RABBİNE VEFA İLE NEFSİNİ TERBİYE EYLE

YAŞAMINDA DERİNLEŞ

Öncellikle nefsi şöyle tarif ederek konuya başlayalım. Nefis, varlık şuuruna sahip olan demektir. İlk önce Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet, Allah ismi müsemmasıyla ve mutlak nefis şuuruyla kendinden kendine seyir halindedir. Buna nefsi kül denmiştir. Nefse benlikte denmiştir. Ama ben kelimesi nefsi tanımlamada biraz kısır kalır. Çünkü nefis oluşan birimin özünü ihtiva eder. Ben ise somutlaşan nefse verilen isimdir.

Ahdetmek kesin karar vermektir. Vefa ise, verdiği karara bağlı kalmaktır. Biz gündelik hayatta da bir birimize sözler verip yerine getiriyoruz. Veya bir fiili işlemek için bir karar veririz ve bu kararı ölüme kadar devam ettiririz. Tüm bunlar dünyevi yaşamla ilişkili olup hayatı daha yerinde yaşamak için gerekli prensiplerdir. Dünyevi ahitler bizi bağladığı gibi, manevi ahitler de bizi bağlar. Her ne kadar bizi nefsi emmaremiz tahrik etse de ve bize dese ki görmediğin yoktur ve yaşam buradan ibarettir ve gününü yaşa söylese de, biz biraz uyanık olup, nefsimizi şöyle uyarırsak; ama ben de benden önce ölüp dünyadan göçen sayısız insan gibi ölüp dünyadan göçeceğim. Dünyadan göçeceğimizi düşünüp bizden öncekilerin dünya serüvenini hayal edip, aynı akıbetin bizi de bulacağını söylersek, nefsimiz bize döner ve der ki, sayısız öleni görüyorsun. Sende tıpkı bunlar gibi öleceksin. Sonra nefsimiz bize döner ve der ki, madem öleceksin o zaman niye gerekli çalışmayı yapmıyorsun? Çünkü nefsimiz kendisi için en güzel olanı ister. Sonsuza kadar en konforlu bir halde yaşamayı hayal eder. Bu istisnasız her nefis için böyledir. Yeter ki sen nefsinin diliyle ona yanaş, o en güzel şekilde seni yönlendirir. Öylece nefsin gereken vaziyeti alıp seni ruhun tabakalarında yükseltir.

İşte nefsinin seni yönlendirmesi durumuna levvame nefis demişlerdir. Kişi takvaya büründükçe levm etme yanı kınama hali çoğalır. Bu ilhama dönüşür. Buraya mülhime nefis demişlerdir. Gelen ilhamlar doğrultusunda çalışmalar devam ederse, kalp Allah emri üzerine tatmin olur. İşte mana boyutunda ahde vefa mutmainne de başlar. Ahde vefa bizim özümüze yönelip Elest’teki yani başlangıç noktamızdaki hüviyetimize sadık kalmamızdır. İşte bu sadakat, biz insanlara yüklenen emanettir. Bu emanetin değerini bilmezsek, sırtta yük olur. Ya değerini bilirsek, halife olur ve özümüze ayna oluruz. Yükünün altında kalbur olduğu halde, bedeninin isteklerine dalıp ahdini ufak bir fiyata satan kişi ise, en büyük müflistir. Allah maddi ve manevi ahde vefalı olanlardan eylesin.

Vefa asil bir duygudur. Nefsin gelişimi hususunda kişi vefalı bir yol arkadaşına tutunmak ister. Öylece arınmanın yollarını arar. Nihayetinde vefa da bir duygudur ki vefalı dost arayan kişi, vefasızlıklarla karşılaştığında hüzne kapılır. En iyisi vefalıdan da vefasızdan da azat olup yüzümüzü yegâne sevgiliye dönmek gerekir. Öylece zaten, arınma yolunda gerekli desteği verecek olan vefalı dostu, Allah bize takdim edecektir. Unutmayalım ki, mana yolundaki çalışmalara safi bir kalple yöneldiğimizde, bizimle yolları kesişen kişiler Allah misafiri olup gönüllerini incitmeyelim. İşte onlar yolculuk boyunca kendimize gelmek için bize gönderilen Allah misafirleridir. Zira kimse misafirinin incinmesini istemez. İncinen misafir sofranda oturmaz. Gider de bir daha gelmeyebilir. Her bir misafirimiz ihtiyacımız olan konuda bize destek olur ve geldiği gibi yoluna devam eder. Bize konuk olan Allah misafirinin bazen farkında oluruz, bazen de hiç farkında olmadan ağırlayıp yolcularız. Ev sahibi olarak gene de yalnız kalırız. Rabbimizle baş başa halleşiriz.

Vefa borcu gönül borcudur. Kalbinin en derininden çıkar. Küçücük bir sözü, küçücük bir iyiliği, içten gelen bir gülüşü unutmamaktır. Vefalı olmak en asil duygudur. Affetmek, sahiplenmek ve arka çıkmaktır. İlişkiyi kesmek yok saymak böylece intikam almak, nefsini ıslah için yola koyulanlara yakışmaz. Çünkü bu duygular bencilliğin kisvesidir. Sıla-i rahmi kesip insanların derdine derman olmadan hayat yolunda daha dikkatli ilerlediğini zannetmek, yoğurdu iki kere yerine üç kere üflemek, vefasızın yoludur. Çünkü herkes hata edebilir. Bir kişi hata edip nefsini ıslah etmek üzere tövbe ederse, Allah tüm geçmişini siler.

Yeryüzünde Allah halifesi şuurunu yaşamak istiyorsan, sen de affetmelisin. Bu da nefsi emmareye çok ağır gelir. Zira affetmek nefsin kirini temizlemeye matuftur. Bunu bilen nefsi emmare sıkılır ve büzüşür. Affetmek istemez. Çünkü dünya onun için yegâne saraydır. Her bir insanı af, senin ayrı bir sınavındır. Yaşanmadan bitti denilen hiçbir sınav bitmiş değildir. Her hangi bir konuda inandığını söylediğin düşüncenin sınavı, senin önüne gelmeden ölmeyeceksin. Hem bilelim ki aynı sarmaşık iki ayrı kalpte kök saldıktan sonra, bir kalbin şirazesi kayarsa, onu doğru yola iletmek en büyük vefa borcundur. Hata edip ayrılmış ve destek için sen ona Allah indinden memursun. İmar et kayan dostunu. Bil ki vefasız kul ölü bedendir. İşte diril ve vefalı ol tüm kullara, öylece Allah misafiri ol tüm sofralara.

Dostluğun özü vefadır. Bu da doğru olana götürür. Doğru olanı uyguladıkça gerçekliğin ile buluşman için yakınlığın artacaktır. Allah bizi vefalı yapsın dileyerek bir örnekle konuya devam edelim; Kel kartal Amerika’da yaşayan bir hayvandır. Aslında Amerika’nın sembolüdürler. Kel kartallar hayatları boyunca tek eşle yaşarlar. Eşleri ölünce tekrar eş bulmazlar. Bu nedenle dünyanın en vefalı hayvanları olarak kabul edilebilirler. İşte eşler arasındaki sadakat zirve yaptığında, her hal ve durumda nefsi emmarelerine tabi olmadan sadakatten ayrılmazlar. Vefa arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefa su içtiğin kuyuyu taş ile doldurmamandır. Vefa dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır. Vefa ötelerin sonsuz mükâfatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır. Vefa sana verilen nefsine zulmetmeden tertemiz bir halde Allah’ın huzuruna ulaştırmandır. Vedalar gözleri ile sevenler içindir. Çünkü gönülden sevenler hiç veda etmeyecekleri için gözün içine bakmaya utanırlar. Allah bizi kendisine karşı ve tüm insanlığa karşı vefalı bir pozisyonda kalmayı kolaylaştırsın.

