TESLİMİYETİN YOLUNDA BİR NEFES

“Men talebe vecede”… Kim talep ederse, talebine muhakkak ki elbette ulaşır. Bu kaidece talebimizde asla geri adım atmayalım emelimize kavuşalım. Bu işlev zahiri dünyada nasılsa, manevi dünyada da aynıdır.

Yol kaideleri bakımından manevi yolcuk, zahiri yolculuk gibi değildir. Zahiri yolculukta akıl mantık süreciyle bir oluşum ve gelişim söz konusudur. Manevi yolculukta ise, İman ve teslimiyet ile yol yürünür.

Prensip bakımından manevi yolculuğu maddi yolculuk gibi addedersek, mantık ve felsefe içinde kalırız. İyi bir filozof dahi olabiliriz. Ama okuduklarımız ile asla bütünleşemeyiz. Dolayısıyla da içsel ruhtan mahrum olarak kalacağız.

Onun için de illaki bir manevi rehber şart görülmüştür. Her hal ve şartta ona teslim olmuş bir gönülle hareket edip öyle yoldaki tüm hendekleri aşma hedeflenir. Zira yolda öyle gizli hendekler vardır ki, akıl ile tespit edilmesi mümkün değildir. Ancak teslimiyet ile bu ahval aşılır.

Bizim mürşit olarak tanımladığımız ve hayatımızın manevi alanını dizayn eden rehberimiz… Her ne kadar bazen nefsimizin hoşuna gitmeyen bazı hususları bize dikte etse de, o hal sadece arınmamızla ilgilidir. Belki başı acı gelir. Ama sonu en zevk veren tatlılıktır.

Tıpkı doktorun verdiği acı ilaçlar gibi… Acı şuruplar mide bulandırır. Ama sonrası sağlıklı ve cefasız bir yaşam olur. Onun için de acıya katlanır kişi…

Madde platformunda yaptığımız yürüyüşümüz misali her zaman yapılan iddia insanı vurur ve geri bırakır. Onun için de, işin akışına kendimizi bırakarak ibadetlerimizi hayata yayarak iddiasız bir şekilde yaşama tutunmalıyız. Öylece kalbe mutlak teslimiyet hissi daha da yoğunlaşır ve kişisel sezgi halleri yükselmeye başlar.

Gerçekten de dünya halleri insanı kalbine inmesine engeldir. Ama planlı bir zikir çalışması ile kalıbın ve kalbin kıvamı korunur. Öylece ayağı kaymadan fıtratta kalır. En büyük çalışma, Allah’ın zikridir öylece tasviye olan kalp, artık nefsi kıvamda tutar.

Yoksa nefis, insani varlıkta bir başıboş şoför gibi olur. Bir de patronun sözündeki şoförler olur. Patron şoförün emrine girerse, köşe bucak gezdirir. Tatillerde dolaştırır. Malını tüketir ve iflas ettirir. Ama şoför patronun emrindeyse, patron onu kazancı yönünde kullanır. Onun da maaşını verir ve mahrum etmez.

İşte nefsimiz kalbimizin emrindeyse, kalbimiz nefsimizi helal yollardan kendisine tadımlıklar da verir. Yedirir içirir zevklendirir… Ama kalp, nefsin emrine girerse, her türlü günahta zevklenir, kalbi kendisine köle eder. Esfel-i safiline iner. İşte zikir okuyan kalp güçlenir, nefsin etkisinden azat olur.

Arınma iki türlü olur. Çilehanelere kapanıp nefsi körelterek… Artık kalbin sesi nefsi aşar. Veya direk kalbin sesini yükselterek nefsin sesini kısık bırakır. Bazı mana yolları, çilehaneleri seçip nefsi körelterek yola koyulur. Bazı mana yolları da, kalbin sesini zikirle yükselterek nefsi geride bırakır.

İkinci yol daha kolaydır. Ama bunda da mutlak teslim olacağı bir mürşidi olmalı ki; kalbin sesini yükseltirken, ortaya çıkan marazları devre dışı etmek için. Burada plan üzere bir çalışma ile yola koyulmalıdır kişi. Öncellikle ayet hadislerde geçen korunma zikirleri, şeytanın sesini kısmak gerekir.

Esma-i hüsna zikirleri ise, rububiyet planını geliştirmek içindir. Öylece zikre başlanır. Öylece bizi Allah korur. Yoksa kendimizi savunmasız bırakabiliriz.

