KADIN ALLAH’IN RAHMETİNE AYNADIR

YAŞAMINDA DERİNLEŞ

Kadın Allah’ın yarattığı çok mükerrem bir varlıktır. Onu erkeğe erkeği ona eş yapmış ve onunla insanlığını tamamlamıştır. Allah mükerrem olarak var ettiği kadını tertemiz yapmak ister. Hz. Fatıma annemiz “Bir kadının Allah’a en yakın olduğu yer evidir” demiştir. Çünkü evinde serbest giyinip rahatça ve çekinmeden hakka vuslat yolunda çalışabilir. Dışarının ağır yükü kadını incitir, ezer ve üzer. Allah kadını ilk olarak Hz.Adem’le zuhur ettiği nurundan yaratmıştır. Onun için de kadın sürekli bir şefkatli el arayıp kanatlarında olmak istemiştir. Bu onun öz doğasında yani yaratım hamurunda mevcuttur. Allah kadını hangi özelliklerle yaratıldığını bildiği için, kadının korunması için birçok kural var etmiş ve incinmeden yaşam alanı edinmesini istemiştir. Olabildiğince kabuğuna çekilip dünyanın ağır ve meşakkatli meşgalesini erkeğe havale etmiştir. Kadının tüm bakım ve masraflarını erkeğe yüklemiş ve en güzel şekilde kendisine davranmasını emretmiştir. Kadın da bu üstün korunmasına binaen Allah’a teşekkürü bir borç bilip vaktini ibadetle, zikirle ve okumakla vakit geçirir. Bu, kadın için en nurani yoldur.

Erkek dışarıda çalışır yorulur. İş yoğunluğundan dolayı kendisinde az gaflet oluşabilir. Gafletinin bertaraf edilmesi için de evlenip eşiyle huzur bulur. Eve geldiğinde işteki tüm kederlerini dağıtan ve tüm stresini bertaraf eden eşinin kanatları altında kendisini dip diri eder. Öylece elmanın yarısı diğer yarısıyla tamamlanıp birleşir. Dikkat edersek kullandığımız evli kelimesi çok manidardır. Erkeğe evlisin denildiğinde, dinini tamamlayan eşine ulaştın demektir. Erkek evlenmediği sürece yarımdır. Çünkü kadın zeki bir varlıktır. İbadet ve zikirle hızla manevra yapıp zirvelere ulaşan bir nurdur. Kadın evde vaktini zikirle, okumakla ve tefekkürle geçirir. İşten dönen erkeğine cennet meyvesi gibi ulaştığı irfanı ve hikmeti sezdirip Kur’andan okuduğu ayetleri hatırlatır.

İslam’da kibir yoktur. Ama ne yazık ki, erkek ne zaman ki kibre büründü ve kadını dışladı, elli yıl gibi kısa sürede üç kıtada hayat bulan İslam, yerini zorbalığa bıraktı. Bu da İslam’a mal edildi. Ne acı ki, öncellikle kadın camiden dışlandı. Öylece ibadetin manevi havasından yoksun edildi. Kadın evde oturunca TV’lere dalıp bu bulunmaz değer olan vaktini heba etmemelidir. Aksine okumakla ve zikirle vaktini harcamalıdır. Şu ayete kulak verelim; “Evlerinizde Allah’ın ayetlerinden ve hikmetten bildirilenleri zikredin (anın)… Muhakkak ki Allah Latif’tir, Habir’dir.” Ahzab süresi 34 Baksanıza ayete boş durma yok, vaktimizi çalan ve bilincimizi mahkûm eden boş boş dizileri izleme yok. Mutfakla yatak arası değil ki hayat. İşte Kur’andan uzak toplum olduk ve kendimize Müslüman dedik ve komik olduk. Onun için derim ki, sakın kadını toprağa gömme. Kadın toprağa yani topraktan oluşan cıvıltılı dünyaya mahkûm edilince, ailenin hammaddesi olan ibadet ve manevi yaşam arka plana atılındı. İşte o zaman ailede huzur yok oldu. Sevinç ve muhabbet maddesel bedende ve parasal güçte aranır oldu. Buda huzuru veremedi. Ve huzursuz aileler doldu taştı.

