KABRE GİRİŞ VE İLK SORGU

YAŞAMINDA DERİNLEŞ

Yaşamımız dünya, kabir, berzah, kıyamet, sırat, cehennem ve cennet diye sürüp gidecektir. İsrafil aleyhi s selamın birinci ve ikinci sura üflemeleri arasında oluşacak yokluk halinin, mutlak zat olan Allah tarafından seyri dışında, yani birinci surun üflenmesiyle tüm varlıkların Allah’ın ilmiyetine iade alınması ve ikinci defa surun üflenmesiyle tüm yaratılmışların yeniden varlıkla buluşmaları dışında kalan tüm süreçler, yani süreçler arasındaki tüm geçişlerde, asla bilinç kaybı yaşamayacağız. Tek bir yaşam ve ayrı ayrı boyut ve yaşamlar bizi bulacaktır.

Gerçeği çok kısa olan dünya hayatımız bir film şeridi gibi hayalimizde canlanırken, günler saniyeler gibi akıp geçmektedir. Gün geçtikçe insanı, kabir ve ötesinin korku ve heyecanı sarmaktadır. Bazı yolların gidişleri var ama dönüşleri yoktur. İşte dünya, kabir, berzah, kıyamet, cehennem ve cennete açılan yol, geri dönülmez bir yoldur. Olabildikçe hazırlıklı olarak Allah’ın rahmetini hak ederek ölüm ötesine geçelim. Yoksa yalnız kalacağımız gibi, acıyanımız da olmayacaktır. Uyku ölümün kardeşidir der Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz. Yani ölüp kıyamete dek yaşanılacak hayat, uyku gibi bir şeydir. Rüyada oluşan tüm olumsuz fillere rağmen ölünmez. Tüm yiyilen yiyecek, içilen içeceklere rağmen tok olunmaz. Tüm geçen süreye rağmen rüyada uyku oluşmaz. Kabir hayatı bunun daha somutu olarak, yani buna benzer bir şey olarak hayatımızın ilerisinde hayatımızın bir parçası olarak önümüze gelecektir.

Düşünsenize, ruh berzah âleminde kıyamete kadar aslen hayali, bize göre ise asıl ve işin acı yanı, bizim meleki kuvvelerimizle oluşturduğumuz yaratıkların tacizine uğramak zorunluluğuyla kıyameti bekler olmamızdır. Tıpkı rüyada olduğu gibi, başımız sıkışınca başvurup yardım alacak kimsede yoktur. Çok korkunç bir durumdur. Bunu somutlaştırmak için şöyle bir örnek verebiliriz; birinin gözü önünde bir şeyi yiyip ona vermediğimizde, rüyada bize saldıran veya ısıran yılanlar görür veya köpeklerin saldırısına uğrarız. Çünkü karşıdaki kişinin bize yönlendirdiği nefsi istek melekesi, rüyada bize o şekillerde görünür olmuştur. İşte kabir azabı da bunun gibi bir şeydir. Tabi bunun çok çok daha bir somutunun bilfiil yaşanmasıdır. Bizim tüm meleki kuvvelerimiz orada suret almış ve bizimle baş başadırlar.

İşlemiş olduğumuz günahlarla kirlettiğimiz som altın gibi tertemiz olan bilincimizi tövbe ile temizlemek her an farzdır ve Allah’ın emridir. Katıksız ve hanif olmak yani tevhidi tüm haşmetiyle hissetmek Allah’ın emridir. Anne rahmini terk ediş sureti olan günahsız ve temiz olan fıtratı koruyup tertemiz bir şekilde dünyayı terk etmek ana amacımız olmalıdır. Çünkü dünyadayken temizlenmeyen kabir âleminde çok çile çeker. Kabirde temizlenmeyen cehennemde perişan olur. Günah cehenneme rağmen temizlenmiyorsa ebeden cehennem mekânı olur kişinin. Rahimden aldığı ilhamla doğan çocuk misali merhamet sahibi ve üretken olalım.

