ÜÇÜNCÜ GÖZ VE KALP GÖZÜ

ZİKİR SANA CANDIR

İnsanın üçüncü gözü var mıdır?

Üçüncü göz demek kalp gözü demek değil midir?

Üçüncü göz ne ola ki o zaman?

Kalp gözü ruh gözü müdür?

Üçüncü göz ile kalp gözü arasındaki fark nedir?

Ruh gözü derken neyi kast ediyoruz?

Et kemik bedenimizde başka başka algılama merkezleri var mıdır?

Zikirlerle bu gözler açılır mı?

Ebced değerleri ile okunan zikirlerle üçüncü gözün ilişkisi var mı?

Bunlar gibi sorular dünyaya geliş gayesi üzerinde düşünen kişilerin zihin dünyasında uzayıp gitmektedir.

Bu soruların cevaplarını tefekküre dalmadan önce Hadid suresinin 27. Ayetine göz atalım. Mealen şöyle der; “Sonra onların peşinden ve izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca yollayıverdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik; Ona İncil’i verdik ve Ona tâbi olanların kalplerinde şefkat ve merhamet duyguları yerleştirdik. Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık. Ancak güya Allah’ın rızasını aramak için kendileri uydurup türetmişlerdi, ama buna da gerektiği gibi riayet etmemişlerdi. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasık olan kimselerdi.”

Ruhbanlık, hiçlik yaşamının hissiyatının yaşam alanı edildiği haldir. Kişi artık hiç olduğunu hisseder. Bu hiçlikle yaşam, bedeninin baskısını devre dışı eder. Öylece ZEN denilen ruhsal zevkle yaşar. Tasavvufta ise, heplik yaşamı oluşur. Kişi Allah’ın kuvvet ve kudretine kendisini bırakır. BESMELE hakikatini benlik sahibi olarak ve bencillikten yani egodan soyutlanarak yaşar. Öylece gerçek birey olduğunu fark eder. Ama ne yazık ki, birçok tasavvuf ekolu, ruhbanlığı tasavvuf nidasıyla sunar. Olayın ne olduğunu bilmeyen mübtedi ise, öylece sahiplenip gider.

AYETİN SONU ÇOK ÖNEMLİDİR. Ruhbanlık edip benliğini ortadan kaldıranlar, eğer imanlı iseler, ecirlerini gene de alacaklar ama o işe soyunanların çoğu fasık oluyor ibaresidir. Hem de bu işe soyunanlar da, bu işin hakknı da tam verememişlerdir. Çünkü benliğini kaldırdığı için, artık ameli gereksiz görmüş ve helal haram çizgisine riayeti terk etmiştir. Dolayısıyla fasık olup yoldan çıkmıştır. Malesef bu ruhbanlık işi çok riskli bir iştir. Olayı anlamayanlar burada çok büyük bir hata ederler. Dinde ruhbanlık yoktur derken şöyle anlarlar; sanki ruhbanlık yoktur derken, âlimler yoktur manasına alıyorlar. İslamda âlimler yani din adamları vardır. Âlimler ruhban değildir. Ruhbanlık, benliğini ortadan kaldırma olayını yapanlar ve bunu insanlara ilka edenlerdir. Bu işlem, Hristiyanlar’da çok yoğun bir şekilde yer almıştır. Onlara bakıp aynı olayı sahiplenen Müslümanlar da vardır. Ama ruhbanlığın hakkını vermek çok zordur.

Bu ruhbanlık işi, Allah’ın insan için istemediği bir husustur. Ama her ne hikmetse, bu olay insana çok tatlı geliyor ve birçok insan da bu yola tevessül ediyor. Oysaki Allah’ın doksan dokuz ismi vardır ki, bunları ihsa eden cennete girer. Hadid suresinin 27. Ayetinden anlaşıldığı gibi, dinde ruhbanlık emredilmemiştir. Bunu ayet açıkça söyler. Allah kulunu düşünerek ona orta yolu tut der. Allah kulunun hem dünya, hem de ahirette mutlu olmasını istemektedir. Onun için de gelişip ergenleşmesini ve öylece huzura alınmasını dilemektedir. Ama ne çare ki; nefsin aşırı istekleri kişiyi Allah’ın yaratılış fıtratından uzaklaştırmaktadır.