Bilir misiniz aziz kardeşim; kadına özgürlüğü yaşatacağız diyen ve Kur’andan habersiz olanlar “kadına özgürlük” ten ne anlarlar? Açık ve net yazayım. Kadına özgürlük derken, kadına ulaşmada özgürlüğü olarak ele alırlar. Yoksa kadın özgürce düşüncelerini açıklayıp topluma katkıda bulunsun manasına değildir. Yani kadının düşüncelerini diri diri toprağa gömmektir asıl amaçları, tıpkı cahiliye devri gibi. Yani “kadının düşüncesi yok o bir hayvandır (!) ve tatmin aracıdır” bilinçlerinde yatan gerçeklik. Düşüncesi toprağa gömülür. Toprak üstü sadece erkeğe aittir derler. İslam’la kızlar toprağa gömülmekten kurtuldu ve özgürce fikirlerini açıklama hürriyetini kazandı.

Unutmayalım ki bu son ümmetin helak olmasını önleyen bir mübarek kadın olmuştur. Allah resulünün umreye niyetlendiği ilk sene engellendi ve giremedi Mekke’ye. Sahabeye kesin kurbanlarınızı ve ihramdan çıkın Medine’ye dönüyoruz dedi, ama kimse dinlemedi. Az daha son ümmet helak olacaktı. Eşi O’na ilk kurbanını sen kes ki arkadaşlarında kessinler deyince Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz eşinin dediğini yaptı ve sahabe kurtuldu. İşte esas kadını toprağa gömme olayı, onun düşüncesini gömmektir. Onu dinlemeyip üzerinde zorba olmaktır. Diriltme ise, ondan tecelli eden esma-i ilahiyi seyir etmektir. Durum bu işte… Bazıların tüm işi gücü bitmiş ve başka işi kalmamış gibi. Sabah kadın akşam kadın… Bırakın kadın Allah sözü üzeri özgürlüğünü yaşasın. Kadın erkeğin kölesi değildir. O da mutlak olarak yeryüzünde Allah’a halifedir. Hatta hatta halife olması için erkekten bir adım öndedir. Sakın deme kadından peygamber olmaz… Sanki sen peygamber oldun da kadın geride kaldı. Bir kere peygamberlik Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz kapandı. Duymadın mı son nebi Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizdir.

Kadın dediğin konuşup içini dökmeli. Çünkü akşama kadar evde yalnızdır ve konuşmak için en yakınını arıyordur. Erkeği ona en yakın olanıdır. Çünkü kadın yalnızdır, vakti amel ve çalışmakla geçirmiştir. İşte konuşmak onun hakkıdır. Erkek dediğin ise sessiz, sözsüz, sedasız ve muhabbetle eşini seyretmeli. Onun her sözünü muhabbetle dinlemelidir. Böyle olursa aile mutlu olur. Böyle olmazsa savaş olur. İslam’da en iyi insan eşine en iyi davranandır. En kötü insan ise, kadın veya erkek eşine şiddet uygulayandır. Erkek evinin dağı, kadın karıdır. Erkek evinin bağı, kadın evinin çimenidir. Veya erkek evinin çimeni, kadın evinin suyudur. İkisi bir tamın ayrılmaz bütünüdür. Hatta hatta erkek ve kadın tek parçadır. Kadın hayatın tadı ve tuzudur. Kadın özünü tanımışsa, erkeğe en büyük nimettir. Özle buluşmak için en büyük ziynettir. Buna ulaşan kadın evinin huru-l ini olur.

