YAŞAMINDA DERİNLEŞ
Bilelim ki kendisine yönelinecek hem kendisinden Havl ve kuvvet alınacak olan sadece Allah’tır ki gayrı olamaz. O yanı sıra hiçbir ilah yanı tanrı yok ve tüm yönelimler sadece Allah’adır. Biz gene de bilelim ki Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz, sadece kendisine yönelinecek hem kendisinden Havl ve kuvvet alınacak olan Allah’ın hem kulu hem de rasulu dür. Bu değişmez temel gerçeği böylece hatırladıktan sonra dertleşmeye devam edelim.
Uhud savaşında, küffar karşısında toplanan bir avuç iman ehlinin başkomutanı olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin verdiği komuta unutuldu. Okçular tepesindeki okçular tepeyi terk ettiklerinde, olanlar oldu. Onun vefatından sonra da tavsiyesi unutuldu da ümmet arasında oluşan tefrika bir türlü son bulmadı.
Hâlbuki Allah’ın dini tek idi ve değişmez temel esas kaynağı Kur’an ve Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin öğretileri idi. Gayrı yollar Allah’a götürmek için bir yana, Allah’tan mahrum etmek üzere kurulu idi. Ne yazık ki şeytan ve aveneleri, Müslüman’ım diyenlerin ekseriyetine gayrı yolları tatlı gösterip hidayet yolundan alıkoymayı başardı.
İslam’ı fırka fırka bölen tüm bölücülerin aksine bakış açımız şöyledir: Tek rabbımız vardır ki adı Allah’tır. Tek sistemi vardır ki adı İslam’dır. Allah’ın günümüze dek değişmeyen tek kitabı vardır ki adı Kur’an-ı kerimdir. Tek lider vardır ki adı Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizdir. Onun sünneti yani sözleri ve fiilleri bizim için vazgeçilmez ana esaslardır. Tek kardeşlik vardır ki tüm iman eden erkek ile kadınlardır. Bunun dışında birilerinin, Allah’ın bizzat kendisinin isim olarak seçtiği İslam adını beğenmeyip, kendisine başka isimler takıp Müslüman’ları bölmeleri ve kafalarına koydukları isimlendirmeleri asla ve asla bizi bağlamaz.
Saf ve katıksız olarak Muhammedi olalım. Muhammedi olmayanların vay haline, çünkü onlar kaybedenlerdir. Biri çıkıp Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin anlatımını haber verdiğinde, anlatım kimin ağzından dökülmüşse hemen onun adına etiket yapıştırırız. Çok meraklıyız insanlara etiket takmaya.
Şu şucu, bu bucu diyerek Müslüman’ları yüzlerce fırkaya bölmeye çok evet çok meraklıyız. Bölüp parçalama öylesine derinlere dalmış ki ta genlerimize kadar işlenmiştir. Cemaat veya cemiyet adını anmadan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi ulaşılmaz zannetmişiz.
Çok mu zor Muhammedi olmak? Bir iki laf konuşan için hemen bin bir türlü şartlandırmalarla oluşturduğumuz öz bilinçaltımız devreye girer ve acaba hangi cemaatten diye mırıldanır. Ya hu çok mu zor sırf İslam olmak ve dine sırf İslam olarak bakmak? Sonradan oluşan şartlandırma aromalı fikirlerden soyutlanıp rabbe rücu etmek çok mu ağır? Ya hu çok mu zor muhammedi olup nazarları muhammedi nurla aydınlatmak? Sırf ve som olarak Allah’ın dinine sahip çıkmak bu kadar mı zor? Çok mu zor sadece tabi olduğumuz kişi olarak Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi görüp lider olarak özümsemek?
Muhammedi olan, gönlünden cemaat ve fırkaların tüm aidiyetlerini çıkartıp sadece ve sadece Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize bağlılığını benimseyen Allah kullarıdır. Muhammedi olmak, sırf ve katıksız olarak yüzünü yerin ve göğün üzerine yaratıldığı fıtrata çevirmektir. Muhammedi olmak, hiçbir fertten maddi veya manevi hiçbir şey beklemeyip kimseyi maddi veya manevi sömürmemek tir. Muhammedi olmak, tüm insanlığa kucak açıp hiçbir insanı dışlamamaktır. Muhammedi olmak, Allah’ın tüm kullarına sevgiyle yönelip, onların sonsuz mutlulukları için çabalamaktır. Muhammedi olmak, dünyaya gölgelik olarak bakıp, dünya yaşamını esas bilmeyip, tüm yaşam planlarını dünya eksenli yapmamaktır.
