HAKKA YOLCULUK ÜZERİNE MULAHAZALAR

YAŞAMINDA DERİNLEŞ

Selam ismi, ruhumuzu sardığı gibi maddemizi de sarsın. Ruhumuzu öyle sarsın ki, benliğimiz aydınlanıp derunumuzu nurla buluştursun ki hakka yolculuğumuz başlasın. Muhammedi bakış ile baktığımızda, halkı hak nazarıyla seyir veya hakkı halk nazarıyla seyir başlar. Bu ancak, B (ب ) harfinin işaret ettiği istiane, mulabese veya musahabe anlamlarının işaret ettiği mana bakışıyla bakmakla oluşur. Gerisi iki renkli göz gibi ayrı ayrı bakar.

Derununda olan hakikat ve marifete ulaşmak için şeriat ve tarikat yoldur. Bu yol öyle bir yoldur ki dünya yaşamı süresince devam eder. Çünkü karanlığı aydınlatmanın bir sınırı olmadığı gibi hakikat ve marifetin de sınırı yoktur. Et kemik bedenin ölümünde kişinin derecesi mühürlenir. Ama kıyamet gününe kadar kişinin dünyada bıraktığı sadaka-i cariyelerin sevabı, onun cennet yaşamını yatay olacak şekilde genişletir. Ama dikey yükselme sadece dünyada mümkündür. Zaten sadaka-i cariyeyi inşa ettiği anda gerekli olan dikey yükselme sevabına nail olur.

Yol olmadan hedefe varamazsın. Senin maksadın hakikat ve marifet ise, şeriata ve şeriatın maksadı olan huzuru kalbi veren tarikata yapışmak zorundasın. Niye derseniz şöyle ki, çoğu kişi,  ruh ve bedeni ayrı sanıyor ve ikilemde kalıyor. İkisi ayrı şey değil ki. Bedenin gerekleri yerine gelmeden ruhun hiçbir hali oluşmaz. Oluşur zanneden, şeytanın elinde oyuncak olmaktadır. Bizim hedefimiz nari katmanını aşıp nuri katmanını harekete geçirmemizdir. Namaz ruhun kendine gelmesi için birinci basamaktır. Zikir şeytani tabakayı atlamak için ana dokümandır. Tefekkür beden ile ruh arasındaki ana köprüdür.

Bedenle ilişkili her şeye şeriat denmiştir. Ruh ile ilgili her şeye tarikat denmiştir. Yoksa tarikat gidip birine kendini paralamak değildir. Şeriat ve tarikat, beden ile ruhu aynı anda geliştirip hakikat ve marifet dediğimiz melekûtun ana kaynağı olan, Allah isimleriyle işaret edilen melekeleri harekete geçirme kuvvesini elde edip salt bilince ulaşmak içindir. Yoksa farkında olmadan, bizimle melekût tabakası arasında olan şeytani nari varlıklarla iletişimde oluruz da, kendimizdeki melekeleri harekete geçirmiş sanırız. Sonra cini şeytanlar bizi parmağında oynatır da farkında olmayız.

Dikkat edin ki,  şeriat dediğimiz İslam’ın farz ettiği ibadetleri ve tüm ahlaki unsurlarını yerine getirmeden melekûta ulaşmak olanaksızdır. Birisi havada uçsa veya denizde yürüse veya tüm dünyayı görüp bize anlatsa, ama şeriatın hükümlerine yani İslam’ın farz ettiği ibadetlerine ve tüm ahlaki unsurlarına riayet etmezse, bilin ki şarlatandır.

Kişinin eşinin veya çocuklarının eksiği vardır diye kişi suçlanamaz. Bu kişinin kendisiyle alakalıdır çevresiyle ve yaşadığı ortamla alakası yoktur. Namazı bilfiil kılmayanın ruhu, namazı ikame edemez. Hacca bilfiil gitmeyenin ruhu o enerjiyi alamaz. Bir insan yalan konuşsa, ondan hakikat açılamaz. Gıybet varsa kişide, tüm bildiği dedikodudur. Faiz alıp verirse daha çok aşağıdadır şeytanlaşmış ruh haline bürünür.

İlim, irade ve kudret sıfatlarını kullanarak bedeni ilgilendiren amelleri yaparsak tarikat yolu açılır. Tarikat ruhu tanımadır. Ruhumuzu arındıracağız ki, hakikatin yolu açılsın. Ancak hakikat bakışıyla marifete erebiliriz.

Tüm zikirler ve insanlara iyilikle yönelmek şeriat düzeyi ile alakalıdır. Yani bedenle alakalıdır, hem olmadan da olmaz. Tefekkür ruhla alakalıdır ve olmadan olmazlardandır. İşte zikir tefekkürü sana çekip getirir. Tefekkür şükrün edasını sağlar. Şükrün edası ile de hakikat yolu açılır. Böylece marifete yolculuk başlar. Yani şeriat, tarikat, hakikat ve marifet iç içe olup bir bütündür. Arınmak istersek her ortamın hakkını vermek zorundayız, eşin hakkını vereceğiz, işin hakkını vereceğiz. Dikkat hakkını “Hakk’ını” diyoruz. Hak Allahın adıdır. Gözün hakkını vereceğiz. Elin hakkını vereceğiz. Malın hakkını vereceğiz. Böylece beden ve ruh ikilisi aktive olur. Melekûta sıçrama olur. Yoksa şeytanın elinde oyuncak oluruz.

Hem şeriatın ruhunu okuyalım. Şeriat yani ilmihal bilgileri her devre göre o insanların ihtiyaçlarına göre revize edilmiştir. Örneğin; İmam Şafii mısır bölgesinde dediğini Bağdat bölgesine geldiğinde değiştiriyor. Tabi revize yapmayı kafamıza göre yapamayız. Kur’an ve sünnet ışığında hem fakih yani olayın ruhunu anlayan âlimler tarafından revize olması gerekir.

Bizim ilgi alanımız daha çok mana âlemi olduğu için, zahiri şeriat bilgilerini pek yazmıyoruz. Zaten şeriat ilmini mutekaddim İslam âlimleri tüm detayları ile işlemişlerdir. Ama mutekaddim İslam ulemasının Kur’an ve hadisten aldığı ruhla yaşam alanımıza sundukları İslam’ın zahiren işlediğimiz hakikatleri, günümüzdeki güncel konulara uyarlamakta günümüzdeki ulemaya düşen en büyük görevdir. Yoksa asrımızdaki insanlar özlerine kavuşmaktan mahrum bir halde yaşayıp göçeceklerdir.

Bu konudaki görüş alanımı beyan etmek için bir örnek vereyim. Örneğin, kişi beş yüz altınlık değere sahip lüks arabaya yatırım yapar altına alır gezer. Eski klasik anlayışa göre zekât yok derler, çünkü binekmiş. Kadın boynuna on altın almış zekât var derler, çünkü malmış. İşte bu görüş revize edilmelidir. Çünkü o malda çalışmaya gücü olmayanın hakkı var.

