olan et kemik bedene değildir. İnsanlar da kendilerinde bulunan bu cevhere secde ederler. Kâbe’de metafta namaz kılanların seyrine daldığı bir hakikatte budur. Hayalen Kâbe’yi ortadan kaldır ve bu seyre sen de dal.

Secdede yokluğu hissetmek en büyük zevktir. Secdede yokluğun hissi ise şıpsevdi olmaz. Daimi namazı yaşayan kişi secdede miraç yaşar. Yoksa gecede yaşayıp fecre uğramayan namazda da gerçek zevki alamaz. Tat almıyor diye de terk edilemez.

Tıpkı dil tat fonksiyonunu kaybederse, kişi inandığı birinin yardımı ile tatlı veya tuzlu seçimini yaparak yemeğini yer. Manada da öyle… Kişi hissetmiyor ise fecri, inandığı Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimize tabi olup emir ve yasaklara riayet ederek yürür. Tadına varsa ne ala, ermezse bari o yolda olur.

Melekler Âdem’e secde etti. Melekler daha önce ise, yeryüzünün hâkimi olan cinlerin emrindeydiler. Ezazil o zamanlar yeryüzünün en büyük varlığı idi ve cinlerdendi. Sahip olduğu katman Nari katmandır. Bizler ise, toprak katmandan var edilip bizde nari ve nuri katman gömülü haldedir.

Burada bilmemiz gereken husus şu; toprak katmanından oluşan bizlere, Allah ruhundan üflemiştir. Buradaki ruh, bekaya bakış ve bekaya eriş için gerekli olan kuvvelerdir. İşte bu kuvve ile özünde mevcut olmuş nari ve nuri katmanın tüm kuvveleri insandan zuhur eder. İşte Ezazil bunu fark edemedi. Ama melekler bunu fark etti.  Ayrıca nari katman toprak katman üzerinde direktiflerde bulanacağı için, nuri katmana uzanmayan insan üzerinde şeytan yönelimlerde bulunur.

Şeytanın yönlendirmelerine maruz kalmamak için, bildirilen helal ve haram çizgisinde dikkatli olmak gerekir. Ancak bu dikkat ile nuri katmana uzanır ve şeytanın direktiflerinden arınırız.

Nari katmanın varlıkları secde etmediler. Boyun eğmediler. Onun için de insan, dünyada istediği kadar nari katmanın hafifliğini zen’sel olarak yaşasın, eğer Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimize imanı yoksa, tüm sahip olduğu hafiflik ölümle onu terk edecektir.

Ama Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimize iman edip melekuta götürücü amellere bürünülürse, meleklerini nimete erenler gibi inşa eder. Melekler secde etmiş, yani insanın iyi veya kötü amellerine bakmaksızın, ondan kuvveden fiile doğru açığa çıkar.

Biz bunları genel olarak görmeyiz. Ama bazen de görürüz. Örneğin bir kişinin gözü önünde bir şey yersek, o kişinin gözü içinde kalırsa ve vermezsek, onun ruhunun melekûtunu devreye sokmasıyla, bizi incitecek melekler oluşturur. Rüyada köpek saldırısına veya yılanların saldırısına uğrarız. Bunun sebebi o kişiden bize yönelen melekelerin musavvir gücüyle etkisine almasındandır. Uyku ölümün kardeşi olduğu için, o oluşan azap meleklerine şahit olmuşuz.

İşte dünyadan ölümle beraber, dünyada oluşturduğumuz tüm bu yapıları görmüş olacağız. Onun için yaptığımız amellere dikkat edelim. Ya zebanilerimizi oluşturuyoruz. Veya cennet sefasına vesile olacak meleklerimizi önümüzden gönderiyoruz. Melekler secde etmiş ve amellerimizin karşılığı olarak karşımıza çıkacaklardır.

İnsan Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve her şeyin melekûtu Allah’ın elindedir. İnsan da Allahın halifesi olduğu için, Allah hükmü dâhilinde, melekler insanında emrine verilmiştir. İşte fırsat elimizde ve bu fırsat ölümle sona erecektir. Ölümden sonrasını nimete erenler gibi inşa etmek nasip olsun.

Yorum yapın