Allah’ın dini Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin dilinden saf ve katıksız olarak bize ulaşmıştır. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin anlatımına ve yaşamına gönlünü oturtmayıp başka kişilerin peşine takılmak iman ve akıl kârı değildir.
Kim olursa olsun, eğer anlatımı Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz dilinden ve yaşantısından dökülenin dışıysa zaten batıldır. Eğer Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin dediğine uyuyorsa, o zaman neden saf dini sunarken aradaki aracının adını kullanarak sunarsın da, direk Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz demezsin? Çünkü öyle olunca sömürü düzeni biter ve her kul mutlak özgürlüğüne ulaşır. Bu da sunumu yapanın çıkarına ters düşer. Çünkü katıksız İslam, insana mutlak hürriyeti tanıtır. Mutlak hürriyetine kavuşan insan ise, artık sömürülmez. İşte burada çıkarcılık devre dışı olur. Her insan emeğine mutlak olarak ulaşır.
İslam dışında bir adla adlanmanın Allah katında vebali büyüktür. Din İslam’dır. Allah bu isimden hoşlanmış, sistem ve düzenine bu adı vermiştir. Resul olarak Allah, bize Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi seçmiştir. O zaman Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin dizi önünde oturup bizzat Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden dinimizi öğrenmeli ve sırf Muhammedi olmalıyız.
Biz Muhammediyiz dediğimizde, biz dinimizi Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin dizi önüne oturup dinimizi ondan öğreniriz dediğimizde, olayın hakikatinden habersiz olan hemen ifrat ve tefrite kaçarak der ki, siz mezhepleri kabul etmiyor musunuz? Ey ifrat ve tefritte ileri gitmekten hoşlanan kişi, mezhepler Muhammedi değil mi? Dört ameli mezhep ve iki itikadı mezhep Muhammedi yolu takip ettiler. Eğer ki mezhep Muhammedi değilse zaten yolumuz olamaz.
Mezhep dinde zenginlik falan değildir. Din Allah indindedir ve tüm haşmetiyle Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yaşamıyla sunulmuştur. Yol Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yoludur. Dört mezhep imamı Muhammedi yolun ameli boyutunu uygulayan havastandır.
Eşari ve maturidi ise, Muhammedi inancı haykıran zevattandır. Bunların inanç yolundaki düşünce dünyaları, bizzat Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin razı olduğu düşünce sistemidir. Aksini düşünen varsa hata eder. Bidat ehli olan, yani İslam’da olmayan bir inancı içselleştireni ise, söze ve yaşantısına dökmedikçe, biz dışarıdan onu tanıyamayız. İnsanlara bir zarar dokunmadıkça da kimse kimseye kendisi gibi düşünmediği için her hangi bir ceza da veremez. Bunlar sırlardır ki hesabı kıyamettedir. Çevreye zarar dokunulduğunda ise, kişi bizzat kafasına göre ceza veremez. Ceza ancak, devletin kolluk görevlileri vasıtasıyla verilip verilen zararın önlenmesi sağlanır.
Mezhepler hakkında şu hususları bilmemiz icap eder. Şu an ki tüm fıkıh bilgileri sadece mezhep imamlarının bizzat kendi görüşleridir de başka hiç kimse içine fikrini katmamış mıdır? Neden bizden önce yaşayan âlimlerin görüşlerini de, âlimin tabi olduğu mezhebin mezhep görüşü olarak kitaplara aldıkta o âlimlere mezhepsiz demedik? Sanki tüm fıkıh, imam Numan, imam Muhammed, imam Ahmed ve imam Malik’in görüşlerinden mi ibarettir?
Açın bakın fıkıh ilmine, birçok âlimin görüşü de imamın adına mal edilerek gelmiştir de o kişilere bidat ehli denmemiştir. Demek ki önceki âlimlerin, kafa yorup Kur’an ve hadisten çıkardıkları ilmin üzerine yeni yeni ilimlere ulaşarak bir şeyler katmak kişiyi dinden çıkarmaz. Hem kafamızı çalıştırmayız, hem de çalıştıranı bidat ehli addederiz.