Kişinin işini elli altın değerinde araç görüyorsa, konforu ve lüksü için beş yüz altın değerinde araç alıyorsa, aradaki dört yüz elli altın değerinin zekâtı verilmelidir. Kim yoktur derse bunun hesabının altından kalkamaz. İşte böyle bazı bilgilerin günümüze uyarlanması elbette haktır.

Hakeza banka kredileri de faizdir. Hem de hayali alışveriş yapıp ve bu alış verişine araç veya beyaz eşya veya başka bir malı matrah bırakıp vadeli alıp peşin iade edip ucuza satıp para elde etmekte faizdir. Çünkü burada hem cidden ticarete mal olacak bir nesne olmadığı gibi, nesne olsa da olay şeriata hile karıştırıp o şekilde faizi meşrulaştırmaktır. Buna tefecilikte denir. Evet, isim değiştirmekle içerik meşrulaşmaz. Konumuz şeriatın içeriği değil gerekliliği idi. Olabildiğince kalbimizin tatminini arayalım. Bir işte kalbimiz tam tatmin değilse, o işten uzak durmak zorundayız. Yoksa mahrumlardan oluruz.

Aziz kardeşim, şeriat, tarikat, hakikat, marifet yolculuğunda senin gittiğin yani kelimelerle öğrendiğin her ilim, şeriat ilmidir. Dikkat et! Aktardığın her ilim şeriat ilmidir. Tarikat, şeriat ilmini yol edinmektir. Hakikat, tarikat edilen şeriatın ulaştırdığı hayatın öz gerçekleridir. Marifet ise, erişilen gerçekleri seyirdir.  Bunları ayrı ayrı uçuk ve kaçık, hatta hatta serserice düşünüp içkiyi veya herhangi bir kaba veya ince günahı işleyip, benim her zerrem hak laklaka ve zırvasıyla ömür tüketip, hatta hatta kendisini öyle görüp ve hatta bu konuda çok çok tatlı nağmeler yazıp ve kendisini azaba mahkûm etme delaleti değildir.

Hakikati tüm haşmetiyle görmek için seyri sülüğü tamamlamak gerekir. Çok çalışmak gerek çok. Allah bedavaya makam-ı Mahmud’u Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize dahi vermemiştir. O makama ulaşmak için gece namazı ona farz edildi. Biz bol bol uyuyarak o makamların mahiyetini anlayamayız. Sadece dedikodusunu yaparız.

Çok önemli bir konuya da değineyim. Müslüman, ticaret yaptığında derler ki dini ticaretine alet eder. Üretim yaptığında derler ki dini kullanıp sömürür. Siyaset yaptığında derler ki dini siyasete alet eder. Hiç bir şey yapmadığında derler ki Müslüman tembeldir. O zaman Müslüman her şeyin hakkını verip dinine laf ettirmeyecek. Sonra da şöyle diyecek, o gülen gülsün, hak bizi bilsin hem hak yolculuğumuz ölüme dek devam etsin.

İslam’daki tefrikanın son bulması mı? Komik bir istektir bu. Çünkü herkes yolundan memnun ve hak olduğunu sanıyor. Bu kıyamete kadar sürer ve hüküm Allah’a aittir. İslam anlayışını yok etmek için Kabil ile Habil’den şimdiye kadar hak batıl mücadelesi sürmüştür. Aynı oyunlar milyondan fazla yıldır kılık değiştirerek sürüp geldi. O oyunları çevirenler gittiler. Şimdi ise torunları iş başındadır ki onlarda gidecek. Ama İslam baki kalacaktır. Çünkü İslam Allah’ın dinidir. Allah bakidir.

Allah’ın nuruyla nurlandığımızda, Allaha giden yolu dinledik demektir. Hak yolunu yol edinip meydanımızdan şeytanı kovduk demektir. El malından sıyrılıp dinin özüne baktık demektir. Halis İslam’la tanışıp ulu orta hakkı seyrettik demektir. Libası tahir eyleyip sağlam gidişatı unutmaktan sıyrıldık demektir. Saf bir yürekle seyre dalıp insanı, hayvani boyuttan halas eyledik demektir.

Biz şeriat ile tarikatı at başı görürüz ki hakikat ve marifet arabasını yürütsün. Yapmış olduğunuz tüm amellerin samediyyet nurlarının önündeki perdenin biraz daha aralanması ve hakikate biraz daha yaklaşılması temennisiniyle yüce Allah’ın katına varılmasını niyaz ederiz.

Bazen ani uyanışlar kişiyi hakikate çeker de aniden kalbin anar olur. Gül olur sazın telinde, ses olur tenin renginde, ışık olur nefsin önünde hem seslenir hak senin özünde. İbret alan şekavetten kurtulur. İşte dünya ana karnıdır. İbret alıp düzelen said olmak için hak kazanır. Hak yolda sebatta inat Allah’ın bir lütfüdür. Pervane olalım hak divanında, nefesi düğümleyelim şeytanın boğazında, gözümüz olmasın kimsenin aşında hem olmayalım yemek kimsenin kaşığında. İşte vicdanın sesidir sendeki hakkın nefesi, terk et hevesi, budur hak yolunun felsefesi.

Marifet hakikatten sonra başlar. Şeriattan taviz veren tarikattan, tarikata giremeyen hakikatten, hakikatteki zevki hissetmeyen ise, marifetten mahrumdur. Hakikat yolculuğu asla hobi olamaz.

Mutavassıt olmak genelin bakış açısıdır. Genel için her iki uçta yani teşbih veya tenzihte yoğunlaşmak farkına varmadan ayağı kaydırır. Hıristiyanların İsa Allah’ın oğludur demeleri veya Yahudilerin buzağıya tapmaları gibi.  Genele eskiler Avam demişlerdir.

Genele eskiler avam demişlerdir. Akılını imanla besleyip hakikati okuyanlar ve zikirde daim olanlar, ince sırlara muttali olurlar. Mutavassıt akıl ve zekâ sahipleri tasavvuf kitaplarından heveslenip, bende o ilme sahip olayım derse hata eder. Aslında başa bela olan kavram sahip olayımdır. Pazardaki elmaya sahip olayım gibi manevi ilimlere sahip olunmaz.

Hakikat ilmine sahip olmak isteyen tüm benliği terk etmesi gerekir. Benlikten geçen erir. Zorlamaya gerek yoktur. Tasavvuf ehli Allah’a öyle teslim yaşar ki, cenazenin gassale teslim oluşu gibi nefsi isteklerini terk eder. Bu yol emek ister emek. Öylesine sahip olayım isteyen değil, terk edeyim diyendir bu yolda kemale eren. Kavuşayım dendikçe uzaklaşırsın, ama serbest bırakayım zihnimi dedikçe yaklaşırsın. Onun için mana ilmi için denmiştir ki, serbest bırakıldığında senin olur, tuttuğunda senden kaçar.

