ZİKİR SANA CANDIR
Zikirler ile içsel melekelerimiz arasında münasebet var mıdır?
Melekelerin çıkış mahalli neresidir?
Farz amellerden sonraki en büyük amel nedir?
Şimdi de bu sorular üzerinde az tefekkür edelim…
Bu olayı anlamak için, melekenin ne olduğunu bilmemiz gerekir. Melek melekeden gelir. Yoğunlaşan melekeler melek olarak suret alır. Bizim et kemik bedenle şekillenen şuurumuzla yaptığımız zikirler ile melek şekline soktuğumuz melekelerimiz, tümel manada oluşan melekle ünsiyet peydah eder. Basiret dünyamıza, suret olarak gözükür. Aslında cennetteki hizmetkâr melekleri de biz dünyadaki melekleşen öz melekelerimizle oluşturuyoruz. Cehennemdeki azabını oluşturan ortamımızın meleklerini de gene de biz, amellerimizle oluşturuyoruz. Sen halifesin ey insan. Makroda oluşan her oluşumu, mikro olarak sen oluşturuyorsun. Fırsat elinde. Bu fırsatı et kemik beden sendeyken harekete geçir ve oluşumlarını seyret.
Allah’ın subuti sıfatları diye bildiğimiz ve aslında her biri bir manaya işaret eden isimler sekiz tanedir. Bu sekiz mananın açılımı doksan dokuz diye özetlediğimiz manayı yayar. Biz, bu yayılan her bir manaya bir isim takmışız. Bu manaların tümünün dokumaları sonucu oluşturdukları tümel hüviyete de, İnsan-i kâmil denir. Hüviyetinin cevherine Nur-i Muhammedi denir. İçindeki donanımın içeriğine Akl-ı evvel denir. İçinde sahip olunan canlılığı oluşturan kuvveye Ruhü-l Kudüs denir. Bu doksan dokuz manayı en güzel yansıtan muhteşem benlik ise, hatmunnebi olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizde açığa çıkmıştır.
Bu açığa çıkarma, Hz. Cebrail aleyhisselamın efendimizi üç defa sıkması sonucu oluşmuştur. Bunun sonucu ise Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz, Rabbinin ismi ile kendisinde yaratılan tüm mana kuvvelerini yaşamış ve okumaya başlamıştır. Bize de Allah’ın oluşturduğu mana kuvvelerini okumamız emredilmiş, bu emrin icabı olarak da farz edilen emirleri uygulayıp yasak edilenlerden de sakınmamız gerektiği bildirilmiştir. Bu hakikatin içerik zenginliğine ermek için zikir, fikir ve şükür ile vaktimizi geçirmeliyiz. Yani tüm emir ve yasaklar bizim kendi hakikatimizi idrak edip Rabbimize yaklaşmamız için sunulmuştur.
İnsan indi dünya bedeninde, varoluş âlemine. Sonra esfel-is safiline kadar insani noktasını hapseden dünyalar onu kuşattı. Esfel-is safilinden çıkış ise, iman ve ameli sâlihe bağlıdır. Dünya bedendir, unutma. İnsan dünyaya indi ineli rahat yüzü görmedi. Kavga Kabil ile Habil arasında başladı. Biri zalim diğeri ise mazlumdu. Ve hâlâ dövüşler ve sövüşler devam edip gitmektedir. Bunun nedeni ise, Nüzûl ettiğimiz dünyalık ile huzur aradığımız içindir. Dünyadan semaya uruç edersek, tüm kavgalar biter.
Allah, kulu hakkında kulun kalemi ile lehine veya aleyhine çizmiş olduğu takdirini icra etmek istediğinde, yani kaza anı hazır olduğunda; kulun aklını alır ve yazılmış olan takdirini icra eder. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz hadisinde şöyle der; “Allah kaza ve kaderinin infazını istediği zaman, akıl sahiplerinin aklını başından alır ve takdir buyurmuş olduğu şeyi infaz eder. Bu infazdan sonra olarak akıllarını geri iade eder ve onları nedamet duygusu kuşatır.” (Ramuzu’l-Ehadis, s. 344)
Hem bilelim ki, her zaman yolumuzu seçme hakkı elimizdedir. Onun için bil ki, yol da senin tercihindi, yolculuk da. İşte yaptığın seçimlerin sonucu o seçimin vakti gelince, eğer meylin o anda başka yönde ise de, kendi hayallerinle ve yönelişinle yazdığın kaderin yazısı önüne gelir ve kader tecelli eder. O anda neden yaptım diye hayıflanır. Az tefekküre dalınca, eliyle çizdiğinin önünü kestiğini fark eder ve susar. O yüzden de günümüzü dedikodu ve boş işler yerine nefsimizi tanımaya ayıralım. Lütfen artık sağı solu bırakıp nefsimize yönelelim. Asla ve asla günlük zikirlerimizi ihmal etmeyelim. Hatta hatta eğer nafile oruç zikre engelse, oruç tutmayıp Zikirleri okumak efdaldır. Çünkü ZİKİR; farz, vacip ve sünneti müekkede olan ibadetlerden sonraki en büyük ameldir. Aslında ZİKİR, kişiliğin içsel unsurlarının kıvamının içeriği ile oynayıp Rabbine doğru olan iletişim ağını zenginleştirmeye dönüktür.
Takva ehli olalım ki âleme yani insanı kâmile ayna olalım. Âlem içre âlem olma evremizi tamamlıyalım. Unutmayalım ki biz insanlara küçük âlem denmiştir. Onun için zikirlerimizi saf ve som okuyalım. Hiçbir mertebe, makam veya olağanüstü hususlara ulaşayım meramıyla yapmayalım. Öylece daha hızlı arındığımıza şahit olacağız. Oysaki bizler zikir okuyoruz deyip mertebe bekliyoruz. Zikir okuya okuya parmağı oluk gibi olan kişileri unutarak makamlara yükseleceğimizi hayal ediyoruz. Eremeyince de psikolojik vaka olarak dünya sahnesinde yerimizi alırız.