YAŞAMINDA DERİNLEŞ
Ebu Hurayra’nın (r.anh) şu sözüyle konuya başlayalım: “Ben Rasulullah (sallellahu aleyhi ve sellem)’den iki kap dolusu ilim aldım. Bunlardan birini size naklettim. Diğerini de nakletmiş olursam, benim şu boğazım kesilir.” (Buhari; İlim, 42)
İlim çeşmesi her an akar. Allah, ilmi alanı nuruyla yıkar. İlimden mahrum olan ise, nefsini yakar. Kabuksuz elma hızlıca çürümeye yüz tutar. Amelsiz ilimde sinelerde çürümeye mahkûmdur. Çünkü zuhur mercii bulamaz. Hem ilimsiz amel de kişiyi boşlukta bırakır. İlim ve amel beraberce seni hedefine ulaştırır. Allah’ın ilmine eren, erdiğini dile getiremez, hem gören gördüğünü diyemez. Hatta eren erdiğini dile getirirse ve kerametini açıkça ortaya dökerse, ilim erbabının indinde ayıp işlemiş olur. Ayıp olmanın derecesi de tiksindirici olarak bildirilmiştir.
Elbette ilim odur ki sadır da bulunandır, ama sadra inmek içinde iki satırı(!) (Yazı satırı değil) dizmek gerek. Gerçeklerle yüzleştirildiğinde insan, çok büyük sukut-i hayal yaşar. Ama bu sukut-i hayalin faydası olmayacaktır. İnsan diyecek, yarabbi beni dünyaya geri gönder de ilimin yolunu tutup hakka yöneleyim. Ama boş laf, önlerinde berzah vardır, ta kıyamete kadar. Kıyamet çıplak gerçekleşecek, kişi dünyada tüm yaptığına şahit olacak ve akabinde sırat ile cehennem süreci başlayacaktır. Çoğu insan ameline göre orada ezilip büzülecek. İlmi değerlendirip gerekli ameli işleyenler ise, uçup geçecek.
İnsanın elinde bir şey yok diyenler, Enam-148. Ayete baksın. Şöyle der; Şirk koşanlar: “Eğer Allah dileseydi, biz de babalarımız da şirk koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık” diyecekler. Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar işte böyle yalanladılar. De ki: “İndînizde bize açıklayacağınız bir ilim var mı? Siz ancak zanna tâbi oluyorsunuz. Siz ancak tahmin üzere konuşup saçmalıyorsunuz. “
Demek elimizde bir irade vardır. Yoksa bunca peygamber oyun olsun diye mi hakkı haykırdılar? Çoğu defa konu hakkında detaylı ilmi donanım olmadığı için, ayette bahsedildiği gibi saçmalıyor bazıları. Allah beni böyle yarattı, yaratmasaydı, ne yapabilirim diye. Evet, Allah öyle yarattı, ama kendini değiştirme fırsatını eline verdi. Baksana elinin içinde yazılı olana… Sol elin içinde seksen bir, sağ elin içinde on sekiz ve toplamı doksan dokuz eder. Allah esması toplamı olan doksan dokuz, o da senin elinde. Hem sağ elinde on sekizin başka işaret kapsamı da şudur ki, on sekiz bin âlem senin elinde dürülmüş haldedir. Hem sekizin ucu kolundan sana doğru uzuyor. Âlemleri dışarıda arayacağına sende işte, tut ve sahip ol. Ve sol elin bitiminde bir duruyor. Sen işte on sekiz bin âlemde “biri” seyret, diye bize ihtarda bulunuyor. Ayakta durduğunda ise, tüm vücudun bir gibi dümdüz ortada… İşte sen, doksan dokuz mana öz cevherini faaliyete koy, elif gibi dimdik Allah ile kaim olduğunun farkına var ve tüm âlemlerde seyir edip seyir edilen ol.
İlim, irade ve kudret sıfatlarıyla bezenen sen, kullan bu sıfatları yükselt kendindeki mana titreşimlerini ve içinde bulunduğun robotik yaşamdan çık ve Allah’a er. Kullanmasan saçmalama. Allah sırf ulûhiyeti itibarıyla senle ilişkili değil ki, suçu O’na atasın. Aynı anda rububiyeti ve melikiyeti ile de seni hükmü altına almıştır. Bunu iyi düşün kardeşim. Gerekli donanımla donandın, kendini geri bırakma.
İnsan üzerinde oluşan etkiler için astrolojik etki deriz, şeytan vesvesesi deriz, kötü arkadaş deriz, genetik intikaller deriz, çevre deriz, şartlanma deriz ve ortaya bir robot çıkarırız. Ama şundan habersiz olayı değerlendiririz. Allah insanı öyle yaratmıştır ki, kendisine yönelinen tüm etki ve fikir oklarını yok edip kendi etrafına bir radar gibi dalga titreşimini yöneltir. İnsan eline verilen tüm esma-ul hüsna ile işaret edilen kuvveleri açığa çıkartarak, kendisine robot ötesi bir varlık olma kabiliyetini yükler. Dikkat ediniz ki, Allah insanı yeryüzünde halife kılmıştır. Bu söz basit bir söz değildir. İşte insan yaptığı çalışmalarla kendisindeki muazzam muammayı çözdüğünde, artık tüm kâinat avucunda olur. Ama sen et kemik bedenin dürtüleriyle sonsuzluğa uzanan bir mutluluk arıyorsan, asla ve asla bu mutluluğa kavuşamayacaksın. Öncellikle şeriatı garra çizgisinde sabırla ilerlemek zorundasın. Bu zorunluluk, hangi bakış alanına sahip olursan ol, et kemik bedenin ölümüne kadar devam edecektir. Unutma ki, şeytani vesveselere kapılıp ameli terk edersen, mahrumlardan olursun.