Bugün hadisleri inkâr eden zihniyetin yıllar öncesine basiretle bakın. O günlerde de mezheplerin gereksizliğini mırıldanıyorlardı. Âlimlere saldırmak mezheplerden başladı. Deseniz ki unut dört mezhebi, dinini yaşa bakalım. Donup olduğu yerde kalacak. Mezhepleri inkâr ederek hiç kimse bir yere varamaz.
İmam Şafii bir âlimdi ve Kur’an ile sünneti yorumlayıp kendine bir yol çizdi. İmam azam da öyleydi, imam Malik’te öyle, imam Hanbel de öyle. Bize sapasağlam ulaşan sadece bu dört mezhep değil, İslam’ın ilk yıllarında sayısını bilemediğimiz kadar ilim ehli, Kur’an ve sünneti yorumlayıp kendilerine yollarını çizdiler. Ama yolları zaman içerisinde unutuldu. Her ne hikmetse, Allah bu dört mezhebi en teferruatına kadar yorumladıkları ayet ve hadis mevzularını günümüze kadar ulaştırdı.
Sahabelerden ve ilk devir Müslümanlarından sonra insanlar Kur’an ve sünneti yorumlayıp kendi yollarını çizmek insanlığa ağır gelmeye başladı. İslam’ın ilk yıllarındaki gibi Kur’an ve sünneti araştırıp yollarını belirlemek yerine daha önce araştırma yapıp kendilerine yol çizen ve yolunu kitaplara yazıp nakleden âlimleri taklit edip içtihat ve amellerine ortak olmayı daha münasip gördüler. Bu takip ta günümüze kadar geldi.
Kur’an ve hadisi ince akıl ve zekâ ile değerlendirip Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yolunu direk kaynaktan almak giderek zorlaştı. Çünkü aynı konuyu başka boyutlarıyla başka başka şekillerde belirten ayet ve hadisler mevcuttur. Hem bizim ile Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz arasına çok uzun mesafe girmiştir. Dört mezhep imamı da Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin devrine yakın zamanlarda yaşayan kişilerdi. Sahabeleri ve tabiinleri görüp dinin uygulanabilirliliğini bizzat birinci elden gözlemleyerek kitaplara yazıp bizlere ulaşmasına vesile olmuşlardır. Onları rahmetle anmanın dışında onların haklarında konuşacak tek lafımız olmamalıdır.
Hâlbuki ne imam Şafii mezhep kurdu ne de başka biri. Sadece onları takip edenler kendilerine tabi oldukları âlimin adını verdiler. Şimdi biz gevşek davranıp Kur’an ve Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin sünnetiyle hemhal olmazsak, sahabe tabiin ve tebauttabiinlerin ne suçu vardır?
Mezheplerin doğumu şöyle oldu; kendi devirlerinde Muhammedi yolu insanlığa sunan insanlar etrafında kümelenenler kendilerine kümelendikleri âlimin adını veya lakabını takarak hizipleştiler ve zaman içinde mezhepler doğdu. Her bir mezhepte öyle doğdu. Bu öyle bir hal aldı ki, hizipleşen gruplar birbirlerini tekfir edecek duruma geldiler ve mezhep savaşları başladı. Bu çok eskiye dayanır. Hatta hatta Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin vefatından kısa bir süre sonra başlar. Hatta ki aynı dindeki ayrı ekolarında olup mezhep oluşturanlar, kendi aralarında mezhep savaşları yaptılar. Bu yeryüzündeki birçok inanışta görülmüştür. Ne yazık ki bu kavgaları İslam’a da soktular.
Mezhep savaşlarının kökeninde Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yaşam alnından uzaklaşmak yatar. Kur’an fırkalara ayrılmayın demişti. Kur’anın ruhunu terk edenler ayrıldı. İslam ümmeti bölük pörçük olup bir birine düşman olan gruplar haline geldi.
Muhammedi olmak, kimseyi yermeden, önceki ilim erbaplarından destek alarak, ilmin geldiği noktayı değerlendirip, kendisiyle Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz arasına kimseyi sokmadan Allah ile buluşmaktır.
