ZİKİR SANA CANDIR
Zikir ve duanın kader üzerinde etkisi var mı?
Şu hadisi şerifle bu konuya girelim; Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurdu; “Sadaka belâyı def eder ve ömrü uzatır.” (Heysemi, Mecmaü’z-Zevaid, III/63)
Bilelim ki dua, zikir, iyilik vs gibi müsbet ameller ile kaderi değiştirmek; yarın başına ne geleceğini bilmek değildir. Gam, keder, sıkıntı insanı insanlıktan çıkarır. Kadere iman ise, kişiyi kederden kurtarır. Nitekim Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz bir hadis-i şerifinde bu gerçeğe dikkat sadedinde “Kadere iman, kaygı ve üzüntüyü giderir.” Buyurmuşlardır. (Münavî, Feyzu’l-Kadîr, 3/187).
Bu konulardaki ayet ve hadisler yalın olarak göz önüne alındığında; Kader ne? Yazan kim? Nerede yazıldı? Nasıl yazıldı? Değişmez mi? Değişirse nasıl değişir? Kaderi yazboz tahtasına çevirdik diyenler nasıl dedi? Eğer herşey yazılıp bitmişse, o zaman dünya yazılan bir tiyatro mu? Dünyanın bir tiyatro olması Allah’ın şanına yakışır mı? Gibi değişik sorular insanın kafasını hep meşgul eder.
Bu soruları düşünürken öncelikle bilelim ki zikir, kader üzerindeki en büyük yazbozdur. Ama kader deyip de geçme, zira kader üzerinde de bir kader vardır. Zira çizip yaşadığın tüm muallâk kader, mutlak kaderin sınırları dâhilînde gerçekleşir. Ezelindeki robotik kaderini dua ile zikir ile sadaka ile değiştirecek güce sahipsin. İşte bu güçtür sana verilen emanet. Sahip çıkmayıp robotik yaşam sürmektir emanete hıyanet. Sonra kopar kıyamet. Hayatın olur rezalet.
Mutlak iradeye nazaran cüz-i irade, fertten ferdin kapasitesine göre ortaya çıkan, külli iradeden başka, tümüyle ve tüm yönleriyle bağımsız olan ikinci bir ferde ait bir irade değildir. Ama bu külli irade; kulun benliğine bağlı olarak zuhur ettiği için, burada kulun istek ve arzuları, yöneliş ve serzenişleri, bu kaderin tecelli şekli üzerinde etki eder. İşte bu etki ile kapasitesini arttırmak veya azaltmak kişinin elindedir.
Ama her hal ve durumda kapasiten kadar senden zuhur eden tüm oluşumlar, onun sende ve senle oluşturduğu tecellidir. Tüm oluşan tecelliler de, ameline göre kişinin yaşam platformunda genişler veya daralır. Bu ortaya çıkışa da Rabb-ul has diye işaret edilmiştir. Bunu fark et ve tecelli mahallini yapacağın amellerle genişleterek hayatın tadını çıkar.
Dua ederken dikkat etmemiz gereken hususlar da vardır. Bunlardan biri ve hatta hatta en önemlisi de, dualarımızda olumsuz kelimeleri kullanıp sonra da olumluya çevirmeyelim. Yanlış istemeye örnek: “Allah beni kimseye muhtaç etmesin.” Doğru istemeye örnek: “Allah’ım bana lütfundan ver. Rahmetinle beni kuşat.” Tüm dualarımızda, olmasını istediğimiz şeyi direk müspet cümleler ve kesin bir istemeyle yapalım. Yoksa bir belirsizlik oluşur. Duada sonsuz güç ile iletişime geçen ruh kendisine lazım olan şeyi bulamaz. Belki birşeyler def olur ama maksat hâsıl olmaz.
Biz kendi işimize gene mutlak zatın çizdiği sınır dâhilinde ve onun kontrolünde karışma salahiyetine sahibiz. Yani onun ilminin dışında değiliz ki mutlak özgürlük olsun. Zaten öyle olsaydı -hâşâ- mutlak zatın ortağı olurduk. Kendi işimize karışmak zorundayız. Çünkü O mutlak hüvviyet sahibi zat bize demiş ki; araya parazit olun yani dua edin. Dua etmek, kişi ile kaderi arasına parazit gibi girer ve kaderi değiştirir.