Vefasız, şeker dahi olsa tadı acı olur. İnsanı avutur hem hain olur. Ona tükürmen bile yazık olur. Vefasızlık vasfı, şeytan için ip bağlama kazığı olur. Başına ipini geçirdiği kişiye otlatma merası olur. Nefsi emmarede olanlar için Vefa nedir, bilir misiniz? Vefa, nefsi emmareyi geçemeyenler için bakkalın adı olur. Vefa adı ile ticareti için alışveriş eder. Öylece malını satıp dünyalığını devşirme ile zevk eder. Ticaretine dokunana kafa tutup dünyayı dar eder. Onlar insanlık için olurlar cefa. Sadece genişlikte ederler sefa. Nefsi emmareyi geçip insanlık için sebil olan vefalı kullar çok az bulunur.  Bilelim ki nefsi emmarede yaşayan insan çok ama çok kıskanç olur. Vefasızları, başın dara düştüğünde veya yolun sonu senin için çıkmaz sokak olduğunda, o zaman iyi tanırsın. Hemen bir bahane ile senden uzaklaşırlar. İşte öyle olunca elinden tutmak bir yana ardından bile sana bakmazlar.

Bunca anlatımla olayı anlayan anladı. Anlamayanın anlamaması için bilincini mi bağlandı? Yoksa efsunlar mı dağlayıp zihnini mi çaldı. Yok yok tüm anlatımlar kapısının menteşelerini yağladı. Kapı ses çıkarmadan açılmaya başlandı. Yeter ki kibrinden az feragat etsin. Tepeden bakmaya koyulmadan yürüsün. Ey kendini elit zannedip tepeden bakan; varoş dediğin yarış içinde yarışırken, canı canan içinde cananını can eyledi. Özün özünde sözünü altın eyledi. Yolun hissesini içerisinde görerek sana nazar eyledi. İstersen inanma dediklerine, sözde elitler indiler inlerine. İnlerini köşk zannettiler. İşte bakma elitin dediğine, marifet işlemez kapı açılıp girilmez kibrine. Geçmişten dem vurur geleceği alır hissesine. Kişi hakka yolculuğa niyet ederek kendisiyle barışır. Hem tövbe ederek özüyle tanışır. Sinirleri yatışır, ama dil yarası içini kanatır. Sen onun dediğini dediğinde ise, kanayan yaralar, kalbinin içinde yeniden yeşerir. O yüzden kalpleri yaralamamaya bak, öylece yürü.

Bil ki, özünde vefalı hem sözünde sadık olmalıdır dostun. Zor bulunur böyle dost. Aslında bu dostun hamuru senle yoğrulur, fırınında pişer sofranda kurulur. Sohbet ederken bağdaş kurulur. Sen bakma varoşun vuruşlarına, hem doğru yoldan dem vuruşlarına. Dikkat et, o dem vurmaz anılarına, belki bakar arılarına. Kalbinde oluşan mana hâsılatına bakar, maddi olarak yanaşmaz yanına. Utanır kendinden, senden bir şey ümit ediyor hissinden.

Beni sorarsan tanıtayım kendimi; her insanı aziz olarak görür, varoş veya elit diye ayırmam kimseyi. Efsun koklatıp kendinden geçirenlere yan bakar, sihir yapıp okuyanların sihirlerini kendilerine iade ederim. Bunlar Uzakdoğu kültürü, bizim civara uğramaz sesleri. Bizim dünyamıza nazar edenleri gül kokusuyla karşılar, her birini muhammedi bir gül olarak bilir, solmaması için dalında koklarım. Garip bir kulum işte, kimsenin şahsi fiiliyatına bakmam, hem gereksiz uzatmam elimi. Kim ne derse gülümserim, kimsenin kalbini kırmaz, hem özümle dilberim. Özden geleni hissederim, tepeden bakanı aşağıdan seyrederim. Aşağıdan tepeyi seyretmek çok zevkli olur. Hem dünyası çok renkli olur. Renklerin tümüne bürünen belli olur. Belli ederken veçhini bakışı hep hisseli olur.

İman, hayânın derunundadır. Örtün kadar hayân korunmadadır. Hayânın korunması kadar imanın emniyettedir. Setri avretin farziyyeti işte bundandır.  Derununu sanma ki odur veya gayrıdır, bil ki tümü ondandır ve “masiva”dandır. Yazdım diye kızma. İç gürledi, sana kızmaz bu kul. Hem seni elit bilmez veya yüceltip kendini varoş bilmez. Sana ayna eyledi bu kelimeleri, sakın deme bu satırlara saçma. Bu satırlar saçılır etrafa. Etraf pazar dolu, sen eylersin sefa. Sefa etmek ne ki, sana gösterdi vefa. Vefalı kul zor bulunur, bulma kafa. Dokunursa, artık uğramaz affa. Çünkü kalbi çok narindir. Üzüldüğünde suskunlaşır hem garipleşir. Artık elden kayar gider kalbinde çalar sazın.

Dostluğun yağı vefa, enerjisi doğruluk, varış noktası gerçekliktir. Böyle bir zatı görürsen yapış, odur sana Kur’anı sunan, ermek için yarış. Ben Kur’an okuyayım derken nefsi emmareye olmasın varış. Allah muhabbeti ile okuyalım Kur’anı. Marifetle, duyalım irfanı. Kur’an okuyalım derken, Kur’an zannetmeyelim mealini. İşte böylece tüm zanlardan arınmış, Allah teveddüdünü yaşamış, nefsindeki tüm kiri paklamış aziz kullar seyir halindedir. Kullar bakışını çevirmiş, Rahman’ın adını besmelede çekmiş, Rahim ile yaşamını mutlak yaşama çevirmiş, işte öyle kullar seyir halindedirler. Böyle dostlar vefalı olup, sana sendekini sunarlar, hem hak sözüne burhandırlar. Buldun mu, üzme özlerini. Çünkü bu dostlar yaranı iyileştirmek için hakkın sana sunduğu dermandırlar.

Yolun başı nefsi mülhimedir. Allah likasına yolculuk burada başlar. Amaç Allah likası ise, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize uymak zorunludur. Gerisi emmareye duçar olan nefsin saçmalıklarıdır. Nefsi emmare basamak bile değil, hayvanlık bilincinden daha alta düşmektir. İsim olarak Allah’ın seçtiği İslam adını beğenmeyip, isim aramak ve şucu bucu olmak, başka başka liderler arayıp, lider olarak Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz dışında teslim olacağı birini aramak, komiklik değil de nedir? Nefsi emmarenin emrine girmek değil de nedir? Görmeden nasıl liderlik olur dersen, Allah onun içinde örnek koydu önümüze. Hz. Veysel Karanı ra. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi maddi dünya gözü ile hiç görmedi, hem de onun zamanında yaşamış olmasına rağmen. Ama onun dışında önder görmedi. Aslında Allah her konuda bize örnek sunmuşta biz nefsi emmaremize hoş geldiği surette davranıyor, bahaneler arayarak kendi nefsimize yazık ediyoruz.