Unutmayalım ki; muhammedi olmak insanları gütmemektir. “Ey iman edenler! (Resul’e) “Bizi güt” demeyiniz, “Bizi gözet!” deyiniz ve onu dinleyiniz. İnanmayanlara acıklı bir azap vardır”. Bakara 104. Demek Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz dahi çoban değildir ümmete. O sadece bize rehberdir ve bizi gözetendir. Hani sınavda gözetmen olur ya işte öyle bir şey. Hata yaparsak uyarır. Doğrusunu telkin eder. İnsanı en mutlu sona hazırlanmada yardımcı olur. İnsanda akıl ve mantık vardır ve bunlar ot diye yaratılmadılar. Lütfen ot olmayalım, lütfen koyun da olmayalım, insan olalım insan.
Muhammedi olan insan, kendisinden önce yaşayan ilim ve mana ehli kişileri eksik ve hatalı görmek yerine, asrımızda oluşan sorunları ve ulaşılan toplumsal anlayış düzeyini göz önüne alarak, önceki ulemanın bıraktığı yerden, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin verasetini sonraki nesillerle tertemiz ve onların anladığı dilden onlara devretmektir.
O kadar cesur isek, önceki ilim erbaplarının dedikodularını yapmak yerine, güncel görünen sorunları Kur’an ve hadis ışığında çözüme ulaştıralım. Bizden önceki ilim erbapları Kur’an ve hadisten asla taviz vermediler ve Muhammedi oldular. Bize yakışan da Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize gönül verip tek ümmet olmamızdır ki kurtuluş yolu da zaten budur. Onun için de en büyük babayiğitlik, bizden önceki ilim ve mana ehlini yermek yerine, onların bıraktıkları ulvi yolculuğu kaldığı yerden devam ettirmektir. Asıl ilim erbabı olanlar, asla kimseyi yermez ve basit addetmezler. Aksine bizden önceki ilim ve mana ehlinin ulaştıkları son nokta ilmin üzerine, anlayışımıza göre yeni yeni kapılar aralarlar.
Daha Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz zamanında ortaya çıkan ajanların yani münafıkların İslam toplumunu bölmek isteyenlerin durum ve vaziyetleri İslam’a mal edilemez. Bu kişiler bizzat Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz zamanında var oldukları gibi, vefatından sonrada var oldular. Sahabelerin savaşında bile onların parmakları olup yapılan hiçbir olumsuzluk Allah’ın dinine mal edilemez. Yanlış yola sapıp hata eden kişiler Allah’ın dinini bağlamaz. Biz Allah’ın katıksız dinini anlatmaya çalışırken ve önceki ilim erbapları derken, İslam’da derinleşen ve münafıkların oyunlarına kapılmayan veya münafıkların oyununa kapılmışsa da, kısa sürede yaptığı yanlışın farkına varıp rücu edenlerden söz ediyoruz. Yoksa hatasında katmerleşip İslam’dan sapan inançlardaki kişiler, bizim için mevzubahis değildir.
Herkes kendi zamanındaki güneş gibi olan ilim adamlarını dost edinse, Allah ilmi ve yaşamı elimizde olur. Dünyada cehalet kalmaz. Elbette ki her fert Allah’a başka yoldan kavuşur. Allah’a giden yollar nefislerin adedincedir. Düşünsenize her nefis bağımsızdır. Siz kalkıp bir grubun peşine takma mecburiyeti var derseniz, nefse zulmedersiniz. Elbette ki yol gösterenin olacak, ama yol gösterenin yeni isimle İslam dininin mutlak uygulayıcısı olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin uygulanış sisteminden başka, yeni bir oluşumun içine girerse hemen uzaklaşmak esastır. Tek oluşum muhammedi olmaktır. İslam’la şeref bulmaktır. Gerisi masaldır ve zaman kaybıdır.
Yeniden sevelim, sevilelim ve tek vücut olalım. İki kavram vardır ki bu iki kavram birlikte birinde cem olursa, o kişi iflah olmaz, bunlar insanlığa karşı kindar olma ve idraksiz bir yaşam ile dindar olma kavramlarıdır. Bu iki kavram bir kişide birleşti mi o kişiyi taassupçu bir meymenete dönüştürür.
