YAŞAMINDA DERİNLEŞ
HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet için hiçbir sıfat yoktur. Düşünsenize, sıfatsız, esmasız ve hatta tüm kavramların düştüğü ve sadece HU yani O diyeceğimiz mutlak zat, önce bunu hafızamızda oturtalım.
Sonra; HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet istedi ki; özündeki gizli hazineyi, yani kendi öz hüviyetinde olan ve hiçbir mana olarak seyri oluşmayan kendi benliğini seyir etsin.
Sonra; Hüviyetinde asla manaya dönüşmeyen ve salt kendi olan tüm özelliklerinin seyrini oluşturmak için Allah adını seçti. Bu ismin bünyesinde seyri oluşan tüm manalar bir birleriyle etkileşim haline girdi ve sayısız âlem oluştu.
HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet bu etkileşimlerin hiçbirisi asla olamaz. Çünkü o, kendi öz hüviyetinde Allah ismini varlığına ayna yaptı. Aynada görülen şey asla şeyin kendisi değildir. Ama görünen de ondan gayri değildir.
Sonra; Allah ismiyle işaret edilen müsemma ile HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet kendisini seyir etmeye başladı.
Şimdi düşünelim; Allah ismiyle işaret edilen ayna, tüm manaların aksettiricisi olarak zerreden küreye bir etkileşim ve oluşum içinde HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyete seyir mahalli oldu. Bu mana birleşimin her bir noktası HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyete eşit mesafededir.
Allah yapıyor dediğimizde; hangi noktada bir oluşum oluyorsa olsun işi yapan Allah’tır. Çünkü tüm seyir alanını bir okyanus gibi düşünsek, okyanusun her noktasına da okyanus denir.
Şu noktaya dikkat edelim; Allah ismiyle isimlendirdiğimiz, HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyetin, seyrin oluşması için ortaya çıkardığı tüm manalar veya bu seyir sonucu oluşan herhangi bir nokta, asla ve asla HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet değildir. Ama HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyetin seyri dâhilindedir.
Aslında HU dediğimizde esas maksadımız, yapımızı oluşturan manaların sahibine seyrangah olmayı dilememizdir. Allah bize bizden yakındır deriz ya, işte bize bizden yakındır demek, özümüzün zaten onun bakım yeri olduğunu dile getirmemizdir.
İşte HU zamiriyle bunu kapsam alanımıza sokarız. Her şeyimiz zaten ondan gelir. Onun için de deriz ki, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz ruh ve bedeniyle hatta ayakkabısıyla miracı yaşamıştır. Çünkü özümüz onun esma manaları ile var olduğu gibi, özümüzün kabı olan bedenimiz ve dahi her şeyin hakikati da onun esma manaları ile var olmuştur. Dolayısıyla özümüz ve her şeyin özü olan HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyetin nuru, bize bizden yakındır. Nuru dahi ondan ona yansıdığı için, HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet bize bizden yakındır.
Yoksa bu yakınlık veya uzaklık günlük yaşamda kullandığımız mekânsal temelli bir yakınlık veya uzaklık değildir. Bizim ona yakınlığımız veya ona olan uzaklığımız da aynen o şekilde bir mekânla alakalı değildir. Bizim ona yakın veya uzak olmamız bizim şuurumuz açısından olayın farkında olup olmadığımızla ilişkili bir durumdur. Saflaşıp paklaştıkça onun bizden seyri artacak, nefsimizi kirlettikçe ise, onun bizden olan seyri kapanacaktır.
İşte bu, yakınlık veya uzaklık diye tarif edile gelmiştir. Biz genel itibarıyla mekânsal olarak olaylara baktığımız için ve o bilinçle belleğimizi dolduğumuz için, Allah’a yaklaşmayı veya uzaklaşmayı da mekânsal olarak düşünür ve gerçekten uzaklaşırız.
Olaya yaklaşmak için bir örnek vereyim. Şekeri düşünelim. Tatlılık şekerin özünü oluşturur. Görünürde taş gibi beyaz yapı ama tatlılık şekerin tümünü oluşturur. İnsanın varlığını oluşturan esma terkibi de şekere benzer. Şekeri alın elinize ve inceleyin bir kalıp taş gibi. Ama tatlı ve eridikçe tatlı… Tatlılık şekerin neresinde? Özü hem ta kendisi… Ama dışarıdan taş gibi serttir.
İşte bizde ve her varlıkta var olan Allah’ın nuru da aynen öyledir. Dışarıdan baktığımızda et ve kemik ve içi kan dolu damarlar. Esmaların işaret ettiği mana birleşimleri bunun neresinde? Tıpkı şekerdeki gibi varlığımızın özünde. Bu gördüğümüz tüm bedenimiz ve her varlık esma kompozisyonun ta kendisi. İçiyle ve dışıyla tatlılığı akıtır ve içi ile dışı aynı tatlılık.
Allah ismiyle bize kendisini tanıtan zattan yansıyan tüm manalar, şekerin içindeki tat gibi her tarafımızı oluşturur. Bedenimiz, ruhumuz, manamız, sırrımız, hafimiz veya ahfamız yani her şeyimiz.
Biz insan olarak öyle bir şeyiz ama şekerden az farklıyız. Çünkü şeker içindeki tatlılık oranını değiştiremez. Ama biz, bize verilen ilim, irade ve kudret emanetiyle varlığımızı oluşturan manaları değiştirebiliriz. Ama neyi değiştirirsek değiştirelim gene de varlığımız o manaların tümüdür. Değişen terkibin hamur karışımının değişim tarzı veya değişim oranı olur. Ama hamurdaki her kuvve, istediğin kadar değişsin, gene de ona aittir.
Hamur yapılınca un, maya, tuz, su vs katılır. Tuzun oranını veya suyun oranını değişince, hamurun yapısı da değişir. İşte hamurun içsel yapısını değişmek insanın eline verilmiştir.
Dolayısıyla kişiliğimizi zikir, ibadet ve insanlara iyilik ile değiştire biliriz. Onun için de mesulüz. İlim, irade ve kudret kuvveleri dünya hayatı boyunca emanet olarak elimizdedir. Zaten onundan dolayı da mesulüz.
Bu şeker örneğini iyi düşünelim ve yaşamımız üzerinde tefekkür edelim. İnşallah tefekkür ve yönelim sonucu rabbimize ettehiyyatu diyecek ve müthiş nur bizden de sudur edecektir. Emin ol aziz kardeşim ben, sen, o ve her insan bunu hissetmeyi ve yaşamayı başarabilecek kabiliyettedir.
Şekerin özü olan tatlılık şekerin her tarafını oluşturduğu gibi, öz varlığımız da Allah’ın esma manalarının işaret ettiği kuvvelerden geldiği oluşup, maddi veya manevi her şeyimiz de ondan gelmektedir. Tüm varlığımız ondan gelir ama beynimize değiştirme kuvvesi yerleştirilmiştir. Yani tüm manalar bizim kullanım dünyamıza sunulmuştur.
Düşünsenize, çevresi sanal sınır ile çizilen, Halık manası yani yaratan mana kapsamı verilmiş, Rahim manası yani üreten yeteneği ile donatılmış, Rahman manası yani kendindeki manaların kompozisyonlarının değiştirme gücü verilmiş, her birimizin içsel âlemine aynı ve ayırım etmek sızın yerleştirilmiştir.
Bunlar gibi tüm mana kuvveleri yaşam alanımız olmuştur. Şunu kesinlikle unutmayalım ki, neyi değiştirirsek değiştirelim gene de varlığımız o manaların tümüdür, tıpkı tatlılığın şekeri oluşturduğu gibi…