Bedensel emmareye bürünen nefis sıddık olmak için daha çok ekmek yemelidir. Ama dikkatli yesin ki obez olmasın. Bebekken destekle yürürüz. Yaşlıyken destekle yürürüz. İki destek arası geçen hayat, neymişiz be. Dünya kralı ama emmarenin mağduru. Her an uyanık olup geçmişe tövbe edelim. Emmareye gem vuralım. Düşümüzle olan tüm anlarda, Allah’a firar için gayret edelim. Çünkü ölüm hangi saatte bizle buluşur, meçhuldür. Allah’a kul olan özgür olur. Dünya ona eyvan olur. Tüm insanlar onun gözünde eşit olur. Cennet mekânı olur. İki cennetle buluştuğu için, istediği tercih, onun olur. Kula kukla olan yok olmaya mahkûmdur. Sanma ki mahkûmiyet dünyayla sınırlıdır. Ebeden azap onun azığıdır, cehennem onun karargâhıdır. Zebaniler yoldaşı olup zakkum gıdasıdır.

Sayısız kilit gönlümüze vurulmuş. Bazısını da biz eklemişiz. Kurtulmak çok ama çok zordur. Dolayısıyla zamanımızın çoğu nefsi emmareden ilham ile geçiyor da hiç farkında değiliz. Disiplin olmayan yerde eğitim yoktur demektir. Eğitimin olmadığı yerde öğretimin emmaresini bulamazsın. Kişi nefsini terbiye etmesi için ilk önce edebi kuşanmalıdır. Onun için de eskiler, edep ya hu demişlerdir. Akıl tek sermayemizdir, onu kullanmazsak nefsi emmareye esir düşer yerlerde sürünürüz. Hatta iman etmekte akla bağlıdır. Aman duyguların aklının önüne geçmesin. Aman aynaya sırtını dönmeyesin. Aman emmarenin çekişmesine kapılmayasın. Aman kabuğuna gerisim geri çekilmeyesin. Dikkat edelim ki emmareyi yenelim. İnsan iradesine göre, cinlerin iradesi ne ki? İşte şeytani cinlere kendimizi esir etmeyelim.

İnsan kendi hakikatine doğru inerken kuyuya iner gibi dibe dalar. Yüzeyden derine inerken, kuyunun tam dibi, tüm ruhların buluşup tek nefsin açığa çıktığı salt ilim noktadır. Bilim çevresi buna bilinçaltı adını takmışlardır. Ama ne olduğunu daha tam olarak çözememişlerdir. Bizim bakışımıza göre nefis mertebesi dörttür. 1.Emmare, 2.levvame mülhime, 3.“mutmainne raziye merziye” ve 4.safiyedir. Mutmainne, raziye ve merziye tek parçadır ve bir birinin tamamlayıcısıdır. Emmare nefis kavgacı bir nefistir. Emmare nefsin azığı olan kavgayla geçirilen her an ziyandır. Bu kavgayı ya kendi kendimize veya çevremize karşı yaparız. Kavga ise, insana hasret ve sıkıntı bırakır. Nice nice canları pert eder. Cananları yok eder ve hayatı zindan eder. Gelin dostlar nefsi emmarenin azığı olan kavgayı terk edelim. Canı canla buluşturalım. Araya giren şeytani evhamları kapıda bırakalım. Nefse ağır gelse de kendimizi ezik hissetsek te, bana değer verilmiyor kuruntusu canlansa da, tümünü şeytandan bilelim. Nefsimizde levmi bulup yükselişe geçelim.

Emmare nefis kötülüğü ve ayrılığı emreder. İnsanı zindana hapseder. Zihnini yoklama eder. İlim, irade ve kudret zayıflığında kişiyi kendisinden eder. Maksadı anlaşılmayan bir söz yüzünden tartışmak hele hele azarlamak ne güzel değil mi? Evet nefsi emmareye güzel ve çekici gelir. Çünkü ruhtaki pozitif enerjiyi yani nuru alıp götürür. Ruhu boşaltan her şey, et kemik olan bedenin ruhaniyetine zevkli olur. Nefsin ameli üzerinde uygulama alanında ise, uygulanışı nefse çok zor gelir. Çünkü nefsini arındırır. Nefis gözünü et kemik bedende açtığı için, kendisini bu beden sanır. Bu et kemik bedenden özgürleştiren şeylere de lakayt davranır. Onun için iman her an devrede olmalıdır. Dikkat edin, ayet der ki; Bir cahil sizle sataştığın da selam deyip geçin. Enerjinizi heder etmeyin. Öyle olmaya karar verdim, bu satırları okuduktan sonra artık öyleyim, diyelim.

Allahın yarattığı hiçbir varlık, kendisini insan kadar komik etmedi. Ebedi âlemde rahat etmek için hazırlık yapma, nefsi emmarenin peşinde koş, uyarıldığın ateşe vardığında ise, tembelliğinin karşılığını Allah’ın boyuna at. Allah diledi ben böyle oldum de. Hayır, Allah dilemedi, Allah senin dilemeni inşa etti. Ama olayın vahametini anlayıp kendisine çekidüzen verenler, yolun sonuna geldiğinde, bir elime ayı bir elime güneşi koysan ben yolumu buldum ve yolumdan artık vazgeçmem der. Çünkü yolun sonu yok ve sonsuzluğa yolculuk var. İlmullahı öğrenip ona göre nefsine istikamet vermenin dışındaki her niyet insan için geri bırakıcı kaygan zemindir. Korunalım.

Aklı fikri sadece Allah olan, Allah yolunun yolcusu olur. Gerisi nefsi emmarenin kölesidir! Zira olayın farkına varanın tüm düşüncesi o olur. Olayın farkına varmayan ise, emmarede patinaj yapar. Köpek gibi bize havlayan nefsi emmareye ve fısıldayan şeytani varlıklara kapılmadan vicdanımızın sesine kulak verelim. Vicdanın sesi çok derinimizden gelir. Hep doğruyu haykırır. Manada köpek, nefsi emmareyi ve dünyalığı temsil eder. Yani köpek nefsi emmare olarak sürekli dünya saltanatına ulaştırmak için üzerimize havlar. Dünya içeriğini bize tatlı gösterir. Dünya ise, kendi saltanatını kendisine yönelene sunar. Saltanatını sadece sevdikleriyle paylaşır. Kendisini dünya saltanatına kaptıran hep hırlar. Onun elindeki kemiğe el uzatıldığında, tüm gücüyle hırlar ve kemiğine sahip çıkar. Lakin rahmana gönül verenler, o kemiğe tenezzül bile etmezler. Et varken kemik neyime derler. Kemiği ağzına alanlar kişilere en çok sevdikleri kişiler dahi biraz yanaşsa, hemen ona hırlayıp tavır alırlar. Kemiklerini kaybetme korkusuyla öncellikle kemiklerini sağlama alırlar. Alma kemiğimi benden derler. Çünkü nefsi emmarede pişenin varı yoğu o kemiktir. Kemiğin dışında da bir dünyası oluşmamıştır.

Ya rabb sen büyüksün, her hayvanı saf ve som yapansın. Onları vefalarına sadık eylersin. Ey nefsim, onlar kadar saf ve som olamadın. Onlar kadar içinde bulunduğun ana inip, geçmişinden ilham alıp geleceğini inşa etmek üzere anda yaşayamadın. Ey nefsim, en iyisi sen oyuncaklarınla oyalanmaya devam et. Boşuna erdim deyip hava atma. Ey nefsim, ölüm meleği ile yüz göz olduğunda yüzündeki ifadeyi aynadan sana göstermek isterim. Ey nefsim artık arın taklitten ve rabbine muti bir er ol. Taklit ehline şöyle örnek verebiliriz; buz gibi suyu içmemiş ama içenlerin buz gibi suyun nasıl bir haz verdiğinin hikâyelerini duymuş ve o hikâyeleri de insanlara anlatır da anlatır ve hatta anlatırken kendinden o kadar geçer ki dinleyenler içtiğini zannederler. Tahkik ehline ise şöyle örnek verebiliriz; onlar bizzat buz gibi suyu içenlerdir. İçmeyenlerin nefsi çeker diye de utanırlar iç hallerini anlatmaya. Ama kendilerine yeni yeni dostluklar kurmak için, buz gibi suyu içmenin yollarını öğretirler.