Dünya kadınla başlar. Eğer oluşmasaydı Havva, olmazdı âlem. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz hatırına yaratılmadı mı âlem? Havva olmasaydı nerden gelecekti âlem? Havva olmasaydı, Hz. Adem nasıl ağaçtan yiyecekti? Ağaçtan yenmeseydi, nuri muhammedinin mutlak aynası olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin nuru Hz. Adem’de kalırdı. İşte ağacın tadılmasıyla dünya başladı. Kadınla Hz. Adem, dünyaya merhaba dedi. Hz. Adem cennette tek başına bin yıl yaşadı. Hz. Havva yaratılıp ona emanet edildiğinde, cennette bir gün dayana bildi. Nefis onları dünyaya sarkıttı. Edep yerleri kendilerine göründü. Artık cennet yaprakları onları örtemedi. O meyveyle orucunu bozan kişiye hala oruç kefareti üzerine farz olur. Hac ihramındayken Arafat vakfesini bitirmeden o meyveyi yiyen, haccını bozmuş olur. O meyveyi yiyen kişi öyle tahribat alır ki; üzerine boydan yıkanmak farz olur. O meyve Hz. Adem’e cenneti dünya etti. O meyve öyle mükerrem bir meyvedir ki tadışı ancak nikâhla helal olur. O meyvenin yenilmesi olmazsa nesil bile oluşmaz. O meyve hem mübarektir hem de külfet. O meyvenin külfetine maruz kalmamak için nikâhsız olarak yaklaşmaktan ateşe atılır gibi uzaklaşacaksın. O olmazsa idi biz olmazdık. Artık anla meyveyi. O meyveyle birleş ama sakın o meyveyle çiftleşme dostum. Çünkü insani akılla çiftleşen hayvandan aşağıya indi. İnen ise, mahrum kaldı.

İnsan bedeninin her yanı nari ve nuri olmak üzere iki çeşit yayın yapmaktadır. Bu yayınlara aura derler. Her insanın aurası kendi mahremidir, o nedenle bedenini cinslerine veya hemcinslerine hatta hatta doğaya karşı da örtmelidir. Çünkü güneşten ve çevreden yayılan zararlı ışınımları, enerjileri ve insanların beyninden bakış yoluyla çıkan nazar dediğimiz enerjiyi almamak için olabildiğince giyinik ve örtülü yani elbiseli olunması gerekir. Vücudu giydirmede kadın veya erkek fark etmez. Çünkü aynı nefesi rahman nefeslendi her insana ve oldu Allah’a halife. Ama kadın bedeni daha çekici ve daha cazip olduğu için, yayılan ışınımlara ve negatif enerjilere daha çok maruz kalır. İslam’daki setrin sırrı da budur. Bu sadece erkek ve kadın arasında ki bakışlar için olmayıp, erkeklerin çıplak olan erkek bedenine bakışı veya kadının çıplak olan kadın bedenine bakışı dahi bu nurani aurayı zedeler. Özellikle auranın akımının yoğun olduğu göbek ile dizler arası, kadın veya erkek fark etmeksizin cinslerine ve hemcinslerine karşı kesinlikle örtmelidir. Çünkü bakılan her bakış, bakan veya baktıran tarafından nurani bir boşaltmaya vesile olmaktadır. Öylece kalbindeki melekuti hissiyatların örtülmesine vesile olmaktadır.

Ama bu bakışların nari auraya bir zararı olmaz. Zaten ateşten yani nardan oluşan şeytaniyet, bu bakışlarla kişinin bilincinde daha da güçlenir. Onun için de nurani çalışmanın hâsılatını bilmeyenler bu cümlelere gülebilirler. Çünkü onlar şeytanın fısıldamalarının farkında değillerdir. Oysaki burada bu hakikatlere gülse de, ölümle beraber yaşantısının sonuçlarını gördüğünde ağlasa da hakikat budur. Et kemik bedeni göstermeyecek ve vücut hatlarını belli etmeyecek tarzda giyinmek kişilik ruhunu negatif enerjilerden korur. Sünetullahtaki bu sırra dikkat etmeyenler sistemi okuduğunu söyleseler de veya ermiş insanlar olduklarını iddia etseler de kendilerini kandırıyorlardır. El Settar Allah’ın adı ve ahlakidir, hem sünetullah icabıdır. Bu esmanın içeriği manen geçerli olduğu gibi maddeten de geçerlidir. Hemcinslerine karşı da olsa, diz üstü ile dirsek üstü omuz ve göğüs gibi aşırı bedenselliğin yoğun olduğu kıvrımların bulunduğu vücut döngü bölgelerini, açıkta bırakacak şekilde giyinmek, insani frekansı bozar.