Epifiz bezi ruh gözümüze açılan bir kapıdır. Ruh gözünün hizasında olup ruh gözünü besleyen ana yer olarak düşünebiliriz. Buna üçüncü göz de derler. Bu göz kalp gözü değildir. Kalp gözü üflenen ruhta olup göğüs beşgeninde yer alır. Kalp gözü aynı anda üçüncü gözü de kullanır. Ama üçüncü göz kalp gözünü kullanamaz. Çünkü üçüncü göz iman etmeyenlerde de açıldığı halde, kalp gözü sadece iman ehlinde açılır. Yaptığımız ameller ile kalpteki basiretimiz açılıp derunumuza doğru yönelim yaşadığımız gibi, epifiz bezindeki salgılar da evrimini tamamlayıp afakî seyre doğru perdeleri açılacaktır. Ruh, bu et kemik bedenden ayrı ikinci bedenimizdir. Ama tümüyle bu et kemik bedenle büyümektedir.

Gönül, kalbin hizasındadır, sanal benliğin merkezidir. Buna bilinç veya nefis derler. İşte bu, şu anda et kemik bedenin içinde olduğu gibi, bu et kemik bedenin ölümüyle ruh bedenin içinde kalır. Şu anda ruhla birlikte et kemik bedende olup şu anki yapımızı oluşturmaktadır. Et kemik bedeni kendimiz sanırsak, bilincimiz de kendisini et kemik beden sanacaktır. Et kemik bedenin ölümüyle eli kolu bağlı kalacak ve yıllar yılı bu zannetme ızdırabını atlatamamanın azabını hissedecektir. Bedeninin çürüdüğünü seyir ede ede yıllar yılı ıstırabını çekecek ve o hal ruhunda da devam edecektir. Ta ki beden olmadığı bilincini terk edene kadar bu sürecektir.

Üçüncü gözün aktif edilmesi insana manevi katkı ve kazanım olarak bir şey katmaz. Çünkü manevi dediğimizde, burada zahiri veya batini olay söz konusu değildir. Evrende sayısız frekanslar ve ışık titreşimleri hem mana titreşimleri mevcuttur. Bu frekanslar bizim için zahiri ve batını olmak üzere türlü türlüdür. Beş duyu ile hissettiklerimize zahiri, beş duyu ile hissedemediklerimize de batini demişiz. Manevi boyut ise, zahiri veya batini olarak izah edilenlerin çok ötesidir. Allah insanı öyle duyularla yaratmıştır ki, var ettiği tüm frekans boylarını hissedip deşifre edebilecek güçtedir. Beş duyunun dışında bize verilen duyular, bizim bedenimizin değişik konumlarında gizlenmiş haldedirler. İşte bu gizlenmiş duyuların aktifleşmesi, et kemik bedenin belli hassasiyetleri kazanmasıyla mümkün hale gelir. İnsan Allah’ın yarattığı tüm frekans boylarını deşifre edip anlasa dahi, manevi yönde bir açılım oluşmaz. Çünkü manevi yön, tüm duyuların dışında, kalbi bir terennümle oluşur. Kişi zaten manevi güce kavuştuğunda ise, zahiri duyuların tümü otomatik olarak emrinde olur.

Yeryüzündeki birçok cemaat, müntesiplerine beş duyularının dışındaki duyularını bedenlerine çeşitli maddeler enjekte ederek, kısmi bir hissiyatla onları kendilerine bağlayıp, kendilerini uyandırdıkları hissini vererek onları sömürmektedirler. Manevi güce kavuşmadan zahiri frekansları hissedip gizlenmiş duyuları açmaya çalışmak, çok büyük sakatlıklar doğurur. Ama her manevi güce kavuşan için de, illa ki gizlenmiş duyular açılacak diye bir şey yoktur. Zira kişi, kendisindeki gizlenmiş duyular kapalıyken, kendisini çok daha huzurlu hisseder. Afak ile uğraşmak istemez. Zira Rabbiyle hemhal olmanın kişiye verdiği zevk, hiçbir şeyde yoktur.

Malumdur ki; kişinin baş gözü açık maddi dünyayı seyreder. Ama çoğu defa isteyerek başının gözünü kapatıp hayallere dalmak ister. Hayallere dalmayı bile, çoğu defa başın gözü ile bakmaya tercih eder. Peki ya Rabb-ul Âlemin ile oluşan hasbihal. İşte yüzlerce gizlenmiş duyuyu ve en çok bilinen epifiz bezini veya diğer tabirle üçüncü gözü o sonsuz ve sınırsız sevdaya feda eder. Zira afak açıldıkça enfus geriler. Onun için üçüncü gözü ve diğer gizlenmiş duyuları değil, kalp gözünü aktif etmek gerekir. Kalp gözü zamansız ve mekânsız olarak Marifetullaha bakar. En çok bilinen gizlenmiş duyu olan üçüncü göz ise, her hâlükârda afakını seyir eder. İnsan ruhu bedenin en hassas noktasını kullanıp onunla afakına bakar. Öylece aldığı verileri kullanır ve bilgi sahibi olur.