İnsanlar genelde nefsi birliktelikler yaşadıkları için dünya menfaati üzerine derinleştikçe derinleşiyor. Günlük yaşantıda gönlü Allah’a dönük olan, haramdan korunup helale yönelen iman ehlini takdir eder, onların ellerinden öperim. Bunun ötesine geçmek isteyen kişiler, nefsini tanıma çalışmalarını kafasına göre yapmamaları gerekir. Daha önce o basamakları geçen tahkik ehline müracaat edip zirvelere tırmanırken kaymamak gerekir. Nefsi duygulardan feragatimiz kadar ruh dünyasında yükseliriz. Ruh dünyasındaki yükselişimiz kadar tevazu sahibi oluruz. Tevazuumuz kadar Allah yanında kıymet kazanırız. Allah’ın katında basit diye bir şey olmayıp sadece yarattıkları vardır. Bizim katımızda ise, nefsimizin içinde olduğu ortamın varoluş prensibinin hoşuna gideni makul, hoşuna gitmeyeni ise, mantıksız addederiz. Zati seyir ile bakan ise, farkı kaldırmıştır. Ama bu seyirle baktı diye zulme boyun eğmez, zalimin hakkını Allah’ın istediği şekilde icra eder. İşte esas zati seyir budur. Yoksa zati seyir, eli indirip zalime teslim olmak değildir. Zira tüm seyirleri en zirvede yaşan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz, mazlumun yanında ve zalimin karşısında dimdik durup en güzel şekilde halkın hakkını vermiştir.

Allah indinde din sadece İslam’dır. İslami içselleştiren Müslüman’dır. Bu Hz. Adem’den günümüze dek aynıdır ve asla değişemez temel prensiptir. Zaten cinlerin ve insanların dışındaki tüm “var”lıklar, İslam’ı içselleşmiş bir şekilde hayata gözlerini açıp o şekilde yaşamlarını sürdürüp giderler. İnsanlarda aynı şekilde İslam fıtratı ile gözünü dünyaya açtığı halde, çevresi onu ayartır. Çünkü insanda değişim gücü vardır. Ama hayvanlarda değişim gücü yoktur. İşte İslam’ı içselleştiremeyenler ise, kendilerine nefsini tatmin yönünde isim takarlar. Hristiyan, Yahudi, Budist veya ismini dahi duymadığımız saçma sapan inanışlar. Yoksa Allah’ın değişmez dini olan İslam’ın şu yönü Müslümanlık, şu yönü Hristiyanlık veya şu yönü başka şey diye düşünmen dahi hatadır. Tek olan Allah dini olan İslam’ı içselleştiren Müslüman’dır. Gerisi bomboştur. Dünya ve ahrette hüsrana uğrarlar.

Lokman süresi 33. Ayette yüce Allah şöyle der; “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu, oğlun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah’ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.”  Demek ki kişi nefsinde uyanmadıkça kimse ona fayda veremeyecektir. Hem kıyamet günü kimsenin kimseye faydası da olmayacaktır. Ne babanın oğla, ne de oğlun babaya, velev ki herhangi bir peygamber olsun, iman edip amel işlemedikçe bir tesiri olmayacaktır. Eğer ki kişi uyanıp iman ederse ve amelde derinleşip Allah’ın ipine el uzatır ise, işte o zaman ona şefaat kapısı açılır. Nefsin arınması başlar. Tüm yollar önüne döşenir. Yoksa mahrumlardan olur.

Rükû Allah’a teslimiyettir. O’na karşı boyun eğmektir. Secde ise yokluğunu müşahede etmektir. Hatta müşahedenin dahi olmadığı haldir. O yüzden zekât, manevi olarak rükû hali hissedilerek verilir. Sadaka ise manevi olarak secde hissedilerek verilir. Yoksa verdiğine benlik karışır ve tezkiye etmekten çok nefsin karanlığına gömer. Nefsin karanlığında verilen sadakalar ise, karşı taraf üzerinde bir üstünlük hissini kişiye getirir. Sadaka verdiği kişiyi her gördüğü yerde hemen hatırlar ve üzerinde zihinsel dahi olsa, tahakküm eder. Oysa hakkın elini hissederek vermiş olsaydı, veriliş anında dahi kendi olmayacaktı. Ve hiçbir tahakkümü de ortaya çıkmayacaktı. İşte nefsini arındırmak için verdiğinde sadece veren el ol. Tıpkı veznedarın sana verdiği gibi. Veznedar hiçte verdiği parayı düşünmez ve işini yaptığı için işverenden maaşını alır. İşte ey nefsim, sen de verince veznedardan başkası olma. Bil ki, ücretini rabbul âlemin sana takdim edecektir.

Kişiye en çok ihanet eden gene de kendisidir. Bu ihanet, kendi şuurunun açığa çıktığı bedeninde, kendisini bedeniyle bütünleşmiş bir bedensel varlık zanneden, kendi nefsinden ileri gelir. Çünkü nefsi, gözünü et kemik bedende açmış ve et kemik bedeni kendisi sanmıştır. Değişmez bir kanunla işleyen sistem ve insanın tabi olduğu bir düzen mevcuttur. Sistemin düzenini Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize göre ayarlayan kişiler, hakla buluştu. Öylece nefsinin hakkı eda edilip Allah katından üflenen ruh ile doğru yolda birleşti. Allah’ın yaratmış olduğu sisteminin aksine, düzenini kendisinin sahip olduğu beden zanneden nefsine göre uyarlamaya çalışan kişiler ise, haktan mahrum kaldı. Ben, Allah yanı sıra birisine kul olmak için var olmadım ve benim gözüm sadece Allah’a bakar demek zorundayız. Çünkü Allah’ın yaratmış olduğu kanun ve nizam karşısında, bireysel bakışlarımız kısır kalır. Allah’ın âlemlerini üzerine yaratmış olduğu fıtrat gerçeği karşısında, nefsi beklentiye dalmayıp, kendi nefsinin de aynı fıtrata tabiiyetinin farkına varıp, öylece hakkın yaratmış olduğu fıtrata tabi kalmak zorundayız. Yoksa kaybedenler arasında yerimizi alırız.

Öz ruhumuzdan yansır Allah nuru. Allah’ın nurunu dışarıdan arama, sendedir onun yolu. Kendini donat hedef O’nun yolu. Bu sözler sanadır ey nefsim, kendine dön yolun olsun Allah yolu. İşte yüz yirmi dört bin nebi, üç yüz on üç resul, yüz tane sahife kitap, dört tane büyük kitap ve hatta sayamayacağımız sayıda Allah dostu erenler, nefsi ilk yaratılış şeffaflığına kavuşturmak için çabaladılar. Onları dinleyenler öz ruhundan yansıyan Allah’ın nuruna kavuştular. Nefsi istek doğrultuda çabalayanlar ise, yolda kaldılar. Dünya yaşamını yönlendirme iradesi insanın elindedir. Şöyle bir örnekle açıklayalım; araç kullanan kişi, aracı kullanım anında eğer irade Allah’ın ise, virajlarda direksiyonu sağa sola neden çevirdin? Mutlak hâkimiyet elbette Allah’ındır. Ancak, ehliyet sahibi olduğun ve özgür iradene sevk edilmiş hâkimiyet alanının iradesini sana veren, mutlak irade sahibi olan Allah’tır. Yoksa kaza yapınca Allah’a sövüyor musun? Direksiyon hâkimiyeti Allah’taydı ve gitti aracı ağaca vurdu diye konuşuyor muyuz? Komik olmayalım. Mutlak hüküm Allah’ındır. İnsanlara melikiyeti itibarıyla yapması gerekenleri iletmiş ve dünyada özgür bırakmıştır. İşte Allah’ın insan için çizdiği melikiyet hükümlerine riayet edenler, dünya ve ahrette mutlu olurlar. Riayet etmeyenler ise, derin bir hasret buluşacaklardır. Yani Allah, çizdiği sınırlar dâhilinde dünya egemenliğini insanın eline vermiş, gerekli yolları talim etmiş ve insanın yaptığı fiilinin sonucunu da, ona yaşatmayı ahdetmiştir. Böylece kendisinin, insana asla zulüm yapmayacağını da defalarca söylemiştir.

