ZİKİR SANA CANDIR
Varlığımız ile zikir arasında nasıl bir bağlantı mevcuttur?
Beyaz kâğıda konulan bir nokta gibi, varlık âlemine nakşedilen insani bilinç yani “ben”lik merkezi, sürekli dalgalar yayarak tüm yaratılan varlıklarla etkileşim halindedir. Çünkü insan, Allah halifesi olarak, özünde on sekiz bin âlem dürülüp, tüm âlemlerin sentezi haline yükseltilerek muazzam bir bilince kavuşturulmuştur.
İnsan bilincinin yaydığı dalgalar, kısa olarak başlayıp upuzun dalgalara kadar uzanarak tüm yaratılan varlıklarla etkileşim oluşturur.
Bu dalga oluşumları, uyku anında veya uyanık iken farketmeksizin sürekli aktiftirler. Bu dalgaların oluşturduğu görüntüler, uykudayken bize rüyalar halinde sunulurken, uyanıkken göğsümüzün içerisindeki algılama merkezimiz olan gönül dünyamıza, çeşitli fikirler olarak sunulmaktadır.
Uykudaki etkileşimlerin genelini unuttuğumuz halde, sadece baskın kuvveli dalgalardan gelen etkileşimleri hatırlarız. Hatırladığımız kısma da, rüya der tabir ettiririz.
İnsan bilinci, nari ve nuri olmak üzere iki tür dalga üreterek bunu hem yayar, hem de bu yaydığı titreşimsel dalgaları ruhuna kaydeder.
Peygamberler tarafından bize sevap diye bildirilen tüm eylemler, bilincimizin yaydığı titreşimlerin nurani gücünü arttırır. Bu eylemlerin tümünün içeriğine ise, ZİKİR denilmiştir.
Günah diye sunulan eylemler ise, bilincimizin yaydığı titreşimin nurani gücünü zayıflatır. Nurani gücümüz arttığı oranda bizden nari dalgalar kısılır. Nurani dalgalar kısıldığı kadar da nari dalgalar yükselir.
Et kemik bedenimizin sahip olduğu istek ve arzularından oluşan durumun sunduğu titreşimsel dalgaların içeriği, nari dalgalar olup insanın ruhsal dünyasını geliştiren nuri dalgalarını baskılayıp söndürür.
İçsel kuvvelerimizi geliştiren en etkili formül ise, varlıkları oluşturan içsel kuvvelerine verilen isimleri tekrar tekrar söylemek ve bunları zihinde tutmak suretiyle gerçekleşir.
ALLAH isimleri olarak bize sunulan hem tüm varlığımızın dayanağı olan ve her birisiyle başka bir kuvveye işaret edilen Esmâ-i hüsnâ’dan her bir ismi, belirli sürelerle zihinde tutma işlemine ZİKİR yapmak denilmiştir.
Bu ZİKİR yapma olayı genelde zihinsel olup, birçok defa da, dil zihne tabi olarak zihindeki hatırlamaları kelimelere döküp söylemektedir.
Bu içsel kuvvelere doksan dokuz Esmâ-i hüsnâ diye isimler verilmiş ve bu esmaların sahibinin ise, Allah olduğu bizlere bildirilmiştir.
Üzerinde durularak tekrar edilen her bir kelime, söylenilen mana kapsamı dâhilinde dalgalara bürünerek etrafa yayılır. Ve bu dalgalar, insanların ve diğer her bir varlığın göğsünde zahir olur.
Öylece insan, güç sahibi olup afakının üzerinde hüküm sürmeye başlar. Kişi korumasız olduğunda ise, güçlü olan varlıkların esaretine maruz kalarak kendisine yazık eder. Bunun delili hakkındaki malumat ise, NAS SURESİNDE sunulmuştur.
“O kimseler ki vesvese verir insanın göğsüne ki, onlar da cinler ve insanlardır” diyerek dikkatimizi bu olaya çekmiştir.
Bu vesveselere maruz kalmamak için de, insanların RABBİNE, insanların MELİKİNE ve insanların İLAHINA sığınılması dilenilmiş ve gerekli olan eylemlerde bulunulması istenilmiştir.
Bu istenilen eylemler, İslam dininde HELAL ve HARAM olarak bize sunulmuş ve nafilelerle de kendisine yaklaşılacağını bizlere bildirmiştir.
Allah’a yaklaşıldığı oranda da, göğse gelen ve zararlı olan dışsal dalgalardan korunmuş oluruz. Bunu da ancak, rububiyet alanımızı güçlendirerek başarırız.
RUBUBİYET alanımızın güçlenmesi zikirle, MELİKİYET alanımızın gelişmesi haram ve helal olarak sunulan kıstaslara riayet etmekle ve ULÛHİYET alanımızın gelişmesi ise, sadece Allah’a secde edip tüm ibadetleri ona has etmekle gerçekleşir.
Tüm amellerin hakikati ise zikre dayandığı için, NAS SURESİNDE öncelikle Allah’ın rububiyeti zikredilmiş ve birçok ayette de işaret edildiği gibi, benlik noktamızın ancak zikirle güçleneceğine dikkatimizi çekmiştir.