EL ESMA-ÜL HÜSNA

ÖNSÖZ

Her bir esma-i hüsna’nın içeriği ve bizimle irtibatını bilmeden, hakikatimize doğru yolculuğu tamamlayamayız. Onun için de Esma- ül hüsna içeriklerini iyice derk etmeliyiz.

Aziz kardeşim; Esma- ül hüsna çalışmalarımıza Nur suresinin 35.ayeti ile başlayalım.

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌۜ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍۜ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌۙ

“(A)llâhu nûru-ssemâvâti vel-ard(i)(c) meśelu nûrihi kemişkâtin fîhâ misbâh(un)(s) elmisbâhu fî zucâce(tin)(s) ezzucâcetu keennehâ kevkebun durriyyun yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkiyyetin velâ ġarbiyyetin yekâdu zeytuhâ yudî-u velev lem temses-hu nâr(un)(c) nûrun ‘alâ nûr(in)(k) yehdi(A)llâhu linûrihi men yeşâ/(u)(c) veyadribu(A)llâhu-l-emśâle linnâs(i)(k) va(A)llâhu bikulli şey-in ‘alîm(un)”

 “Allah’ın nurudur gökler ve yer. O’nun nurunun misali, içinde fitil bulunan bir lamba benzeridir; lamba da bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki; doğuya da batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından tutuşturulmuş neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. Nur üstüne nur… Kim dilerse Allah’tan nuruna ermeyi, Allah onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi Bilendir”

İnşallah bu kitabımızda her bir Esma-i hüsna’nın anlamını zatına bakan yönü, nuruna bakan yönü ve her bir esmanın zikri sonucu insan yapısı üzerinde oluşan etkiyi ve etkileşimi izah edeceğiz.

Böylece her bir ismin içeriğini ve insanın dokumasındaki ilişkisini öğrenerek yaptığımız zikirlerin içeriğine bir nebze vakıf olacağız. Her bir Esma-i hüsna’nın işaret kapsamı, zatına bakan taraf mutlak onun için iken ve onun öylece yaratılmışlara hüviyet verdiği ile ilişkili iken, nuruna bakan kısım ise, Besmelenin içeriğinin her bir varlıkta kendi makamına ve kapasitesine göre açığa çıkmasıyla ilişkilidir. Öylece mutlak zat, yarattığı mahlûkatı üzerinde nakşını işler ve varlıklarını çeşitlendirir.

Bunun sonucu olarak da, “B” harfinin kelimeye kattığı anlam gereği olayın aslı izah edilir. Bu izah sonucun her bir varlık kendi rububiyet alanını tesbit eder ve öylece yaşama tutunduğunu fark eder. İşte  “B” harfinin kelimeye kattığı anlam gereği her bir ayete ibtidaen başladığımızda besmleyi okuruz. Öylece ayete verilen anlamı nefisimizde seyrederek ayete devam ederiz. Ayrıca herhangi bir işe başalamaya yeltendiğimizde, öncellikle besmleyi okuruz. Öylece her bir ismin bizde oluşturduğu dokumayı hisseder ve öylece işe koyuluruz. Besmelenin içeriğindeki işaret kapsamı ile Esma-i Hüsna isimleriyle bize belletilen kuvve içerikleri ile bağlantı noktamızı tesbit ederiz. Öylece olayın aslı bize çok kolaylıkla açılacak ve hakikatimize doğru yol alırız.

Esma-i hüsna manalarını burada yazarken değindiğimiz Lâhut âlemi hakkında da bir izahat yapalım. Lâhut âlemi; vecihten yansıyan nurun, üzerine tutunduğu ve tüm nurun üzerine işlenildiği, isimsiz ve resimsiz hem alansız ve mekânsız olan, hatta hatta olansız olan ve ol emrinin üzerine çizildiği ortamsızlık olarak anlayabiliriz. Bu öyle bir yapıdır ki, aslında yapısızlıktır. Çünkü bunun idrakı asla beş duyusal idrak ile öğernilmesi imkânsızdır. Bu öyle ki her varlığın üzerine işlendiği ferş dahi, bunun üzerine işlenmiştir. Arş ve kalem dahi bununla tutunmaktadır. Hatta hatta ilmin zuhuru olan mutlan nur dahi, burada tutunmaktadır.