Örneğin omuzları açık olmak suretiyle güneş ışınları ile yanık olmuş biri ile hiç güneş görmemiş birinin vücudunun o noktasındaki yayılım enerjisi aynı olamaz. Zaten göz, kapalı olup hasbelkader gördüğü bedeni, hemen fark eder. Oradaki enerjinin çekimi vasıtasıyla, ruhundan boşalan müspet nurunu adeta hisseder. Bundan dolayı da kişide bir zevk hali oluşur. Çünkü nur boşanmış ve yerine nar dolmuştur. Zaten birçok duada dikkat edersek, Allah’ım “nar”dan beni koru deriz. İşte nar vücutta kuşatıcı olursa, sonu narı cehennem olur. Bu vecih ise, nari katmanın öz planda olduğu, kendisini et kemik beden zanneden nefsin hoşuna gider. Nurun işlenen haramlar vasıtasıyla ruhtan boşalmasına hoşnut olur. İşte bizler ölüm ötesinde bize fayda sağlayacak öz nurumuzu muhafaza etmek için, kimsenin kaba mahrem bölgelerine isteyerek ve irade ederek bakmayacağız. Hem kendimi vücudumuzdan yansıyan nuru da koruyup baktırmayacağız ki, korunalım.

Başörtünün sırrı ne olabilir? Kadının saçı etrafa kendisine özgü bir frekans yayar. Erkek hiç onun saçına bakmasa bile, o frekans direk erkek üzerinde dışsallık etkisi bırakır. Ve o ortamda bedenselliğe doğru bir akım oluşur. İster inanın ister inanmayın durum bu. Aslında her yasak yani haramın ruhi dengemiz üzerinde bilmediğimiz birçok zararlı hikmeti olduğu için yasak edilmiştir. Yoksa keyfi konulan yasaklar değillerdir. Kadının saçını örtmesi öncellikle kadın için değil, erkek için kadının katlandığı bir külfettir. Hem de kadına erkekten dönen karşıt bir dalgaya maruz kalmaması içindir. Buna riayet sonucu oluşan sevabın karşılını Allah bizzat verecektir.

İnsandan yansıyan ve ruhun idraki ile hissedilen aurasından dolayı, kişinin kendisini çıplak olarak diğer insanlara ifşa etmesi, insan doğasına aykırıdır. İnsan çıplak gezerse, hem kendisini hem de karşısındakini kadın-erkek fark etmez etkiler. En büyük zarar da çıplak olarak piyasaya çıkanadır. Özellikle diz ile göbek arası ve kadınlarda kaba avret dediğimiz göğüslerini kapaması bir zorunluluktur. Kendisini kapatmayan ve karşısındakine kadın-erkek fark etmez bedeninden avret kısmını gösteren kişi, büyük oranda nurani olan enerji kaybını yaşar. Hz. Adem ile eşini düşünsenize. Cennet giysileri üzerlerinden soyulduğunda hemen yaprakla avretlerini kapatmaya çalıştılar. Ayetin batini manası yanında zahiri manası da esastır. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz umumi hamama giderken dikkat etmeyi önermiştir. Hatta umumi hamama gitmeye pek sıcak bakmamıştır. İşte bu nedenlerden ve daha bilmediğimiz birçok nedenden dolayı giyim ve kuşamımıza kadın veya erkek dikkat etmeliyiz.