Hakikatimize doğru yolculuk yaparken, şeriat yani İslam’ın zahiri olan ibadet ve muamelatını gene şeriatın çizdiği çerçevede icra etmek şarttır. Batini ilimler ise, ilmi ledündür ve okuyarak ele geçemez. Ancak şeriata uyulması sonucu kişiye özgü olarak açılan bir kapıdır. İşte ilim nakış olursa zihnimize, hak nazar eder özümüze. Öylece okumak ile nur akar kalbimize. Temennimiz odur insanlık bu ferasete ere. Ama gel gör ki bir karar veriliyor ezelinde. Cennet ve Cehennem seriliyor önümüzde. Terbiye olmamış nefis et kemik bedenin heveslerini tercih eder, çünkü kendisini o sandığın içinde bulup isteklerini kendi isteği zanneder. Böylece ezelinden ebedine kendi yolunu çizer. İnsan insanlığını kendi içinde bulur ise, peygamberin sözünü tüm yaşamında, hem enfus ile afakında çözer.
Tüm yazdıklarımız yazgının tecellileriyle alakalıdır. Yazılan değişmez ama yazgıdan ibret alıp ileriye doğru yazılacak yazgıyı pişman olmamak üzere dizayn fırsatı verilir insana. Ne der Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz; “Şaki annesinin karnında şakidir-anne karnı her ne ise- Said ise şakiden ibret alandır” ki bildiğimiz anne karnı ise, ne saidin kendisinden haberi var, ne de şakinin işleyeceği fiilden. Evet yazgıyı dizayn elindedir. Hele tekrar bir daha elinin içine dikkatle bak… Allah esmalarının insandan zuhuriyetinin bilfiil aktif olan adedi (81/ ٨١+ 18/ ١٨ = 99) yazar elinin içinde. Kullan ve değiştir yazgını. İşte robot olma der rabbimiz, elinde ve kullan.
İlme iştiyakımız hep süre gitmelidir. İlim yolunda her an aktif olup algımız hep açık olarak, her an ilme ulaşmanın ve kavuşmanın nöbetinde olmalıyız. Çalıştık çalıştık diye bıkkınlık oluşturup vazgeçmek yerine ilk fırsatta ulaşmalıyız. Çünkü ilim Çin’de de olsa almak, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin emridir. Hem fırsat bir geldi mi almazsak, bir daha gelmemek üzere elimizden kayabilir. Gönülde yapılan niyet sunucu oluşan takdir, ermek için gerekli yönelim oluşuyorsa, Allah tüm şartları olgunlaştırır. Çünkü her dileğin Allah inşası ile vücut bulur.
Yüz yirmi dört biz nebi ve üç yüz on üç resulden her biri, yani her bir peygamber ilimden ayrı bir çeşmenin menbağı olmuşlardır. Muhammed-i nur ise tümünü kuşattı. O yüzden dedi ki, ilim Çin’de de olsa gidin alın. Eğer tüm coğrafyalar ilim ile buluşmasaydı, kutlu nebi der miydi, dünyanın dört bir yanından ilim toplayın. İlim yolunda kıskanma olamaz. İlim yolu, tamamlayıcı olanların yoludur. İlim yolu, kibirsiz yürüyenlerin yoludur. Hatta hassas ruhun sahipleri gece uyurken gözlerini dikerler levh-i mahfuza ve oradan dahi birçok ilim edinirler. Ve edindikleri pırlanta gibi değerli mücevheratı insanlığa sunarlar.
Parıldayan bir gökkuşağının oluşması için yağmur ve güneş şarttır. Kişide sağlıklı bir aura için de ilim ve amel şarttır. Ağızdaki sakız, çiğne çiğne lastik parçası aşağı inmez ki, işte taklidi ilim de öyledir. İşte “İlim Çin’de de olsa alınız” hadisi, ilmin çıkış mahallindeki ilimsizliği fark edenler içindir. Yoksa ilim alayım derken iç içe girmiş tüm akıntıyı alır ki sonu korkunç olur.
Bir yerden ilim alalım derken, olaydaki yetersizliğimiz dolayısıyla oradan harmanlama her şeyi alırsak, daha sonraki nesiller iyiyi ve kötüyü fark edemez olur. Bozuk saat dahi günde iki defa doğruyu gösterdiği gibi Allah’ı tanımamış olan biri dahi, birçok yanlışın içinde bir iki hakikati haykırabilir. O yüzden taassubumuzu kırıp alacağımız güzelliklere ve hakikatlere odaklanalım. Her hangi bir yerden bir ilmi alırken ise, aldığımızın hesabını rabbimize vereceğimizi bilerek dini İslam’ı mubine uygun olmayan davranışlardan uzak duralım. Yoksa yazık ederiz.
