YAŞAMINDA DERİNLEŞ
Dostluk mevzusuna başlamadan önce öncelikle şunları bilelim. Bir kişi ile sohbet ederken veya bir yazıyı okurken söylenen sözlerin ruh ve mana yakınlığı bilinmeli ve o söz söylenirken hangi ruh halinde söylendiği iyice tetkik edilmelidir. Hatta o söylenen kelimelerin çıkış mahallinin ruhuyla bütünleşik bir halde cevap verilmelidir. Yoksa yanılır ve yanlış karar veririz.
Aynı durum Kur’andaki her bir ayet için ve Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin her bir hadisi için de geçerlidir. Hangi ayetin hangi makam itibarıyla söylendiği hakkıyla kavranılmazsa, ayete verilen meal de eksik kalır.
Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz hangi sözünü hangi ruh ortamında söylendiği hakkıyla idrak edilmezse, iletilmek istenen mesaj anlaşılmaz olur. Zaten toplumlardaki tüm kavgalar, söylenen kelimenin ruh halinin anlaşılmaması sebebiyle çıkıyordur. Kimse kimseyi beğenmiyor, çünkü karşıdakinin ruh haline inmek istemiyordur. Kendi ruh haliyle karşısındaki değerlendirdiği için de, anlaşmazlıklar çıkıyordur.
Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz bir çocukla konuşurken onun boy hizasına kadar eğilir ve onunla öylece konuşurdu. Bir yaşlı hanım bir soru sorduğunda, onun bakış açısıyla cevaplardı. Hz. Ebubekir ra sorduğunda ise, bambaşka cevaplardı.
Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz bir arkadaşına iman üzerinde yüklenir ve zahir diye bildiğimiz ama aslında maneviyat kapısının tokmağı olan ilmihal bilgilerini sunarken, Hz. Ali’ye kv ilim şehrinin kapısını teslim ediyordu. İşte o anlayışla nazar eden ilmi idrak edersek, tüm dünya esenlik ile dolar.
Sırf ve katıksız olmayandan arkadaş seçebilirsin. Arkadaşlıkta müşterek menfaat bitince arkadaşlıkta biter. Ama dostluk öyle değildir. Nimette ve külfette hep beraberlik vardır. İşte fark budur. Dostlukta sırf sevgi vardır. Asla ve asla maddi veya manevi bir menfaat söz konusu olamaz. O yüzden ancak dost, sırf ve katıksız olarak gönül verenlerden olur. Gayrisinden dost olamaz. Olsa olsa arkadaş olur.
İşte öyle dostlar seni Allah ile buluşturur. İşte böyle dostluklar Allah için olan dostluklardır. Birbirini Allah için seven dostlar, hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde arşın gölgesinde gölgelenirler. Yani dostlukları sonsuzluğa doğru uzanır.
Sırf ve katıksız bakış açısı sahibi olan insan, selam isminin seyrine mahal olmuştur. Hem çevresine emniyet ve güven olmuştur. Hem de dünya ve ahreti cennet olmuş ve çevresine huzur merkezi olmuştur.
Sırf ve katıksız olan insana cevabımız, sırf ve katıksız olsun ki ondan feyiz alabilelim. Aynı ruhtan bakan insanlar birbirlerine uzakta da olsalar, hak onları yakın edip gönüllerini bir eder. Hem bizimle dost olan kişi, bizimle konuşurken kendimizi güvende hissederiz. O dostumuzu kaybedecek bir kelamdan da imtina ederiz. Çünkü biliriz ki, dostlar elmas gibidir, elimizden kayarlarsa bir daha ulaşamayız. Hem elmas gibi olan dostlar Allah’ın emaneti olan dostlardır. Sakın kırmayasın, çünkü kırılan elmas bir daha tutmaz.
Bilelim ki samimiyete ihanet eden iflah olamaz. Samimiyete ihanet edilip hüzünle bitirilen dostluklar ise, hafızaya kazılan en acı zaman dilimleridir. İki taraflı saf ve katıksız dostluklar tükenmez hazine gibidirler. Format değiştirir ama gene de devam eder.
İşin hakikati ise; tek dost Allahtır. Allah bir insanı kendi dostluğuna ulaştırmak istediğinde, kalbi sırf kendi ile olan başka insanı sebep eder. Saf ve katıksız dost, Allah’ın bizzat kişiye hediye ettiği yol arkadaşıdır. Yani sen saf ve katıksız bir nazara ulaştığında, senin için gerekli dostu bizzat Allah seçer ve sana takdim eder.