Allah insanın yeryüzünde yaşama tutunabilmesi için, her insana ortak beş duyu vermiştir. Bu beş duyu, dünyada yaşama tutunmak için zorunlu olan duyulardır. Bu beş duyunun dışındaki duyular ise, ekstradan duyular olup insanların genelinde kapalı durumdadır. Sadece özel bir takım çalışmalarla açılabilirler. Ama ruh tekâmül edilmeden açıldıklarında ise, bu açılmalar kişiye baş belası olurlar. Başta istekli olup açmak için her şeyini feda ederken, açıldıktan sonra da kapatılmasını isteyecek, ama kapatamayacaktır.  Ruh gücü zayıf olduğu için, gördüğü birçok varlığa karşı korumasız olacak ve psikolojik bir yıkıma kendisini teslim edecektir.

Nasıl ki başın gözüyle önüne bakar işlerini görür, alnın ortasındaki hassas nokta ile de kişi çok çok uzaklara bakabilir. Normal gözün görmediği birçok mahlûkatı görebilir. Bu da kişi için gerçekten ölüm olacaktır. Ama ruh tekâmül ettikten sonra, duyuların devreye girmesi, kişi için yıkım değil, ihtiyacını giderme araçları olacaktır. Gören ruhtur, beden ise binektir. Kalp gözü ise, adı üstünde kalp gözü, kalptedir. Yeri arşı alanın üzeridir. Zaten kalbin dahi yeri arşı alanın üstüdür. Allah ile ünsiyet elde edilecek noktadır. İşte kalp gözü, kalbin farkındalığına kavuşmasıyla açılır. Sadece uzağı değil, özünü de görmeye başlar ve seyri illellah eder. Ve kalp gözü ruh gözünü de kapsar, kullanır ama ruh gözü kalp gözünü kapsayamaz, yönetemez.

 Kalp gözü evrensel ise, ruh gözü mekâna tabidir.  Basiret açıldığında, zaten üçüncü göz ve bilemediğimiz birçok gizlenmiş duyu organları kişinin emrinde olur. İşte ruhi tekâmül sağlamadan gizli duyuları açmaya çalışmak yanlıştır. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yolunda yürümek insanı mutlu eder. Basiret denilen kalbin gözü açılmadan açılan her gizlenmiş duyu ve üçüncü göz, kişide yalancı ergenlik gibi olur. Yalancı ergenlik geçirenler yetişmemişlerdir. Epifiz bezinin algılama hissiyatı olan üçüncü gözü açmak için İslam dışı yollara başvurmak yerine, kalbinin gözünü açacak olan Muhammedi yolu takip et. Zaten kalbin basireti faal olduğunda, epifiz organı da kalbin emrine girer. Hani millet olağan dışı hasletlere ulaşmaya meraklı ya… İşte sendeki o zaafı kullananlara sakın kanma.

Bir çalışma sisteminde, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin sünnetine aykırı bir husus varsa, seni suda dahi yürütse, uzaklaş oradan. Çünkü epifiz bezi kalbin emrine girmeden hassasiyet kazanırsa, bu defa basirete ulaşman kilitlenecek ve kendini hak yolda zannedeceksin. Muhammedi yolun safiyeti, nefs-i emmârenin hiç hoşuna gitmeyecektir. Öyle bir şey hayal ederek ereceğini tasavvur etmek, çok büyük bir hatadır. Hakka baştan değil gönülden erişilir.

Hiç kimsenin ben derken elini başına götürdüğünü gördünüz mü? Ben derken el göğse ve kalbe götürülür. İşte merkez gönüldür, merkez göğüs beşgenini oluşturan letaiflerin içinde olduğu ana merkezdir. Sen gönlünü zengin et seyrine öylece er. Yoksa seyirlerin kısır kalacaktır. Ayrıca arayışlar içine girip üçüncü gözümü açayım derken, nari katmanın mahlûkları ile iletişime geçip tümüyle yıkım yaşamak, insan için en kötü sonuçtur. Üçüncü göz açma çalışmaları yapanlar, bilmeden negatif enerji denilen, insanın ruhunu gerileten şeytani kuvveleri de üzerine çekebilir.

