HER KONUMUN ZİKRİ AYRI BİÇİMLENİR

ZİKİR SANA CANDIR

En büyük zikir hangisidir? Zikir okuma türleri nelerdir?

Zikirlerin sayılarak yapılması hususunda hadisler var mıdır?

Dille okunan zikirler belli bir düzeye gelince terk edilebilir mi?

Zikirleri okurken gizli veya aşikâr okumak arasında fark var mıdır?

Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin sayarak okuduğu zikirleri olmuş mu?

Şimdi de bu sorular özerinde biraz tefekkür edelim….

Zikir; “dil ile”, “kalp ile”, “ruh ile”, “sır ile”, “hafi ile”, “ahfa ile” ve bizzat “seyir ile” olabilmektedir. Zikrin esas hedefi, söylenildiği mahalde mutlak zattan başka tüm masivayı yani yaratılanı unutmaktır. Öylece bakışını mutlak yaratım fıtratına çevirip, her an Allah’ın ilmiyetindeki zenginliği seyir etmektir.

Zikir, mutlak mülk sahibi olan Allah-u tealayı, varlığının tüm vecihlerinde talep etmektir. Zikir, insanlığa tevdi edilen bir görev olmakla beraber, sonuçlarının hâsılatı kendisine eksiksiz olarak verilen ilahi bir rahmet ve çok büyük bir lütuftur. Zikir, insan için en büyük ve en kestirme ameldir. Allah, insanlığa örnek olması için kendi zatını zikreder. En büyük zikir Allah’ın zikridir ki, mahiyeti doksan dokuz Esmâ-i hüsnâ’nın tümünü camidir.

En büyük zikir, hakk olanın kişideki tecellilerini seyir ile zikre ortak olmaktır. En büyük zikir kişiye, kendi nefsinden daha yakın olanla hemhal olup gafletten sıyrılmaktır. Hak Teâlâ’dan gafil olanların değirmenlerine sakın su taşıma ve onların lakırdılarına takılma. Onlar zaten zikir erbabının nazariyetine ulaşamazlar.

Ayet ve hadisler incelendiğinde en büyük zikir “LA İLAHE İLLALLAH”tır, en büyük zikir “NAMAZDIR”, en büyük zikir “DUADIR”, en büyük zikir “KUR’AN-I KERİM’İ OKUMAKTIR” gibi birçok bilgiye ulaşılır.

Bilelim ki; zikrin işaret alanı geniş olup asıl kapsadığı anlam huzmesi ise, istenilen mefhumu hatırda tutma olayıdır.

En büyük zikir olayı ise, içinde bulunduğu yer ve mevcut olan duruma göre olup kişiden kişiye değişkenlik göstermektedir. Büyük zikirler hakkında, Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize soru soran kişinin konumuna göre, her bir konu hakkında soru soranın içinde bulunduğu ruh durumuna binaen, ayrı ayrı birçok hadis-i şerif rivayet edilmiştir.

Rivayet edilen tüm bu hadisler gerçektir. İçinde bulunulan zaman ve mekâna göre Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin eshabına yaptığı tebliğlerdir. Bizler de, yapılan her bir tebliğde kendi konumumuzu keşfedip ona göre karar alarak, hakkımızdaki en büyük zikre ulaşmış oluruz.

Örneğin, namaz vakti girince en büyük zikir “NAMAZ KILMAKTIR”. Bir kişinin imanla buluşması için en büyük zikir yani hatırlama “LA İLAHE İLLALLAH” zikridir. Zaten “LA İLAHE İLLALLAH” bir defa dendi mi, kalbi kuşatır. Artık sıra içini doldurmaya gelmiştir. İçini doldurdukça, kalp Allah nazarı ile titrer ve “LA İLAHE İLLALLAH” tefekkürü güçlenerek kalbini sarar. İşte esas mesele “LA İLAHE İLLALLAH” diyebilmektir. Tüm hedefimiz ve çalışmalarımız “LA İLAHE İLLALLAH”ı hakkıyla diyebilmek içindir. Yoksa bu söz kuru bir söz değildir. İş o ki bunun altını doldurmaktır.