Sırf ve katıksız olamayandan dost olamaz. Çünkü sırf ve katıksız olan dostlukta asla ve asla menfaatler araya giremez. Dostlukta maddi veya manevi hiç bir çıkar söz konusu olamaz. Kalpler birbirine şüphesiz bağlıdır. Bunun en büyük örneği, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz ile Ebubekir es Sıddık’in kalplerinin birbirine bağlılığı gibi olan dostluklardır. O demişse doğru demiştir deyip aradaki ülfete zarar dokundurtmaz. Baki bir yaşamın olduğu âlemde dostluğunu devam ettiren aziz insanlar en bahtiyar insanlardır. Hiç bir dostu olmayan insan ise bu âlemde en garip insandır.
Allah dostları kesinlikle gizlidirler. Allah dostları Allah’ın perdesi altında Allah’ın perdesiyle gizlenmişlerdir. Görünen Allah dostları ise, gizlenen Allah dostlarını ve Allah dostluğuna uzanan yolu tanıtmak içindir. Görünene takılıp gizlenenden mahrum kalan yazık eder. Çünkü denizin altındaki buz dağının ancak küçücük bir kısmı yüzeyde görülür. İşte görünen Allah dostları okyanusun üzerinde görünen buz kalıntısından başka bir şey değildir. Allah’a götüren kullar, sadece birer basamaktırlar. Her toplumun düşüncesine bürünüp onlardan gözükerek bir şeyler verirler. Yoksa ulaşılamazdılar.
Allah dostları ne demek? Allah dostlarının ne demek olduğunu bilmek için, önce Allah’ı iyice bilmek gerekir. Ehad olan, Samed olan, doğmayan ve doğurmayan, misli, dengi, benzeri olmadan bir-tek olanın dostu nasıl olunulur?
Allah’ın dostları lekesiz şeffaf cam gibidirler. Sessiz ve sözsüz bir eda ile hemhal olurlar. Cam şeffaf ve tertemiz olunca yok mu oluyor? Hayır, cam orada kapı gibi duruyor. Ama renksiz ve şemailsiz olduğu için ondan güneş ışını orijinal olarak yansıyor.
Allah’ın bizdeki güneşi Kur’andır. Eğer Kur‘an bizden, bizim nefsi şeklimiz bulaşmadan âleme yansıyorsa, onun dostu olmaya doğru adım atmışız demektir.
Allah dostuna bazen şapka perde olur. Bazen kot pantolon perde olur. Bazen eşi perde olur. Bazen kısa kol gömlek perde olur. Bazen boşboğaz konuşması perde olur ve liste uzar gider…
Onlar ateşte yanmazlar. Ateş onlara güllük gülistanlık olur.
Onlardan biriyle bir güneş batması kadar bile beraber olman, sen algıların açık olduğu müddetçe kadir gecesinin oluşturduğu bir tatmin gibi bir tatminiyet ruhuna yansır.
O tatminlik kıyamet günü kurtuluşuna bile vesile olabilir.
Allah dostları dört sınıftır.
Ef’al âleminde onun dostu olanlar. Bunlar tüm insanlara hayvanlara ve yaratılmışlara adalet içinde yönelirler. Bunlar iman ehlinden olduğu gibi iman etmeyip yeryüzünde adaleti tesis etmek üzere uğraşanlardan da olmuşlardır. Örneğin Nuşirevan ve Ebu talip gibi.
Esma âleminde Allah dostu olanlar. Bunlar sadece iman ehli arasında olanlarda oluşan bir hâldir. Bunlar tanınırlar. Her toplumda bulunurlar. Toplumun veli diye gördükleri işte bunlardır.
Sıfat mertesinde veli olanlar. Bunlar kısmi örtülüdürler.
Zat mertebesinde veli olanlar ise Allah’ın kubbesi altındadırlar. Onları tanıyabilenlere selam olsun.
Dostlar o kimseler ki yüzlerini aynada görmüşlerdir. Onlar tek yüz olmuşlardır. Onlar da asla ihanet olmaz. Çünkü onlarda ikilik yoktur. Aynı vücudun iki eli gibi olmuşlardır.