Dünyadaki tüm mezhep savaşlarının kökeninde bu vardır. Hâlbuki Hz. Adem’den as insanlık namına kardeşiz ve Allah dinini Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden dinimizi öğrenip, isim olarak İslam’ı seçmişiz.
Asıl yerilmesi gereken olgu, fırkalaşma olarak taassupla mezhebi savunup diğer mezheplere cephe almaktır. Yoksa herhangi bir âlimin penceresinden Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi değerlendirmek hata değildir. Çünkü her âlim bir âlemdir.
İşte tüm yazdıklarımızı göz önüne alıp Muhammedi bir dünya özlüyorum… Mezhebi ayrışmanın olmadığı bir dünya hayal ediyorum. Fırkalaşmanın olmadığı bir dünyaya hasret kaldı melekler. Özlemini duyuyor felekler. Cemaatleşmenin olmadığı bir dünyaya hasret kaldı insanlık. Cemaat camide olur ve namazla sınırlıdır. Gerisi fırkalaşmaya girer ve her fırka da kendi yolunu doğru, gerisini bozuk görür. Irkçılığın olmadığı bir dünya özlüyorum. Yalanın ve dolanın olmadığı bir dünya özlüyorum. Muhammedi bir dünya özlüyorum.
Kendi içinde kümeleşen her zihniyet, arı yuvasına benzer bir oluşum oluşturur. Tam bir sistem ile adeta kast sistemi ile gibi bir oluşum meydana getirirler. Dolayısıyla her bir fırka veya grup, iyi veya kötü kendi içinde bir arı yuvası gibidir. Yuva üstü bir düşünce, grup için her zaman çomak olmuştur. Arı deliğine çomak sokmadıkça iyisin. Tarih boyunca çomağı tutan ya sürgün edilmiştir, ya da katledilmiştir. Ama muhammedi anlayışta her fert eşittir. Dışarıdan gelen yabancılar sahabeler ile Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi bir birinden ayıramazlardı. Aynı tası paylaşır aynı işte hep beraber çalışırlardı. Asla birinin birinden bir üstünlüğü veya ulaşılamazlığı olamaz. İşte muhammedi bir dünya en şerefli bir vaziyeti meydana getirir. Gayrı her oluşum ise sömürgeciliği enjekte eder.
Benim ile rabbim arasına kimse giremez. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz ile arama kimseyi koymam. Onun dizi önünde oturup nübüvvet deryasından faydalanırım. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden günümüze araya bin dört yüz yıl girdi. Kur’anı güvendiğimiz sahabe bir araya toplayıp kitap haline getirdi. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin sünnetini tabiin ve etbauttabiin bizzat sahabeden rivayetle bize ulaştırdı. İmam azam Ebu hanife tabiindir. İmam Şafii etbauttabiindir. Diğer iki mezhep imamları da aynı zaman dilimlerini paylaşmışlardır. Düşünsene birinci dereceden Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz ile irtibatlı o zatlar, kuran ve hadisi yorumlayarak işin İlmihal ve muamelat kısmını derleyip toplamışlardır.
Hiçbir âlime veya mezhebe ihtiyacım yok diyorsan, o zaman yürüyen Kur’an olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin tüm yaşantısını tam olarak bırakmak istediği yaşam ruhuyla tanıman gerekir. Örneğin iki kişi kavga ettiğinde, hâkime gitmek yerine tüm kanunlar bilgisayar yüklesin, sonra da yaptıkları kavgayı yazsın ve bilgisayardan adalet beklesin ve bilgisayarın verdiği cezaya da razı olsun. Az düşünsenize kardeşlerim. Hâkimin kanunun ruhunu okuyarak vereceği bir aylık cezayı bilgisayar elli yıl olarak verebilir, kabul eder misiniz? İşte mezhep imamları yürüyen Kur’an olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi ruhuyla okuyarak İslam’ı yaşam alanımıza sunmuşlardır. Dört mezhep imamını saygıyla selamlar, kendilerini rahmetle anarım.