Tekasür süresine dikkatle bakarsak birçok şeyi fark edeceğiz. Özellikle de kabrin ne olduğunu göreceğiz. Özetle bu sure diyor ki; çoklukla uğraşmak sizi oyaladı. Ta ki sizi kabre soktu. İleride bileceksiniz hatta bu bilmeniz ilmel yakin ve aynel yakin bir şekilde olacaktır. Şimdi düşünelim, çokluk hevesimiz bizi dünyada hep oyalayıp duruyor ve bu oyalama öyle bir hal alıyor ki, tıpkı toprağın bedene olan kabri gibi bilincimizin etrafımızda görmediğimiz kapalı bir sanal kutu oluşuyor. Ne yazık ki ruh bedeni ter edince, bu sanal kutu somutlaşarak ruhun kabir sandukası oluveriyor. Biz dünyada kulluk sınavında olduğumuzdan, etrafımıza ördüğümüz bu görünmez duvarlar bize gizli kalıyor, ta ki ruh bedeni terk edene kadar. İşte ölünce bu duvarları canlı canlı seyir edeceğiz.

Buradaki melek sorularına gelelim. Münker ve Nekir isimli iki melek bize sorular soracaklardır. Niye iki melek? Birlikte mi soracaklardır? Gibi sorular kişinin kafasını meşgul eder. Şimdi kalem döndüğünce yazalım. Dünyada var olan her oluşum ve her şey çift olarak yaratılmıştır. Sorulan sorular ise “rab”bin kim? Dikkat edin ki “ilah” sorulmuyor ki zaten “la ilahe İllellah” diyerek tüm ilahları reddetmişiz. Reddetmiş de acaba tek olan Allah’ın rububiyeti icabı terbiye olmuş muyuz?  Nebin kim? Kelime-i şahadetteki gibi Rasul sorulmuyor. Kitabın ne? Deniliyor.

Aslında her an bu sorularla yüz yüzeyiz etrafımıza çektiğimiz sanal kabirde. Ruh bedenden ayrılınca, nasıl ki etrafımıza sanal olarak ördüğümüz ve görmediğimiz kabri göreceğiz, aynı öyle de hayatımız boyunca pozitif ve negatif olarak ürettiğimiz melekeler iki meleğin yüzünde şekillenip bizimle amelimizi yüzleştireceklerdir. O iki meleğin veçhi bize ayna olacak ve amelimizin karşılığı olarak bize sunum yapacaklardır. Münker ve Nekir iki melek olup şekilleri amellerimize göre oluşacaktır. Yani Münker ve Nekirin görüntüsü her insana göre ayrı ayrı olacaktır. Münker ve Nekirin görüntüsü amelimize göre korkunç veya sevecen olacaklardır. Münker ve Nekir’in sorgusuyla dünyadaki tüm yaşantımız gözümüzün önünden geçecektir. Rabbimizi yani terbiye edilişimizi seyir edeceğiz. Münker ve Nekir isimli melekeler hüviyet sahibi varlıklardır. Yani her biri bir melektir ve bizimle konuşacaklardır. Yani bu melekler, amellerimizin şekline göre süratlenip bilfiil bizimle konuşacaklardır.

Nebi sorulacak, yani Allah’ın son Rasulu olan Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yaşantısı ile bizim yaşantımız karşılaştırmalı olarak gözümüzün önünden geçecektir. Allah’ın kitabı baştan sona tüm hükümler gözümüzün önünden geçecektir ve kararı nefsimiz verecektir. Ruhun bağımsız kaldığı ilk andan sonra Münker ve Nekir ile karşılaşması sonucu, eğer ki bu ilk sınamada nefsimiz dünyadaki karar ve uygulamalarımızın olması gereken gibi olduğuna şahadet ederse, cennete girene kadar tüm olumsuzluklardan emin bir halde kıyameti beklemeye koyulacaktır. Eğer ki müşahedesi olumsuz ise kâbuslar içinde kıyameti bekleyecektir.

Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz, üç yılı aşkın Hira’da inzivaya çekildi. Daha sonra üç yıl süren nübüvvet devrinde de kendi kendine İslam’ı uyguladı. Ne zaman ki tam olgunlaştı, resul oldu ve ey örtüye bürünen kul, kalk ve uyar ayeti nazil oldu. Şimdi denebilir ki din olgunlaştı ve beklemeye gerek yok. Hayır, beklemeye gerek var. Neyi bekleyeceksin o zaman? Olgunlaşmayı ve yaşam haline getirmeyi ki, zaten olgunlaşma kişide olur. Din zaten olgundur ve Allah’ın değişmez yasalarıdır. Olgunlaşmadan anlatırsan, “yapmadığın şeyleri niçin söylersin” Ayetinden bir tokat yersin.