Dostluk Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yolundaki tüm fertleri tek fert yapar. Aynen duvarın taşları gibi bir birine bağlar. Çünkü iman harçlarıdır onların. Hikâye değil bu yazılanlar. Bizi anlatır bizi. Çünkü biz iman etmişiz. İman eden de yalan bitmiştir. İman eden de dolandırıcılık bitmiştir. İman eden de riya bitmiştir. İman eden de dedikodu bitmiştir. İman eden tek yüzlüdür. İman eden sendedir sen onda. İman edenden dost olur. Çünkü iman eden aynada olayı seyir etmiştir.
Duymadın mı Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden, mümin müminin aynasıdır sözünü? Sen önce aynaya bakmaya çalış. Aynadaki tüm isleri yok et ki ayna berrak berrak olsun. Kendi yüzünü önce bir gör.
Ayna derken gözün cam parçası aramasın. Ayna Allah ismi ile işaret edilenin sende zuhur ettiği mana terkibidir. Onun boyasıyla boyan. Boyandıkça ayna berraklaşır. Ama cam olan ayna boyandıkça bulanıklaşır. Cam ayna dışındadır. Ama bu ayna sendedir. Boyası kendine süreceksin ve sürdükçe aynan berraklaşacak. Birde bakmışsın ki dostunla yüz yüzesin.
Sonra…
Aynayı kaldıracaksın ve bir dost olarak insanların arasına tenezzül edeceksin. Aynasını berraklaştıranlar, berraklaştıkça karşılarına dikileceksin. Arayan seni bulacak. Dost dediklerinde lebbeyk yani buyur diyeceksin. İman kemale erecek ve senden yakin oluşmaya başlayacak. İşte böylece yükselen dostluklarla sahabelerin devrisaadeti yaşanacaktır.
Ya Rabb sessiz ve isteksiz dua edebilmeyi nasip et der bazı Allah dostları. Acaba burada ne demek isterler? Sessiz ve isteksiz dua, miraç halidir. Secdeye varıştır. Bu duanın en alt mertebesi fenafillâh halidir. Bu duaya ulaşan, sadece O’nun isteğinin oluştuğunu seyir eder. Bu zati makamdır ki fiiller âlemiyle alakalı değildir. Eğer bulursan, sessiz ve isteksiz duaya varanı, hemen onunla dost olmanın yolların ara. Yedi köyden kovalasa da sekizincisini bul…
Olaya benlikle bakıldığında sessiz ve isteksiz dua anlaşılmıyor. Olaya benliksiz bir şekilde bakıldığında mesele kalmıyor. Örneğin güneş ışığı renksiz bir camdan yansıyınca net olur, yansıyan ışık birebir güneş ışığıyla aynı olur. Ama yansıyan ışık, renkli veya kirli bir camdan yansırsa camdaki rengi alır. Yansıyan ışık da birebir güneş ışığı olamaz. Her ne kadar ışık güneşin olsa da şeffaflığını kaybetmiştir.
İnsanın nefsi de, kişi ile rabbul âlemin arasında bir cam gibidir. Eğer ki insan nefsini temizler ve safiyye dediğimiz yedinci nefis halinde kendini bulursa, ondan yansıyan rabbin esması nuri muhammediye ayna olacak şekilde pozisyon alır. Ayet der ya Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize, Ma rameyte iz rameyte velakinnellahe rama yani Attığında sen atmadın atan Allah’tı.
Yani Allah’ın zatının nuru ile varlığını almış bir pozisyon da kendisini bularak gerekli tepkiyi verdi. Ve o anda onun nefsi öyle saf bir pozisyon aldı ki, renk tümüyle kayboldu. Ama unutmayalım ki rengi kaybolan da gene bir nefisti. Yani Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin hüviyeti asla yok olmadı. Ondan onunla seyir anını oluşturan Allah’tı. Yoksa attığında atan sen değil atan Allah’tı yerine, sen yok oldun senden Allah dirildi ve karşılık verdi olacaktı ki, bu görüş tümüyle batıldır. Çünkü Allah’ın bir varlığa hululü kesinlikle batıl bir düşünce tarzıdır.
