-F-
- Farz ve haramlar senin arınman içindir. İnsanı bedenselliğe gömen her türlü söz, fiil ve davranışlar günahtır. Alt sınırları büyük günahlar diye tarif edilmişlerdir. İnsanı beden kaydından kurtarıp asgarî cennet yaşamına erdirmek için de farz olan emirler teklif edilmiştir.
- Dünyevi yaşam gereği oluşan sosyal toplulukların tümü, dünyada kalır. Kimsenin kimseye zulmetmediği bir dünya, hayal edilen bir dünyadır. Bu da ancak, ferdin kendisini rabbine teslim etmesiyle mümkün olur. Bu teslimiyetin oluşması ancak, gönle girip insanların hakka olan teslimiyetlerini fark ettirip onlarda fethi kebiri gerçekleştirmekle mümkün olur. Dikkat edin ki İslamda kuşatma yoktur. Sadece ve sadece fetih vardır.
- Kişi kendinden kendine firar etmedikçe, Yedi kat yerin altına da girse, Yedi kat göğe çıksa da, gene de dünyasında yaşar.
- Bizim dünyamızda fırkalaşmaya mahal yoktur. Saf Allah yolu Ve Muhammedi bir nefer olmak tek gayemizdir. Müslümanı Müslüman olduğu için sevmek en büyük hazinemizdir. Fırkalaşmaya tekme vurmak ve özle buluşmak temel idealimizdir.
- Dışarda arayan zaten yabanda kalır. Tende arayan yanda kalır. Canda arayan canda kalır. Ruhta arayan Ruhta kalır. Hafide arayan hestide kalır. Ahfada arayan ise terki terk te bulunur. Ve geçmişine büyük bir tebessüm eder. İşte bu yağın enerjiye dönüşümüdür. Ve Uyanış için Fecre ulaşmaktır. Dur iş bitmedi, daha yeni fecr oldu.
- Çoğu kişiler tam fakr sınırına gelmişken geri dönmüş ve tekrar zengin olmuşlar. Yazık emeğe… Fakr bencilliksiz bakıştır Fakr esas benliği buluştur. Fakr olmadan insan bir boştur. Bazısı fakra dünya fakirliği ile ulaşırken, bazısı fakirliğe dünya zenginliği ile ulaşır. Kullu hakkında en iyisini bilip tayin eden ise Allah’tır. Kul Allah işine karışıp başka yönlerde fakrı zenginlikte yaşamak için ilhah ederse, Sa’lebe gibi tard olur.
- İlmi-HAL ve akaidten bilgi paylaşmak başka, gönülden bulup dem vurmak bambaşkadır. Anımsatacağımız konu herkesin bilmesi gereken akaid ve ilmi-HAL konusu olmalıdır. Çünkü… Allah’ı hakkıyla tanımak ve tasarrufunu anlamak her insana farzdır.
- Herşeyini yoluna feda ettiğin sana sırıtıp durursa, Sen zihnen ve fehmen bitersin. Hiçbir düşüncen etrafın takılmadığında ise, bil ki solmuşsun.
- Tüm pozisyonların fenasını yaşayan kişi her varlıkla iletişim kurabilir. İşte hayvan dilini konuşanlar öylece konuşur. Hatta hatta nebatat da öyle… Cin, melek ve felekle dahi konuşma bu makam iledir.
- Arkadaş demiş ki bu fakre, için için. Anlamsız ve devriktir cümlelerin senin. Dil bilgisinde cahilim çalışmıyor beyin. O yüzden devriktir cümleleri kardeşinin.
- İnsan biriyle konuştuğunda veya birini düşündüğüde ikisinin şuur dünyası farkında olmadan alış veriş ederler. Tabii ki her insan elinden geldiği kadarı ile mesuldür. Eğer ki kişinin niyeti günahkâr/negatif yüklü kişiyle, sadece ihtiyaç kadar beraberlik ise, kişisel şuur kendini korumaya alır ve ihtiyacı dışındaki verileri görmezden gelir. Aslında insanın şuur dünyası değişik bir şey ve çözülmeyi bekler. Ya çözelim veya çözenlere kulak verelim ki, önümüzdeki görünmez olan gedikler aşılsın.