Koku nedir diye sorarlar? Koku mürşidin sana hissettirdiği sanal benliğindir. Aslında mürşit, sanal benliğin içinde büründüğü ve kendisini o sandığı et kemik beden rüyasından uyandırıp, kişiye kendisinin et kemik beden olmadığını hissettirip onu derin uykudan uyandıran kuvvedir. Sanal benlik ile kişi asıl benliğe yol alır. Mürşidi sadece bir adam bilme. O yol gösterendir ve her an değişkendir. Mürşit hep bir somutla hissettirir soyutu. Somut bir nokta olmazsa soyut hissedilmez ki. İşte o nokta mürşittir. Mürşit bazen bir insan, bazen bir hayvan, bazen bir taş, bazen senin bedenin, bazen de bir kitap olabilir. Yani soyutu somutlaştıran bir objedir ki, işte o kişinin mürşididir.

 Mürşide ihtiyaç duymadan önce, hangi hallere ulaşan mürşitle karşılaşır? Sorusunu sormak gerek. Sen mürşit aramayacaksın. Sen mürşidi ararsan, arayan sen olduğu için bulamazsın. Çıkar senli ve benli düşünceyi aradan, mürşidini karşında bulacaksın. Bazen mürşidin bir insandan hitap edecek. Bazen bir taştan hitap edecek. Bazen de sudan hitap edecek. Ama hiçbirine tutsak olma. Tutsak olduğun şey gelişmeni engelleyecektir. Yunusun şeyhi yunusu kırk yıldan sonra yanından kovmuştur. Çünkü Yunus ona tutsak olmuştu, yoksa yunus özgürleşemeyecekti. Çünkü Allah’ın sistem ve düzenine göre insanın gelişiminde, koyun ve çobanlık yoktur. Özgür bireyler vardır. Allah Resulüne çoban ve kendisinde koyun gibi gören şahıslara ayetle ihtar geldi. Resule nazır yani gözetmen olarak bakın dendi.

Tarikat yolunda çalışma yapana rehber şarttır. Çünkü tarikat yoluna giren kişinin zikirle, riyazetle ve tefekkürle ihtisaslaşan beynine bin bir türlü vehim ve vesvese gelmeye başlar. Eğer ki kişinin rehberi yoksa çok şirin gözüken şeytan, çok kolay bir şekilde kişiyi aldatır.

Ama tarikat yoluna girmeyip şeriatın bildirdiği yolda sağlam bir imanla yürürse, ilmihal hakkında yazılanları tercüme eden mütercim dışında hiç kimseye ihtiyacı yoktur. Çünkü orada yap ve yapma vardır.

Ama tarikat yoluna girmeyen bunu da unutmasın ki; kaybedeceği şeylerin haddi ve hesabı yoktur. Tarikat derken filanca veya filancanın tarikatı değil, tarikat kişinin öz hakikati yolunda ihtisaslaşma yoludur. Hatta ki rehber veya mürşit dediğimiz şey, elle tutulur ve gözle görünür olması gerekmez. Rehber ile iletişim günümüzde çok daha kolaylaşmıştır. Telefonla, internetle hiç fiziki güç harcanmadan rehbere ulaşılabilir. Eskiden mektupla rehberlik yapan veliler mevcuttu. Mektuba-ti Rabbani rehber ile öğrencinin, mektuplarla sağlanan rehberliğe en güzel örnektir.

Hatta hatta günümüzde et kemik bedenler görüşülmeden sadece iletişim araçlarıyla rehberlik işinin halledilmesi daha cazip gibidir. Elbette fiziki olarak bir arada bulunulması, sessiz ve sözsüz bir şekilde sohbet edilmesi bambaşka tat verir de ama şart değildir. O yüzden birçok âlim gerekli ilmi yazıp yayarlar, kendileri ise perde arkasından seyre dalarlar.

Fenafillâhı fiiller boyutunda düşünen şeytanın oyununa duçar olur. Madem hakkım o zaman amel neye deyip boşluğa düşer. Hakka aşina olmana rağmen gözün gülün dışında dikende dolaşıyorsa, güle çok uzaksın demektir. İbadet ve hakka yöneliş ile iman nurlanır. Kalpteki kini ve batıl söylemlerini laf cambazlığı ile süsleyerek insanları kandırıp hak yoldan alıkoyanların vah haline.

Hakka teveccüh ise niyetin, hak kendi şanına uygun dostu önüne koyar. Kendi kuruntularına göre hala başka dost arayan hakkın lütfünü tepmiş olur. Özdeki hakikati dışa yansıtanın şe’ni belli mi olur? Çünkü her an yeni bir şandadır o ve ona uyan da onun rengine boyanır. Bazen tepe çukur yol alarak ilerleyen ve nuru kıvama getirme aracı olarak şekiller arası değişkenlik göstererek kişiden kişinin rengi gibi tecelli eder. Bunu anlamayan kişi karşısındaki aynasına bazen kızıp kovabilir. Bazen de onda kendi huyunu görüp düzenler. Rehbere ruh ikizi diyen kişiler de olmuştur ki, olayı bilmeyenler konuyu başka yönlere saptırmışlardır.

Özdeki safiyet ve sadakati bulan zaten şekillenen dalgalanmaya takılmadan gözünü özdeki cevhere diker. Özdeki safiyetten mahrum olup gözden karar verenler ise, tepe çukur dalgalanmalara bakıp gözünü kapar. Gözünü kapayan ise yol alan nurdan mahrum olup gündüzü kendine gece eder.

Ey dost, dost senin postun ise üzerine otur ama incitme. Ey dostuna post olan soğuk havada ona kürk ol ki üşümesin. Et kendisini dostuna saran post. Ey postun üstüne abdest alıp oturan dost, hakkın sınırlarını aşmaktan sakın ve hakka rücu et. Hakkın hakkına riayet etmeyen haktan mahrum kalır bilesin. Yürek halka hak ile dönsün ki hak oradan yüreğine aksın. Zira halka hak nazarı ile bakmayan haktan mahrum olur.

Hakikate karşı kör davranmak hakikati yok etmez. Olsa olsa körün mahrum olması dillerde kalır. Bir kaç hikâyeden sonra o da unutulur. Her hakikatten dem vuranı veli mi sandın? Ehlisünnet diye tevdi edilen Kur’an ve sünnet prensipleri bizzat hakikattir. Bu hakikatleri terk eden bidat ehlidir. İtikattaki ufak sapma kişinin tüm düşünsel âlemini yok edebilir. Çünkü insan büyük günahları işlemekle dinden çıkmaz ama itikadı yani düşünsel alanda bozuk düşünmekle helak olur.

Kâfirlik babadan oğla geçmez. Ama küfür nesilden nesile akarak gelir. Unutmayın ki Kabil ve Habil ilk insanlardandır. O gün bu gündür devam eder Hak ve batıl mücadelesi. Hem batıl sinsicedir, hak ise aşikârdır. Sinsi olan sadra implas atar ve mide bulandırır. X yaptırır Y ye mal ettirir.

Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin ahrete irtihalinden sonra, o zaman ki derin gücün fitne ve fesadını aziz sahabeye mal etmeyelim. Akıntıya katılıp olayları objektif göremeyenler uyandıkları anda tövbe ettiler. İşte o derin güç hala iman ehli arasına fitne sokup ölümleri devam ettiriyordur.