Bir ayet meali de şöyledir, Rasulun duası ile sizin duanız aynı değildir. Ama nefis tekâmül etmeyip emmare veya levvame derekesinde ise, işte nefsin rengi gelen esmaların şeffaflığını engeller. İşte sessiz ve isteksiz dua şeffaf nefisten yansıyan duadır. Yani makbul duadır. Yani Allah dilemesidir. Bu da a’ma ya eriştir. A’ma ya eren de, ne istek kalır ne rüya ne de bir hülya.
Ya rabb olmasın amacım ne cehennem korkusu, ne de cennet sevdası. Hele hele ne de dünya hülyası. Olsun amacım sessiz ve isteksiz yaşantı sedası. Bu uğura yönelene, yardım et ya rab.
Gören bir daha asla görmemiş olamaz. Sevdiğiyle arasına hendeklerde açılsa, sevdiği hep gönlünde kalacaktır. Ama beğenen ise beğendiği kişideki beğendiği değer tükenirse terk eder. Seven benliğe yani zata teveddüd eder, ama beğenen ise sıfata. Zat türlü türlü sıfata bürünür de görünür. Gözü zatta olan, zattan sıfatları seyreder. Gözü sıfatta olan ise, kendisi de sıfattan gelen bir mana olduğu için, kendi manasına uygun tecellinin yansıdığını görmeyince terk eder.
Asıl dost ise, a’madan bakabilendir. A’madan bakmayandan ne dost olur ne de post. A’madan bakan kaç kişi var ki dünyada. Rabb a’madan bakan veya a’maya doğru yol alan dost nasip etsin. A’madan bakanın hiçbir beklentisi kalmamıştır. Adı üstünde A’ma yani hissiyatsız. Hissiyatsızın ne hissi kalmış ki. A’malık bilinçle ilgilidir. Et kemik bedenin elbette ki ölümüne kadar ihtiyacı olacaktır.
Üstünde ve altında hava olmayan a’ma ya varmak, aslında varmak kelimesini dahi terk edene nasip olabilir. Yoksa o makama ulaşayım düşüncesi dahi, insanı geri bırakır. Hele hele bulunduğu makamdan güç alıp insanları küçük görenden hiçbir cacık olmaz. Olsa olsa turşu olur. Makam elinden çıkınca tek başına terk edilir.
Hikmetle anlatalım güzellikleri. Kendisini uyanmış zannedip Allah yoluna duygulandıran dostuna sırt çeviren en büyük yanılgıdadır. Belki duygulandıran halı yansıtan kişiye duyularını kapatması sonucu heyecanı kendisinden kaynaklandığını zannedenin mahrumiyeti sonucu yalnızlığından kaynaklanmış olabilir. Hatta ki kişi tard edilişi dahi yükseliş gibi zannedebilir. Bir adım ötesi metruk olduğunu görünce sukut-i hayali yaşayacak ve bu sukut-i hayal eline bir şey vermeyecektir.
Onun içindir ki heyecanımızı ömür boyu yaşatalım. Sadık kullarla beraberliğimizi ölüme dek canlı tutalım. Ruküyü bulanlarla dost olalım ki secdeye gidiş bize nasip olsun. Elbette kişi ulaştığı secdeyi ve hissettiği hem ulaştığı manevi havayı, hava atmak için deklare etmez. Çünkü bilir ki hava atan hava alır. Ama ulaştığı insanların o güzelliklere ermesi için gerekli ilmi hikmeti ile aktarır. Çünkü hakikat anlatılamazsa, kapasitesi olup ta uyanamayan kişi kavramları bilmeden nasıl uyanacak? Onun için Kur’an der ki; hikmetle vaaz et.
Gerçeğe erenlerin kavramlarla anlattıkları gerçeklere, biz aynı kavramlara yüklediğimiz yeni manalarla yaklaştığımız için, farkı fark edemiyoruz. Onun için de kavramların içeriğini iyice somutlaştırarak sunmak zorundayız. Yoksa hakikati dillendirişimiz karşıdaki insanın bilinç dünyasına açılmaz ve mahrumiyet devam eder.