Allah Resulü Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz, nebi olduğunda Allah’ın dini olan İslam hakkındaki tüm bilgileri, Cebrail’in O’nu üç defa sıkmasıyla kalbine ve şuuruna birinci elden vahiy adı altında aldı. Bu bilgilerin tümüne nübüvvet ilmi denir. Nebi, Allah’ın emir ve yasaklarını bizzat Allah’tan vahiyle alan kişiye denir. Vahiyle alınan ve nübüvvet ilmi dediğimiz ilimle Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz sorumlu olduğu gibi, her insanda o ilmi uygulamakla sorumludur. Çünkü nübüvvet ilminin getirisi, Allah’ın kanun ve nizamından insanı ilgilendiren esaslardır ve her insanı ilgilendirir. O ilmi vahiyle alıp bize ulaştırana ise, Allah Resulü denir. Bu kapı da Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizle son bulmuştur. Çünkü gerekli tüm ilim aktarılmış ve eksik bir şey kalmamıştır. Biz Allah rasuluna önce iman ederiz. Sonra iman ettiğimiz rasuldan edindiğimiz nübüvvet ilmini, yani onun sünneti seniyyesi olan yaşam tarzını uygularız. Çünkü direk yaratan tarafından bize ulaştırılan ve insanı ilgilendiren kadarıyla, yaratıcının sistem ve düzeni hakkındaki ilmi uygulamakla mükellef olmuşuz.

İşte mükellef olduğumuz nübüvvet ilmini hayatımıza ne kadar yansıttığımız, Münker ve Nekir diye suretleşip bize gözüken melekler tarafından bize sorulacaktır. Yani Rasulullaha iman değil belki nebinin üç yıl boyunca uyguladığı ve yaşam tarzı ettiği nübüvvet ilmini ne kadar uyguladığımız bizden sorulacaktır. Çünkü birçok kişi Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin Allah rasulu olduğunu çocuğunu tanır gibi tanır. Bilir ki peygamberdir. Ama inadından dolayı ret ediyordur.

İşte rasul sorulsaydı, tümü Muhammed derdi. Ama ne yazık ki risalet ve irsali değil, nübüvvet ve yaşam alanı sorgulanacaktır. Bu bağlamda zaten rab, nebi ve kitap aynı olayı anlatan bir bütünün ayrı ayrı taraflardan tezahürleridir. Çünkü Allah’ı ancak; rabbimizi yani terbiye alanımızı bize sunulan kitaba ve nebimizin bizzat uyguladığı yaşam alanına göre gerekli çalışmaları yaptığımız oranda tanır ve ona yakınlaşırız. Bu yakınlaşma kadar ünsiyet elde eder ve rububiyet dairemizi genişletiriz. Çalışmalardan mahrum olduğumuz kadar da rububiyet dairemizi daraltır ve dolayısıyla Allah’tan uzağa düşeriz. Böylece Münker ve Nekir’in sorgusunun iman ile alakalı değil, aksine ömrümüzün çalışma alanı ile yaşam tarzı edindiğimiz ile ilişkili olduğunu fark ettiğimizde, artık çalışmaktan geri durmayız. Bu fark ediş ile de çalışma sistemimiz ciddi bir şekil alır, hayatı değerlendirme tarzımız da değişir.

Olayı fark ediş adına rasul ve nebi kavramlarına az değinelim. Biz Kelime-i şahadette Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin risaletine şahitlik ederiz. Ama Kabir de Münker ve Nekir bizden nebi’mizin kim olduğunu sorgulayacaklardır. Farkını dilimiz döndüğünce yazalım. Nebi, Allah’ın yarattığı sistem ve düzeni hakkındaki tüm bilgileri Cebrail vasıtasıyla Allah’tan alıp bu bilgileri kendi nefsinde uygulayan, ailesine ve çok çok yakın dost ve akrabasına da uyguladığı yolu paylaşandır. Hem nebiler, ihtiyaç halinde nübüvvet sahibi olan rasullara yardımcı yani vezir olarak görevlendirilmişlerdir. Bunların genel çoğunluğu erkek seçilmişlerdir. Kadınlardan da seçilenler olmuştur.

Resul ise, kendi nefsinde yaşadığı güzellikleri bölgesine veya tüm insanlığa tebliğ ile görevlendirilen nebi’lere denir. Nebi olup bu nübüvvet ilmini rasul olarak tüm insanlığa ulaştırmakla yükümlü olan nebi’lere sahife veya kitap adı altında kısmi veya kapsayıcı ilim kaynağı verilir. Bunlar sadece erkeklerden seçilmişlerdir. Çünkü rasul olanlar, kendi zamanlarındaki tüm insanlara imam olmuşlardır. Kadınların, kendi özel hallerinden dolayı, her an ve zamanda tüm insanlara imam olmaları mümkün değildir.