Tarih tekerrür etmek için değil, ders çıkarmak için olmalıdır. O günden bugüne ders almayıp defalarca aynı hatayı işlemek ise, en büyük basiretsizliktir. Bakın orta doğuya… Öldüren Allah ekber diyor, ölen Allah ekber diyor, kavga ettirenler ise geyik muhabbetleri ile Müslümanların aklıyla alay eder dururlar. Ölen insandır insan hiç mi vicdanın sızlamaz ey arlanmaz ve uslanmaz olup tek dişi kalmış canavar olan batı. Evet, zulmeden kaim olamaz ve zulmüyle batmaya mahkûmdur. Bu Allah’ın değişmez sünnetidir. Vakti gelince ne bir an ileri ne de geri bırakılırlar.

Kişiyi et kemik bedenin dürtülerine götürücü eylemlerle kişiyi özünden mahrum etmek isteyen kim olursa olsun uzak durulmalıdır. Hem kişi, ruhsal tatminler peşinde koşturmak isteyenlerden de uzak durulmalıdır.

İnsan bilinci saf ve durudur. Bu saf ve arı bilincin dışındaki her istek zan veya zen’seldir ve kişiye hak yolunda prangadır. Hakkın hak, batılın batıl hissiyatı kişide oluştuğu an kişiyi artık hak yolunda çalışmaktan alıkoyamazsın. Tüm mesele fark etmektir.

Hak yolunda bir er bulursan sen de onunla er ol. Sakın onbaşısı veya bineği olma yoksa er sıkılır.

Bir avuç insan değil tüm insanlık bir araya gelse ve esas duruşta durup saygı gösterse ve her isteğini uygulasa, buna karşın rabbul âleminin nimete erenlerin kulluğunun aksi bir duruş istense, tüm o saygı ve getiriyi serap bilip gözü İsmail’in sesine ve zem zem suyuna bent edelim. Bir şişe zem zem suyunu içip tüm seraba sırt çevire bilecek hassasiyette olalım.

Allahtan mahrum eden insanların iltifatını yüzümüze atılan tükürük olarak görelim. Hatta başımıza vurulan beyin kanaması sancısı olarak belleyelim ve hatta beynin dağılıp bedenin helak olması olarak telakki edelim hemen o ortamı terk edelim.

Ölümle beraber rüya ve serap olan dünya, her an yeni bir şanda olanın bir önceki şanın yokluğunda kayıp olup gider. Artık hiç olan seraplara kapılmadan ve balığa yani dünyanın eğlence ve zevklerine göz kırpmadan yürümede karar kılalım. İşte bu serap olan sermaye saçmalığını güneş batıp gece olmadan hakkel yakin olarak görelim. Onun için bir dakika deyip ve büyük sınav için yönelime devam edelim.

İşte bu seraplara gülümseyip hakka yani gerçeğe adanalım. Hiç üstü sonsuz hiç olan hatta hatta boş ceviz gibi olan dünya sevdasını İbrahim bin Ethem’in elindeki iğne gibi balığa fırlatalım. Balık ağzına koyup getirince ise, başını okşayıp bir daha getirme diyelim. Tebessüm edip giden tatlı balığa sırt verip veçhimizi vechullaha çevirelim. Geriye Allah’a olan muhabbet ve hak ile oluşan huşu kaldığına şahit olalım. Erdiğimiz huşunun elimizde kalan ganimet bilelim. Bu ganimeti ebedi nimet görelim. İşte o zaman hak ile edersin muhabbet, doğar sana saadet, hak eder sana rahmet, silinir senden tüm minnet.

Hak her zaman üstündür. Hiçbir zaman alçak olmaz. Batıl alçak olmaya mahkûmdur. Sen bakma batılın kendisini üstün görmesine. Hak ve batılın arasına kalın çizgiler çizen kendisini korumaya alır. Ey hakkın yolcusu aziz kardeşim, zaten iki tercih vardı ya hak, ya da batıl. Bir de ortası var ki onlara münafık derler ki yerleri cehennemin en alt tabakasıdır. Hak yolun yolculuğunu seçmek ise en büyük bahtiyarlıktır.

Hakka hak demek iman ehlinin şiarıdır. Haksıza haksız demek iman ehlinde oturur. Rüzgâra göre uçan nereden bilsin oturaklı olmayı. Nereden bilsin hakka teslimiyetin tadını.

Kulağın hakka açılsın. Kulağında hak sözü çınlasın. Kulağın batıla kapansın. Kulağınla hak duysun. Umutsuzluk girmesin içine. Hak eli senledir biline. Acele karar verip kalma haline. Nazın hak tarafından biline.

İslam Allahın mübarek dinidir. Evvelden sona kadar tek ve değişmez sistem ve düzeninin adıdır. İnsan da bu sistem ve düzene tabidir. Kur’an, bu sistem ve düzende insanı ilgilendiren kısmı, insana talim etmiştir. Bu çerçevesinde biz hayatımızı tasarım ettiğimiz oranda sulh ve barışa yaklaşmış oluruz.

İslâm bize dayatılan ve uygularsan cennete uygulamazsan cehenneme diye bir diktatör dayatması değildir. Kimse de İslam’ın bekçisi değildir. Her birimiz imkânımız ölçüsünde Allah’ın dinini insanlara duyurmakla mükellefiz. İslam buna cihat demiştir.

Ne yazık ki bu günkü İslam âleminin çoğu İslam’a bu şekilde bakmamaktadır. Dolayısıyla her biri kendisini dinin temsilcisi sanmakta ve kendince İslam’ı uygulamaya ve uygulatmaya dayatmaktadır.

Hâlbuki din Allahın değişmez olan kanunlarını ihtiva etmektedir. Bunun adı da ilk günden son güne İslam’dır. Bir olay topluma dokunmayana kadar, kimsenin kimseyi bir gram zorlama hakkı yoktur. İslam’ın toplumu ilgilendiren esasında bir gevşeme varsa, o zaman ikrahın önü açılır. Ferdi ilgilendiren kısımda asla ikrah olamaz. Örneğin namaz ferdi ilgilendirir ve ikrah edilemez, edilir diyen yanılmıştır. Ama zekât ise toplumu ilgilendirir. Vermeyenler toplumdaki fertlerin haklarını gasp ettiği için ikrahla o hak alınıp ihtiyaç sahiplerine dağıtılır.

Kalbi Allah aynasına dönen kişide, Allah yanı sıra bir şeyin sevgisi araya perde olursa, bu mal olur veya çocuk olur veya karı olur veya koca olur veya beden olur, her olursa olsun Allah onu insandan alır. O yüzden denir ki müminin musibeti bitmez. Eğer perde olacak bir şey kalmazsa, musibette biter.