Allah dostlarını kırmayın. Allah dostları gizlenmek için, görünürde şakacı ve vakit geçirten biri gibi görünüyor olanlar olabilir. Ama öyle kişilerden karar vermede ve bir işe veya kişiye kefil olunduğunda çok ciddi kararlar alabilirler. Ciddi olmayan işe girmez ve ciddi bir durum yoksa kefil olmazlar. Belki her şeyi dile getirmede biraz utangaç olabilirler, ama bir işin içindeyseler gayet ciddi olurlar her ne kadar dış görünümleri bazen ciddi gözükmese de. Bir işe karar verdiklerinde Allah’a güvenir sonuna kadar sebat ederler. Ciddi ve Allah’a dayanan bir kişiyi kıranın vay haline…
Dost olduğuna asla kıyamazsın. Ama dostun buna rağmen üzerse cemalde celali seyredip çalışmana devam edeceksin. Dostluğuna da halel getirmeyeceksin. Çünkü dostla seni sana getiriyordur. Hamd et ve şükründe devam et.
Dost dediğin dertleşip beraber hasret giderdiğindir. O zaman Allah dostluğu ne ola ki? İşte bu işin sır noktasını barındırıyordur. Cevabını tefekkür et. Hakikatine rücu et.
Dostluk gönlünü hiç terk etmeye kıyamadığındır. Kendinden çok düşünüp sevdiğin koruduğundur. Onun derdiyle dertlenip sevinciyle sevindiğindir. Her an elini hiç bırakmadığındır. Yanında olsun veya olmasın hasret kalacak kadar önemsediğindir. Bu işte hakkın sana verdiği bir ikramdır.
Allah ile dostluğu ancak Kur’an ile hemhal olanlar anlar. Allah ile dostluk zahiri olmayıp, o kalbinin ıssız köşesinde seninle buluşur. Kalp kalabalıktan sıyrılmadıkça, o dostluğu hissedemez. Hissettiğinde ise, gayrının dostluğu tatmin edemez. Kalbinde derin sessizliğe ulaşanı ise ancak kalbinde derin sessizliğe ulaşan hisseder. Öylece aralarında sonsuz dostluk başlar. İşte Allah için olan dostluk bu dostluktur. Gayrı dostluk var olmayıp zahiri menfaat üzeri olan oluştur. Menfaat bitince ise, dostluk sandığı da kaybolup gitmiştir.
O kadar zaafı olan insanlar varken, genel olarak vakit nefsin tatmini peşinde harcanıyorken nasıl oluşacak bu dostluk? Kolay mı safiyete eren ile dost olmak? Bu dostluğa ermek için öncelikle, aklıyla değil nefsin safiyetli haliyle yönelmek ve nefsin saf hem katıksız nazarı ile bakmak şarttır. Çünkü öylesine emmaredeki nefsin tatmini ile dost arayan insanlar, eli boş dönmüşlerdir.
Rahmanın sadık kullarıyla buluşmak için sadık olmak gerekir. Kalpler de sırf sevgiyi yaşatmak için sadık olma yolunu haykıran insanlar vardır. Hem dostluğun paylaşma anını, bayram kılan vardır. Sevgi ile kucaklaşmak için zaman dilimleri ve nurlu haller vardır. Nurlu halleri yaşam tarzı edinen nurlu insanlar vardır. O insanlarla kutlu yolculuk vardır. Kutlu yolculuğunu arşa kadar genişleten vardır. Arşın ötesin rahmanın sofrasında buluşanlar vardır. Tüm halleri insanlarda tebessümle seyir eden ehlullah vardır. Ne mutlu bu kutlu yolculuğa çıkan aziz kullara…
Unutma dostum, temel olmadan bina tutmaz. İslam’ın temel esasları olmazsa din yaşamı olmaz. Şeriat ve tarikat ayrılmaz ikilidir. Sadece bir ayakla uzun yol gidemezsin dostum. Çok uzun bir yol önümüzde dikkat et dostum.
Unutma dostum, Namaz, oruç, zekât ve hac ile kelime i şahadet, işte bunlar senin için sarsılmaz temeldir. Yapmayan mahrum olur özünden. Özünden mahrum olan ise, dostluğun sırrına eremez aziz kardeşim…
İnsan dostuna kendisini şeksiz şüphesiz bırakabilmelidir. Asla itiraz etmeden ne istiyorsan al istediğini diyebilmelidir. Hem bilelim ki öz özeline el uzatan ise, daha dostluk şerbetinden şerbetlenmemiştir. Sakın ve korun. Öz özelin senin değişmez hakkındır ki, senin mevlana ulaşman için yol azığındır. Yol azığına dokunan seni mahrum etmek isteyen bedbahtlardır. Bunu iyice belle aziz kardeşim.