Kur’an-ı Kerim’in şu ayetlerinden de bu gerçeği anlıyoruz: “Bana dua edin, duânıza karşılık vereyim.” (Mü’min, 60) Bir hadiste şöyle rivayet edilmiştir: “Şüphesiz duanın, başa gelmiş ve gelecek olan şeylere etkisi vardır. Onun için ey Allah’ın kulları, duaya sımsıkı sarılın.” (Camiussağir – 4264)
Allah’ın kaderimizi bizim duamızla ve çabamızla takdir ettiğini daha iyi anlamak için şu ayetlere de bakalım: “Şüphesiz biz insana doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.” (Dehr, 3) “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 39) Bu ayetler bize, bizim özgür irademizle tercihlerde bulunacağımızı ve seçimlerimizin bize ait olacağını bildirir. Kur’an-ı Kerim’de der ki Rabbimiz; dua edenin duasına icabet ederim. Ayrıca Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurdu; “Ancak dua kaderi değiştirir”.
Bakara 186. Ayette Rabbimiz şöyle der: “Kullarım Sana Beni soracak olursa onlara de ki: muhakkak ki Ben onlara pek yakınım. Bana dua ettiği zaman, dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana hakkıyla iman etsinler. Umulur ki böylece irşad olup doğru yolu bulmuş olacaklardır.”
Önce yapılan yazılım ve takdir edilen nice nice oluşumlar, daha sonra tövbe vesilesiyle affedilmekte, hatta hatta Levh-i Mahfuz’dan dahi silinmekte ve zamanı gelince icra edilmemektedir. Nitekim bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır: “Allah dilediği şeyi mahveder ve dilediğini isbat eder. Nezdinde kitabın aslı olan Levh-i Mahfuz vardır.” (Ra’d, 13/39)
Tüm bu ayet ve hadisler gösteriyor ki, bizler yaptığımız amellerle geleceğimize şekil verip öylece karşılık almaktayız. Yani bizler yaptığımız dua ve zikirlerle kendimize Allah’ı vekil tayin ederiz. Artık kim sana zarar vermek isterse istesin, eğer ki vekilin Allah ise zarar vermek isteyen olduğu gibi bloke olur. Onun için sakın ha gözünü ondan ayırma.
Zikirlerini terk edenin hali ise, bineği üzerinde yokuş yukarı çıkmak zorunda olan bir ihtiyarın aniden bineğini kaybetmesine benzer. Çaresiz ve yorgun düşüp kalacaktır.
Her birimiz birbirimize hem ayrı gibiyiz, hem de bitişik. Cep telefonu ile baz istasyonun bağlantısı gibi. Beş duyu ile göremediğimiz bir bağlantı. Onun için de sürekli bir birimize dualar edip yaşantımızın güzelliklerle dolmasını Allah’tan isteyelim. Tüm bu hakikatleri ancak zikir ehli anlar. Onun için de ayet; eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun demiştir.
Zikir çalışmalarına devam eden kişiye şeytani birçok vesvese gelecektir. Bu yaşamın gerçeğidir. Kişiye sen seçildin ilhamı kesinlikle şeytanidir. Bu ilhamı alan kırk gün boyunca her gün bin defa “LA HAVLE VE LA KUVVETE İLLA BİLLAHİL ALİYYÜL AZİM” desin. Daha sonra otuz üç defa zikir çalışmasına ekleyerek çalışmalarını devam ettirsin. Zira zihni ilhama müsait olmuş ve şeytanın ilhamlarına maruz kalmıştır.
Üstünlük kisvesi olan takvalığı ancak Allah bilir. O da kıyamette apaçık olacaktır. Dünyada bu sırdır asla bilinmez ve bilen de söyleyemez. Zira Peygamberlerin dışında hiç kimse seçilmiş olamaz. Her insan eşittir. Üstünlük takvadadır. Namaza dururken direk Allah’a Secde eden kul, Besmele okuduğunda ise Allah’ın gücünü kuvvetini yanına alır. İşte en büyük seçilmişlik bunu hissetmektir.