Kişinin Allah ismiyle işaret edilen müsemmaya talebi olmazsa, tek hedefi dünya ve içindeki ziynetler ise gene de musibetten kurtulur, ama kaybettiğinin haddi ve hesabı yoktur. Dünyada istediğine ulaşır ama ahrette ise mahrumlardan olur.

Musibetten kurtulmanın yegâne yolu Allah yanı sıra kalben her şeyin sevgisinden yüz çevirmektir. Çünkü bize ayna sadece Allah ismiyle işaret edilendir. Başka şeyler, yani halk veya her kişi hak ettiğini alır düsturunca, bireye göre ortaya çıkan hak insana mutlak ayna olamaz. İki perdeyi geçen aynaya yaklaşır.

Bir kalpte aynı anda iki sevgi olamaz. Kalp tıpkı göze benzer. Aynı anda iki noktayı net göremez. Ancak tek noktaya odaklanır ve o noktanın detaylarını anlar. Gözünüzü genel olarak tüm ortalığa çevirirseniz, doğru düzgün bir şeyin görüntüsünü yakalamaz hem her hangi bir görüntüden bir zevk alamazsınız. İşte kalbimizde aynen öyledir. Hedef ve odak sadece Allah olmalıdır ki zevkine ersin.

Yağmur gibi yağan ve ne yağdırdığından haberdar olan, hakka dönmek isteyip Allah’a ulaşmak isteyen kişilere hakkın ne olduğunu anımsatmak ve Allaha erdirmek için her şeyi göze alıp sunan, hak yolunda günlerini feda edip maddeye çekenleri umursamayan, gönül kırmamak için bedensel dürtülerine önem verip öylece yaşayanların arasına girerek onların diliyle konuşup aşağılara düşüp çakılabilmeyi dahi göze alan, insanların hakla buluşup mutlu olmaları için gayret eden bir Allah kulunu görürseniz kıymayın ona. Çünkü onun ahı arşı titretir ve siz kardan adam gibi buz kesilirsiniz. Hem de namaz kıldığınızı sanarak…

Hak konusunu yazdığımız için hastaya veya başka ihtiyacı olana ettiğimiz duanın şekli konusuna da az değinelim. Rabbim Şafii ismiyle şifa versin dediğinizde, en fazla sizin kadar şifa bulur. Rabbul âlemin Şafii ismiyle lazım olan şifayı değerlendirip sende tecelli etsin dendiğinde ise, hak ettiği en iyi şifayı bulur. Bunu tüm dualarımız için uygulaya biliriz. Örneğin rızık için dua ettiğimizde, Rabbul âlemin Rezzak esması gereği sende rızkı şekillendirip açığa çıkarsın. İşte bunu tüm esmalarda uygulayıp karşımızdaki insan için duaya dökebiliriz. Ayrıca karşımızdaki insan için yaptığımız duanın dokuzu bize hâsıl olur da biri karşıdaki insana iletilir. Hem o faydalanır hem de biz kat kat fazlasıyla faydasını alırız.

Dikkat ediniz ki, bu şekilde dua kişiye ağır gelir. Çünkü kişi için faydalıdır. Yani yapılması zor gelen her olguyu bilelim ki bizim faydalıdır. Onun için de şeytan gözümüzde zorlaştırır.

Ey nefsim; Pusuda bekleyen kedi gibi ilmin çıkışını gözetle. Her biri ayrı bir kapı olup hakka açılan birimlerden fışkıracak ilmi kap. Kabını doldur ve hakka hak ile hemhal olmuş olarak ulaş.

Ölen biri için hakka yürüdü demek hatadır. Hakkın dışında bir şey yok ki. Bu söz, hak olana artık şahittir, dünyadan ölen için tercih bitmiştir ve hak ettiğini görecektir anlamında kullanılmıştır. Zaten Allah, yeri göğü ve ikisi arasındakileri hak olarak yarattı. Ölüm yokluk veya bilincin fetrete uğraması değildir.

Kişi dünyada yaşarken eğer imanlı ise, zaten hak ile olduğunu bilir. Allah yanı sıra herhangi bir ilahın olmadığına, bütün gücün ve kuvvetin sadece Allah’a ait olduğuna şahitlik eder. İmanlı olanın şahadeti dünyada olduğu için, hem o veri ruhuna yüklenmiş olarak gözünü diğer âlemde açtığı için hakkın kuvvetini kendinde hisseder ve sonsuz mutluluğa ulaşır.

Eğer kişi dünyada imansız ise, kendisinde veya başka birine ilahlık kuvvesinin olduğunu zannedip oluşan her fiilin mutlak var edicisi olarak kendini görür. Veya yaratımı biraz karşısındakinden ve biraz da kendinden görür. Ölüm ile perde kalkar ve her şeyin Allah’tan olduğuna herkes şahitlik eder. İmansızın diğer âlemde şahadeti dünyadayken kuvvetin sahibi olarak kendisini gördüğünden ve bu veri ruhuna yüklenmiş olarak gözünü o âlemde açtığından, orada hakka şahit olması kendisine bir şey katmayacaktır. Çünkü Allah’tan gelen kuvveti kendisinin sanmış ve ölümle beraber bu kuvvet kendisinden alındığından, sahipsiz olarak ortalıkta kalmıştır.

Onun için de daha dünyada iken kendimize gelip hu diyerek kendimizle tanışalım. Hak ile bakıp rab ile buluşarak nura kavuşalım. Unutmayalım ki, hak yolundaki en büyük himmet, tüm fırkalardan uzaklaşmaktır. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin arkasında saf tutmaktadır. Daha büyük yol ve daha büyük önder olamaz.

Gıybet, yalan, dolan, hak, hukuk derken amel sepetimiz delik deşik olur. Amel nerede birikir ki? Eli boş yüzü kara olarak huzura çıkarız. Çok dikkatli olup şeytani düşüncelerden uzak durmalıyız.

Biri der ki Kâbe benim içimde, Kâbe’ye gidip araba para yedirmem. Diğeri hâşâ Hak benim içimde namaz kılmama gerek yok. Bilmez mi ki Hak için hulul olamaz. Senin hak ile irtibatın fıtratının gereğini uygulamandır. İşte buna riayete hakka kavuşma denir. Yoksa hâşâ hak kişinin içine girmez. Zaten hakkın Allah’ın adı olması, kişiye fıtratını bizzat yaşatan olduğu yönüyledir.

Olay senin fıtratının hakkını verme olayıdır. Beni gören hakkı görmüştür den kasıt, beni gören fıtratının gereğini yapıp fıtratı gereği hakkın rızasını zuhur eden demek istemiştir. Çünkü zaten hak kişinin fıtratının zuhuratıyla ilgili bir kavramdır. İç özellik olarak bu kuvve kişi için sebep değil sonuçtur.

Doksan dokuz esmalardan bazıları kişi için sebep iken bazıları sonuçtur. Esmaların zikriyle de sebep olanlar, kişiye olayın künhünü sana açarken, sonuç oluşturan esmaların zikri ise kişinin sonuca en güzel şekilde ulaşmasının yolunu açar. İşte hak zikri de, kişinin sonuca en emniyetli şekilde ulaşım sağlaması için yapılır.