Sadece nebi olup ilerde rasul olmayacak olanlara nübüvvet bilgilerini nefsine veya nefsiyle beraber yakın ailesi ve yakın çevresine anlatanlara veya rasul olan kişilere vezir olarak görevlendirileceklere ise, yeni kitaplar verilmeyip daha önceki risalet sahibi nebiye nazil olan kitabı orijinal haliyle vahiy yoluyla edinip amel etmişlerdir. Yeni kitap verilen veya yeni kitap verilmeyip daha önceki kitabı yenileyerek insanlığa tebliğ için görevlendirilen nebilere rasul denmiştir. Rasul, irsal eden getiren ulaştıran aracı gibi manalara gelir. Çok kısır bir kavram olarak kalsa da Türkçede postacı ve Farsçada peygamber kavramları resul kavramına karşılık kullanılmıştır. Ama postacı veya peygamber kavramları biraz kısır kalır. Çünkü rasul, nübüvvet bilgilerinden bildiği ve uygulamasını yaptığı şeyi anlatır.

Yani bize ulaştırdığı ilmin ne olduğunu bilir. Ama postacı veya peygamber kavramlarının karşılığı ise, kapalı kutuyu sana ulaştırandır ve paketin içeriğini bilse de özümsemesine ve uygulamasına gerek yoktur. Bu manada Cebrail için bu kavramlar kullanıla bilir. Çünkü Cebrail, nebi olan resul’e getirdiği bilgileri uygulama zorunluluğu yoktur. Ama ıstılahta peygamber kelimesi umumileştiği için, nebi ve rasul kavramlarına karşılık olarak halk arasında kullanılmada olup, nebi ve rasul dışında da kimseye isim olarak verilmez. Onun için nebi ve rasullara peygamber demenin herhangi bir mahsuru yoktur.

Aslında Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin Allah Resulü olduğunu Ebu cehil biliyordu. Hatta Ebu cehil bizden daha fazla onun rasulullah olduğunu biliyordu. İşte bilmek yetmez. Amel ve teslim olmak gerekir. Onun için biz namazda Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin risaletine şahadet ederiz. Ama kabire girer girmez Münker ve Nekir bizden nübüvveti yani nebimizin yaşam alanıyla uyumluğumuzu soracaklardır. Ama üzülerek belirteyim ki biz, peygamber kavramı ile nebi ve rasul kavramlarını birleştirmişiz ve bu manayı anlamaktan mahrum kalmışız. Oysaki peygamber kavramı, hem nebi hem de rasul olan seçilmişler için kullanılan bir tabir olup, sadece nebi olanlar için kullanılması uygun değildir. Onun için de, peygamber kavramı sadece rasul olanlar için kullanılması gerekir.

Nübüvvet salt ilim ve ferdi uygulamadır. Risalet ise, uygulanan ilmin insanlara ulaştırılmasıdır. Bu konudaki ayetler bir bütün olarak tetkik edilirse, bu olay kolaylıkla fark edilecektir. Bu olayı daha iyi kavramak için Nas süresindeki üç kavrama az bakalım. Nas süresinde geçen üç kavrama odaklanarak olaya bakarsak, bambaşka duygulara bürünürüz. Burada Rububiyet, Melikiyyet ve Ulûhiyet kavramlarının müsemmalarına sığınılması istenilmiştir. Bu üç kavram ile Allah’ın varlıkları üzerindeki hâkimiyetinin tüm yönleri anlatılır. Zaehir ve muin derler ulûhiyet ve rububiyet makamlarına. Zaehir yani ulûhiyet kavramları ile tüm âlemler de tasarruf eden odur. Muin yani Rububiyet kavramı ile tüm âlemlerdeki terbiye edici o. Melikiyyet kavramı ile de tek sahip ve yönetici o demektir. Yani insan Nas süresini okuyunca, tüm yönleriyle Allah’ı düşünür ve ona sığınır. Böylece kabirdeki sorulara çalışmalarıyla hazırlık içinde olur.