Ey nefsim, milleti hor görmek, öze yönelene yakışmaz. Öz, duru ve sakindir, kendini sanma havas. İmansız bakan tüm felsefi duygular insanı felakete götürür. İnsanı çevirir dolaştırır, kendisini bedensel bütünlük sahibi sayan nefsin etrafında karar kıldırır. Ötesine felsefi akıl eremez. Felsefi aklı aşanlar, iman ile buluşur. Eren kullar, tüm dışsal kavramlara ve tüm dışsal tutkulara elveda demiştir. Tüm bulduğunu nefsinde bulmuştur. Dostunu nefsinde ziyaret etmiş, hakka gönül vermiştir. Çünkü nefsinde sevgilisinin ruhu vardır. Arındır nefsini de ruhu paka nazar ettir. Bu nazarı elde edemeyenler ise, maddi veya manevi çaresizliklere sürüklenirler. Maddi veya manevi her hususta oluşan ruhi bunalmalar, stresler, gürültüler, hırslar, arzular ve tatminsizlikler ile nefsanî arzuların açığa çıkışlarında vücudun kimyasını oluşturan çinko, magnezyum, bakır, demir ve daha adını dahi bilmediğimiz birçok elementler azalır. Böylece hastalıklar başlar. Doktorların verdiği maddi ilaçlar ise, vücut kimyasını bozup kişiliği alt üst eder. Bir türlü tam manada iyileşme gerçekleşmez. Biz bunlarda maddi sebepler arar dururuz. Evet aziz kardeşim, siz devam edin aramaya belki bulursunuz. Ama unutmayın ki asla bulamazsınız. Çünkü kalb ancak Allah zikriyle tatmin olur. Günümüzdeki hastanelerin hastalarla dolu olmasının en büyük etkeni, manevi yolculuğun terk edilip maddi tatmine odaklanmasındandır. Oysaki hakikatte biz, birçok vitamini gıdadan değil semamızdan almaktayız. Semamıza götüren zikir ve tefekkürden yoksun bırakıldığımız için, içsel ve dışsal huzurdan mahrum olduk.

Ne zaman ki din yaşamdan çıkıp hobi oldu. Tüm alanları terk edip gitti ve kimseye laf geçiremez oldu, yani adı üstünde hobi oldu, tatmin eden birçok hobilerden biri işte, işte o zaman nefsi terbiye rafa kalktı. Her şey dilden dile gelmeye başlandı. Kalbi dokunuşlar unutuldu. Hayatı dizayn eden Allah ahlakı kitaplarda yazılı kaldı. İşte ey nefsim, Bismillah de ve yeniden dini tüm yaşamında etki alanı yap. Terbiyeni tamamla ve dünyadan öylece çık. Allah yaratmasına göre kâinatın en varoşu neyse, en merkezi de odur. En büyük yıldızı neyse en ufak karınca da odur. Yedi kat sema neyse, insan da odur. Onun için gözümüzü ha göğün derinliklerine dikelim, ha nefsimizin derinliklerine, gene de ona yakınlık veya uzaklığımız aynıdır. Yani onun yaratmasına karşı zerre den küreye her birim aynıdır. O zaman gözümüz bizde olsun dışarıda değil. Çünkü gözü dışarıda olan dilenci olur, gözü kendin de olan âleme şah olur.

Ey nefsim, yaratılmışsın ya, ne büyük lütuf. Hiç yaratılmasaydın, olmayacaktın işte. Sadece bunu düşün ve zengin olduğunu gör. Gelene şükret, halinle hamd et, mutluluğu hisset. Sıkıysa yapma bu tefekkürü ve kendini mahrum koy. O zaman zararı kendine edersin. Laklaklarla vakit geçirip kendini aldatmak kolaydır. Çünkü nefsi emmarenin isteği bu yöndedir. İnsanlar başına Şeyh ve Mürşit kesilmek kolay. Önce kendi nefsinin şeyhi veya mürşidi ol. Sen nefis terbiyesini oyuncak mı sandın? Dosta yürümeyi şaka mı sandın? Bu ciddi çalışmakla gerçekleşir. Öylesine iki kelam mırıldanmakla olmaz. Ey nefsim; kendine baksana ne durumdasın? Aslında her birimiz nefsin çekiciliğinden sıyrılmak üzere sınavdayız. Bu derin bir ah getirtir nefse. Çünkü hakikatine erdikçe geçmişine ah edecek. Neden? Neden bu güne dek uyanmadım? Diye hayıflanacak. Derin kuyuya inerek, özünde bulduğu mercanları aha buldum diyerek mutlak zat adıyla kendi seyri olarak paylaşacak. Ama onun adıyla ettiği seyrin gerçek sahibi olan, hu adıyla işaret edilen mutlak hüviyet olduğunu bilecek. İşte burada Allah ondan razı, o da Allah’tan razı olacak. İşte bu rıza hali ile seyir hilafet yolunda edindiğin yolculuğun nihayetinde sana açılacak, sen artık seyri suluk yolunu bitirmiş olarak insanlığa güneş gibi ışık saçmaya başlayacaksın. İşte bu yol, öncü olanların yoludur.

İşte ey nefsim gel beri, toprak bu et kemik bedenini kurda böceğe takdim etmeden, sen direksiyonu eline al ve topraktan oluşan bu bedeninle nuruna nur kat. Nefsi emmarenin çirkefliğine aldanarak nefsini terbiye etmeyip, gerçek fıtratın dillendirilişi olan İslam’ın güzelliklerini nefsinde yaşayamayanlar, zannederler ki dünyada İslam ismiyle oluşan bir yönetim olursa, mutlu olacaklardır. Hayır, işte öyle düşünen aldanıyor ve şeytana açık kapı oluyordur. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz üç yıl nebi olarak kaldı. Allah’ın emirlerini nefsinde uyguladı. Nübüvvet ten üç yıl sonra nefsinde uyguladığı Allah’ın kanun ve nizamından insanlığı ilgilendiren gerçekleri tebliğ ederek halkı donatmaya başladı. Yani önce nefsinde uyguladı. Çünkü nefsini tanımayan ve gerekli nefsi hazzı alamayan kime neyi tanıtır ki. Öncellikle nefsimizi arındıracağız. Kişi nefsinden arındırılmaz, nefsini arındırır. Bu çok önemli bir noktadır. Olayı bilmeyen komple nefse pislik derler. Hâlbuki pis olan et kemik dürtüleri yaşamına pompalayan nefsi emmaredir. Sen nefis ile nefes alırsın. Nefsin tümüyle yok olsa, sen diye bir şey de kalmayacaktır. Nefsini tanıyıp ıslah yaptığın kadar nefsinin kötülük barındıran ilhamından arınırsın. Arınma had safhaya ulaştığında ise, artık nefsinden yükselen bilinç, iyilikleri emretmek olacaktır. Bunun başlangıcı nefsi mülhime ile başlar ve kâmile veya safiyyede ise doruğa ulaşır. İşte burası mana yolculuğunun başıdır.