Sürü olmaktan kurtulan ve bir üst ilim erbabına sadece gözetmen gözüyle bakan kullar en bahtiyar kullardır ki, onlar Allah’ın likasına en yakın kişilerdir. İlim içimizde, bizde, bizledir. Üstatlar sadece hatırlatıcıdır. Hatırlanan hatırlanmazsa, hatırlatıcı bir şey yapamaz. Maksat ilim ise, iğne deliğinden de olsa ulaşılır. Maksat ilim değil ise, elindekini de tepersin.
Ey saf ve katıksız Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin sunduğu Allah ilmini insanlara aktarmaya soyunan insan; sebat et hak yolunda, arabayı koma yollarda, şoför zor bulunur bu deryada, derya ta Kaf dağında. Aynalığına bak, ilim yolcusunu bırakma boşlukta, boşlukta kalan insan yem olur, timsah ağzında. Eğer şoför arabasını sürerken çölün ortasında arabasını veya yolcusunu terk edecek kadar maddi veya manevi hevese maruz kalırsa, o zaman durum vahimdir. Çünkü yolcu ortada kalmıştır.
Bu dünyevi yönetimde geçerli olduğu gibi ilmi yönelimde de aynıdır. Ortalıkta kalan her bir yolcu bir kurda veya kuşa yem olur. İşte o zaman şoförlüğe soyunan ve arabayı kullanabilen tüm sırtındaki abaları atıp hatta kefenini giyip arabasına sahip çıkmak zorundadır. Eğer hala bana ne deyip araba orada çekin uğraşın gidin, hem de başınızın çaresine bakın ve çölü aşın derse, yazık eder. Arabasıyla bütünleşen şoför yolcusunu çöle terk etmez. Şayet terk ederse kendisi de terk edilir.
Mutluluğu ilimden aldık. İlmi sevgiden aldık. Sevgiyi Allah’ın El Vedud esmasından aldık. Allah’ın El Vedud esmasının tecellisi ile haşyete daldık. Haşyetten mutluluğa erdik. Haşyetle ilime erenlerin, yani ilim erbabının ilmini unutması olamaz. Çünkü ilim Allah sıfatıdır. Allah’ın sıfatıyla özdeşleşen, et kemik bedeni terk ettiği andan itibaren, artık ebediyen mahzun olmaz. Çünkü veli olarak son nefesini vermiştir. Ama şunu da unutmayalım ki, ilme erenlerin ilmiyle bilimlenen’de unutma her an olabilir. O yüzden ilimle ilimlenelim. Bilgi ile yetinmeyelim. İlim yaşam şehri iken, bilim sadece ilmin dedikodusudur. Dedikodudan geç ve şehre ulaş. Odur senin yitiğin.
Kafamızın basmadığı bir şeye hurafe dersek, o ilimden mahrum kalırız. Hem ilk duyduğumuz şeyi mantığımıza uymuyor diye reddedersek, gene de o ilimden mahrum kalırız. İdrakine ulaşamadığımız ilim sezintisini asla reddetmeyelim. Derin dondurucu da bekletelim de gün olur işimize yarar. Her şeyi net yaz der dostlarım. Yaz yaz sonu gelmez ki, konu konuyu açar. Bilgisi olmayan kaçar. İlimden kırıntı alan coşar. İlim ile ilimlenen ise susar. Seyrine dalar. Nasibini alıp insanlara rahmetle bakar.
Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz Huneyn gününde tek başına kalmıştı ve etrafında bir avuç iman ehli. On bin kişilik İslam ordusu sağa sola kaçışmıştı. İşte orada Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz sabit kalıp iman ehline sahip çıktı. İman ehli toparlanıp kurtuldu. İlim vermek ve hizmet etmek uzaklaşıp komut vermekle değil, bizzat yemeğe karışarak gerçekleşir.
Her ilmî yazıyı dünya siyasetiyle açıklamaya çalışmak, ilim erbabının meşgalesi olamaz. Allah ilmi sonsuz ve sınırsızdır. Her şeyi onunla ondan var ettiği gibi hiçbiriyle de sınırlanmaz. İlminin dâhilinde olan her varlık, ancak kendi hüviyeti kadar o ilimden faydalanır. İşte o faydalandığı ilmin bir katresi ile ilim sınırlanamaz. Çünkü akıl ancak sahip olduğu ilmî değerlendirir. Ötesini yani sonsuz ve sınırsızlığı cem edemez.