Şeytan, ilme bulaşan kişilere tek tek dalıp sen Haksın diyerek Haktan mahrum ediyor. Nasıl ki, hak dışımdadır diyen hata yapıyorsa, hak içimdedir diyen de hata yapar. Hatta ben hakkım diyen de hata eder. Çünkü hak Allah’ın bir esması olup sonsuz ve sınırsız olarak sırf ve sadece Allah için mevcuttur. Bizdeki hak ile irtibat ise, yapımızdaki terkip kadardır.

İçimiz veya dışımız fıtrat gereği hakkı, en güzel şekilde seyir âleminde zuhur ettirir. Bu da mutlak zatın kendi için oluşturduğu sayamayacağımız kadar seyir noktalarından sadece bir seyir noktasıdır. Hem tüm esma kuvveleriyle tüm seyir noktalarından münezzeh olduğu gibi, hak esması ile de tüm seyir noktalarından münezzehtir.

Şeytan insana bir sağdan yanaşır bir soldan, bir ileriden bir geriden, bir alttan bir üstten. Baktı olmadı insanın içine girip yönlendirmek için sanki kendi konuşuyormuş ve düşünüyormuş gibi vesvese verir. Kişi kanıp hayatına aktarmadıkça, bu vesveselerin hiçbirinden sorumlu değildir. Çok dikkatli olmalı ve şeytanın gözbağcılık gibi olan oyunlarına kapılmamalıyız.

Örneğin der ki Kur’an da namaz yok, Kur’an salât der. O da dua demektir ve zaten hayatım dua der. Ve daha nice saçmalıklar ile insanı girdaplara koymak için uğraşır. Sağlam bir iman ile insan tüm girdaplardan kurtulur. Hakka gönül veren bir yol arkadaşımız dahi olursa zaten onunla beraber güç alarak veçhimizi hakka yönlendiririz. Yani fıtratımızı yerin göğün üzerinde yaratılmış olduğu fıtrata veçhimizi çeviririz.

Girdaplara kapılmadan sünneti seniyye ışığıyla hakka yürümeliyiz. Yeter ki güdülme hak yolundaki yürüyüşünde hata edersen, samimiyetinden dolayı hataya bir sevap doğruya iki sevap vardır. Yeter ki yürüyüşün hakka olsun, her hal ve durumda samimiyetinden ötürü Allah’ı affedici bulacaksın.

İslam insanı güdülmekten kurtarmak ve özgün birey yapmak için gerekli yolu gösteriyor. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz ile bunu bilfiil yaşatarak gösteriyor. Hatta Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz dahi kimseyi güdemez, ancak insanlık nazır yani gözetmek olur. Çünkü insan hem akıl hem de zekâyla donanmıştır.

Kişi kendisini kaptırdığı kişiye tabi eder. Eğer ki kaptırdığı kişi hak yoldaysa o da kendindeki iman ve amelden dolayı onunla eş değer cennete ulaşır. Eğer kendini kaptırdığı bozuk yoldaysa onla birlikte eş değer cehenneme gider. Hak olanın Allah olduğunu görür, ama kendinde hakkın kuvvelerini hissedemez. Pişmanlık ve azap ile ilelebet zindan bir hayat sürerek yaşamına devam eder. Bu çok korkunç bir durumdur.

Aslında iki halde korkunçtur. Çünkü sen kendindeki akıl ve zekâyı başkasına ipotek etmek yerine, edindiğin ilimle tefekkürde yoğunlaşırsan, sende rabbe açılan bir kapı olarak ilminden istifade ettiğinden çok daha güzel derecelere gelip baş başka cennetlere doğru kanat çırpabilirsin. Hem böylece Allah’ın sendeki emanete de hıyanet etmemiş olursun.

Aklımızı zekâyla buluşturmadan, ya sadece zekâyla veya sadece akılla hareket edersek herhangi bir akıma kendimizi kaptırırız. Eğer ki aklımızı zekâyla birleştirip içinde bulunduğumuz anı geleceğe göre inşa edersek avam olmaktan kurtulmaya adım atarız.

Hak yolcusuyla oturup hasbıhal ederek bir fincan kahve içmek, kırk yıl hatırı olur deyip canı cana hibe etmek, Allah ile olup halkta hakkı seyir edip hakla mest olmak, ne güzel tecellidir.

Çok veli yetişmiş bu cihan deryasında. Çoğu şimdi hak divanında, hep bulunurlar huzurda hem gönülleri hep niyazda. Rabbim, tek ve değişmez sevgindir kalbimde. Kalbim senin elinde ki ruhun gönlümde. Bekleyiş sürecek kavuşma A’la illiyinde. O kavuşma en kavuşma ki ucu hak elinde. Aynı ruhtan bakan dostlar birbirlerine uzakta olsalar hak onları yakın ede huzurda. İşte böyle dostlar tüm varlıklarının haktan geldiğinin farkındalığını oluşturur her demde.

Kur’an-ı Kerim lisan bakımından, yani fesahat ve belagat bakımından elbette Arapçadır. Fakat mana bakımından Allah’çadır. Bütün semavi kitaplar da ayni durumda olup zahirde yani lisanen fesahat ve belagat bakımından indiği toplumun diliyle inmişlerdir. Fakat mana bakımından rabçadırlar. Elbette orijinalleri olarak öyle iken, günümüze ulaşan önceki kitaplarda çok tahribatlar oluşmuştur.

Allah ile araları iyi olanlar semavi kitapları anlayabilirler. Eğer kişinin kalbinde Hak korkusu ve Hak muhabbeti olmazsa, mukaddes kitaplar onlara bir şey söylemez. Semavi kitapları öğrenmek için biraz o lisandan çalışmak gerekir. Kur’an lisanına ulaşmak için ilk iş tahir olmaktır. Hz. Ömer’in tahir olup eniştesinden ilk ayetleri okuduğu gibi. Necis olan asla Kur’an ı anlayamaz.

Atlayarak ilerleyenlerin önüne şeytanlar şehevi olguları onlara sevdirerek onları madde kaprislerinde oyalayarak onları hakikatin derinliklerine gitmekten alıkoyarlar. Allah kulu bunu fark edip tüm bedensel dürtüleri elinin tersi ile kenara iterek eskisinden daha bir azimle yönelmeye karar verdiğinde, bu karara anlam veremeyenleri az üzüntü kaplar. Ama Allah kulu, tüm şeytani oyunları bir tarafa bırakarak bilincin arınışı için tüm bedensel ve ruhsal zevkleri terk eder. Hakkın yolunda selam ile yürüyebilmek için kul kendisine emanet edilen iradesini eline alır ise, koca koca dağları toz boz eyler güçtedir. Öylece yaşamının derinliklerine indikçe iner.

Ehlibeytin mal mülkle elbette alakası yoktur. Hatta zekât dahi onlara verilemez. Onlar istediler ki mal mülk İslam için harcansın. Hak hukuk yerini bulup Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin çizgisi devam etsin. Ehlibeyt, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin emaneti idi. Maalesef unutup o büyük nurdan mahrum kaldık.

Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yolunda olan her zaman güvendedir. Çünkü sığınmıştır o Rabbi rahime. Sırt dönmüştür şeytan lâine. Rab korur düşmez artık zalim eline. İşte o zaman rahat ol, çünkü hak el vermiş eline. Allah eli Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize biat edenin elinin üstündedir biline.

Üzülmemek elde değil deme, kendine azap etme. İlim, irade ve kudret verilmiş eline, söz verilmiş diline. Asıl üzüntü eksik kalan çalışmaya olsun ve bu üzüntü eksikliyi tamamlamaya dönük olsun. Yoksa saçı başı yolmaya gelmeyesin, bunu şeytandan bilesin.

Ey insan bedenim büyüdü diye üzülme, ruhun hep aynı, bak mana dolu özüne. Tüm manalar akıyorsa ondan özüne, Hak seni buldu bu böyle biline.

A’ma hakikatindir, haşyetin menbağıdır, duyguların dahi terkidir, duygusuz yaşamak en zor olanıdır. Duygusuz olmak nötr olmaktır. Hakkı hak bilmek zalime dur demektir. Rahman ile bakıp insanlığa rahmini dağıtmaktır.

Huyumuz; karşımızdan gelen haykırışın hak haykırışı olmasını görmemizdir. Geleni sever, gidene üzmeyiz. Her zaman ve her yerde akarız. Karşılıksız Allah ilmi ile kuşanmış her yanımız. Nefesimiz ilimle atıyor hem hak nuru ile dirilmiş gönlümüz.

İlim ve haşyetle yönelimin sonunda düş gerçeğe dönüşüp hakla buluşur. Hak kulla buluşur. Sonunda can yatışır. Nur olsun zamanınız. Hak olsun zannınız. Hakka olsun nazınız. Kabul olsun niyazınız.

Yakınlık duygusu sizle ayan olsun. Hayat akışınız bu yakınlıkla aydınlık olsun. Verdiğiniz tüm kararlar nokta isabet olsun. Bireylere dokunuşunuz hak nazarıyla olsun. Bütünleşsin hem tüm dilekleriniz onun olsun.

Hiç yeşertmeyi ummadığımız koru toprakta yeşerir çiçekler. Hak yolunda nihayete eren için çok olur dikenler. Tümünü aşar bilenler. Dikene katlanamayanlar gerisin geri giderler.

Sırf yaşamak zor olmasa gerek. Libas elbise perde olmasa gerek. Beden cinsiyet engel olmasa gerek. Hak nuruna ayna olmak gerek. Her boyut ve bedenin hakkını vermezsen, hakka eremezsin.

Taassupçu bir toplumdan hak nuru ile bakan bir ferdin çıkması, Allah hibesinden başka bir şey değildir. Hakka teslimiyet ilk işimiz olmalı, tıpkı ölünün gassale teslimiyeti gibi. Ölü gassalin işine karışırsa, gassal onu terk eder, hakta öyle…

Hak birimin özüne doğru uzanan yol idi, kişi ondan gafil kaldı. Su üstündeki köpük gibi olup cahil kaldı. Kibri varil dolusu oldu. Tüm yaşamını sardı hem nara atar oldu. Hiç olamadı ki ehil hep gezdi il il, bulamadı tatmin hep çaresiz oldu. Çare ondaydı dışarıda arayıp yoksun kaldı.

Madem konumuz hak üzerine mülahazalar, o zaman kurban konusuna da az değineyim. Katliam bayramı diyerek mübarek kurban bayramı günlerini küçümseyen aklı kıtlara ne diyeyim.  Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden daha şefkatliymişler de fark etmemişiz.

Allah derki; kesin sorun yok. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz kesiyor hem de kendi mübarek eliyle, sorun yok. Bizim sonradan görmeler de katliam diyor ve hem de ben İslam’ı kabul etmişim diyorlar. Sonra da hakka teslim olan aziz kullara hayvan katilleri diyerek bilinmez hezeyanlara kapılıyorlar.

Yani bu sözleriyle Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize hayvan katili diyorlar da farkında değiller. Lafı uzatmayalım da durumu net ifade edelim, bu sözle kişi kâfir olur da farkında olmaz.

Sonra da kurban keserek mutluluğumuzu soruyorlar. Evet,  Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi takip ederek çok mutlu oluyoruz. Hem o kadar bir mutluluk ki hiç tarifi olmayacak bir mutluluk. Sonra kurban kesenin kurbanına binerek cennete gider sözleriyle alay ediyorlar. Evet, kestiğimiz kurbanımıza binerek sıratı geçmek için hak kazanırız, hem de o kurban yok diyenin gözünün içine baka baka. Mukaddesatımıza laf edenin lafını katlar zarfa koyar ve ona iade ederiz.

Yokluğun yokluğunu a’ma da görürüz.  Ulûhiyet ve rububiyet makamlarını iyi öğrenip birbirine karıştırmadan her makamın hakkını vermek zorundayız. Dikkat edin ki kabirde münker ve nekir ulûhiyet makamından değil, rububiyet makamından sual sorarlar. Ulûhiyet ten sorsalardı herkes cennetlik olurdu. Ama rububiyet ne çare ki amel ister.

Bedavadan rububiyet açılımı olamaz. Çalışacağız aziz kardeşim. Başka yolu yok. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize dahi makam-ı mahmud bedavadan verilmedi. Kalk gece namaz kıl dendi. Her ezandan sonra bana dua edin ki makamı mahmud bana verilsin dedi. Hala ediyoruz değil mi?

Uçuk buçuk olaya bakıp ulûhiyeti görüp rububiyete kulak tıkayanlar, her kötü fiili işleyip hak olduklarını iddia ederler. Tamam, hak da ama cehennemde hak hem cennette hak, hak olmayan bir nokta göster aziz kardeşim. Hak olan cennet amelini hak olan rububiyetinle yapıp gerekli çalışmalarla gerekli açılımları yapmazsan, hak olan cehenneme gene hak olan ve devrelerini kapalı tuttuğun rububiyetinle düşersi de yüzüne bakan bile olmaz.

Kişi adam olmuş da hacca gidiyor ve hakkını helal et diyor. Ya hu sen adam ol da hakkı razı et gidişatından, benim hakkım zaten helaldir. Hiç haram etmedim ki… HU ile bakmak için prova yapan kişi hak veya halk mı görür artık. Sadece zevkle seyir eder olanları. İşte onun için şiir oldu hayatımız, gül oldu nazarımız, hak oldu müşahedemiz, onadır şahadetimiz.

Ey insan bedenim büyüdü diye üzülme, ruhun aynı bak mana dolu özüne, tüm manalar akıyorsa ondan özüne, hak seni buldu bu böyle biline. Kalpteki derin yaralar iyileşmez, çünkü halk elinde oldun namzet, hak eli olursa elinin üstünde sıhhat bulur gelir azamet. Halk küser diye hak sözünü esirgemeyeceksin, küsen küssün hak seni bilsin o sana yeter dostum.