İslam dünya siyaseti için değil, belki nefsi ıslah için açıklanmıştır. Nefsini ıslah etmeyen ne hisseder ki ne versin. Serap peşinde koşar geçer. Önce İslam’ı nefsimize ve nefsimizin merkezi olan bilincimize hâkim kılmalıyız. Bilincimizin içeriğini İslam’a uygun hale getirmeliyiz. Öylece bilinçaltımız fıtratın yoluna girmiş olur. İslam ile hem hal olan insan, yakınlarını aydınlatmaya başlar. Tıpkı Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz gibi. İşte yol onun yoludur. Gayrı yollar sarpa sarar. İşte bu hakikatlerin nefsimize kolaylaşması için de, zikir okumak şarttır. Zikirsiz bir insan, sudan çıkan balık gibidir. Hareketsiz olan balık ve sonrasında ölüm…

Okumak sayfalardan okunan değildir. Okumak, sayfalardan okuduğunu nefsinde bulmandır. Öylece nefsin yedi mertebesi önüne serilir. Tıpkı bir müzik melodisi gibi yaşamın her safhasını yaşam alanı etmeğe başlar. Onun için de tasavvufta def ve ney gibi çalgılar ön plandadır. İşte her bir nota bir nefis mertebesine işaret eder. İlk “do” kalındır ve değişik süreçlerle “si” ye kadar gidersin. En son yumuşak bir “do” ile tekrar nefsini insanlar arasında bulup içlerine karışırsın. Ama ilk “do” dan tamamıyla farklı bir “do” ile. Yumuşak bir seda ile. Bu yumuşak seda ile artık yaptığını Allah adıyla yapıp nefsi sahiplikten arınırsın. Her insan tek doğmuştur. Sahip olmadan dünya ile buluşmuştur. Sonra çevreden aldığı ilhamlarla sahiplenmeye başlamıştır. Her insan zamanının büyük kısmı tek yaşar. Her insan tek başına ölür. Her birimiz hesabını da nefsine verecektir. İşte uyan ey nefsim; o ömür ki sonunda ölüm var. Tüm yaşantın zevkle geçse de sonunda fetret var. Yetmiş yıl yaşasan da kıyamete göre bir kaç saniye vaktin var. Gemin hızla devam ediyor yola ve menzile hızla yanaşmaktadır. Ya adaletten ayrılmayıp cennet ile buluşacaksın veya heva ve hevesine aldanıp cehennemi boylayacaksın. Başka bir karargâh olamaz. Evet, işte dünya ve sonu bilaistisna her fert için ölümdür. Kabrimizin baş ve ayakucu taşları eğilince, çoktan unutulmuşuz demektir. Ey nefsim seni unutacakları şimdiden unut ki rabbini bulasın. Rabbini bul ki devlement olasın.

İstediğin kadar ilmihalden muamelat kısmını tüm haşiye ve teferruatıyla öğren. Ne eline geçecek, kadı mı olacaksın. Arada sırada birisi hobi olarak bir şey sorar sen de cevap verirsin, ama sonra gene soran bildiğini yapar. Sen ise, ben biliyorum diye biraz daha hava atarsın. Bu arada biraz daha nefsin kibir yükleyerek yükünü daha da ağır edeceksin. Kardeşim ilmihalden muamelatı ihtiyacın kadarını al ve nefsine dön. Nefsi ıslah et ve razı olunan veçhe çevir. Yoksa yazık edersin. Nefsi ıslah öyle zor geliyor ki, ıslah yerine bir kurtarıcı bekleniliyor. Zannediliyor mehdi gibi bir ıslah edici gelip sihirli değneği ile nefsini düzeltecek. Ey nefsim; Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz gelmiş, ama ona uyup kendi nefsine hâkim olamıyorsun. Mehdiye mi tabi uyacaksın? Unutma ki, eğer mehdi diye biri gelecekse, sen Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin öğretisine sırt çevirmişsen, mehdiye de ilk sen karşı çıkacaksın. Çünkü mehdi, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden büyük olmayıp onun anlatımının dışında da bir anlatım ve salahiyete sahip olmayacaktır.

Can öğretmen doya doya anlattı dersi. Kısmadı hiçbir nefesi. Öğretti bize nefsi. Terk ettirdi bize hevesi. Doyamadık sana ey öğretmenim. Salât ve selam sana ey öğretmenim. En büyük öğretmen Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizdir. Diğer tüm öğreticiler, ondan aldıklarını nakletmekle meşguldürler. O yüzden gözünü en büyük olan can öğretmenden sakın ayırma. Çünkü en büyük öğretmen bize görmediğimiz hakikatleri vahiyle alıp tebliğ eyledi. Çünkü Allah çoğu âlemi gözümüzden gizledi ki dünyada yaşam olsun. Nefsin bencil duygularını terk edip Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize kulak kesilenler ise, basiretlerinden perdeler teker teker kalkar. Geleceği ve oluşacak ahir zaman oluşumlarının zamanlarını merak edip çalışmaktan geri kalmak yerine, kendimizi geliştirmek zorundayız. Biz ne de çok geleceği ve dünyanın son günlerini merak edip duruyoruz. Acaba ne olacak diye? Aslında ne olacağı belli de biz ne yapacağımıza karar verememişiz. Biz hazır değilsek, kıyametin kopmasından bize ne.

Çok acil ki; nefsimizi tanıma çalışmalarımızı yoğunlaştırmalıyız. Etrafımızdaki karanlığı iman ile deşmeliyiz. Yoksa yaşantımızın belirlenmiş saatleri biter de yerimizde saymaya devam ederiz. Dünya hayatında beş duyu ile doneler oluştuğu için, ölüm ötesi ve yaşamın öz gerçeği bize karanlıktır. İşte tüm hayallerimiz bu karanlıkta büyür. Özlemle doğar tüm hasretler. Karalıkta aydınlık verir hem tüm ışıklar. Özlemle kök salar tüm zıtlar. Hayaller insanı dehaya oturtur. Hayaller hayale rahim olur. Her rahimde yeni bir şan olur. Giden şan dehrde kaybolur. Hasret kalbe şifadır aslında, kalpte ruhları tek ruh eder aslında. Tüm ruhlar ferttir aslında. Ferdiyet sana gözükecek aslında. Işıktır seni karanlıktan kurtaran. Esas karanlık ise, nefsin örtülmesidir haktan. Haktır terennümüdür tüm dehşetiyle gözüken halktan. Halkın kesreti seni örtmesin haktan.

Zıt dediğin aslında birdir. Aynı mananın azalıp çoğalmasıdır. Tüm manalar tek manadadır. Özü HU diye işaret edilene dayanmadadır. Kişi arınmak isterse, Allah kuluna hidayet yolunu açar. Sonra faydalanacağı kişi ile karşılaştırır. “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.” Der Hz. Ali kv. Zaten cahiller çoğalttı, çoğalmadığı ana baksana nefsim. Belki kendinden haber alırsın ey nefsim. Nokta olan ilme yaklaş nefsim. Sana ne ilmin dedikodusundan, zaten cahiller çoğaltmıştı.