- Âlemler rahmani bir nefestir. Rahmani nefeste Allah’a halife olarak yaratılan insanın da verdiği nefes, Rahmani nefes olmalı. Buna binaen Rahmani nefes ile nefes etmeyip şaytani nefese bürünen insandan asla dost olmaz. Çünkü değişmez bir kaide vardır ki, o da şudur; “kişi dostunun dini üzeredir.”
- Deseniz ki ben şu şahısla sadece şu konuda birlikte olacağım. Bu durumda insanlık şuuru sadece o konuda o kişiyle alış veriş eder. Ama siz sınır bırakmazsanız, insanlık şuurunuz tümüyle onun insanlık şuuruyla iletişime geçer. İstenmedik bir sürü bilgiyi içsel dünyasına akıtıp şuurunu çöplüğe dünüştürür. O yüzden yapılan her işe niyet son derece önemlidir. Niyet, insanlık idrakının bir işe odaklanması için, kişi için en hayati meseledir.
- Diyelim ki evden çıktınız ve işe gidiyorsunuz… Deseniz ki ben bu gün işyerinde sadece işim için ne gerekliyse onu yapacam. Bunun dışında herhangi bir kişiyle herhangi bir alış veriş yapmayacağım. İnsani şuurumuz hemen kendini kitler iş münasebeti dışında, başka hiçbir şeyi iş arkadaşlarından almaz. Ama siz insani şuura bir sınır çizmeden işe giderseniz, her gördüğü kişiden etkilenir.
- Tüm mesele iradenin sahibi olmandır. Kendini korumaya al ve gereksiz olan dış etkilerden korun.
- Özellikle dikkatleri üzerine çekmek isteyen, farkında olmadan kendini ateşe atıyor. Dikkat çekici dediğimiz şeyde, zaten burada insani şuur, kendini herkese tam açar. Çok tehlikeli bir durumdur. Düşünsenize insani şuur der ki, ben tüm insanın şuurlarını etkileyip üzerime celb ederek çekeceğim. Burada da başka bir sır daha vardır ki, o da; kişinin hangi konuda dikkat çekilmek istediğidir.
- Feryad-u figan eden kaybeder. Ağır olup Sabreden isteğine erer. İnsan gerçekten aceleyle ister. Bu hileyle şeytan arana girer
.
- Peki, ikiliği kaldırmak ne demektir ve kaldıran var mıdır? Irmak ve balon üzerinden bir örnek verelim. Irmağın suyu ile doldurulup ağzı kapatılıp tekrar ırmağa konulan bir balon düşünelim… Gerçekten balonu somut olarak patlatıp dereyle birleştirmekle mi ikilik kalkar? Hayır, bu mümkün değildir. Çünkü seyir eden sanal benlik sonsuza dek var olacaktır ki Irmağı Sevr etsin. o zaman ikiliğin kaldırılması şu demek oluyor… Balonun içindeki su der ki ben ve ırmak aynı maddeden oluşmuşuz. Benim gibi oluşan sayısız balon da aynı ırmaktan ve aynı benim gibi oluşmuş. O zaman kendimi onlardan ayrı görüp ve hatta bağımsız bir varlık gibi göremem. Bende ne varsa tüm balonlarda ve ırmakta da aynı şey var. O zaman kendimi onlardan ayrı görmek yerine, birimde şöyle bir nazar oluşursa… ” Irmağın suyunun girdiği ve her birisinin bir sanal benlik oluşturduğu ve benim suyumla aynı olan ama balonların kıvrımlarına ve renklerine göre değişik suret alan diğer balonlardaki suların özelliklerini seyir edip (afakta), kendi su özelliklerimi de keşfedip (enfusta) ve sonra ırmaktan olup herhangi bir balon altında kayda girmeyen, yani kayıtsız olan suyun özelliklerini benimseyeyim (Allah boyası)”. Ve şayet bu benimseme oluşursa ikilik kalkar. Bu benimseme oluşsa da, olayı seyir eden balonun içindeki sudur. Balon patlaması budur. Yoksa balonun gerçekten patlaması asla söz konusu olamaz. FENAFİLLÂH olayı da bunun gibidir.