İlim kesindir ve değişmezdir. Tüm ilimleri satırdan arayan sadırdan mahrum kalır. Makamlar olayını bilinmeden mana ilmî ile ilimlenmeğe çalışmak, bırak psikolojiyi kişinin yaşam felsefesini de bozar. Rahmani nuru aklın sınırları ile değerlendiren pozitivistler, kendilerini mana ehli sanıp felsefede kayboldular. Derunda ise, ilim aynı ilimdir. Biri Fethi zulmani ile ulaşmışsa ve biri de Fethi nurani ile yanaşmışsa ve ikisi aynı cümleleri dillendirmişse, kalkıp birini bilgi hırsızlığı ile zan altında bırakmak ta, saygısızlıktır. Fark şu ki, imansız bir tarzda edinilen ilmin dünyada faydası dokunsa da, ölüm ötesinde faydası olmayacaktır.
İlim ehlinin ilmiyle kibirlenmeye hakkı yoktur. Zaten Allah, ona ilim vermekle onu büyütmüştür. Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum demiş Hz Ali kv. Bu söz, Kur’anda harfle anlatılan ve deruni simgeleyerek öğreten Hurufi Mukataadır. Çünkü derununa işaretler o harflerle şifrelenmiştir. Kafa yorup Kur’an ve hadisten eskilerin çıkardıkları ilmin üzerine yeni yeni ilimlere ulaşarak bir şeyler katmak ta kişiyi dinden çıkarmaz. Kur’anı anlayan birinden ilim alıp benimseyip yaşama geçirip, sonra da yaşadığını paylaşmak ise, en büyük güzelliktir.
Aslında cahil, ilimsiz değil doğru histen mahrum olandır. Yani olayın ruhunu okumaktan anlamayandır. Olayın ruhunu okuyamayan ve satırlardan birkaç kelime ezberleyip âlim gibi gözüken de cahildir. Olayın iç yüzünü hissetmeden karabalık eder. Ama ilim ve hakikat yolcuları daima sükûnet içindedirler. Su akıtmayan bulutların gök gürültüsü çıkarması, toprağı ıslatmaz. Her zaman yıldırım, gök gürültüsünden evvel toprakla buluşur. Kudret âlemine olaydan gafil adımlar ile varılmaz. Zaten böylece boy göstermek edepsizliktir. Edep ilim kaynağının biricik menbağıdır. Edeb ile muhatabına yönelen kişinin kalbi zaten konuşmadan ilmini kalbine iletir.
Gizli ilimlerin menbağı insanın ta kendisidir. Aramayın başka yerde başka hazine. Bilgi ve ilim iki şekilde elde edilir. Biri okuyup araştırıp tüm akli ve mantığı önüne serip karar vermek. Buna akli delil denir ki yanılma payı yüksektir. Diğeri ise seziştir. Buna da imani delil denir ki yanılma payı peygamberlerde olmayıp, diğer insanlarda az da olsa yanılma payı mevcuttur. Tüm icatlara içsel sezişle ulaşılmıştır. Bu yüzden insan için seziş, en büyük hazinedir. Az araştırın bu cümlelerdeki haklılığı görürsünüz. Seziş direk Rahman’a dayanır. Sezgi, peygamberlerde vahiy olarak yer almışken, diğer insanlarda ilham olarak isimlenmiştir.
İfrat ve tefrit şeytanın ilim ehline karşı kullandığı en büyük iki silahıdır. Orta yolda kalmak ise, en büyük hazinedir. İlim öğretimdir. İrfan eğitimdir. Eğitim ve öğretim beraber olarak yaşam alanımıza aksedilirse, ifrat ve tefrit bizden uzaklaşır. Ama maalesef genel olarak öğretim olup eğitimden mahrum olarak çocuklar büyüdüklerinden, irfandan yoksun olarak büyüyen bir dünya gençliği ile karşı karşıyayız. İrfansızlığı, edep ve hayâ kalmamış diyerek bir birimize şikâyet ederiz. Bu yanlış hızlıca düzeltilmezse, insanlığın geleceği karanlık olacaktır. Çünkü aydınlık bir gelecek, öğretimden çok irfanda saklıdır.
Dünyevi çıkarları manevi ilimle ilimlenmeye mani etmeyelim. Allah ilmini paylaştığımız her insandan dünyevi çıkarlar namına ondan uzak olarak yaşamaya çalışıp sırf dünyevi bir çıkar uğruna bir araya gelmemeye özen gösterelim. Sadece ve sırf Allah için bir araya gelip rabbimizin tecellileri üzerinde tefekkür edelim. Elbette dünyevi olarak ta bir birimize destek olmak zorundayız. Bu da Allah’ın hakkıdır. Ama işte o dünyevi desteği dahi, Allah için yaparak ihlâsımıza zarar dokundurtmayalım. Öylece sırf ve katıksız olarak oluşan ihlâsa başka geçici hevesler karışmasın. Eğer ki, ilimde tanıştığımla aynı mekânda bir çay içmişsem, aklından geçmesin ki bunun gayesi dünyevi bir çıkardır. Öyle mülahazalar benim dünyama giremez. Sizin de dünyanıza girmesin. Sırf Allah için bir birimizi sevip bir birimize muhabbeti, sırf Allah için diri tutalım. Öylece hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet günü, Allah’ın arşının altında gölgelenmek nasip olacaktır.