Söylentilere ve dedikodulara mahal vermeden o selefi âlimlerin yolunda yürüyerek ibadetlerin şekilsel yapılarını gönül rahatlığıyla uygulaya biliriz. Şayet dersen ki ben Arapçayı bütün kaideleriyle öğrendim. Tüm ayet ve hadislerin iniş sebeplerini öğrendim. Uygulama alanlarını keşif ettim. Artık kendim yolumu çizebilirim ayet ve hadislerle, mübarek olsun derim. Ama a”rab”çayı öğrenmeden konuyla ilgili tüm hadislere vakıf olmadan desen ki ben yolumu kendim çizerim, hata edersin. Çünkü inen hükmün ruhundan mahrum bir halde olarak işin hakikati hakkında kesin bir sonuca varamazsın.
Örneğin dört mezhebi hayatından çıkar ve abdest almaya çalış. Veya bozulan abdest hükümlerini hayatında tatbik etmek için hüküm ver, hangi hadise göre alacaksın veya hangi ayetten ne manayı çıkaracaksın? Namaz kılmak öyle, zekâtta öyle, hac da öyle, nikâhta öyle, ticaret dahi öyledir. Tüm ilmihal ve muamelatta hem itikadı ilimlerde öyledir. Lafla veya birkaç tasavvufi terimi öğrenmekle bu hakikatlerin anlaşılması asla olamaz.
Yaşam ve yaşayış önemlidir. Tabi ki Kur’anın ruhuna ermek içinde çaba lazımdır. Ne olursan ol gel demiş, gel işte gel gel hak deryasına, var sende Nuri muhammedi mayası gel işte demiş gel gel. Muhammedi nurun dışında bir yol tanıyan veya onun dışında bir kişiyi öne çıkaran kişilerden uzak durun, demeyen her kişiden uzaklaşın. Dikkat edin öyle diyen kişi de o söylemi nefsi için kullanmasın. Bu daha bir riskli olur. Hiçbir insanın etkisinde kalmadan sırf muhammedi bakışla İslam’ı değerlendiren muhterem insanlara karışalım. Onlarla rükuya varalım.
Muhammedi olan sadece fayda verir hem faydalanır ama tapmaz. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz tüm putları kırdı. Yoksa doymadın mı? İşte Muhammedi olmak için, sadece iyilik yansıtıp hiçbir kulun boyunduruğuna girmeden hakka gönül vermektir. Her bir ferdin bir gül-i muhammedi olup etrafına sadece güzel kokular saçması için elimizden gayreti yapmalıyız. Tüm çabamız dahi bu minval üzeredir.
Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yaşamı ve söylemiyle bağdaşmayan ve ondan yansımayan hiçbir söylem bizi hiç ilgilendirmemelidir. Zaten oralı olmak bilmek zaman kaydından başka bir haslet değildir. Zaten tebliğ edildi bize nuri Muhammedi, şen oldu bilincimiz olduk onunla abdulhadi. Ay gibi hakikatleri yansıtan Cibrilli emindi. Nuri muhammedinin hakikatinde ruhumuzu eritti. Bildirilen acıklı nağmeler bizi bizden aldı. Acıklı nağmelerden korunmak için Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden şefaat dilendi. İnsanlık masumca bir bakışla bekler olundu. Demek nuri Muhammedi olmadan her şey boştu. Bizi acıklı bir nağme olan azaptan uzak eylemenin umudunu bizde diri tut ya rabbi. O umutla cennete ve cemaline ulaşmayı nasip eyle ya rabbi.
Âlemler sana hasret; Ey nur-i Muhammedinin aynası. Âlemler sende seyretti kendini ey nur-i muhammedinin mazharı. Mevlidinle bize ulaştı, Allah kelamı. Okuyan fena buldu, oldu hakkın eri. Saf Allah yolu ve Muhammedi olup Müslüman’ı Müslüman olduğu için sevmek, fırkalaşmaya tekme vurmak hem özle buluşmak en öncü hedefimiz olmadıkça, esas amacımız olan Allah’ın nuruna asla ulaşamayız.
Bal arısından da mı ders almıyoruz? Ana arı tek olur ve tüm arılar onun etrafında toplanır. İslam’ın bir büyüğü vardır. O da Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizdir. O’nun etrafında toplanmayan kurtlara yem olmuştur. O yüzden ben Muhammediyim diye bilsin her birimiz. Ayrılsın gözümüz başka isim ve oluşlardan, İslam olsun hayatımız. İşte o zaman mutlu oluruz.