- İzlemeyelim ve izletmemek için uyaralım… Severek izlediğimiz ama bizi bizden alan bir şeytanlık… Dini içerik adı altındaki filmlerde peygamberler veya sahabeler yerine oynattıkları artistlerle, halkın bilinçaltlarında bulunan peygamberler ve sahabeler hakikatini silip yerine o artiklerin şemaillerini yerleştirdiler. Öylece peygamberler ve sahabeler ile oluşan tüm manevi bağları koparttılar. Halkın tüm manevi duygularını yerle bir ettiler. Artık Hz. Hamza derken veya Hz. Kaka derken kavuk takıp ata binen ve ellerine kılıç alan o artistler gönüllerde canlandı. Hatta hatta Medine deki kabirlerinde dua ederken Hz. Hamza’ya, filmdeki kişinin şekli kalbe gelip o kişiyle manevi irtibat sağlandı. Hz. Eyüp derken, filmde oynayan artiste bilinç tanıştı. Evet, işte kalp tüm rabıtasını kaybetti ve odun gibi ortada kaldı. Sahabeleri ve peygamberleri konu edinip onların yerine artistler giydirip sunan filmleri izlemeyelim ve izletmeyelim. Onlar yerine mesela akasya durağını izlemen senin için daha hayırlıdır. Birinde zamanını boşa harcarken, diğerinde tüm manevi duygularını kaybedersin. Severek izlediğimiz ama bizi bizden mahrum eden çok büyük bir şeytanlık. Maalesef o dini! Filmlerden sonra, halkın peygamberlerle ve sahabelerle olan kalbi rabıtaları kaybolup gitti. Aynı filmleri tekrar tekrar izleyerek adeta hafızalarımızda o artistler melekeleşti. Anlatırdı kitaplar, düşünürdük sahabe ve peygamberleri, kalbimiz huşu ve huzur dolardı. Şimdi izleriz filmleri ve o artis karakterleri o şahıslar zanneder bilincimiz, onlarla kurar rabıtayı ve kalbe derin bir hüzün iner. Çünkü kalbe o artistlerin haleti ruhiyeleri bize yansımış ve artık onların günahları ile melezlemiş oluruz Hiç de bunun farkında olmayarak, güya dini bir filim izleyip sevap kazandık sanırız. Oysaki o filmlerdeki kişileri canlandıran artistler, arka planda her türlü günahla el ele ve hatta dinle alakası olmayan kişiler de olabilirler. Nitekim ÇAĞRI FİLMİni kâfirler çevirmişti. Oradaki bir kâfiri sahabe sandık yıllarca ve sahabeler derken, kâfirler bilinçaltımızda canlandı. İşte gavur bize damardan girdi ve bilinçaltımızı tarumar eyledi. Belki de bu yazdıklarımız size garip gelecek ve olur mu öyle şey, dersiniz? Gerçekten de o filimler, o yüksek ruhaniyetli kişilerle kalbi rabıtayı yok etti. Filmlerden izlemek yerine, alalım elimize hayatlarını anlatan kitapları, okuyalım ve onları hissedelim. Çok daha kalbi huzura erdiğimize şahit olacağız.
- Senden olana sırt dönersin, lafla gemiyi yürütene kanarsın. Ah be koca fatih neredesin? Sen ki dağdan bile gemi yürütürsün. Ey iman önünde titreyen tek dişi kalmış canavar… Korkmaz iman ehli, haykırır Allah nurunu dağ ve taş… Çünkü onda secdeye varmıştır baş. Secdede Nuri Muhammediyi hissettirmiş yakınlığı olmuş iki kaş. Dağdan gemi yürüten koca sultanın ehli, ne gâvurun lafından ne de süngüsünden korkar. Etrafını sarmışsa çelikten bir duvar, göğsünde tümünü eriten bir iman yatar. Bir uyandı mı iman, dağı taşı toz eder. Denizleri seyran eder. Düşman saklandığı yerden fısıldar. Aman yer bulayım diye titrer.