Çok önemli bir hususa da parmak basalım. Kur’an ve hadis “veri”dir. Yani sırf ilim olup tarafsız bilgidir. Herhangi bir ilim tarafsızlığını yitirirse “veri”liğini kaybeder. Ondan faydalanın ama bağlanmayın. Birisine bir şeyler aktaracaksan da “veri” olarak aktar. Yoksa zulüm edersin. Belki de ilim Aktardığın senden daha geniş yeteneğe sahiptir. Sen yeteneğinle sınırladığın “veri”ye zulüm edersin.
Örneğin; 120 inç bir ekrana yansıyan “veri” ile 7 inç ekrana yansıyan “veri” aynıdır. Ama her incin görüntüsü farklı olur. Sen 120 incin bir köşesine 7 inçlik görüntüyü yansıtır ve diğer ekranın tümünü kara edersen, 120 inçlik ekrana zulüm edersin. İşte “veri” objektif olan ilimdir. Gerisi renk almıştır ve sübjektif olmuştur.
Söz gümüşse sukut altındır demek şudur. Dilinden dökmeden önce hafızadaki bilgiyi sessiz sedasız uygula. Sen uygulama ile sessiz ve sedasız bilgi dağarcığını altın gibi insanlığa yayarsın. Yoksa sukut edip karşındakine ilim yaymamak değildir kasıt. Allah ilim yolundaki insanları ilimle hemhal etsin ki, kandilin yağı tükenmeden ışık saçsın.
Âlim diye bildiğimiz ders veren ilim adamlarının çoğu, ilmi nakletmekle meşguldürler. İlmi üretmek ise bambaşkadır. Okuyarak ilim küpü olup ilmi üretemeyen, sadece dedikodu yuvası olur. İlim üretmek için Allah’ın El Vedud esma kuvvesiyle yoğrulmak gerekir. Eğer tüm dehşetiyle ilim aktarıla bilinseydi, Mansur idam edilmezdi. Adım adım ilimde yükseliriz. Bir önceki basamağı kavrayamayan, son adımları çelişkili görür. İlim yolunda oluşan taassup, insanın basiretini kör eder. Fışkıran Allah’ın ilim çeşmelerinden mahrum eder. Çünkü ilim müminin yitiğidir, akış musluğuna bakmaksızın akan ilimden faydalanır.
İnsanı kâmil, dünyadaki her bir ferde aynı anda, insanlık için gerekli olan tüm ilmi her an yayar. Yayılan ilim dalgalarından algılamanın açıklığı oranında kişiler istifade eder. İşte algılama kapasitemizin genişlemesi için, zikir etmek ana şarttır. Öylece insan-ı kâmile aynalığımız fazlalaşıp deruni hazların aktığına şahit oluruz. İşte onun için de, her boyut ve bedenin hakkı verilmelidir ki, gerekli ilme ayna olabilelim. Nasıl ki bu beden bu dünyada yaşadığı sürece toprağın bitirdiğine, suyuna ve ekmeğine muhtaçsa, aynen öylede bu bedenden canlanan ruh da, bu bedenin tabi olduğu yeryüzünün odak noktası olan Kâbe’nin nuruna muhtaçtır. Durumu müsait olanın hac yapıp bu nuru ruha aktarır. Hem namazda yöneldiğimiz Kâbe, asgari düzeyde bu ihtiyacı gidermeye dönüktür. Öylece algılamamız genişleyip insan-ı kâmilden yansıyan ilme tuttuğumuz çanakta genişler.
Her şeyi soyutlayıp dini kavramları itibarsızlaştırmak ilim değildir. Allah ilminin hazzına ulaştığımızda ise, maddi ve manevi olarak ilmi ve yaşamı ikiye ayırmadan, her şeyi yerli yerinde görerek yolculuğumuza devam etmek üzere yakin oluşur. Hem insan-ı kâmili bir insan olarak bilmeyip insanlığın hakikatine nurullahı yansıtan nuri muhammedideki iletişimin merkezi olduğunu bilelim. Bu merkeze yakın olanlar, yakınlıkları münasebetiyle insan-ı kâmili ismini alırlar. Yani insanlığa yansıyan ilim, yansıtıcı ilmin merkezi insan-ı kâmile ayna olan insandan değil, insan-ı kâmil makamından insanlığa yansır.
“Kendisine bir ilim sorulup da bunu gizleyen kimseye kıyamet gününde ateşten bir gem vurulacaktır.” (İbn Mâce, Hâkim). Bu hadis gereği bizden önceki ilim ve mana ehli tarafından birçok ilim paylaşıldı. Bize düşen görev, bu ilim ve mana ehlinin yaptıkları ilmi analizleri yermek yerine, onların bıraktıkları ulvi yolculuğu kaldığı yerden devam ettirmektir. İşte bu en büyük babayiğitliktir. Bize yakışan da budur. İşte bu hadisi şerifi mucibince, Allah’a karşı mesuliyetten kurtulmak için, birbirimize ilmi destek sağlamak zorundayız. Bu Allah’ın üzerimizdeki hakkıdır.