Bir kişinin hakikatini zikir etmesi yani hatırlaması için de en büyük zikir, “KUR’AN-I KERİM”i okumakdır. Ve daha başka her durumun konumu ve iletilmek istenilen esasları ayrı ayrıdır.

Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz tarafından bize öğretilen dua ve salavatların yanısıra, sayarak zikredebileceğimiz isim zikirlerini, Esmâ-i hüsnâ’nın içindeki doksan dokuz isimle sınırlamıştır. Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz sayarak okumak için, “Esmâ-i hüsnâ”yı işaret etmiş ve şöyle demiştir: “Allah’ın 99 ismi vardır, yüzden bir eksik. Kim bunları sayarsa (ihsâ) Cennete girer.” (Buhârî, Tevhîd, 12; Şurût, 18; Müslim, Zikir, 5; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrê, Nu’ût, 1) Dikkat ediniz ki, saymayı özellikle Esmâ-i hüsnâ için söylemiştir. Ve ihsa edenleri cennetle müjdelemiştir.

Onun için doksan dokuz ismin dışında daimi olarak sayarak okuyacağımız başka isimlerin zikirleri olamaz. Ama her durumun ayrı bir zikri yani hatırlanması ve gereken esasları da elbette mevcuttur.  Bu çok önemli bir konudur.

Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz, salâvat okunmasını tavsiye ederek şöyle demiştir; “Kim bana bir defa salâtü selâm getirirse, bu sebeple Allah Teâlâ da ona on misli merhamet eder.” ( Müslim, Salât 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 26; Tirmizî, Vitir 21; Nesâî, Ezân 37, Sehv, 55)

“Ebû Talha’dan(ra) gelen bir rivâyette şöyledir; “Bir gün Resulullah (sav), yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine: “Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!” dedik. “Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: “Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: “Sana salâvat okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selâm okuyan herkese de benim on selâm okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?” [Nesâî, Sehv 55, (3, 50)]

Unutmayalım ki, tek değişmez esas, ayet ve hadislerle bize iletilen gerçeklerdir. Dil ile zikir yapıldığında, dilin sahip olduğu titreşim özelliği ile kalpten ruha bir akıntı başlar. Öylece kişi, hak nazariyesine adım atar. Dille zikre başlamak, kişi için ilk basamaktır. Bu basamak ile kişi, derununa doğru kapıyı çalmaya başlar. Zamanla dildeki zikir kalbe iner. Kalbi sükûnet ve huzur içinde Rabbe teslimiyete odaklanır.

Ruhu kalp ile sonsuzluğa bakmaya başlayıp tatmin olmaya başlar. Öylece sırren Allah’ın Esmâ-i hüsnâ’larındaki içeriklerde erimeye başlar.

Eridikçe Esmâ-i hüsnâ ile isimlenen kuvveler, sütün derunundaki yağ gibi, kalbi sulandırır. Öylece hafi denilen bütünleşme zevki, kişiyi sarar. Bu bütünleşme zevkinin verdiği saadetle, kişideki ahfa denilen tatminin zirvesi, zikirle buluşur. Öylece kişi zakir olur. Bu zikir en kıymetli zikirdir. Zikrin bu zirve hali, kişiyi Allah’ın emirleriyle fenada buluşturur ve bekaya temaşa eylemekle kişiyi tanıştırır. Öylece zikir hedefine ulaşmış olur.

Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin sünnetlerinde yaptığı hareketlerle bezenmeye başlar. Öylece zikir fiillerle bütünleşir. Örneğin; zekât ve sadaka ER-Rezzak esmâsını fiilen zikir hali olur. Merhamet ve şefkat ER-Rahmân esmâsının fiili zikridir. Üretmek ve tembellikten sıyrılmak hali kişide ER-Rahîm esmasının tecellisi sonucu aşikâr olur. İnsanların ayıplarının örtülmesi ve kendi içsel noksanlıklarının telafisi için uğraşması, ES-Settar esmasının fiili olarak tecellisiyle kişide açığa çıkar.