Allah’tan izin alamayan kişilerin kalplerine dokunamazsın. Allah’tan izin çıkması için de kişi ham maddesini tedarik etmelidir. Ham maddesi olmayan fabrika ürün üretemez. Ürünün kalitesi için ham madde kaliteli olmalıdır. Sen zikir ile ham maddeni kaliteli et. Bak bakalım o zaman ustanın dokunuşuna.
Düşük kaliteli ham maddenin alıcı ustası pek bulunmaz. Ancak kalfaya teslim edip dokundururlar. Aşırı iyi ham maddeyi ise markalar alıp dokur ve üzerinden reklamını yapar.
Sevgi; sessiz ve sözsüz yönelimdir. Sevgide şikâyet olamaz. Çünkü şikâyet basitliğin sigortasıdır. Et kemik bedenin arızalı olduğunda bir şevk duymuyorsan, işte o seni çeken sevgi değildir.
Sakın ha hiçbir günahı küçük görme. Zira günah günahı doğurur sonra nara attırır. Sakın Cehennemi hafife alma. O yolumuzun güzergâhındadır. Hazırlık yoksa vallahi yutar da gözünün yaşına bakmaz. Sakın ha Cenneti küçük görme. Cemalullah oradadır. Cennete ilk girenler ise âlimlerdir. İlme ulaşmak ise, ancak zikirler ile doruk noktasına erişir. Böylece sevgiliyle sohbete başlarsın. Sevgili sohbetini dilersen.
Hiç bir istek ve beklenti içinde olmadan çalışacaksın. İşte arınıp ulaşmak isteyen için, öylece açılır tüm kapılar. Bu arada unutma ki, bu şuursal temizliktir. Ama her hal ve şartta dünyevi alış verişin bakidir.
Bilinç arı ve duru, bul buna giden yolu. Ol sadece Allah kulu, o zaman gör artık ondan yansıyan nuru. Tefekkür, bir hedef belirleyip fikir ardından fikir üretip hedefini somutlaştırmaktır.
Tefekkürü doğuran zikirdir. Zikri doğuran ilimdir. Onun için âlimin mürekkebi şehidin kanından efdaldır. Tefekkürü ölen ölüdür. Boşuna Azrail’i beklemesin. Saksına on sekiz bin âlemin şifresi atıldı. İşte o şifrenin yolu tefekkürle deşilir. Tefekkür etmekten sakın korkma. İsabet edersen iki sevap, isabet etmezsen bir sevap kazanırsın. Yeter ki saksıyı çalıştır.
Tüm icatlar tefekkürle doğdu. Haydi, kolay gelsin yeni icatlar. Öylece çözülsün kazalar. Yeniden dizayn edilsin kaderler. Yeniden şekillensin nişaneler. Öylece sıkıntılar kaybolup yeniden yeşersin mutluluklar.
Sakın ha vakit yok deme. Herşeye vakit var. Gece geç saatlere kadar dizi, haber, saçma sapan açık oturumlara veya saatlerce internette sörf yapmaya zaman var, ama yarım saat oturup Kur’an-ı Kerim’i okumaya, on dakika ayırıp namaz kılmaya, bir saat ayırıp zikirlerini tamamlamaya vakit yok. Bugün yorgunum yarın okurum diyerek bu şekilde günleri heba edebiliyoruz. Ölümü düşünmeden ve ölenlerden hiç ibret almadan vakit geçirirken, kaderimize de kızmayalım.
Direksiyon elimizdeydi ama bir türlü çevirmesini öğrenmedik. İşte bünyeyi değiştirmenin ve direksiyonu istediğin yöne çevirmenin en kısa yolu zikir ile olur. Onun için de zikirler okunmak zorundadır. Zikirsiz yürümek imkânsızdır. Hakikate ermek için zikir yapmaya gerek yok diyenler, kesinlikle yanılırlar. Elbet bir gün ulaşırım demeden, içinde bulunduğun günü hakka ermek için değerlendir. Yoksa hayallere kapılıp özüne ulaşmaktan mahrum olursun.