O kadar şartlanmıştı ki, her ilim anlatanı kendisine çağırıyor zannediyordu. İşte bu şartlanmışlıktan arınıp ilmi anlatanı kutsamak yerine, ilmin kaynağı olan Allah’ın El Âlim esmasına nazar edip, çıkış musluğuna ilimden ötürü hürmet edelim. En hakiki mürşit ilim ise de, sana değerlendirme kalmıştır. Mutlak değerlendirici Allah ise, sana değer kalmıştır. Hangi makamda olursa olsun, ilme yol vermeyen ilimden mahrum kalır.
Her peygamberin vefatından sonra insanlığın anlayışı değişti. İnsanlık yönünü doğruya yanaştırmaktan kaçtı. Amel için ilim öğrenmek yerine, öğrenmeler fantezi cinse dönüştü. Öylesine hobi olarak zihinde canlandı. Unutmayalım ki, İlim malumu var eder. Sonra da kendisindeki ilim ile ilmiyetini seyir eder. Kendinden rivayet ettiğin senindir. Eğer ki bir ilim ehlinden istifade edip kendinde buluyorsan aynı ilmi, o ilimde senindir. İlme kulak veren dostlarla konuştuğun her kelime cana candır. Ama ilimden yoksun olup cahillikte ısrar edenin sohbeti ise, her kelimesi senden bir can daha alan ve seni yabana atan bir yalandır.
Satırdan alınan bilgi insana yüktür. Sadırdan alınan ilim insana melek kanadıdır. Yükten kurtul ve kanada bin hem yolculuğundaki seyrana bak. Allah her “şey”i kuşatarak en derunu olarak “şeyi” bilir. Hangi “şey”e hangi şerbet gerekir ise, şerbetini vererek tatlandırır. Allah’ı rububiyeti, melikiyeti ve ulûhiyeti itibarlarıyla hakkıyla bilmeyip teslim olmayan ve düşüncesindeki yanlış yönelişten sıyrılmadan dışsal veya içsel bir ilaha yönelen ise, ne bilir? Battıkça batar ama kendisini üstte ve hak üzere sanır. Allah’ın kuşatması ilimle olur. Zaten ilim tüm manalara ferman olur. Deruni bilgiler ilimsiz ise, zayıf olur. İlim illa bir kapıdan olur. Kapısız ilim akacak diyen mahrum olur. Kendisini bilgiye hapis eden ise, bedbaht olur. Bilgiyi beline yük eyler merkep gibi sırtında dayak olur.
İlimde asıl olan, ilimle kendine nazar edebilmektir. İlim, hakla halka bakmaktır. Aslında âlim, halkta hakkı seyir edendir. Nötr olunması icap eden bir konuda şu ki, kimseye bir şeyi dikte etmemektir. Sadece olması gerekeni anımsatmaktır. Çünkü kimse kimseyi dikte edip zorlayıp bir hedefe ulaştıramaz. Zaten kişi üzerine diktelik, kişiyi kişiliğinden eder. Tüm ilimlerden mahrum eder. Hatta hatta kişinin kişiliğini kör eder.
Din anlatılınca genelde; Sonuç anlatılır sebebe hiç değinilmez. Sebep itikat olup sonuç ameldir. Örneğin Sahabelerin kahramanlıkları sıralanır. Ama o sahabe nasıl oldu da o bilince erişti’den hiçbir Allah’ın kulu bahsetmez. Bizim sarı Çizmeli Ali ağa da o anlatılan sonucu yaşamaya çalışır bir kaç gün. Sonra ağır gelir bıkar boş ver der. Nasılsa Allah affeder deyip, o muhteşem ilmin sonucuna imanıyla inanıp yaptığı şeyi terk eder. Hâlbuki gerekli ilmin semeresi olan amelden önce, ilmin özü kavratılsa, zaten amel imanı takip eder.
Bazısı hayatta nostaljiyi sever, eski eserleri dizer de dizer. Ama ilimde nostaljiyi çok az kişi sever. Oysa nostaljik gibi gelen temel kavramlar oturmalı ki, yeni yeni doğumlar oluşsun. Ama ilimde nostalji yapan, eskiyle kayıtlanmamalı. İlmi elinin kiri bilmemeli. Eskiyle kendini tanıyıp, yeniyle kuşanıp hem nefsinde hem de çevresinde örnek olmalı. İlimle ilimleşeni iyi tanı ki kaybetmeyesin neşeni. Hem sınavla basamak atladığın ilim, sınav için olur sonra yok olur. Sınavla geçilmeyip yapboz ile basamak geçirilen ilimdir senin malın. İşte şimdiki öğrenciler genel de sınav için çalıştığı için, sınavdan sonra tüm bilgisi göme gider. Bunca ömre ve çalışmaya yazık eder.
İlimden bir bilgiyi ilk duyduğumuzda, o ilimle alay etmek yerine kendi bilincimizi kalay edelim. Belki biraz parlar da hakikatlere az ayna olur. Sonra yaşamın gerçeğinden şöyle bir nida gelir; gönül sahibi olan ilim erbabı üst perdeden dünyayı değerlendirir. Onlar projeksiyonunun ışık lamına yaklaşmışlardır. Onlar ışığa karışıp perdeye yansıyan ışıkta fena bulmuşlardır. Koni gibi olan ışık açılımının tüm varoşlarını seyir halindedirler. İşte onlar selama kavuşmuşlardır.
