İnsanı pişiren husus, ilmi yazıları okumak değildir. Aksine insanı pişiren unsur, teslimiyet melekesinin uyanışındadır.
İlmi yazıları okurken nefis yeni şeyler öğrendiği için mutlu olur. Teslimiyet melekesinin uyanışında ise, nefis sahip olduğu fehimlerini terk ettiği için anlık mutsuz olur. Çünkü sahip olduğunu suya bırakmıştır.
Sonrasında ise üzerine letafet iner ve mutlak huzur kendisiyle buluşur.
İşte esas zor olan nokta, kişinin iradesini kullanıp anlık zevkten arınma gayretidir.
Şems, Mevlana’nın kitabını suya atmıştı. İlk etapta Mevlana, kitabının bozulduğunu sandı. Sonra uyanınca, yani teslimiyet melekesinin uyanışıyla baktı ki su, el yazısı mürekkebi bile bozmamış…
Yani teslimiyet, zahiri asla bozmaz. Ayrıca içten içe de yeni bir bağ oluşturur.
Teslimiyet melekesi ise, her insanda ayrı bir eda ile uyanır. Kişinin zaafı hangi yönde ise, uyanışı için de o zaafla sınanır. Ne hazindir ki çok azı geçer.
Teslimiyet; hissetmek, o bağ ile sımsıkı bağlanmak huzuru yaşama hali olarak tecelli eder.
Diğerleri ise; ilmi nefislerini mutlu etmek için daha hiddetle sarılıp üst yaşantı ile mutlu olmak için gayret eder.
Ve her ne hikmetse, zahiri ilimde ise, mutlak huşuya asla varamaz…
İşte…
Eğer ki yetiştirici, bir hususta kesinlikle şunu yap bu senin mutluluğundur derse, eğer ki yetişen de mutlak güven varsa, hemen bilakayıt ve bila şart yapar, öylece aradaki kapalı noktaları açıp teslimiyet melekesini uyandırır.
Lakin ne kadar hazindir ki; üreyen sömürü sürüleri nedeniyle, kişilerin yetiştiricilerinin gerçekten mutlak niyetlerini çözemediklerinden, kendilerini salmaları epey zorlanmıştır.
O yüzden de… Bu ahir zamanda gerçek hak yarenleri azaldıkça azalmıştır. Zira yenileri yetişmemekte… Var Olan yarenler de teker teker dünyaya veda etmektedirler.
Bu ahir zamanda, teslimiyet melekemizin, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yolunda olan erenlerle her birimizde uyanması dileğiyle izahatlara biraz daha devam edelim…
Öğrenen çok az, öğreten daha az, az içinde az, haydi etme naz, gönlüne rahmetle yaz.
Bereket kalabalıkta değil azlıktadır. Muhabbet lafızda değil sadakattedir. İlim lisanda değil haldedir. Tasavvur şemailde değil cevherdedir.
Cevhere ulaşmak bazen taşlandıktan sonra zuhur eder. Bu da en derin olan ulaşımdır.
Örneğin; Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz Taif’te taşlanınca, çıkışında bir Çoban iman etti. Hemen gecesinde de miraç vuku buldu.
İşte Taif bereketli geçti…
Olayı zahir yönüyle gören ise, bereketsiz olduğunu ve Taif’te kimsenin tabi olmadığını hem taşlandığını söyledi.
Oysaki Taif, başlı başına bir milat oldu.
İşte aziz dostum, bil ki, keramet çoklukta değil, cevhere ulaşımdadır.