Kişi diyebilir ki, tümü Allah zikirleri, ben neden kafama göre zikir okursam, zarar göreyim… Deriz ki, tüm maddeler de Allah yaratığı, sen neden ilaçları üretirken, ilaca katacağın ver bir kimyasalı farklı oranlarda karıştırıp ilaç yaparsın? Hakkı verilmeye ilaç karışımları nasıl ki insanın varlığına zarar, yapılan zikirler de öyledir. Dengeli ve sünneti seniyyeye uygun olmalıdır.

Her birimiz içimizde bir nükleer santralı gibiyiz. Yakıtı da biz üretiyoruz. Güçlendikçe zaten korunacağız Biiznillah…

Acizane hazırladığımız birkaç zikir planı mevcuttur ki dileyen kişi dilediği sistemi uygulayarak gönül huzuru rabbine yönelebilir. Hazırladığımız zikirleri ise, plan dâhilinde hazırlamışız. Okunmasında Biiznillah hiçbir sakınca söz konusu değildir.

İnsan tıpkı bir yumurta içindeki içerik gibidir. Eğer ısısını dengeli alırsa civciv olur. Yoksa kabuk içinde civciv ölür. İşte tüm amellerde aynen öyledir. Dengeli ise korunur. Yoksa kaybeder.  Psikolojik vaka olarak tarihin tozlu sayfalarında kaybolup gider.

Murşid talebesini manevi alanda eğitirken birçok yolu dener. Kişin sahip olduğu meşrep ve üzerinde titrediği hassasiyetleri kendisine unutturmak için elinden geleni yapar. Eğer ki her hal ve şartta teslim ise ve gönlünü hiç bozmadan baş üstüne derse, nefsii emmaresi oracıkta körelir ve kalbin sesi yükselmeye başlar. Ayrıca eğitmen, bazen çok saçma bir şekilde de iktibasta buluna bilir.

Örneğin… Der ki suyu çiğneyerek iç, o da der ki içinde, su mu çiğnenir. Öylece alay ettiğini sanıp içinden tebessüm eder veya eğitmenini küçümser, öylece tüm ruhi irtibatını kaybederek manaya inen öz yolunu tıkar.

Velhasıl mana yolculuğu ayrı bir şeydir. Mesele, özdeki teslimiyet melekesini uyandırmaktır. Yoksa bilgi hamallığı ile kimse bir yere varamaz. Eğitmen hiçbir zaman, işin başında kimseye; direk şunu yap veya yapma demez. Çünkü kişi kendi uyanırsa, işe yarar. Yoksa sadece takliden bir şeyler yapar. Bu da onu arındırmaz.

Onun için de mana yolcuları için eğiticisi, sadece yol güzergâhını tarif edilir ama yap veya yapma diye bir şey yapmaz. Ta ki uyanışa ramak kala… İşte ramak kala da keskin görevler verir… Ama gene de çaktırmadan verir. Yoksa gene de tekliden olur ki gene mutlak uyanışa geçemez.

Zaten çaktırırsa, asla işe yaramaz. Anlık Konuma göre değişir. Dikte ettiği husus; basit bir şey de olabilir… Ağır bir şeyde olabilir… Nefsin anlık temayülüne göre olur. Zaaf ve istikametine göre değişkenlik gösterebilir.

Hatta hatta bazen bir haramı bile daha yüksekte sıçratması için önerebilir. Örneğin; Şems’in Mevlana’yı içkiye yollaması gibi… Burada maksat içkiyi içmek değil, son virajı aldırmak ve mutlak teslimiyet melekesini faal etmektir.

Bir gün bir derviş, son virajı, alakasız bir kızla evlen denilerek denenir. O da lam cim etmeden tamam der. Sonra da yolcular. Zerre kadar kalbine bir şüphe koymaz. Bu hal onun ruhunu yükseltir.

Bir defa da birine suyu çiğneyerek içsene diye birine göre verilir. O da alay eder ve o anda melekesi örtülür.

Yani keskin dikteler son virajda verilir. Sonrası ise işin başına döner. Veya geçip dairesini tamamlar. Son viraj, nefiste kalan son kalıntıları silmekle gerçekleşir. Ama son viraj, çok keskin olur. Bunu geçen kişiler elin parmaklarını geçmez. Çünkü nefis baskındır. Kişiyi özle bütünleşmekten alıkoyar. Yani tabiri caizse gururuna yedirmez ve öylece sakıt olur.

İşte esas mesele; mutlak iradeye kendini salıvermektir. İşte bunun için de emek gerek…

Yorum yapın