Bizden önceki ilim ve mana ehlinin ulaştıkları son nokta ilme doğru, anlayışımıza göre yeni yeni kapılar aralayalım. Ama kimseye dil uzatmayalım. Bilelim ki ilim ehline dil uzatanın dili kesilir. Bu kesilmek genellikle manevi olarak ilimden mahrumiyet şeklinde olduğu gibi, aşırı ilme saldırıda maddeten de Allah’ın mekrine maruz kalıp her şeyinden yoksun kalabilir. İlme ve ilim ehline dil uzatanlara emmare olan nefis ve şeytan ikilisi omuz omuza verip ona bilenir. İlimde yoğrulup yaşam edinen de ise, korku kaybolur. Aslında korkusu Huşuya dönüşür. Kendisini beğenen ve kibrinde kaybolan, ilim ehline konuşma sırası bile vermez. Sorulan sorulara yazılı satırlardan okumuşsa da, vehminden cevaplar. Çünkü o yazılan satırları sadrından temaşa etmemiş ve nefsi kabarık kalmıştır öylece ben bilirim demiştir. Oysaki bir konuşsa ilim adamı, sukut olurlar sessizce. Çünkü ilim sahibi tam bir yönelişle yöneldiğinde, Allah’ın heybetine bürünerek yönelir. Genelde ise bu yönelişle konuşmaktan imtina ederler. Çünkü Allah’tan haya ederler.
Ahir zamanda deccaliyet ve emrinde olan şeytani ins ve cinlerin hedefinde iman ehli olan insanlar olacaktır. Amaç iman ehli olan insanı, hakikatine doğru uzanan yolculuktan alıkoymaktır. Deccalliyet ve onun askeri olan şeytani olan ins ve cinlerin esas gayesi, iman eden insanlarla oyun oynamak değildir elbette. Hedef Hz. Adem’de uygulamada yarım kalan oyununu, ki atamız Hz. Adem ve Hz. Havva bu oyunu fark edip tövbe ile arındı ve hilafette karar kıldı, işte esas gayeleri hilafete yükselen insanlığın hesabını, onların evladından çıkarmaktır. Böylece insanı Allah’ın ilminden uzaklaştırıp nefsi emmarenin batağında boğmaktır. İlim ehli olan her iman ehli olan insan, bir elin nesi var, iki elin sesi var prensibince, birleşip beraberce, ilimden edindikleriyle uyarılarını yapıp, iman ehli olan insanları zahiri ve batını şeytanlardan korumak zorundadır. Yoksa ben anladım kurtuldum deyip köşesine çekilenler de, şeytaniyetin yaydığı etkiden kurtulamaz.
Olayı idrak edemeyenin ilimde fakihliği yok ki ilmi delili ortaya koysun. O zaman ilmi idrak edemeyen iman ile amelde yükselmeye devam edecektir. Bazıları zanneder ki ilim bir kaç dil bilgisi kuralıdır. Oysaki birkaç tane dil kuralı sadece senin satırda yazılı olanları okuyabilmen için bir araçtı. Evet dilbilgisi ilmi sadece araçtır mutlak ilim değildir. İlim özünde hakla buluşmaktır. İlimde en büyük pay; ilimi paylaşma yolunda kıskanmayanadır. Her kişi hilafetini hissetmeye adaydır. Hem her insan, çantası kadar mal alır. Eskiler demişler ki ilim iki kişi arasında oluşur. Onun için hele hele ilim partnerini bulup ilmin derinliklerine doğru kulaç açanlar, nasiplilerin ta kendileri olurlar. İlim de partnerini bulan kişi, bilsin ki cennete adım atmıştır. Her biri ayrı diyar da olsa da kalbi bir tektir. İlim rahmani ve şeytani olmak üzere iki ucu ifade eder. Rahmani olana ulaşıp insanlığa seren, kıyamete kadar nurundan alır. Şeytani olana ulaşıp insanlığa seren, kıyamete kadar zulumatından alır. Rahmani olana fethi nurani denilmişken, şeytani olana fethi zulmani denilmiştir.
Tavsiye dinleye dinleye balon gibi şiştik. Tavsiye ede ede kül gibi söndük. İkisinden uzak ilim alıp verseydik, hamallıktan kurtulurduk.
Allah seviyor derken, bir yerlerde biri seviyor değildir. Onun ilminde, ilimden ve ilmi suret olarak yaratılan insanın ilmin sahibine, ilmi varlığını teslim etmek için hendeklerin teker teker kapanması demektir.
Ashabı kehf bitti mi sanırsın? Kıyamete yakın sanki mağarada uyuyan kişiler misali, dünya zindanında uyuyan insanlık, uyanıp İslam ile tanışacaktır. Bu silahla değil ilimle olacaktır. Bunu Kur’an şöyle işaret eder; Allah nurunu tamamlayacaktır.
Bir ilimle tanışsak, her gördüğümüz ayrı mana alır. Asla elimizden zulüm sadır etmez olur. Anlayan rahmet diledikten sonra bize susmak düşer. Anlayan anlatmasaydı ayna karanlık kalacaktı. Anlayan anlattı bizleri ilimle donattı. İlimle donanan sukuta erdi. Sukuta ermeyen ise sukut-i hayale uğradı.