Ey nefsim bak iç âlemine. Bedenine bakım yaptığın gibi manana da yap. İşte o zaman seyret duanın kabul olduğu anları. Bazen çekinirsin konuşmaya veya yazmaya. Bazen utanırsın selam durmaya. Bazen görmezden gelirsin bakarsın havaya. Bazen de süzülürsün yataya. Çekinme insan mayasında vardır, hayâdan gelir. Bilinç mat olur, kendinden kendine okur, öylece nefsini görür, sükûnetine bilenir. İnsan başını eğer utanır rabbinden dilenir. Nefsin isteğinden sirkelenir. Öylece isteksiz bir halde seyre dalınılır. İşte burası imanın seyir sahasıdır. İmanın olmadığı ve nefsi emmarenin en kabardığı anda ise, kişinin yapmadığı kötülük kalmaz. Selamette kalmak için nefsini kabartan hallerden uzaklaşacaksın. Nefsini tezkiye etmek için, sana haramı teklif edenden korunacaksın. Çünkü harama düşme teklifini yapan, o anda nefsine yenik düşmüştür ve seni de kaydırıyordur. Bu yol iman ve akıl yoludur. Oluşan nefsin hevasına sakın uyma, yoksa kaybedersin. Bak hele uyarı geliyor kaptandan, diyor ki ölümden sonrası hayat devam ediyor. Eğer hazır değilsen çok ağlarsın. Anan dahi seni görmez ki sana ağlasın. Çünkü orada hazırlık yapmamışsa, anada nefsine ağlıyordur. Dolayısıyla ağlayanın da olmaz. Kurtaranın da olmaz.

Kelime-i tevhid-in tam anlaşılması için, kişinin kendisini tanıması gerekir. Kendini tanımak ise çalışmakla olur. Sadece bilgi kişinin kendisini tanımasına yetmez. Hatta hatta bazen bilgi kişi için en büyük perde bile olur. Kendini tanıma çalışmalarını geçmiş âlimlerimiz tasavvuf adı altında teorisini oluşturmuşlardır. Bunun pratiğini ise tarikatlar yani çeşitli yollarla insanlara ulaştırmışlardır. Eğer ki nefsi tanıma çalışmaları yapılmazsa, Kelime-i tevhid kulaktan kulağa dolaşan bir ezgi gibi durur geçer. Yani kalbe inmez, hissiyatı oluşmadığı gibi yaşam alanı da olmayıp sözde kalır. İşte ilham alır kurttan kuştan. İlham alıp rabbine rucu etmeyen, nefsini unutmuş daha ilk baştan. Dışarıdan gelen işgal eder hayatı, içten gelen ise, boşlukları doldurup fetheder hayatı. İşte nefsini hatırla. Rabbine iltica et ve öylece nefsinden âlemlere seyre geç. Nefsi pak, pak işimiz olmalı. Hakka gönül, gönülde olmalı. Nurumuz hakkın nuruyla senkronize olmalı. Hakkı hakta bulup hakla olunmalı. Böyle olunca selam bulur Allah kulu. Yoksa selamdan mahrum olur bulamaz yolu.

Tıpkı Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendim gibi sebil olsun her amelimiz. Bu hasleti aşıladı insanlığa o kutlu elçi, öylece aşılsın nefsimiz. İlim Allah’ın malı kimseden olmaz talebimiz. Hiçbir zaman bitmesin ilme hasretimiz. Salât ve selam üzerine olsun her an ey efendimiz. Çünkü onunla hâsıl oldu tüm himmetimiz. İşte her amelimize dersek sebil, cem olur tüm bakışımız. Bıkmadan usanmadan çalışıp uğraşırız hak veçhi için. Hak veçhine ulaşan halka halka eder yaşamı halk için. Orada seyir eder cemali, celalden alır kemali hakka vuslat için. Allah sana dinini takdim etti karşılıksız. Hem Allah sana dil verdi başlıksız. İşte dili Allah vermiş ki, onla tat alırsın hem yemeğini çevirirsin. Bebekken meme emmek için boru gibi büzersin. Ağzında evirip çevirirsin. Kimse dille veya başka bir olgu ile kandırıp sömürmesin. Hem kimse sana dil veya din vermez, olsa olsa dilini veya dinini sömürür ve seni otlatır. Dinini sömürene mahal verme. Din dışsallık için değil, seni sende derinleştirmek için sana sunulmuştur. Sen Allah Resulüne kulak ver ey nefsim. Gütmeyen ve gözetleyen insanlarla beraber ol. Onlar da sadece rükûda hakkın huzuruna eğilen insanlardır. İmanın olmadığı ve nefsin en kabardığı an, kişinin yapmadığı kötülük kalmaz. Sen kötülükten uzak dur ve nefsini ön plana çıkarma. Ön plana çıkan nefisten emmareye yol oluşur. Emmareye yol bulanlar tard olurlar. Tard olanlar ise, senin manevi değerlerini kullanıp seni sömürürler. Ayık ol, ayıkla ve ayıklan. Öylece tertemiz huzura ulaş.

Şems süresi 8-10 ayetleri bize nefsi tanıtır “Nefse ve onu en güzel bir biçimde şekillendirip fücur ve takvasını ilham edene yemin ederim ki, nefsini arındıran muhakkak kurtulmuştur. Onu kirleten de, hüsrana uğramıştır”. İşte rabbimiz kerim kitabında her şeyi izah etmiştir. Bir kerim olan Kur’anı okuyup anlasak her şeyi çözeriz. Nefsimize ne kadar yenik düşersek düşelim, istediğimiz kadar günaha batalım, yöneleceğimiz yinede Allah’tır. Başka kapı bulunamaz. Tövbe ettiğini bildiğin birinin nefsine yenik düşüp daha önceleri işlediği günah yüzünden onu küçük görme. Hem bil ki, tüm geçmişi buruşuk bir kâğıt gibi çöpe atmadıkça hakka eremezsin. Ey nefsim, kendini kandırma, kendine gel. Hatta iyisiyle kötüsüyle geç tüm geçmişinden. Öylece derin bir nefes al. Hiç takılmadan ileriye odaklan. İçinde olduğun anın kıymetini bil ve değerlendir. Öylece yolcuğun emniyet içinde olacaktır.

Bilelim ki şeytanın tuzakları nefsimizi kayırır. Nefis kaydı mı hakikatini tanıma yolundan geri kalır. Yavaş ve anlayarak oku kitabını. Bil özünü hem duy rabbinden gelen hitabını. Terk et kesretin hevasını. Verme ruhuna nefsin ızdırabını. Yakma özden öze yansıyan öz hayatını. Biz insanlar özümüze doğru inilen kuyuyu ulaşılmaz olan faydası olmayan kirli emellerle doldurduğumuz için, Özden gelen hitaba ulaşamaz olmuşuz. Özden fışkıran deruni suya ulaşamadığımız için de, biz insanlar genelde nefsi birliktelikler yaşarız. O yüzden dünya menfaati üzerinde derinleştikçe derinleşiriz. Bu da yerin katmanlarında dolaşmaktan başka bir şey bize kazandırmıyor ve bizi mahrum ediyor. Sonrasında ise kişiliğimizde derin bir hüzün bırakıyor. Oysaki mananın katmanlarında dolaşıp rabbe el verilseydi, iki dünyamız da cennet bahçelerinden birer bahçe olurdu.