Münker nekir cevabın hazır olsun ki, kabrin cennet bahçesi olsun. Böylece kıyamete huzurla kalkasın ki, sonsuzluğa uzanan yolda mutlu olasın. Belki de Münker ve nekir adlı melekler cenine gelen melekler olup her an gelmekteler. Gelmeleri kişinin dünyayı terk anında somutlaşıp bitecektir. Münker ile Nekir’in selfi çubuğu çok uzun olur, azaları kapatır, tüm hayatını kapsatır, tümünü kameraya yansıtır, Münker ve Nekir ile senden sana baktırır, nefse mührü bastırtır.

Tekasür süresinde değinildiği gibi daha çok benim olsun düşüncesi bizi soyut bir kabrin içine koydu. Her an Münker ve Nekir çağırır ama duymaz etti. Münker ve Nekir rabbı, nebiyi, kitabı sorar, rabbın emriyle muameleyi, vahiy ile nazil olan nübüvvet ilminin fert üzerinde uygulanışı ve kitapla uyumlu yaşayışını sorgular, ama oralı olmayız. Oluşturduğumuz melekelerin ölüm ötesinde bilfiil melek olduğunu müşahede edeceğiz. Kabirde Münker ve Nekir, cehennem de zebani, cennette ise huri ve gılman olarak bize gözükeceklerdir. İşte et kemik beden elden çıkınca, soyut olarak etrafımıza ördüğümüz kabir somutlaşır, sonrasında ise her insan Münker ve Nekir ile yüzleşir, nefsiyle dertleştir.

Uyur haldeki olan ve Kur’anın tabiriyle kabirlerinde olan kişi, derin dondurucu da donmuş suya benzer. Sıfır noktası olan erime noktası, kişinin Allah’ı anlamaya başladığı noktadır. Sıfır noktasını geçtiğimizde büyük bir kanaat oluşur. Bir bardak su ile bir tutam ekmek doyurmak için yeter artar bile. Gece kalkıp sessiz sedasız namaz kılma hissiyatı, sıfır noktasını geçenin içine doğar ve daha birçok belirtisi mevcuttur. Bazıları da buharlaşır. Bevlin sıçraması ve söz taşımak kabir azabına yol açar. Bunu anlamak için kabri iyi tanımak lâzımdır. Kabri iyi tanımak için Tekasür süresini iyi okumak gerek. İşte bu bevl sıçrama olayını anlamak için kabri iyi tanımak gerek. Bize sıçrayan bevlin sıçramaları, mana dünyamıza sıçrayan ve kirleten dışsal kirler olduğunu bilelim.

Son durak dedikleri budur işte bedene, ne olur tüm olumsuzluklar girsin sinene, son bu işte, bas ayağı frene, selam olsun kabre selam ile girene. Kabre kesinlikle gireceğiz. Bedenimiz kesinlikle kabrine girecektir. Kabrimiz bazen toprak altı, bezen su, bazen hayvan midesi, bazen yanan toz, hayattaki kirli kayıtlarla birlikte capcanlı bir ruh. İstersen et kemik beden hiç kabre konulmasın veya yansın külleri havaya savrulsun. Sen zaten kabrini kendi elinle örmüşsün, arama başka kabir. Ama her gün kabirden kurtulmak için bir hakkımızı daha kaybediyoruz.

Ölüp dünyayı terk edenlerin bedenleri, gömüldükleri yerden yayın yaparlar. Çünkü o nokta aynı zaman da berzah âlemiyle ilişkili oldukları noktalardır. Ruhlarının sahip olduğu kuvvete göre iyi veya kötü enerji yayarlar. Dünyanın içindeki pozitif ve negatif ley hatlarındaki enerji gibi kişinin kabri o şekilde yayın yeri olur. Yani nurani yayın yapan zevatlar mevcut olduğu gibi zulmani yayın yapanlar da mevcuttur. Bazı insanların bedenleri Kâbe’nin altındaki nur gibi etrafa nur yayarlar. Öyle ki eğer dünyamızı terk etseler de bedenlerinden nur yayılımı devam eder. O yüzden peygamberlerin, sahabelerin ve evliyanın kabirlerden istifade edilir.

Bunun zıttı olan negatif enerji yayanlarda mevcutturlar. Daha dünyadayken sohbetlerinde az oturulduğunda ruhunda sıkıntıyı hissedersin. Onlar öldüklerinde, onların kabirleri de zulümat yeri olur. İşte küfürle ölen kişilerin kabirlerinde oturmamak ve üzerinde beklememek gerekir. Yoksa iyi insanların kabirlerinden nur beslemesi yaptığın gibi, kötü insanların kabrinde durarak ta nur kaybı yaşayabilirsin.

Yorum yapın