Bilinçsiz zikir çekerek veya üçüncü gözü açma çalışmaları yaparak, bilinçaltı temizliği için bir şeyler dinleyen kişiler, farkında olmadan sihre veya büyüye kendisini teslim ederek, ruhsal dengesini de bozabilir. Bunun bir daha dengeye gelmesi de olanaksızlaşabilir. Üçüncü gözün açılması derken sizi cennete götüreceğini vaat edip cehenneme çekecek. İşte manevi tekâmül olmadan böyle şeylere girişmek, kişiye bir şey katmaz. Bize sadece, Allah’a kulluk katkı eder.

Üçüncü göz, insanın iki kaşı arasında bulunur. Bir kaç teknikle açılabilir. Hatta hatta altın suyu veya narkotik maddeler bile epifiz bezinden bakışı açılabilir. Öylece kişi, uzakları ve hatta hatta cinleri bile görebilir. Ama kalp gözü Allah’ın nuruna açılan penceredir. Hakka ve hakikate açılan penceredir. Orası ruhullaha açılan penceredir. Bir anda tüm âlemleri seyir eder. Üçüncü göz nere, kalp gözü nere… Üçüncü göz ve diğer saklı duyular, toprak ve nari katmanın türlü türlü illizyonlarını görürken, kalp gözü hakikate açılır. Kişiyi basiret ve feraset ehli eder.

Haşhaşi örgütü vardı eskiden, Sabbah’ın örgütü. Onlar altın suyu, haşhaş suyu ve daha bir çok narkotik ot karışımları ile epifiz bezlerini veya diğer gizli duyuları aktif ederek kendilerini ermiş sanıyorlardı. Öylece şeytanın askeri olarak can veriyorlardı. Epifiz bezi yani üçüncü göz ile kalp gözü arasında hiçbir alaka yoktur. Elbette kalp gözü açılınca epifiz ve diğer birçok duyu da faal olur. O ayrı konu ama her epifizi açık olanda kalp gözü açık olmaz. Budistler, Kabalalar, Masonlar gibi küffar ehli, epifizi açsa da, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin bildirdiği gibi iman etmedikleri için, kalp gözleri kapalı kalır. Onun için de cehennemde kalırlar. Epifize önem verirler ama kalbin derin huzurunu unuturlar. Çünkü epifizin imanla alakası yoktur. Zaten az yoğunlaşmakla genelde her insan açabilir. Ama bu uğraşılar boş şeylerdir ve kişiyi enfusuna ermekten mahrum eder.

Günümüzde birçok çevre beyin ve üçüncü göz diyerek manaya eğimli olan kişilerin kafalarını karıştırdılar. Öylece birçok saf kişiyi kandırdılar. Biz kalbimizin sesine kulak verelim. Bilelim ki beyin, sadece bir araçtır. Esas olan kalptir. Elini ben derken göğsüne koyarsın, ben derken elini kafasına koyan görmedin. İnsanlar hemen uçmak ister. Zamansız uçan kuş yere düşer ve kedi ile köpeğe yem olur. Büyüyünce zaten uçacaktır. O zaman, kurtulmak istiyorsak, yavaş ve emin adımlarla Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin sünnetine uygun yaşayalım. Bilelim ki bu epifizin Lâhût-i  âlem idrak ve o mekansızlıkta yüzmekle hiç bir ilgisi yoktur. Epifiz aktif olmadan da kalp ve basiretin açılması mümkündür. “Düşünce asla oraya kavuşamaz” dediğimiz mübarek yere ancak, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yoluyla erişilir.

