Nefis direksiyonda şofördür… Şimdi konuyu izah edelim…
Dikkat ettiyseniz “ben” diye bir iç duygu olan varlık mahallimiz vardır. Ve bunun ne olduğunu da asla göremeyiz. Ama ben derken elimizi göğüs kafesimizin tam ortasına götürürüz. Sol göğsün altında kalp, sol göğsün üstün de sır, sağ göğsün altında ruh, sağ göğsün üstünde hafi, nefes ile yemek borusunun kesiştiği noktada da ahfa yer alır.
İşte bu beşgenin tam ortasına iman tahtası derler. İçeriğinde benliğimiz ve tabii ki benliğimizin büründüğü tüm inançsal duygular yer alır. Aynı sistem, et kemik bedenin devamı ikinci bedenimiz olan ruh bedenimizde de mevcut.
Bir de alnımızın ortasında nefsi natıka yer alır. Nefsi natıka, nefsin tutunduğu mahal olup, genel olarak akıl bazlı çalışır ve onun da tutunduğu mahal “ben”lik merkezidir. Genel olarak beyin ve bağırsak bazlı olarak kişiyi yönlendirir. Çünkü gözünü bunlarla hayata açmış ve benliğe bu yönde hazlar yaşatır.
Lakin benliğimiz, iman kuvvesine bürününce, işte o zaman nefis; akıl melekesini imanın emrinde kullanarak, beyin ve bağırsakların kisvesinden çıkıp, benliğimizin yönlendirmesi ile iman bazlı olarak gelişmeye başlar. Çünkü nefis, her zaman uzun vadede kendisi için en iyi olanı seçer.
İman bazlı olaylara baktığında, bakışı genişler ve artık sonsuzluk diyarında mutlu olmak için benliğe direktif verecek ve bedensel zevkler kendisine acı gelmeye başlayacaktır.
Benliğimiz varlığımızın temel hüvesidir. Birçok cihetle yol alıp gider. Lakin tümünü nefsin arzu planı dâhilinde çizer. Çünkü nefis, özü itibarıyla kişisel algılama ve isteme dürtülerinin temel mahallidir. Ve kişisel pilottur. Çekip götürür tüm duygularıyla kişilik trenini…
Nefis, “ben”lik mahalline varlık şuurunu aşılayan temel kişilik hüviyetidir. Yani nefis, her bir varlığın kendisine özgü olan öz hüviyetinin algılama ve algısını fiiliyata yönlendirme merkezidir. Nefis denilen kişisellik merkezi, her “ben” sahibi olan her bir varlıkta yer alır ve öylece kişinin yaşayabilmesi için kişiyi yönlendirir ve çekip götürür.
Her bir nefis, sahip olduğu algılama oranına göre de kişinin ruhunu şekillendirip yaşam alanında yerini alır. Bu algı merkezi genelde anlık keyfiyete göre çalışır. Tüm zevkleri bizzat nefis hisseder. Onun için de her zaman zevk mahalli nerede ise, oraya yönelir. Lakin zevki “ben”lik adına tadar.
İşin aslı, “ben”lik bizim hüviyet alanımıdır. “Kalp” kişilik padişahıdır. “Sır” kişilik ilham merkezidir. “Ruh” kişilik enerji mahallidir. “Hafi” kişinin tadını alma merkezidir. “Ahva” kişinin yaptığı işle bütünleşme merkezidir. “Nefis” ise tümünü sürüp götüren ve tüm zevk veya azabı hisseden merkezdir. Kişi tüm bu duygu merkezleri ile kişidir. Ve tüm bu duygular ebede kadar kişi ile kalacaktır.
“Ben”lik merkezimiz ise, birçok yerden ilim alır. Lakin algı merkezi olan nefis, et kemik bedenin isteklerine göre kişisel yaşama yön verdiğinde, işte o zaman akli doneler veya aklıyla çözemediği halde kendisine itimat ettiği birine uyarak yani iman ederek edindiği yol kendisine örtülür. İşte bunları nefis, zevk elde etmek için muhakeme gücünü kullanarak yapar.
Şeytan ateşten yaratılmış ya, peki nefis neden yaratılmış?
Her bir varlığın nefsi olduğu gibi cinlerin de nefsi vardır. Zaten o zaman ki cinlerin lideri oluşan Ezazil, nefsini tezkiye etmediği için nefsine uyup kibre bürünerek Âdem’e secde etmediği için şeytan olmuştur. Dolayısıyla nefis, herhangi bir şeyden yaratılmamış olup, soyut bir kavram olarak, her bir varlığın algı merkezi olarak kişiyle birlikte var edilir.
Nefis toprak olsa bizle uyum içinde olur. Neden uyum içinde değil?
Aslında nefis, algı merkezimiz olarak her zaman kişiyle uyumlu yaşar. Lakin kişi iman edip sonsuzluğa yüzünü çevirince, işte o zaman nefisle savaş başlar. Çünkü bize akıl sınırlarının dışında kalan bir bilgi gelmiş. O da sonsuzluk ilmi. Algı merkezimiz de et kemik beden de gözünü açtığı için, burayı esas sanır. Lakin akıl sınırlarının ötesinde var edilen yaşamın olması ihtimali veya dünyanın içindeki tüm haşmetiyle altmış yetmiş yıllık bir ömür için olamayacağı idraki ile algı noktamızı zorlamaya başlarız.