İmam Şafii Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin öğretisini zahiri ve batını olarak tanıyanların başında gelir. Der ki; iki namahremin yani birbirine yabancı olan erkek ve kadının derileri birbirlerine perdesiz olarak dokunursa abdestleri bozulur. Niye acaba?  Çünkü erkek ve kadın iki ayrı enerji kutbunu temsil eder. Zıt iki kutuplu enerji taşıyan kablolar bilerek veya bilmeyerek birbirleriyle çakışırsa, sigorta atmasına neden olur. İnsan beyni de biyoelektrik üretir. Pozitif ve negatif diye. Farkında ol veya olma fark etmeksizin erkek ve kadın derileri birbirleriyle çakıştığında, tabiri caizse beyin sigortası atar. Nurani yapı düşer ve kişi ibadetten gerekli hâsılatı elde edemez olur. Ruhun maslahatı için kullandığı beyinde, bozulan biyoelektrik dengesindeki nuru düzenleyip tekrar kıvama getirmek için abdest yenilemek icap eder. Çünkü abdest almak suretiyle suyun içindeki biyoelektrik, vücut sinirlerinin en çok yoğun olduğu abdest organları vasıtasıyla beyne ulaşır ve tekrar olması gereken kıvama gelir.

Namahremle tokalaşırsak, nurani enerji nari enerji ile yer değiştirir ve sonsuz âlemde kârımız için biriktirdiğimiz nurani enerjinizi boşuna heba etmiş oluruz. Evinlenildiğinde ise, namahremiyet haremliğe dönüşür. Nikâh akdi ile iki ruh ve iki ruhun kullandığı iki beyin birbirlerine bağlanır ve adeta birbirlerinin tamamlayıcısı olurlar. Eş olurlar.  Kar’ı – koca olurlar. Dağ ve üzerindeki kar gibi olurlar. Ama derilerinin birbirine perdesiz dokunmasıyla oluşan abdest bozulma, gene de gerçekleşir. Ama bu defa ki abdest bozulma namahreme dokunuş olan enerji boşalımı olmayıp, mahreme matuf olan enerji yükselmesi içindir. Yani abdest yenilenmesi yükselen enerjiyi kıvama getirmek içindir. Çünkü kıvamda olmayan nurani enerji ile manevi yolculuk yapamazsın.

Haram nazar, yani erkeğin yabancı kadına veya kadının yabancı erkeğe gereksiz olarak bakışı ki bu bakış sanal veya gayrı sanal fark etmez, özellikle bakan kişi üzerinde aynı olumsuz etkiyi bırakır. Haram bakış; ahitleşip nikâh aktı yapmayan ve bunu vesika altına almayan bay veya bayanın karşı cinsine sahiplenme duygusuyla bakmasıdır. Namahreme haram bakışla bakmak, evdeki bereketi götürür. Aklı kısa eder. Hem ruhu mat eder. Daha ne etsin ki, kişiyi manevi kişiliğinden mahrum eder. Manevi nurun kişide oluşturduğu hakikatin ne olduğu bilinmediği için, aman ne olacak ya, konuşmak veya tokalaşmak veya aynı ortamı paylaşmak, kardeşiz ya, birbirimize kötü gözle bakmıyoruz ya, senin kalbin kötü o yüzden böyle düşünürsün gibi sözler akla gelebilir. Ama bakışla kalpte oluşan perdenin farkına varanlar ise, olayın farkındadırlar. Olabildiğince gereksiz bakıştan kaçınırlar. Nefse hoş geldi diye nefsin kârına olamaz. Zaten nefis her şeye akıl erdiremediği için imani bir bakışla bakması emredilmiştir.