- Allah sesini duymak istediği sevdiği kulunu daha çok seslensin diye bazen isteğini erteler. İstek ertelendi diye üzülme, sevin ki Allah seni seviyordur. Bu söz motive etmek için değil, filhakikattır.
- Farz ve sünnet ayrımı şundandır ki, farzlar inşaatın kaba inşaatı ise, sünnetler inşaatın sıva dekorasyonuna benzer. Biri inşaatın olması için olmazsa olmaz iken, diğeri ise, koruma ve süsleme sanatıdır.
- Fetih suresi son ayette yüce rabbimiz “MUHAMMEDÜN RASULULLAH” diye başlıyor. Muhammed ismi burada sanki nekire sıfat olarak gelmiş gibidir. Böyle gelmesinin işaret ettiği içerik ise, risalet işlevinin Hz.Muhammed Mustafa sallelahu aleyhi ve sellem efendimiz ile bitmiş olduğunu izah etmek içindir. Yani tekrar tekrar övülmüş olan anlamına gelen Muhammed ismiyle işaret edilen Rasulullah. İşte bu Rasulullah sıfatı, Muhammed ismiyle bütünleşmiş olarak gelmiştir. Çünkü daha önce nazil olan kitaplarda Hz. Muhammed Mustafa sallelahu aleyhi ve sellem efendimizden bahsedilmiş ve Hz. Âdem den günümüze hep övüle gelmiştir. Artık risalet makâmı onunla istenilen kıvamına ulaşmış ve yeni rasule de ihtiyaç kalmamıştır. Yani belirsizlik değil, Hz. Muhammed Mustafa sallelahu aleyhi ve sellem efendimiz bizzat istenilen makamda makamın hakkını tüm yönleriyle eda etmiştir. Yani bazı kendini alîm sayan aslında ise okumuş cahil olanların dediği çıplak bir sıfat tamlaması falan değildir. Tüm yönleriyle Hz. Muhammed Mustafa sallelahu aleyhi ve sellem efendimiz ile ona gönül veren ümmetini izah etmektedir. Çıplak bir sıfat tamlaması şeklinde söyleyenler, kendilerini veya başkalarını da sonradan rasul ilan etmek için söylüyorlardır. Nitekim tarihten günümüze bu bakışla bakıp kendilerini veya büyük gördüklerini sahte peygamber ilan edenler oluvermiştir. İşte ayetteki bu izahatla risaletin biricik son sahibi ve temsilcisi olan Hz. Muhammed Mustafa sallelahu aleyhi ve sellem efendimiz olduğu izah edilmiştir. Ondan sonra da bir rasul gelmeyeceği veciz bir lisanla izah edilmiştir.
- İslam hükümlerine batını anlamlar yükleyip zahiri olan helal haram çizgisini terk edenler, Fatiha’daki dalalete gidenlerdir.
- Faizin her türlüsü malı azaltır. Hiç ummadığın anda elindekileri de siler süpürür. En minnasından da uzaklaşalım.
- Felek, insanın yaşamını içine alan zaman aralığıdır. Direk dünyadır denemez. Felek, her kişinin dünyadan edindiği zaman ve mekân hissesi diyebiliriz. İşte her insanın feleği ona başka bir dünya sunar. Ayrı bir yaşam alanı sunar. Bu da kişinin yaptığı amellere göre şekillenir.
- Demek ki orada halinden yakınandır fail. Fiilin işlenmesi için gücü ve kuvveti veren Allah. Sen istedin, Allah verdi.
- Fenafillâh bilgiyle ulaşılacak bir hal değildir. O olmaktır. Ol da bil.
- Kim ki fakih olur mutasavvıf olmazsa fasık olur. Kim ki mutasavvıf olur fakih olmazsa zındık olur. Kim de her ikisini birleştirirse muhakkik olur. İmam Malik’e nisbet edilen bu söz Keşfu’l-hafa ve Darimi’nin süneni gibi çeşitli kaynaklarda ve bir kısım fıkıf kitaplarında yer almaktadır. Fıkıh ve fıkhın fıkhı olan tasavvuf ilmi beraber olmalıdır. Fıkıhdan da Fıkhın fıkhından da haberdar olacaksın. İşte o yolu seçenler ilerler. Fıkhın fıkhına yönelip fıkha sırt verenlere ise, melekût sırt verir. Çünkü zındıklaşır. Bu çok önemli bir uyarıdır…
- Ey fıkha düşük gözle bakan, fıkıh(şeriatı garra) olmadan ne tarikat, ne hakikat, ne de marifet olur.