Esma-i Hüsna hakkında açıklamalara geçmeden önce bilmemiz gereken bir husus da ferş olayıdır. Ferş; Allah, Nur-i Muhammedi’yi dört parçaya bölüp bir parçasını levha, bir parçasını arş ve bir parçasını da kalem olarak dönüştürürken, diğer kalan bir parça ile de tüm mahlukatını var eylemiştir. İşte bu dördüncü parça komple her şeyiyle ferşin ta kendisi olup, her bir yaratımda o yaratıma göre konumlanmaktadır. O konuma göre de levhadan üzerine kayıt açılıp kalem ile gerekli olan nakış dokuması işlenmektedir.

Bu işlenen nakışlar ise,  Esma-i Hüsna ile bize tanıtılan kuvveler ile oluşmaktadır. Tüm sefatlar ve Esma-i Hüsna ile fiiller âleminin tümü, Allah’ın seyrini oluşturduğu tüm varoluş, işte ferş üzerinde yayılımını yapmaktadır. Ferş derken hayali bir kavram olarak mülahaza etmeyelim. Her bir insan ayrı ayrı bu ferşi oluştururken, melekten feleğe de her bir varlık bu ferşin ta kendsini oluşturmaktır. Ferşin içeriği ise, elbette katman katmandır.

Olaya iyice vakıf olunmalı ve ferşe ilahlık yüklenilmemelidr. Ferşin hiçbir unsuru asla ilahlık kokusu bile almamıştır. Ferşin her bir noktasındaki her bir oluşum, direk kalem tafarından işlenmekte ve kalem ise, ülvi mürekkebini arştan almaktadır. Arş ise, Allah’ın ilmine dayanan varlığın en üst sınırıdır. İnsan tüm yaratılmışlardan ayrı olarak özel bir yapı ile yaratılıp ruhundan nefhedildiğinden, seyrini arşın üzerine taşıyabilmektedir.

İşte Ferş, en küçüğünden en büyüğüne her bir varlık olarak temaşa edilip, her varlığın hüviyeti kendisine göre ferşin içeriğini oluşturmaktadır. Dolayısıyla her bir insan ve insanın sahip olduğu her bir şey dahi, ferşin ayrı ayrı görüntüsünden başka bir şey değildir. İşte insana yüklenen mekanizma ile, ferşinin alanında çizilen nakşın içeriğini değiştirebilmekte ve öylece varlığının rububiyet alanında değişimler yapabilmektedir. Onun için de insana, irade sahibi bir varlık denilmiş ve kendisi için cennet veya cehennem mevzu bahis olmuştur. Çünkü öz ferşinin üzerinde yaptığı irade ile değişim oluşturmuş ve karşılığına da kendisini müptela eylemiştir.

Allahu teala, varlık âleminde tecelli mahalli olarak seyrine sunduğu her ilmi, kalplere ilham yoluyla yazdırır. Bu ilham tüm insan, cin ve hayvanlarda aynı şekilde tecelli eder. İlham peygamberlerde vahiy şeklinde sunulur. Çünkü peygamberler insanlığa tebliğle görevli olduklarından, Allah’ın tecellisini var ettiği ilmi alırlarken araya nefisleri karışmaz. Direk benlikleri mutlak nefisten edindiklerine ulaşırlar. Çünkü nefisleri saf olup Allah’ın korunması altındadırlar.