Tümü dille yapılan zikirle başlamıştı ve sonuçta tahkike ulaştı. Tahkike ulaşılsa dahi, dille yapılan yani bizzat günlük okunan zikirlere devam edilmeli ve bu devamlılık dünyadaki son anımıza kadar sürmelidir.

Yoksa zamanla ruhsal dünyamız geriler ve körleşir. Böylece edinilen tüm güzellikler kişiden soyutlanıp gider. Zikirleri terk eden kişi, özüne giden yolları kapatmış ve kendisini bedenine hapsetmiştir. Zikri terk eden kişi, ruh dünyasını çok üzmüş ve sudan çıkan balık gibi manevi alanda can çekişmeye başlamıştır.

Fiili olarak tüm Esmâ-i hüsnâ kuvvelerinin eylemsel sonucunu ef’al âleminde insanlıkla buluşturan Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz, fiili zikrin bizzat kendisi idi. Ahlâkı ve bütün sünnetleriyle insanlık için apaçık aynaydı.

Burada şunu da hatırlayalım; içinde olduğumuz âlem, Allah’ın fiil âlemi değil, Allahın yaratım âlemidir. Allah’ın fiili, yaratımıdır. Yani bizler fiil âlemi değil, fiiller alêminin sonucu oluşan yaratım mahalliyiz. Çünkü Allah, nasıl ki zatıyla, sıfatıyla ve esmasıyla yarattığı âlemle içli ve dışlı değilse, ef’aliyle de aynen öyle içli ve dışlı değildir. Allah için bu tanımlamalar muhaldir.

Sözlü ve fiili olarak zikre giren kişi, büyük bir mükâfat ile yüzyüzedir. Bu mükâfata ulaşmak isteyen kişiyi yolundan alıkoymak üzere, nefs-i emmâre ve şeytani kuvve sürekli tetiktedir. Şeytani güç ve nefsani vehimlerle kişiyi mana yolundan ayartmak isteyen kuvvelerle baş etmek, ancak sarsılmaz bir imanla Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize bağlanmak ve kalbinde onu yegâne efendi bilmekle kolaylaşır. Öylece Nur-i Muhammedi’den akan aydınlıkla kişinin önü aydınlanır ve imrenilen makamlara doğru yol alır.

Mana yolunda olmak ve hakka yanaşmak için de, maddi planda emir olarak bize bildirilen farzlar, kesinlikle yerine getirmemiz gereken prensiplerdir. Hakka yaklaşmak için farz olarak sunulan zikirlerden namaza gerekli olan ehemmiyet verilmeli, her hal ve şartta kazaya bırakmadan ima ile dahi olsa vaktinde eda edilmelidir.

Diğer tüm farzları istenildiği şekilde eda edip haramlardan sakınmak gerekir. Sonra da nafilelerle yaklaştıkça yaklaşılmalıdır. Yaptığımız nafile ibadetler az da olsa daim olmalıdır. Böylece Rabb-ul Âlemine giden yol kolaylaşır ve hak yoluna revan olunur.

Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet-i seniyyede farklı zikir çeşitlerinden bahsedilmiştir. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz bütün zikir çeşitlerini bizzat yapmıştır. O, tek başına zikir yaptığı gibi, cemaat halinde de zikir yapmıştır. Gizli zikrin yanında, açık zikri de icra etmiştir. Ashab’tan bazılarına meşrebine uygun zikir telkinleri de yapmıştır.

Bazılarına açık, bazılarına gizli zikri tavsiye etmiştir. Ayrıca herkesin yapması gereken zikir çeşitlerini de belirtmiştir. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz tarafından miktar, yeri ve zamanı belirlenen zikirler aynen uygulanır.

Örneğin farz namazlardan sonra otuzüçer defa “Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu ekber” demek ve peşinden “Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâşerîke leh, lehu’l mülkü ve lehu’l hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr” zikri ile yüze tamamlamak gibi.