Ömrünü Allah’ı tanıtmaya adayanın umudu, sensin ya Rasulullah. Seni tanıtan, sana muhtaç ya Rasulullah. İlimle ömür geçiren, yüzü sana dönük ya Rasulullah. İlimle hemhal olan olanın umudu, sensin ya Rasulullah. Ben ki biçare, ne diyeyim ya Rasulullah. Ne olur bize de şefaat et ya Rasulullah. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz membaı dır nuri muhammediye ye, çeşmedir gayeyi rahmaniye ye, güneştir aklı evvelîye ye, manadır nefsi külliyeye. Sende ona dön ve kurtul tüm tefrikadan. Nuri-i Muhammediye ye ayna olan zatı rüyanda gördüğünde, tanırsın onu. Uyandığında kendini diz üstü oturur görürsün. Yıllar geçer gene de o rüyayı şimdi olmuş gibi hatırlarsın. Rab bize de nasip eylesin huzuru. Versin kalbimize süruru. Sevindirsin bu yazılan satırları şu an okuyan bu aciz kulunu.
Hak öğrenilirken düşmanlıklar son bulsun, muhammedi kardeşlik öne çıksın. Bu kardeşliği seçen her kul her nida edildiğinde, Hz. Ali kv gibi işte buradayım deyip beri gelsin. Muhammedi bir ilme hasretti insanlık tüm diyarlardan, rab nasip etti de haykırı fışkırdı Hira’dan. Sonra örtüler serpildi üzerine karaborsadan. Uyanıp dört elle yürüyen Kur’ana sarılma zamanı. Tüm bidatlerden sıyrılma zamanı. Muhammedi bakışla hayata bakma zamanı. Çünkü yakın oldu ölüm zamanı. Ne kadar da bölüp parçalamaya merak var. Muhammedi olan İslam yolcuları fırkasız olur. Tek bir hüviyetle tüm Müslümanları tek görür ve tek görmeyenden uyanana kadar korunur.
Muhammedi bakış oldu bakışımız, onunla nakış oldu yaşayışımız, onun yoluna saygı en büyük dikkatimiz, bu saygı en büyük sermayemiz. Daha kış, bahar daha uzakta, kışı bahar sanmıştık, adeta serap gibi oldu hayallerimiz. BA harfiyle işaret edilen mana kapsamınca özünden gelen kuvvelerle yaşama bakıp muhammedi olan Allah’ın kulları en bahtiyar olan kullardır.
Dışarımızda gördüğümüz ve bildiğimiz hem gözümüzün nuru olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi sevip huyuyla huylanacağız ki özümüzdeki nuri muhammedi canlansın. Allahın dinine hizmet etmek isteyen, kendisine İslam yanı sıra ayrı bir isim takan hiçbir fırkaya bağlanmadan sırf Allah için insanları Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yoluyla aydınlatmalıdır. Çünkü her cemaatin yani fırkanın bir bilinçaltı düşüncesi vardır ve o saklı olan bilinçaltı düşünce bağlamında kişiyi fırkasına köle eder.
İşte kişi, tarafsız davranıp sırf muhammedi olarak İslam dinini yaşayıp, yaşadığı güzellikleri insanlara ulaştırmalıdır. Yoksa yaşam ve anlatımı orijinal İslam olmayıp bağlı olduğu fırkanın vehimleri olur. Bu da onun tabi olduğu fırkaya gizli olarak köleleşmesini sağladığı gibi, kişiyi başkasının hükmüne sokar. Hala kişi kendisini İslam sanır da, aslında çoktan İslam’dan uzaklaşmıştır.
Çiçek, böcek, sinek, inek veya ben, cüzi olarak sunulabilecek her birey, yalnızca bize ait olan aklımızda veya zannımız da mı var? Yaratımda olmuş diye gördüğümüz tüm varlıklar gerçekten var mıdır? Yaratımdaki varlıklar var ise, bu yaratımın sunuluşu bir hayal veya gölge de olsa, bu bir amaca sevk için midir, yoksa amaçtan yoksun birer başıboş bir hayalet midir? Çiçek veya böcekten de ders alınır yerli yerinde. Çünkü her varlık ayrı bir rahmani saygınlığı bize sunmaktadır.