Bazısı der ki, güdülmeden İslam’ı kabul edelim olalım. Tamam, asıl olan zaten budur. Ama böyle derlerken dahi başkalarının güdümüne girerek İslam’a bakarlar. Çünkü bağlı bulundukları fırkalarının maslahatlarını ön planda tutarlar. İslam aynasını ise, bir adım ötede görürler. İşte bu da güdülmenin başka resmidir. Çünkü sadece İslam vardır ve Allah, İslam ismini bizim için seçmiştir. Başka da Allah’ın razı olduğu bir isim yoktur. Hele söyleyin, güdülmeden yaşamak o kadar mı zor? Muhammed-i yolu benimsemek o kadar mı zor? İsim olarak sadece “İslam’ı” seçip içselleştirmek o kadar mı ağır? Sadece Allah demek o kadar mı yüz rengimizi bozar? Kimseye tapmadan Allah aynasında kendi mana prensiplerini seyir en büyük ihsan olsa gerek. Kibrin Kibriya olsun ey Allah kulu. Çünkü sen sadece Allah kulusun.

İşte kulluğun sadece ona olsun. Öylece özgürleşip hedefine varırsın. Yoksa insanların güdümüne girip İslam’a onların gözüyle bakarsan, özgürlükten uzağa düşersin. Sonra kullanılıp bir kenara terk edilirsin. Hani halifeydin yeryüzünde Allah’a. Allah’a halife olan küçük şeylerle uğraşmaz. Vaktini oyunla heba etmez. Kendini büyük gören nefsine ihanet etmiştir. Kendisini küçük gören de nefsine ihanet etmiştir. Nefsine ihanet eden en büyük zulmü işlemiştir. İyilik yapıyorsan bir aşama sonra karşılığını alacaksın. Kötülük yaparsan da bir aşama sonra onun karşılığını alacaksın. Allah zulmetmez biz yaptığımız amellerle nefsimizi yani kendimizi hakikatimizden mahrum ettirerek kendi kendimize zulüm ederiz.

Yalnızlık kişiyi Allah’a ulaştırır. Yalnızlık tek başına kalmak değildir. Yalnızlık yalın olmaktan gelir. Yalın olmak saf olmaktır. Nefsini tezkiye eden kurtulur ayetini az düşünsek, hakka riayet yoluna koyuluruz. Nefsimizi yalın yapıp tezkiye işlevini tamamlarız. İşte ey nefsim hakka riayet et ki, haktan mahrum olmayasın. Öylece yalın olup saflaşasın. Haktan mahrum olan saadet zincirini terk etmiştir. Nefsinin yalınlığını bozmuş, içini çerçöple doldurmuştur. Hakikatini çerçöple dolduran katı kalpli olur. İnsanlığa karşı katı kalplı olup nefsini yani kendisini günahlardan korumayanlar, kendi kendine yazık eder. Dünyayı kendine zindan eder. Ahreti özüne cehennem eder. Bilincini Allah’tan mahrum eder. Sonra da eyvah eder.

İşte nefsi pak, pak işimiz olmalı. Hakka gönül, gönülde olmalı. Nurumuz nuruyla olmalı. Hakkı hakta bulup hakla olunmalı. Çünkü hakla hak yolunda yücelip halka öylece nazar eden kimseye, kimse artık zarar veremez. Unutmayalım ki, son durağımız hakkın huzurunda olacak. Nefis kendi hakikatini seyir edip kendi hakkında kendisinin karar vermesiyle sonsuz yolculuğu başlayacaktır.

Adalette kök salıp adillerle yoldaş olalım. Bilelim ki nefsini tanımayan en büyük zulmü işler. Seni de o zulme ortak eder. Öyle kişilerden zihnen uzak durup bedenen yakınlaşalım. Alttan alıp uyanmalarını sağlayalım. Çünkü tümden terk edersek, ellerinden tutan olmaz. Terk ediliş ile kaybedebilirler. Oysaki bir insanı kurtarmak, güneşin üzerine ışık verdiği her şeyi vermekten daha üstündür. Çünkü her bir insan bir âlemdir. Onun için denmiştir ki, on sekiz bin âlem insanda dürülmüştür. Onun için sılayı rahim farz edilmiştir. İnsanın derunu tüm manaların merkezidir. Allah münezzeh her düşünceden elbet, ama her düşünce ve oluşumunda bizzat kaynağıdır. Nefsini temizle ve kaynağa yol ver. Gör bakalım akan şelaleleri. Unutma ki şelalelerin oluşması için damla damla iner yağmur, aynı su çamuru eder hamur, seni kuşatmadığında huzur, nefsinde ara kusur. Kusur nefsinden doğar, insanı eder canavar, hem eder kişiyi şeytana yar. Öylece göğüs kafesi olur ruha dar.

Sınav sorularını sen hazırlar ve sınavı da bizzat sen yaparsın. Nefsin de değerlendirici olarak cezanı yani karşılığını verecektir. Çünkü nefsin rabbine boyun eğmiştir. Dolayısıyla nefsini tanıyan rabbini de tanımıştır. İşte ey nefsim, özüne doğru inilen kuyunu taş ile doldurmuşsun. Güven ve sadakatle çalışıp boşalt ki tekrar su alabilesin. Her ne kadar kuyudan taş çıkarmak zor olsa da, başka şansın yoktur. Arkadaşına zulmeden ve suyunu içtiği çeşmeyi taşla dolduran, susadığında sudan mahrum kalır. Çünkü çeşmeyi taş doldurmuştur. Akılını çalıştırıp aklını iman ile süsleyip deruni varlığa göz dikenler ise, huşu içerisinde havf ve rica içerinde rabbine rucu edip bekabillaha yolcuğa soyunurlar.

Bunun içinde şeriat, tarikat, hakikat ve marifet yolculuklarını tamamlama gayretiyle, kendisini et kemik sayan nefsin istek ve arzularına gem vurmak suretiyle, sünneti seniyyeye uygun bir yaşam ile günlerini geçirirler. Böylece kestiği kurbandan ibret alıp nefsini Allah’a “kurb”an ederek, şanlı insanların kervanına katılan bahtlı insanlar arasında yer alarak, nimete eren insanlar olarak bahtlı yolu seçmişlerdir. İşte erenler bunlardır. Yoksa uçup kaçan ve keramet peşinde koşanlar değillerdir.

Dedikodulara aldanıp yalan haber yayıp fitne üreten kişi, Allah’ın lanetini üzerine çeker. Doyumsuz olup yemeğe doymayan kişinin boğaz genişliği gibi bir halde, cehennem ne ki bize yetmez deyip üstüne Allah’ın lanetini ekler. Unutmayalım ki, Allah’ın laneti yalancının üzerindedir der ayet. Yalan konuşan ya ayete inanmamış veya azıcık nefsin tatmini uğruna cehennem ve Allah’ın lanetini göze almıştır. Yalan haberleri yaymak terbiye edilmemiş nefsin işidir. Yalan konuşan veya yalan yere yemin eden veya duyduğu haberin temelini araştırmadan yayanlar, nefsi emmare batağında çırpınan kişilerdir.

İşte ey nefsim bil ki, insanlardan bir insan olan sende de ruhullahtan bir nefes vardır. Bu nefesi duyarak İnsan olduğunu hatırla. الله Allah’a doğru yolculukta olduğun halde dünyadan ayrıl. Erip ermeyeceğim gibi zan ve heveslerle vaktini boşa harcama.

Bil ki, en büyük marifet yola çıkmaktır. Erip ermemek ile sakın kafanı meşgul etme. Sadece ve sadece günlük çalışman gerekene yoğunlaş. İçinde bulunduğun anı değerlendir. Gayrı zihnini başka şeylerle meşgul etme. Çünkü zihin sağa sola kaydı mı, hemen şeytaniyet faal olur. Sağdan, soldan, önden, arkadan saldırıya geçer. İşte şeytanın saldırısına açık kapı bırakma. Öylece mutluluğa kanat çırp.

Yorum yapın