Epifiz bezinin salgıladığı bir salgı vardır. Epifize şöyle bir örnek verebiliriz; hani kişi korktuğunda vücud hızlı olarak adrenalin  salgısını üretiyor ya, işte kişi gerekli olan çalışmaları yapıp hakka yükselip, manaya doğru açılım yapınca, zaten epifiz bezi otomatik gerekli olan salgıyı üretir ve kişi doğal olarak oradan da hissetmeye ve bir çok âleme bakmaya başlar. Bazıları dışsal etki ile epifiz bezini ve diğer bilinmeyen vücudsal dokuları harekete geçirir. Birçok insanlık düşmanı kişiler; manaya eğilimli olan kişileri kurban seçerler. Onların zayıf noktaları olan olağanüstü hallere bürünme isteklerini kullanıp, onların mallarını veya canlarını sömürürler. Onlara birçok yabancı madde vererek akıllarını çelerler. Emellerine ulaşmak için; serotonin, melatonin, oksitosin, dmt, Altın tozu, haşhaştan üretilen ürünler veya daha başka birçok sentetik maddeleri kullanmalarını sağlarlar. Kurban seçilen kişiler, kullandığı bu maddelerin beyin üzerinde oluşturduğu tahribat nedeniyle, kendilerini uçar kaçar görürler. Bedensel baskıyı devre dışı edip anlık rahatlama için, alkol dahi en ucuz ve en yaygın olarak kullanılan örnektir. Bunların tümü kişinin ruh dünyası için en büyük zehirdir. Hem beden için en büyük düşmandır. Tüm bunlar gibi maddeler, et kemik bedeni yıprattığı gibi, ruhun önünü daha da karartır ve kalp gözünü ise kapalı eder. İki dünyayı kişiye zindan eder. Allah’ın emanet verdiği sinirsel sistemi çökertir ve beyni tahrip eder. Tüm bunun gibi maddelerden uzak duralım ve bu batağa düşen kişilere de kurtulmaları için elimizden geleni yapalım.

Ama kişi gerekli çalışmalarla ruhi olarak yüceldiğinde, zaten zamanı gelince otomatik olarak epifiz salgısını da üretir. Diğer gizli duyular için de gerekli olan tüm salgılamaları otomatik olarak üretir ve doğal olarak gelişmiş olur. Sahte uyuşturucular sadece bedene zulümdür ruha zulümattır. Zorla güzellik olmaz der eskiler, vakti gelince gıcırdar. Bazı doğumlar altı ay iken, bazıları dört yıldır. İnsan bünyesi değişkendir. Hiç kimse ortaya çıkıp; “Ben amelimle şu şu şu mertebeye geldim” demesin. Kul amel görevini yerine getirir; ama onun makamını ameli değil, Allah tayin eder. Ama unutmayalım ki bulanlar arayanlardır. Biz amelde kusur etmeyeceğiz. Bilelim ki hibe eden Allah’tır. Allah, ölmeden evvel Zat’ına erenlerden eylesin.

İnsanın içsel döngüsünde nari ve nuri frekanslara denk gelecek içsel donanımı mevcuttur. Varlığımız zahiriyle ve batınıyla tüm mevcudiyetini; Allah’ın Esmâ-i hüsnâ ile müsemma olan mutlak nurundaki kuvve bileşenlerinin, ferş olan temel yapımız üzerine yaptıkları dokumalardan alır. Her isim ile işaret edilen bir kuvvedir ve ayrı bir kapsam alanıdır. Her kapsam alanı da varlıkta ayrı bir bileşendir.

Okuduğumuz Esmâ-i hüsnâ zikirleri, nari katmanın frekans karşılığı olan EBCED değerleri ile okunursa, bu okuyuş kişi için büyük risk olur. Çünkü içsel faaliyeti nari katmanın frekansları ile uyumlanır. İfrit olan şeytanlar Nari frekansı kullanırlar. İşte bu frekansla uyumlama haline gelen kişi, kolaylıkla onların etkisine girer. İşte EBCED değerleri ile okuma yapıldığında üçüncü göz de devreye girip kişi ile cinler arasında alış verişi hızlandırır. Onun için, Esmâ-i hüsnâ zikirleri kafaya göre rastgele değil, belli bir plan çerçevesinde ve en az EBCED değerlerinin cem’i olan üç katı olacak şekilde okunmalıdır.  Öylece içerik muhtevası olan nuri frekans düzeyine ulaşır ve ifrit denilen şeytanların gücünden daha fazla bir şekilde güçlendiği için, şeytanların musallat olmasından emin olur.

Okurken de temelden tavana olacak şekilde bir sıralama ile okunmalıdır. Öncesinde de Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin öğrettiği korunma amaçlı dua ve ayetler okunmalıdır. İstiğfar ve tövbe edip Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize salâvat okuyarak başlanmalıdır. Yoksa rastgele okunulursa, kişide büyük sıkıntılar oluşturur. Sonra bu sıkıntılarını onarmaları ise, çok zor olur. Bilelim ki en iyi ilaç, hasta olmamaktır.

Yorum yapın