Şeytani kuvve, bizdeki yaratım alanlarımızı keşfedip bizim mutlak yaratım alanımıza varmamızı ve muhammedi yolda olmamızı istemiyor. Unutma ki üzerinde olduğun yolda, kalbine vesvese geliyorsa, doğru yoldasın demektir. Çünkü şeytan, doğru yolu görür ve alıkoymak ister. Yolu bozuk olan ile de hiç uğraşmaz. Zaten onun yol arkadaşıdır. İşte nuri muhammedi yolunda isen vesvesen de çok demektir. Bul bir yol arkadaşı, yol arkadaşına sor gönlüne gelen her vesveseyi ve arın her atıl duygudan. Öylece yürüyüşünü hakka doğru tamamla.
Biz hiç kimseyi putlaştırmayız. Biliriz ki helvadan put yapan, yani kendisine anlık mülahaza gereği tatlı gelen kişiyi dokunmaz ilan eden, gün gelir putunu afiyetle yer. Hakikate eren her âlimin eski yaşamı ve yeni yaşamı vardır. Eski hayatları elbet çöpe atılmaz ama eski, yeniye ulaşmak için merdivendir. Her insanda bir marifet var, ama değişmez ve şaşmaz Kur’an ve Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizdir. Her insan hata edebilir ama Allah’ın resul ve nebileri yani peygamberler asla hata etmezler. İman etmişiz ya onlara. Onların ismet sıfatı var. O yüzden tam teslimiz Kur’ana Rasulullaha.
Tefrikayı bitirip tüm mezhep ve fırkalara taassupla bağlananları uyandırıp tek teslim mahallinin Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz olduğunu ve onun önünde diz çökmenin değişmez bir gerçek olduğu hissettirme zamanıdır. İnsanlıktaki ilmi uyanış bunu gerektirir. Birlikten kuvvet doğar. Fırkalaşmada ve cemaat hem cemiyetlere bölünme de ise güç biter. Onun için tek önderimiz Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizdir. Onun dışında önder tanıyan çıkmaz patikalara sapmıştır. Her an kurtlarla baş başa kalmıştır.
Bir toplum ancak din ile birlik ve beraberlik içerisinde ayakta durur. Din en etkin otokontrol sistemidir. Din, tüm ırk ve yaşamlardaki insanları bir arada tutmada en etkin yoldur. Çünkü din, tüm toplumu tek gaye uğrunda tek rabbe yöneltir. Dini yok edilen toplumların ayakta durması muhaldir. Bunu bilen hainler veya kâfirler, toplumda var olan dini inanışı yok etmek, onların birinci hedefi olmuştur. Onun için dini fırkalara bölüp onları birbirine yok ettirmek için her yolu deneler. Çünkü dışarıdan direk dine saldırdıklarında, hangi görüşe de sapmışsa sapsın, tüm Müslümanlar birleşir. Ama içerden onları bir biriyle yok etmek çok daha kolay gerçekleşir. Onun için uyanık olup Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizin izinden feragat etmeden yaşam sürelim. Tüm oyuncuların tüm manevralarını boşa çıkaralım. Öylece esas saadet olan rabbimizle buluşalım. Nefsini firavunun ihtiraslarından kurtarmak suretiyle kendimize veya başka bir yaratılmışa tanrılık payesi vermeden Allah’a sadık kul olalım.
Ansızın ölüm gelecek. Aslında ölüm bir uykulu uyanış olacak. Ama iş işten geçecek. İş işten geçmeden uykulu halden uyanmalıyız. Yoksa ebeden uyanamayız.
Cenneti gören bir daha çıkmak istemez. Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimiz hariç. O kabı kavseyne ulaştı. O her şeyden geçmişti. Dört tane hamele-i arşı ve dört büyük meleği geride bırakıp, iki yayın birleştiği gibi miraca çıkarken O’na yaklaştı. Tüm âlemler onun indinde aynı oldu. O nur-i Muhammediye ye tam ayna oldu. Öyle ki onun adı Muhammed Mustafa oldu. Salallahu aleyhi vesellem.
El ver Muhammede (sav) Muhammed lideridir âlemin. Yolu onunla tanıttı rabbul âlemin. Ona el ver ol emin. Onun elidir yed-ul emin. Başka arama bir el. Kaybedersin tutmaz seni bir el. Sıkı tutun onun elidir haktan uzanan el. Hakkın elidir onun elinin üstündeki el.