Bu zikirlerin miktarı, yeri ve şekli bellidir; onlarda kimsenin ekleme ve çıkarma yapma yetkisi yoktur. Namazların rükû, secde ve oturuşlarında okunan dua ve zikirler de böyledir. Tesbih namazı, telbiye, teşrik tekbirleri, ezan, kamet gibi belirlenmiş zikirler de aynen uygulanır.

Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden, zikirleri sayarak okumak şeklinde rivayet edilen birçok hadis-i şerif mevcuttur. Onlardan birkaç tanesini burada zikredelim.

Ebu’d-Derda’dan (ra) rivayetle Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurdu: “Her kim yüz kere ‘Lâ ilâhe illallah’ derse, Allah(u Teala) onun yüzünü kıyamet gününde ayın ondördü gibi parlatır ve onu dediği günde, onun kadar veya ondan fazla diyenden başka, ondan daha üstün bir amel hiçbir kimse için yükseltilmez.” Kaynak: Taberani, Terğibu Terhib 2/449

Hz. Ali’den (kv) rivayet edildiğine göre, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurmuştur: “Her kim günde yüz kere ‘Lâ ilâhe illallâhu’l Melikül Hakkul Mübin’ derse, bu zikir kendisi için fakirlikten kurtuluş, kabir yalnızlığında yoldaş olur. Bununla zenginliği celbeder ve cennetin kapısını çalar.” Kaynak: Şirazi; Hatib; Deylemi.

Hz. Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim, ‘Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâşerîke leh, lehu’l mülkü ve lehu’l hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr.’ duasını bir günde yüz kere söylerse, kendisine on köle âzad etmiş gibi sevab verilir, ayrıca lehine yüz sevab yazılır ve yüz günahı da silinir. Üç gün akşama kadar onu şeytana karşı muhafaza eder. Bundan daha fazlasını okumayan hiçbir kimse, o kişiden daha efdal bir amel de getiremez. Kim de bir günde yüz kere ”Sübhânallahi ve bihamdihi” derse hataları dökülür, hatta denizin köpüğü kadar çok olsa bile.” Kaynak: Buhârî, Daavât 54, Bed’ü’l-Halk 11

Ebu’d-Derdâ’dan (ra) rivayet edildiğine göre, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurdu: “Sizden biriniz her gün sabahladığında Allah için bin hasene yani sevap işlemeyi terketmesin, her kim sabahladığında yüz kere: ‘Bismillahi sübhanallahi ve bihamdihi (Allah’ın ismiyle başlayıp, Allah’ı tesbih ederim ve ona hamd ederim.)’ derse, bu bin hasenedir ki, inşallah o gün o kadar (bin tane) günah işleyemez. Bundan başka işlediği hayırlar da bol bol kendisine kalır.” Kaynak: İmam Ahmed; Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid:10/116

Bazen de sahabelerini uyarmış ve gizliden gizliye zikirler okumaya davet etmiştir. Şu hadise de kulak verelim; Bir defasında yolculuk esnasında Ashab-ı Kiram’ın yüksek sesle tekbir getirdiğini işiten Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, onları şu şekilde uyarmıştır: “Böyle sesinizi yükseltip kendinizi yormayın. Siz kulağı sağır veya uzaktaki birisini çağırmıyorsunuz. Sizler, gizli açık her şeyinizi işiten, size çok yakın olan ve hep sizinle beraber bulanan Allah’ı zikrediyorsunuz.” (Buharî, Müslim, Ebu Davud)

Birkaç ayeti kerime meali ile bu konuyu kapatalım;  “Rabbini nefsinde, haddini bilerek, hissederek ve gizlice, gösterişsiz, sesini yükseltmeden, sabah – akşam zikret, hatırla ve derinliğine düşün! Gâfillerden olma!” (A’raf-205). “Öyleyse siz Beni zikredin ki Ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.” (Bakara, 2/152)  “… Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur (Allah’ı anmakla sükûnet bulur).” (Ra’d, 13/28)

Kuluna şahdamarından daha yakın olan Allah’u Teala’yı her yerde ve zamanda açıkça ve gizli zikredelim ve gafletten arınalım.

Yorum yapın