Ömrümde hiç haram nazar yapmadım diyen yok denecek kadar azdır. Çünkü herkese nasibi yazılmıştır. Onaylamayan büyük bir lütuftadır. Onaylayan ise, eğer ki üçüncü şahıs duymazsa ve her iki taraf derin bir pişmanlıkla hakka yönelir ise, tövbe kapısı açıktır ve af edilmelerine umut edilir. Ama sırf düşüncede kalan ise, sonraki namazın edasıyla ruhta oluşturduğu yan etkileri silinir. Haram nazarda tasdikin beyin üzerindeki etkisi bambaşkadır. Derin bir maddiyat bloğu oluşur. Korunmak için örtülme sadece kadına değil erkeğe de farzdır. Elbise ha erkek ha kadın vücuda yapışmayacak derecede bol giymelidir. Yoksa vücuda yapışan giysi, beden aurasını koruyamaz. Ve kişiyi manen çöküntüye hazırlar. Elbise de ne olur demeyin? Cennette Hz. Adem ve Hz. Havva tek başlarına idi. Cennet libası çıkarılınca, hızlıca cennet yapraklarıyla örtündüler. Yani insan aurası kutsaldır ve korunmalıdır. Onun için kadın ve erkek yakınlaşmaları halinde de, bunu örtü altında yapmak suretiyle dışa doğru nurlarını heba etmemelidirler. Çünkü etrafımızda melekler ve cinler olabilir. Edepte derinleştikçe, mananın kalbe aktığının artışına şahit olunacaktır. Unutmayalım ki hayâ imanın yarısıdır. Çünkü hayâ imanı koruyan kalkandır.

Bir okyanus çukuruyla sınırlı alana pasifik denir. Deryadan akıp sınırsız rahmeti yansıtan kadını, bir alana hapseden kişinin, diri diri kızını toprağa gömen zihniyetten ne farkı vardır. Buradaki maksadım, kadını eve hapsetmek manasına değil, aksine kadına cinsel meta olarak bakanadır. Çünkü kadın, Allah’ın Settar esmasını bizzat yaşayan bir bireydir. Böyle yaşayandan rahim esması tecelli eder. Rahim ve Settar esmalarının kompozisyonu zahir esmasını tetikler ve böyle yaşayan kadından direk salt tecelliler zuhur eder. Öylece velayete ermeye yol görünür.

Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin kadın erkek ayırımını kaldırıp peyderpey yerleştirmeye çalıştığı insani değerlerden olan kadın erkek eşitliğini, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin vefatından sonra tekrar erkekler, kadınlara İslam’ı yanlış yorumlayarak, İslam kisvesi altında ayrım yapmaya başladılar. Bazısı kesin yasak edilen mut’a nikâhı ile kadını alıp satmaya başladı. Bazısı kadın yazıp okuyamaz deyip, okunması için gerekli şartları oluşturmayıp okullardan uzak etmeye başladı. Bazısı kadın camiye gidemez deyip camiden uzaklaştırdı. Bazısı kadın stres atmak içindir deyip canı sıkılınca kadınını sövdü ve dövdü. Hâlâ da ben Müslüman’ım deyip kadını ikinci sınıf görenler hayli çoktur. Bu arada ipini koparıp kocasına zulüm eden kadınların da olduğunu duyarız ve üzülürüz. Ya kardeşçe yaşamak o kadarda mı zor?

Düşünsenize Allah’ın lütfünü… Dünyadaki kadın ve erkek bedeni imtihan amaçlıdır. Ölümden sonra cennete gidenler için, sadece insani bilince sahip nur yapılı cinsiyetsiz birimler mevcuttur. Orada kişi, hevesine göre dilediği cinsiyeti alır ve istediği zaman değiştirir. Kendisine istediği ortamı oluşturup istediği şekilde hareket alanı oluşturur. Artık özgürlüğünü elde etmiş ve hilafet sırrını, sır olmaktan çıkarmış alenen tasarruf sahibi olmuştur.

Cennetin en alt mertesinde olan kişiye yetmiş iki zevç-beden verilecektir. Dilediğinle dilediğin şeyi üret ve yaşa. Bunu anlayamayanlar ise her kişiye yetmiş karı verilir diye anladılar. O zaman kadına ne verilecek diye ikilem başladı. Yahu erkek ve dişi bedenleri dünyayla alakalıdır ve neslin çoğalmasına sebeptir. Cennet öyle ki ne olduğu insanın hayaline bile gelmez. Ölüm ötesinde insani bilinç özgürleşmiştir. Artık onda bedensel kayıt kalmamıştır.