Kulak halktan halka kapansın. Kulak haktan halka açılsın. Kulakta hak sözü çınlasın. Kulakla sadece hak duyulsun ki, fenan fenayla beka bulsun. Anlayıp hissetmek için zikir şart olur, yoksa tüm konuşmalar dedikodu olur. Dedikodu ile insan kudurur, Rabbine yönelişten soğutur.
Marifet birine tutunarak yükselmek değildir. Asıl marifet, çeşmeden su içip yükselenden yükselmenin dersini almaktır. Artık tefrikanın vakti bitmiştir. Tüm iman ettim diyenin, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin önünde diz çökme vaktidir. Çökmeyen kaybeder. Çünkü ne firavun öldü ne de İslami dava. Bir yaşam şehridir Muhammedi yol. İşte bu yoldur sana deva. Kabul et, o dur sana haktan gelen aziz nida. Öylece kaderini takdir eyle, hakka revan eyle, karanlıkları nur eyle.
Ne hissedersek hissedelim bu dünyada amelden muafiyet hakkı elde edemeyiz. Çünkü et kemik bedende yaşıyoruz. Yer, içer, geri dönüşüm yapar ve uyuruz. Kişi bedeni için bunları yaparken, ruh ise ihtiyacı olan ibadeti bedenden elde etmek zorundadır. Yoksa erdiği bilinç gider ve firavunlaşır. Kaydığının farkına bile varamaz.
İşte Kur’an-ı Kerim, ayağının kaydığının farkına bile varamamayı “kalbin mühürlenmesi” olarak tarif eder. Öylece kaderi ayani sabite çerçevesinde karar kılar ve her yazılan kaza olup onu bulur.
Allah deyip Allah’a giden yolu anlamak için dua etmek lazım. Duada daim kalabilmek için de haramlardan el çekmek lazım. Zahiri ve batını tüm dedikoduları terk etmek, yani temiz olmak lazım. Çünkü üzerinde necaset kirleri olan, ulaşamaz deruni içeriğine. İşte anlamak için, zahiri abdestle beraber batıni abdestte de tekâmül etmelidir. Yoksa el süremezsin içeriğine. Eremezsin özüne. Yüzeysel bakıp mealzede olursun. Hem kendini yakarsın, hem olaydan yoksun olan iman ehlini. Kendi günahını sırtlandığın gibi, milletin de vebalini üstlenirsin. Öylece yazık edersin. Öylece özünle iletişimden mahrum kalırsın. Öylece mutlak kaderine mahkûm olursun.
Zikir, tefekkür ve şükür öz bilincimizin mutlak bilinçle iletişime geçmesi için ana girdilerdir. Çıktı sünnetullah yaşamıdır. Öyelece kaderinin yeniden her an lehine şekillenmesiyle sonuçlanır. O kadar zikir oku ki parmakların oluklaşsın. O zaman hayâ perdesini taşa çalarsın. Şarap kadehlerini (tasavvufta sıkça kullanılan bir tabir ki, manevi sarhoşluğu veren aşkı temsil eder) yele çalarsın. Davulu patlatıp (afaktan sözler sarfedip insanların sesini bastırmak) ney gibi ötersin. İşte o zaman yön vermeye başlarsın. Öylece yönsüz ile yönlerden arınırsın. Hududsuzluğu hudud edinip gözünü semaya dikersin. Gözünü semaya diktiğin kadar işlevsel olur kalemin. Öylece kaderini yazboz yapmaya başlarsın. İstediğini Allah’ın inşasıyla yeniden terennüm edersin. Öylece bekaya gözlerini dikersin.
Bekabillah zikir halidir, fenafillâh ise tesbih halidir. Zikirle hemhal olan Rabbiyle yakınlaşır seyreder bekasındaki marifeti. Unutmayalım ki testisinde su olan kişi susuz kalmaz. Yani her hal ve şartta, her hissiyat ve donanım halinde, mutlak olarak amelde ram olalım ki, amel testimiz dolu kalsın. Zira amelsiz irfan; kişiye hiç bir şey kazandırmayacaktır.