Özlem hakkadır aziz insan, hak kokusu olan kişi özlenmez mi? Hakla olsun nefesin derken haksız yer mi var diye sesini duydum. Yer sende oldukça cansız nefes mi var diye mırıldandın. Sen sende oldukça sende hak mı var diye hayretle seyrettin. Tüm varları gizle bak gör ki sende hak var diye tebessüm ettin.

Ey didarı gönül hakla olsun nefesin, nefsinde nefsin olduğunu bilesin, hayal içe hayal gibi kulluk göresin, öylece zulümattan nura kayasın. Hak senle sendedir ey didarı can, bir can var o da senle zahir ey canan, canan hakla canı seyredendir her an, an içre an seni boğmasın ey canı canan.

Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz ile Kur’an ete kemiğe büründü. Nasıl ki et kemik beden olmadan ruh görünmez ve bilinç oluşmaz ise, öyle de; Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz olmazsa, hak kelâmı dillenmez ve vücud bulmaz.

Sen tayip bir sudan var edildin aziz kardeşim, hem de tayip bir madenle yoğruldun. Hamurun tertemiz olarak duruldun, bu durulama işe yaradı hak ile kavruldun. Din denen Allah’ın sistem ve düzenine göre yaşam alanıdır en büyük sermayen. Bu sermaye olsun kinayen. Hak yolundan dönme katiyen. Bilmeden kalbine bastırdığın dövmen varsa sil bilincinden. Tertemiz olsun cildin hem ruhun aynen. Hazır olsun şuurun nazargahı ilahi için zihnen. Odur senin mutluluğun cidden. Başka mutluluk hevesleri ise, seni mahrum eder hem dünyada ve sonrasında katiyen.

Unutma ki derin sevgi Allahtan gelenidir. Senin birine karşı sevgin dahi Allah sevgisiyledir. Birinin de sana olan sevgisi Allah sevgisiyledir. Aslına ulaşmak istiyordur o yüzden yakıcıdır. Allah sevgisiyle bakanın gözü et kemikte değildir. Tüm hayatında hiç konuşmazsa da derunuyladır. Gönüller birbiriyle hep muhabbet edeceklerdir. Şeytan karışmaz araya çünkü ülfet hak ülfetidir.

Kulak halktan halka kapansın. Kulak haktan halka açılsın. Kulakta hak sözü çınlansın. Kulakla sadece hak duyulsun ki fenan fenayla beka bulsun.

Baş koyduk hak yoluna. Kim ne derse vız gelir yazıldı alına. Elbette kilitlemedik kendimizi indik ana, ama batıla karşı kilitledik yana yana.

 Olabildiğince özümüze yönelelim Hak olanda karar kılalım. Bizi haktan mahrum etmek isteyenlere selam deyip çalışmalarımıza devam edelim.

Allah’a duyulan derin sevgi yani muhabetullah, Allah yanı sıra her şeyi yakıp temizliyor sessiz sedasız. Allah sevgisi tüm kirli lafları ve dengesiz istekleri yok eder keyfiyetsiz. Sadece sevgi parlar kinayesiz. Seven ve sevilen değil, vedud esmasının tecellisi olarak sırf sevgi aynı kalple hakka akar hesapsız. Aktıkça hak onlardan bakar perdesiz. Hak gönlüne baktıkça semaya yükselirsin nihayetsiz. Böylece şeytan yere batar hesapsız.

Bir insanı hakkı ile bilmek, kendinde hissettiğin gibi onda da hak manalarını hissetmektir. Onun için Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz der ki; kendisi için sevip istediğini Müslüman kardeşi içinde sevip istemedikçe, iman etmiş sayılmaz.

Aslında tüm tasavvufi kavramlar ve tanımlamalar Kur’an ve hadisten yansımadır. Edebiyatını bol bol dinleriz, sen hak, o hak, bu hak, aslında edilen sadece laklak. Bilmek başka, ihlâsla amel edip hissetmek bambaşkadır. Amel etmeyenin tüm bilgisi beyhudedir.

Kişi için hak, batıl ve hiçbir yerden gözükmeden anlık güç dengesine göre pozisyon alanlar olmak üzere üç tercih hakkı vardır. Üçüncü yol olan hak veya batıla mal olmadan menfaati yönünde tercih belirmek en korkunç yoldur.

İşte ortada kalanlara yani onlara münafık derler. Yerleri cehennemin en alt tabakasıdır.  Hakkın yolcusu olanlar ise selam ile buluşacaklar ve cennetin en güzel mekânlarında yaşamlarına devam edeceklerdir.

Rabbim, tek ve değişmez sevgindir kalbimde, kalbim senin elinde ki ruhun gönlümde. Bekleyiş sürecek kavuşma A’la illiyinde. O kavuşma en hoş kavuşma ki ucu hak elinde.

Batıl yolun yolculuğu kişinin nimete ermemesi yönündedir. Yoksa birimin bizzat kendi batıldır demek değildir. Çünkü yerde ve göklerde ne varsa hak üzere yaratılmış olup Allah için zıtlık söz konusu olamaz.

Tüm var olanlar varlığını ve yürüdükleri yolun maişetini haktan alır. O zaman hak üzere yaşam alanı edinmenin yanı sıra birim için başka herhangi yol olamaz. Ama yolda yürürken önemli olan nimete doğru yol alanlar gibi yol almaktır. Hak yolunda nimete erenlerin yolculuğunda gönlü bir olan dostlar kıyamet günü arşın gölgesinde olacaklardır.

En çok sevmediğim haslet İslam âleminin fırkalaşmasıdır. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz ayrı ayrı pencerelerden bakıp, ondan ayrı ayrı ilimleri alan tüm ilim erbaplarını saygıyla selamlıyorum. Ama herhangi birine, hak sadece budur demiyorum. Çünkü yüz yirmi dört bin nebi ve üç yüz on üç tane Resul gelmiştir. Her birinin meşrebi ayrıdır.

Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz ise tümünün ilmini kuşatmıştır. Her bir ilim erbabı Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi bir nebinin penceresinden seyir ediyordur. Ey dost; tüm nebilere selam verilir. Ama Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize salât ve selam verilir. Neden böyle bunu iyi anla. O zaman bu satırları yazan fakiri de tanırsın.

Asıl gözetmen, hak yolunda ilerlemek isteyen bireylerin yanlışlarını çaktırmadan hissettirendir. Alan dersini alır, almayan kişi için ise zorlamaya mahal yoktur. Hak öğrenilirken düşmanlıklar son bulur. Böylece kardeşliğin yaygınlaştırılması da günlük işlerimizdin bir parçası olur. Halkı bölük bölük fırkalaştıranlara da iki çift sözümüz olsun.

Zalim zulmüyle kalacağını zannetmiştir. Hak üzeri Allah’a çağıran her insan taşlanmıştır. Haktan mahrum olanlar ve mahrum etmek isteyenler genel olarak alkışlanmış ve kendini bir şey sanarak günlerini heba etmiştir.

Yorum yapın