Her ne kadar nefisleri saf olup koruma altında olsa da, nefisleri yaratılmış bir birey olarak var olduklarından, aldıkları vahiy ancak sadık rüya şeklinde, vasıtayla veya perde ardından onlara ulaşır. Perde ardından ulaşımın nasıl olduğunu bilmediğimiz halde, vasıta ile ulaşan vahiylerin Cebrail vasıtasıyla geldiğini bilmekteyiz.

Vahiy, en büyük yaratılan olan Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi vessellem efendimize ise, birkaç çeşitte nazil oldu. Bunlar uykuda iken gördüğü sadık rüyalar, uyanık halde iken vahiy meleğinin onun gönlüne vahyi ilka etmesi, Cebrail (as), bir delikanlı veya bir insan şekline bürünerek Peygamber (s.a.s)’e vahiy getirmesi, meleğin görünmeden vahiy getirmesi, meleğin asli sûretinde görünerek Allah’ın emrini getirmesi, Hz.Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi vessellem efendimiz uyanık halde iken Allah Teâlâ ile konuşması ve Cebrail’in uyku halinde iken vahy getirmesi hallerinde gerçekleşti.

Peygamberler korunaklı olarak insanlığa ilahi sedayı sunuş için geldiklerinden, peygamberlerin bildirdikleri kesinlikle gerçek olup araya nefsanî duygular karışmamıştır. Ama peygamberler dışındaki tüm insanların aldıkları ilhamlar, arada kişilik nefsi de olduğu için, kesinlikle bu alınan ilahamlar doğrudur denilmemiştir. 

Bu kısa izahtan sonra bilelim ki tüm âlemlar, yazılmış ilahi bir kitaptır. Ve insanlar kalplerine akan kadar bu kitaptan okuma yaparlar.

Bir sevgilimiz var ki, onun adı dahi kendini bilmeye bir perdedir. O, ötelerin hayran kaldıkları sevgilidir. O ötelere kendilerinden kendilerine daha yakındır. Onun için yakınlık ve uzaklık mevzu bahis değildir. Uzağımız ve yakınımız olan her bir noktayı nurundan nurlandırara var eylemiş ve asla hiçbiriyle sınırlanamayacak kadar tümünden beridir. Hem hiçbiriyle kayıtlanmayacak ve dahi hiçbiri adı altında zuhur etmeyecek kadat tümünden arıdır.

Ona isimleriyle yönelip yakardığımızda en başta Allah Zikiriyle O’nu tazim edip öylece onun diğer isimlerine temaşa edelim. O Allah’dır deyip onun kendini bize tanıttığı gibi ona yönelip ona iltica edelim. Onun tüm esmalarını zikir ede ede onun nurunun içeriği nurlanarak onun nurundan bir nur olduğumuzu idrak ederlim. Allah, hakkımızda hak olan neyse onu peygamberleri ile bize bildirir ve onun vahyine iltica edenleri de doğru yola erişdirir.

İşte sır zikirlerde saklıdır. Bize lazım olan tüm ilim orada saklıdır. Şimdi gördünüz mü neden esma zikirleri unutturuldu.  İlme kendi ulaşmasın ve bize muhtaç kalsın, öylece sömürülmeye devam edilsin. 

Her zikir listemizin başına Allah zikrini koyduk. Öylece zikre başlayan Zakir, rahmeti rahmana ram olsun.

Bu kitabımızda Esma-i hüsna içeriklerinin anlamlarını ve insan üzerinde oluşturduğu etkileri işlerken, sıralamayı, zikir cetveline göre bir sıralamaya göre işleyeceğiz. Kitabımızın sonuna ise, günlük okunması önerdiğimiz zikirleri ekleyeceğiz. Öylece hangi zikrin hangi esma okuma grubunda olduğunu hemen bulacak ve hangi amaçla okuduğumuzu anlamış olacağız.

Sizleri her bir isimle baş başa bırakırken, gözümü semaya dikiyor ve herbirinizin okuduğu bu yaşamın gerçeklerini ulaştığınız kardeşlerinize ulaştıracağınızı ümid ediyorum.

Muhammed Nazım Özalp

Yorum yapın