- Aslında fuad, akleden kalb demektir.
- Ya faidel fuad… İdfe’ fuadi… Fuadına yararlı olmayan her değer senin düşmanındır. Fuadını özünden yoksun etmek için tüm düşmanlar üzerine üşüşür. Sen de üşüş üzerlerine ve galip olmanın yollarını edin. Fuadını zımbırtıya kaptıran kaptırıldı. Bir daha gözünü açmamak üzere mühürlendi. Ya Rab sök mührü diye yalvarmazsa, söndü. Fuadına bunların zikri dışın bir faydayı kimse fuadına veremez Kimse kendisini boşuna kandırmasın.
- Farzı yapıp ve haramdan korunmak inşaatın iskelesi ise sünnetler evin sıvası ve boyasıdır. İskele olmadan sıva ve boya olamaz.
- Aşırı derece dokunup inciteni bile affedecek ferasette ol.
- Farz ve Nafile ibadetler kişide ki fethin önünü açmak içindir. Fetih açıldıktan sonra da ibadetler olduğu gibi devam etmelidir. Yoksa fethi nurani fethi zulmaniye dönüşür. Vahdeti et kemik bedende yaşamaya başlar ve zulmani fetihte kendini bulursun. Birçok istidraç zuhur eder kendini ermiş sanırsın. Onun için ilim erbabı dediler ki, havada uçsa, suda yürüse, ateşten geçip yanmazsa, eğer Rasulullah sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin sünneti seniyesinden taviz verirse, bilin ki o istidraç sahibidir. İşte onun için dedik ki… Biz Allaha sadık kul olalım ve yolda verilen ikramlara takılmayıp yüzümüzü Allah tan çevirmeyelim. Eğer istikameti terk eder ve erdiği güzellikleri esas sanıp ibadetten kesiliyorsa, işte o zaman dibe vurur. Artık onu kimse de uyandıramaz. Zira kendi kalıbına kendisine zirvede sanıp mühürler.
- Fetih suresi son ayeti lütfen çok dikkatli okuyalım… Her ne kadar rububiyette varlığını onun esma kuvvelerinin terkipsel oluşumundan alıyorsa da… Ufacık bir kalıntıdır varlığı. Allah SUBHÂNE RABBİYEL A’LA dır. Allah kulundan münezzeh… Herne kadar mutlak yaratıcısı Allah olsa da… Kul işlediği kirli işleri Allah’a mal edemez.
- Farzı terk edenin her ameli nafiledir! Boşuna kendisini rahatsız etmesin.
- Şeytan sana sağdan yaklaşır da farzı terk etmeni ve nafileye abanmayı ister. Olayı anlamayan kuzu kuzu aldanır.
- Gözünü aç… Farz ile arınırsın. Nafile yaklaşırsın.
- Her gece bin rekât tesbih namazı kılsan da, yatsı namazının farzının bir rekâtına denk gelmez.
- Muhtaç olduğun kudret damarlarında ki asil kanda mevcuttur sözü, fena makamından haykırmadır. Fena makamına ereni tanıyamazsın. O perdelidir. Fena hali ise, makam makamdır. Esas güzellik ise, bekaya gözleri dikmektir. Gerisi yolcuların kendi öz eksenlerinde oluşturdukları rakslarını ifade eder.
- VahdetiVücud meşrebidir onun. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur diyen gazi ne de derinden konuşmuş. Bu söz okulda hep gözümüzün önünde… Üzerinde düşünür ve öz hakikatimizi idrakle öylece derslere odaklanırdık.