Kadın, hisleriyle hareket eden; erkek, özündeki gerçekle davranış sergileyen varlığın adıdır. Yani erkek, aklıyla yaşayandır. Kadın ise, duygularına esir düşendir. Bedensel uzuvlarla alakalı değildir. Yani bu iki kavramın cinsellikle alakası yoktur. O yüzden yönetici kadın olamaz. Olursa o toplum huzur bulamaz. Yani yöneticin duygusuyla değil, aklıyla karar veren biri olsun. Kafan cinsiyete takılmasın gene! Daha çok bayanlar duygusal oldukları için, biz kadın kavramını bayanlar için kullanırız. Hâlbuki aklını izne gönderen veya bir uzvunun peşine takan nice nice sözde erkek olup, gerçekte ise kadınlaşmış erkek vardır. Bunun zıttı da mevcuttur.

Camiler Allah evi olmalıdır. Herkese açık olmalıdır. Camide kadının yeri de en az erkek kadar konforlu olmalıdır. Yeni camiler öyle inşa edilmelidir. Eski camiler yeniden elden geçirilmelidir. Mescitler tüm kulları kuşatmalıdır. Tıpkı Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin devri gibi. Camilerde kubbelerin altında güzel bir şekilde inşa edilen erkeklerin yerinin yanında kadınların yeri de kaliteli ve müferrih olmalıdır. O zaman müferrih bir toplum inşa edilir. Örneğin; Hemen kubbenin yanında ikinci kubbe inşa edilebilir. Veya caminin ortasından paravanla ayrılabilir. Tıpkı Kâbe gibi… Çünkü Mescitler Allah’ındır. Erkek ve kadın eşit Allah’ın kuludur. Yoksa alt katta veya hava almaz bir köşe kadın için hakarettir hem bu şekilde davranış, kadına zulümdür.

Cuma namazını ve diğer namazları camide kılmaktan kadınları men edenleri, o ruhu insanlığa aşılayanları ve ona göre camileri inşa edenler büyük bir mesuliyetin altına girmişlerdir. Bu men, efendimizin vefatından sonra peyderpey gerçekleşmiştir. Cami Allah’ın evi olmalı tıpkı Kâbe gibi herkesi cem etmelidir. Elbette namazgâhta kadın ve erkek ayrı olmalıdır. Ama her birisinin ibadetgâhı eşit standartlara sahip olmalıdır.

Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize bağlı olanlar, insanlardan korkmuyorlardı. Büyük ile küçük, zengin ile fakir arasında bir fark gözetmiyorlardı. Daha önce asası kılıcından korkunç olan ve milletin önünde titrediği Ömer, İslam’la Hz. Ömer’e dönüşen adalet timsali olmuştur. Bir fakir kadının bedduası karşısında tir tir titrer duruma gelmiştir.

Hep erkek kadında Allah nuru görür öylece Allah’a erer deriz de, acaba kadın erkek ne görmeli? Allah nuruyla bakan erkekten Allah’ın Hayy ve Kayyum esma manaları açığa çıkmaya başlar. Sonrasında ise bir çadır örtüsü gibi kadını himayesine alıp onun incinmemesini sağlar. Bunu gören kadın Allah’ın Hayy ve Kayyum esma manaları ile kendinden geçer ve kendini tümüyle erkeğine teslim eder. Böylece ikisi de sonsuz mutluluğa erer. Kadın, erkeğin nur gücüne göre ona davranışta bulunur. Çünkü kadın aynadır erkeğe. Sorun varsa ayna kirlenmiştir. Erkekte Allahın Hayy ve kayyum esmaları ağırlıklıdır. Karısına hayat vermeli ve eşine kayyum olmalı. Bunu idrak eden kadın ise, yansıtma menbağı olduğu rahimiyetini kocasına zahirce yansıtır.