Balık suyu göremez ve bilemez. Bizde kendimizden habersiz yaşarız. Onun için bazıları kâmil bir mürşit lazım demişler. Hatta hatta bazıları demişler ki, şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır. Bazıları da demiş ki, ilim iki kişi arasında oluşur. Evet, bizde deriz ki, uyandırmak için bir bilenle arkadaşlık şarttır.
Beynini kiraya verene veya satana karşı sabredelim. Saçma sapan ve ilim ehline yakışmayan sözlü ve yazılı paylaşımlarda bulunmayalım. Hepimiz kuluz ve hata yapma potansiyeline sahibiz. Önemli olan hatamızın farkına varmamızdır. Özellikle de derin ilimlerin menbağı olan şahısları, saçma sapan lakırdılarımızda kullanmayalım.
İlimden kapanılanlar zannedilmesin ki ebeden kapanacaktır. Belki kapanılanlar edebin gereği kapanmışlardır. Zamanı gelmeyen ilim, Settar ismi gereği kapalı bırakılmak zorundadır.
Burada şunu da izah edelim ki hakkı gizlemeyelim. Tüm zamanını ilme verip hafızlık yapıp Kur’an ilimlerinde yoğunlaşmaya çalışan veya ilim okuyan ve okuması yüzünden çalışmaya imkânı olmayan kişilere yani ilim öğrencilerine ve öğreticilerine zengin dahi olsa, Allah yolunda yaşamlarını adadıkları için, zekât ve fitre verilebilir. Öylece ilme iştiyakı arttırılır. Allah bunlara ayette, fisebilillah olarak çalışanlara pay verilir diyerek yer vermiştir. Ayrıca kişi zekâtını ilim kitabına verip okumak isteyipte kitap alamayacak durumdakine verebilir. Ama reklam yapmak amacıyla zekâtını har sarıp harman savurarak raflara terk edilecek kitaplara verip rafa terk ettiremez. Yapanın zekâtı boynunda kalır.
İlimden daha büyük Allah yolu ne olabilir ki? İlim sıfatı en büyük sıfattır. İlim, irade ve kudret sıralamasın da dahi birinci sırada yer alır. Eğer insan iradesi olmayan homojen bir kütle olsaydı, resul, nebi ve sayısız ilim erbabı niye bizi uyarmak için bizle buluşsun ki? Niye Allah Zariyat süresi 55. ayette desin ki: “Hatırlat! Muhakkak ki hatırlatma iman edenlere fayda verir!” Ama dikkat edersek hatırlatma da fayda iman ehlinedir. Uyarının fayda sağlaması için, öncellikle iman edilmesi şarttır.
Şunu da bilelim ki, siyasi takılma bize yakışmaz. Bize sadece ilmin yolu yakışır. Bırak siyaseti siyasiler yapsın. Biz kültürümüzü İslam’a değil, İslam’la kültürümüzü yoğurmuşuz. İslam bizim harcımız olmuş. Gökkuşağı gibi rengârenk olan coğrafyamızı İslam’la tek ve ayrılmaz harç yapmışız. Tek duvar olmuş düşmana set olmuşuz.
Bazı hâller birtakım ruhi seyirler sayesinde gerçekleşir. Yani, ruhtaki bazı kabiliyetleri din dışı birtakım tesirlerle de kuvveden fiile çıkarmak mümkündür. Meselâ Hind fakirleri de ekseriya riyazet yoluyla ruhi bir kuvvete ulaşırlar. Bazen de bu, sihir veya cinlilerden “huddam” kullanmak suretiyle vaki olur. Fevkalâdeliklerin kerametten farkını anlayabilmek ise, ilim işidir. Fakat şu kadarını söyleyelim ki, böylelerinin hayatı takva ölçüleri içinde cereyan etmez. Bunlar sünnet-i Rasulullah’a ittihada nakıstırlar. İlk dikkat edilecek nokta da budur. Eğer havada uçsa veya suda yürünse, bırakın farzın terki, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin tek sünneti icra edilmiyorsa, bilin ki o istidraçtır.
Hem şunu da bilelim ki, ilmullah ve marifetullah ilmi huşu ile gerçekleşir. İlmullahta âlim olup ilimle uğraşırken, sahip olduğu ilmi kullanarak dünyevi siyaset işlevlerine burnunu sokanlar, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin mütevelliliğinden tard olmuşlardır. Zira siyaset işleri dünyevi maslahatlar olup, ilmullah ona alet edilemez. Ama siyaset ile ilgilenip devletin yönetimine talip olanlar veya yönetenler, ilmullah sahibi olabilirler. Buradaki uygun olmayan, ilmullahı kullanıp bir yerlere gelme hevesidir. Yoksa normal yaşamı ilmullah ile olan, ilmullahı dünyevi bir çıkara alet etmeden istediği işi veya mesleği seçip yaşamını ona göre geçirebilir. Bunda bir vebal olmayıp güzel olan da budur.