Şeytan sadece fısıldarken bu nefis apayrı bir şey mi?
Nefis, toprak beden den yaratılana topraktan fısıldar, ateşten yaratılana ateşten fısıldadığı gibi. Ne demişti Ezazil, ben ateşten yaratıldım sen ise topraktan, dolayısıyla ben senden üstünüm. Öylece Ezazil’in nefsi o noktadan Ezazil’e saldırdı ve ayağını kaydırdı. Bizde de topraktan var edilene bedenimize, toprak yaratılan nesneleri tatlı gösterip peşinde koşturur. Oysaki ruhaniyetteki zevke erende, artık toprak mahsullerinden gelen zevkleri gözü görmez olur. Ve tezkiye olmaya başlar. Algı noktamız tüm gördüklerine rağmen gene de et kemik bedenin dürtülürüne kayabilir. Zira et kemik beden içinde ana algılamasını edinmiş ve yaşama bakıma öylece başlamıştır.
İşte bu noktada biz dirayeti elimize alıp bedenin algı merkezini değiştirerek nefsimizin istek mahallini değiştirebiliriz. Bunu da ancak kalbi güçle kolayca elde edebiliriz. Kalbimizi de ancak zikirler ile güçlendiririz. Çünkü varlığımızın komutanı kalp olup benliğimizin ana eksenini kalp belirler. Zikirle güçlenen kalp, benliği emrine alıp, nefis üzerinde hükümran olup istediği yönde şekillendirir. Şekillenen nefis ise, tezkiye olup benliği artık istenilen istikamette yürütür.
Veya kalbi ihtiramla benliğini tabi olduğu fırkanın cihetiyle süsler ve nefsini öylece yönlendirip istenilen her bir konuyu rahatça elde eder. Bu hal tüm dünyevi bilim dallarında veya mesleki eğitimlerde veya askeri veya siyasi her bir dalda aynı şekilde gelişir. Kalp bağlı olduğu done ile güç kazanır, benliğe direktif verir, oradan direksiyonda olan nefse arabayı sürdürür.
Yedi başlı ejderha gibi bir şey mi?
Nefis yedi başlı ejderha gibidir. Çünkü çok yönlü olarak çalışır ve her zaman zevk duyacak şekilde arabasını sürer.
İnsanın her an içinde ve her an insana muhalefet mi ediyor?
Her an direksiyonda olup, kişi az bir gaflete daldığında, otomatik olarak et kemik bedenin dürtülerine geri döner. Onun için de et kemik ölümüne kadar kalbimiz uyanık olmalı ve şoför uykuya daldığı anda hemen uyandırmalıyız. Yoksa sahte bir zevke doğru arabasını sürüp bizi helak edebilir.
Ve insan ölünce ruh, bedenden ayrılınca nefis beden de mi kalacak?
İnsan ölünce yani et kemik bedeni terk edince, aynı şoför yeni bedende direksiyona geçecek ve dünyada sürdüğü yolun getirisini yaşayacaktır. Benliğimiz de eli mahkûm nefse tabi sürüp gidecektir.
Bedenle birlikte mi cehennem de yanacak?
Evet, nefi oradaki beden de direksiyonda olarak tüm azabı tadan varlığımızın damağı olarak sonsuza dek bizim algılama merkezimiz olarak bizde kalmaya devam edecektir. Zaten bizim bir duygu mahallimizdir. Nasıl bizden ayrılsın ki?
Her nefis ölümü tadacaktır diyor ya ayet, demek ki o da bizle ölecek. Peki, akıbeti ne olacak?
Evet, direksiyonda nefis olarak damakta tadı alarak sonsuza dek bizim bir duyu merkezimiz olarak kalacaktır.
İnsan cennete gidince nefis onla olmayacak anladığım kadarıyla. Çünkü tüm kötü duygular, cennette olmayacak. Ebedî olarak Allah yok mu edecek yoksa ebedî olarak eğer cehennemlikse cehennemde mi yanacak?
Hayır; nefis denilen duygu mahallimiz cennette olacak ve öylece cennetteki zevklere muttali olacağız. Dil damak olamadan zevk alınır?
İnsanın asıl ruhu mu girecek Cennet ya da cehenneme? Peki, bu bedenler ne olacak?
Ruh derken birçok şeye ruh demişiz. Cennet veya cehenneme giden “ben”imiz, ortama göre bedenleşerek girecek. Bedensiz bir şekil olan “ben”, yaşam elde edemez. İllaki bir bedene mecburdur. İşte bu “ben”e de ruh denilmiştir. Et kemik bedenin devamı olan bedene de ruh denilmiş. Sağ göğsün altındaki üflenilen sonsuzluk hissine de ruh denilmiş. Ruh ise rabbinin emrinden bir emirdir. Mahiyetini ancak Allah bilir.
Veya nefis insanın şeytanı mıdır?
Bu izahlardan anladık ki, nefis şeytan olmayıp, her bir nefiste var edilen temel duygulardan biridir. Ve tüm duyguların şoförlüğünü yapmaktadır.