- Kan ancak insan vücudunda üretilir. Asil kan ise şirksiz tefekkür eden insanın damarlarında dolaşan kandır. Hatta âcizane tavsiyem şu ki; Kan ihtiyacı olan tanıdığı kişiden alsın. Tabi ki acil ihtiyaçta yapacak bir şey yok.
- Fena halini her kişi yaşayabilir. Beka halini ise, sadece Allah’a ve Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize mutlak bir halde iman edip kayıtsız ve şartsız teslim olan yaşar.
- Fatiha süresine bakarsak, gazap ehli ve sapıtanlar dahi Allah’a kulluğun dışına çıkamazlar. Herkes kul ama asıl önemli olan nimete erenlerin kulluğunu edinmek.
- Sahabenin fakr halini millete onları fakir olarak tanıtıp yutturan kişilere ne diyeyim… En iyisi “Allah ıslah etsin” diyeyim.
- Mana yoluna adanmışlık hobi şeklinde olamaz. Hobi şeklinde bir tutku sanan, darı fenade fenaya yem olur.
- Fena dairesinde yer almak fani olup yok olmak değildir. Bunun anlaşılması bize birçok kapıyı açacaktır.
- Herhangi bir manevi halı yaşıyorum onun için de şeriat düzeyi beni ilgilendirmez diyen kişi, Fatiha süresinin son kelimesinde yerini almıştır.
- Fitneye giren fitnes olur. Fitnes oyuncaktır. Gelen giden oynayıp stres atar.
- Herkes fırıncı olamaz kardeşim. Bari fırıncıların kadrini bil ve ekmeksiz kalma. Fırıncı hammadde olan un su maya gerekli pişirme ortamını kavuşturmuş ve mis gibi ekmeği pişirmiş… Bizim sarı çizmeli mehmet ağamız ekmeği beğenmiyor. Eee Diyor kendim o hamurdan ekmek pişirecem… Garibanım elini ateşe yaklaştıramıyor… Unu hamur yapmaya üşeniyor… Hamur için dereden su getirmek için takat etmiyor… Diyor ki en iyisi unu öylesine yiyeyim ve düşüyor unun üzerine… Üstünü başını batırıyor. Hem un ağzında hamurlaşıyor ve nefes borusuna kaçıyor… Bre arkadaş… Fırıncı mis gibi ekmeği pişirmişti. Sana yemesi kalmıştı.. Nedir bu ferasetsizlik… İşte aziz kardeşlerim… Alimlerimiz Kur’an ve sünneti önümüze koymuş… Sen ise beğenmiyorsun ve çok değerli ilim ehline dil uzatıyorsun. Allah’tan kork…
- Dinde fakih olmak şudur ki… Ayet veya hadislerde örneklerle anlatılmak istenen içerikleri anlayıp güncel örneklerle insanların zihnini olaya yaklaştırmaktır. Olayın ruhunu okumayan fakih olamaz.
- Doğru kıvamda kalmak için; fıkıh ve fıkhın fıkhı (mana ilmi) beraber olmalıdır. Fıkıhtan da, fıkhın fıkhından da haberdar olmalısın. İşte bu yolu seçenler ilerler. Fıkhın fıkhına yönelip fıkha sırt verenlere ise, melekût sırt verir. Çünkü zındıklaşır.
- Fırkalaşma birini tutup diğerini dışlamaktır. Zaten ayet, kesinlikle yasak etmiştir. Ama ayeti bakan mı var? Olsaydı Ortadoğu kan gölü olmazdı. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz dünyadan ayrıldı ayrıları fırkalaşma hiç bitmedi. Hâlbuki hakka giden yollar nefislerin adedincedir. Bunu fark eden tüm nefisleri fert olarak görür. Burada göremezsek de kıyamette buna şahit olacağız. Ne yazık ki oradaki şahitlik işe yaramayacaktır.
- Fakirden yapılan alışveriş sadakadır. Hem aynı malı al. Hem daha ucuza al. Hem de sevap kazan. Gerçi buralarda kredi kartı geçmez ama kredi kartı cüzdana girdi gireli bereket uçup gitti.