Erkek topraktan, kadın Allah’ın nurundan var olmuştur. Kadın ağlarsa cihan ağlar. Kadın olmazsa yeryüzüne merhamet edilmez. Rahim esma-i âlisi kadına emanet olarak verilmiştir. Üretkenlik organına rahim ismi takılmıştır. Kadın, sen büyüksün büyüklüğünün farkında ol. Rahim esması vasıtasıyla iman ehli cennette sonsuz lütfe erecektir. Kadın kendisine, erkekte kadına sahip çıkmalıdır. Kadının bir damla gözyaşı yeryüzünü Nuh tufanına çevirmeye yetecektir.

Gençliğinde karısını dövüp perişan eden, yaşlandığında karısını kaybeder, tek başına kalır ve karısının hasretiyle can verir. O hasret kıyamete dek ruhunda devam. Kim olursa olsun eşini küçümseyip hakaret eden ve dayak atıp eziyet edenler, sonsuz bir hesaba çekileceklerdir. Bunun tövbesi ise, ancak kadın erkeğinin haberi olmadan, kalbinin en sessiz yerinden hakkını helâl ettiğini Allah’tan istemesi şartı ile erkek bu hesaptan belki kurtulur.

İslam’a göre kadına kocası bakmak zorundadır. Hatta kocanın karısından bir bardak su dahi isteme hakkı yoktur. Kadın ne işe yarar derseniz, kadın sadece güldür denmiştir ki, ben de öyle derim. Eğer ki, kadın evde iş yapıyorsa, yemek yapıyorsa, bebeğine bakıyorsa vs. tümünü kendi lütfünden yapıyordur. Koca da bunu bilerek eşine yaklaşmalı ve asla aziz gönlünü kırmamalıdır. Bir koca bir yıl boyunca eşiyle ilgilenmez ve onun yiyecek ve giyeceğini karşılamazsa; kadın toplumun itibar ettiği bir kişinin huzurunda adil iki şahit ile gidip dini nikâhını bitirebilir.

Bayanlar zahir ve rahim esmalarına menbağıdırlar. Erkekler ise, Hayy ve Kayyum semalarına menbağıdırlar. Toplamı insanlığı oluşturur. İşte halife insan buna denir. İnsan kadın ve erkeğin toplamına denir. O yüzden atalarımız demişler ki; Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Aslında atalar bunu dillendirmişlerdir.

Mana akıntısı bakımından olarak soy kadındandır. Erkek soya renktir. Kevser süresi buna şahittir. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize soyu kesik diyen korudu. Fatma anadan gelen Şerif ve seyitler hala aramızdalar.

Aynı amelle erkeğin kırk gün elde ettiği dereceyi, kadın bir günde elde eder. Ama ne yazık ki habersiz yaşanılıp gidiliyor. Aziz ömür heba ediliyor. Yazık, hem ikisi içinde yazık…

Kadına Allah’ın nuru ile bakan Allah’ın zahir ve rahim esmalarının seyrine dalıp Allah’ın muhabbetine erer. Kadına hayvani duygularla bakan maddenin karanlığında kaybolur. Onun içindir ki insanlar birleşir, hayvanlar çiftleşir.

Erkek görevini yaparsa, kadın hayli yapar. Erkek dikte eder sonra der ki; kadın görevini yapmıyor. Erkek Hayy ve kayyum olursa kadın için, kadın rahim ve zahir olur erkek için. Kadın rahim sahibidir. Ona emanet edilmiştir bu sıfat tüm haşyetiyle, Errahim Allah isimlerinden bir isimdir ki, kadında bu özellik somutlaşmıştır.

Kadın deyip geçme odur canana mekân. Ona bir günü hasredip kıyma etme nisyan. O olmasaydı ne dünya olurdu ne de insan. Ona sahip çık hayatı ona et cennet mekân.

Yorum yapın