- Fırkalaşmadan en çok nefret ettiğim halde, bazı anlayışı kıtlar bu fakri taassupçu bir kişilik zannettiler. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize ayrı ayrı pencerelerden bakıp, ondan ayrı ayrı ilimleri alan tüm ilim erbaplarını saygıyla selamlıyorum. Ama herhangi birine, hak sadece budur demiyorum. Çünkü 124.000 nebi ve 313 tane Resul gelmiştir. Her birinin meşrebi ayrıdır. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz ise, tümünü kuşatmıştır. Her bir ilim erbabı Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi bir neb’inin penceresinden seyir ediyor. Ey dost; tüm nebi’lere selam verilir. Ama Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize salât ve selam verilir. Neden böyle? Bunu iyi anla. İşte o zaman bu fakri tanırsın.
- Bir insan etrafında kümelenenler kendilerine kümelendikleri âlimin adını veya lakabını takarak hizipleştiler ve zaman içinde mezhepler doğdu. Her bir mezhepte öyle… Bu öyle bir hal aldı ki hizipleşen gruplar birbirlerini tekfir edecek duruma geldiler. Ve savaşlar başladı. Bu çok eskiye dayanır ha. Hatta hatta Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin vefatından kısa bir süre sonra başlar. Tüm mesele Kur’an dan uzaklaşmaktı. Çünkü Kur’an fırkalara ayrılmayın demişti.
- Felsefede saplarsak, İmandan mahrum kalırız. Felsefe sadece bir basamak olarak kalmalıdır. Felsefemiz doğru olursa, aradığımızı bulmuşuz demektir. Çünkü felsefe, aklı doğru kullanmakla insanı hedefine yaklaştırıp gerçeği bulmasına yardımcı olur. Zaten daha sonra iman başlar. Yoksa taklit ile geçen bir ömür heba olur.
- Günümüz insanlığının “psikolojik ve sosyolojik bir yana” artık! “felsefesi bozulmuş” durumda. Neye ve nereye yöneleceğinden emin değil. Acaba bu da mı beni kandırıyor? Der durumda. Çözüm ne? Onu da bilmiyorum…
- Şuur dünyamızın teveccühünde (nefsimizin her bir düşünce tasavvurunda) zatı, kalbimizde (kişilik benlik alanı) sıfatı, dilimizde (dışımıza yansıyan her bir ahlakımızda) esması, elimizde (tasarruf planımızda) ef’ali olursa o zaman fenafillâh oluruz. Böyle olduğumuzda daha yeni yolun başında oluruz. Gerisi ne ola ki? Bilemem ki…
- Fakirlik ile ilgili çok yanlış bilgilenmişiz. Diyorlar ki Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz fakir idi. Hayır efendim fakir değildi. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz FAKR sahibiydi. Bir şeyi yoktu, şuna buna el açardı derler, yok öyle bir şey. Onun malı vardı hem de çok. Ama Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz, o malı sahiplenmezdi. Somut bir delil vereyim… Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz veda haccında kendi malından 100 deve kesiyor ve bunun 63 tanesini kendi eliyle kesiyor. Şimdi ufak bir hesap… Günümüz parasıyla yaklaşık 100 deve × 100 bin TL diyelim, 10 milyon TL eder… Yani bir anda 10 milyon TL değerinde varlık ediyor. Şimdi bu kadar kurban edecek mala sahip olana fakir denilebilir mi? Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz FAKR ehli idi. Ama fakir değildi.
- Fark etmek için farklı bakmak gerekir. Yoksa öylesine biri olarak geçip gider.
- Tam bir fıtrat üzere işleyen otomatik bir düzen yürürlükte… Bu yaratım düzeninde hiçbir birime zulüm söz konusu değildir. Her birim (insan, cin, melek, hayvan …) Hak ettiği, sorunsuz bir şekilde kendisine yansır. Bu hak ediş nefsanî arzu ile değil, kişinin gelişim serüveni ile alakalıdır.
- Fakr benliksiz bakıştır. Fakr esas benliği buluştur. Fakr olmadan insan bir boştur. Fakr fakirlik değil esas tüm zenginlikleri barındırıyor. Çoğu kişiler tam fakr sınırına gelmişken geri dönmüş ve tekrar zengin olmuşlar. Yazık emeğe…