Hayvanlardan da dost olur. Ama hayvanın güvenmesi lazım gelir. Bu kalbin tam teslimiyetiyle gerçekleşir. Yanındaki hayvanla iletişim kurmak için zihinsel yaklaşımınız çok önemlidir. Örneğin sokak köpekleri şiddet gördükleri için herkesi suçlu görürler. Siz sevgiyle sakin bir şekilde selam verin, emin olun ki sizinle dost olurlar. Korkmayın hayvanlardan, eğer ki saf ve katıksız bir şekilde yönelirsek, insanların ekseriyetinden daha yakın dost olduklarına şahit olacaksın. Çünkü hayvanlar karşılıksız seviyorlar. İnsanların geneli ise karşılıksız sevgiyi unutmuştur.
Birisini düzeltmek kimsenin haddi ve payesi değil. Dostla sohbet ise ayıp edilesi değil. Dost dediğin manan ile bütünleşik olur. Maddeye nazar edenin mana ile ne ilişkisi olur.
Allah, dostlarına dil uzatanlara harp ilan eder. İnsanı kâmil Hakk’ın gören gözü konuşan dili işiten kulağı tutan elidir. Surete aldanan özde duranı göremez. Dil uzatır ve harb-ı ilahiye maruz olur. Evliyaullahı yani Allah dostlarını hor hakir görmek Allah’ı iyi tanıyamamaktan ileri gelir.
Her sözün nefsine olsun ki bulasın özündeki seslenişi. Böylece ulaşıp hayat alanına çıkararak yaşam prensibi edinerek onlarla afakını süslediğin mücevherleri ikram edesin dostlarına ve saçasın tüm insanlığa.
Üzülmen veya sevilmene sebep olan tüm hasletler senin sınavındır ey dost. Her hal ve şartta Allah kerim de ey dost. Ümidini her an yenile ve canlı tut ey dost. Böylece nazar edersen, hak verir sana bir post. Kuşatır seni rahmet, yaşam olur sana hayırlı bir yurt.
Dostu üzüp tınlamamak nefsi emmarenin bal çiçeği olup ve ondan beslenir. Ama dost olmak ve dostça kalmak ve aynı ufka bakmak er kişinin işi. Sakın ha dostunu üzecek tek mimik bile yapma. Dokunur ona ve sana yansır ki kalbini burkar. Kişi dostundan kızıp küsmekle ancak kendisini yalnızlaştırır. Dostu yolunda kırık kalbe yürümeye devam eder.
Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yol arkadaşı olan Sıddık gibi yol arkadaşı ile yol alan en mutlu kuldur. İşte böyle dostlar için Sevr sohbeti doğar.
Kişiye değil uygunsuz fiilden nefret edilir. Çünkü olumsuz fiil kişiyi hakikatinden uzaklaştırır. Olumsuz fiil gidince kişi yakinen dost olur. Budur sana dinin emri.
Dost olan her koşulda hatır sayar hayırda yarışır. Beğenen hobi olarak yapışır kafasına esmezse ayrışır. Eğer sen birinin penceresinden Allah’ı görmesine perde oluyorsan, az kornişin başına dürül. Yoksa dostuna yazık edersin. Ne dostuna tümüyle güvenip teslim ol, ne de kimseyi tümüyle düşman edinip soyutlan. Kısacası sen, sen ol ama kimse olma. Çünkü olamazsın kimse ve sonra üzülürsün.
Ben veda nedir bilmem çünkü dostla aynı yönde yürürüz. Vefayı çok iyi bilirim çünkü dost elini elim bilirim. Hatırlamak her an devam eder ki hatırlanır. Arayıp sormak hep ister gönül ki, gönül alsın ve bir olsun tüm duygular. Bir de gönülden sevmek bilirim ki asla ve asla iki yüz olmaz bu kulda dediğimizde, işte o zaman dost olmak için aday olmuşuz. Layık dostu o zaman rab bizimle buluşturur.
Hep sonuç anlatılır. Sebep ve yol anlatılmaz çünkü anlatan bilmiyor ki. Soğuk suyu içenin içerken hissettiği serinliğin oluna bilineceği hal kal edilir. O hala nasıl varılır dediğinizde hemen karşı atağa geçip kendisini evliya addeder. Bil ki dostum, sen şuradasın diyen kendi oradadır ve sen ona aynasın ve sende kendini gözlüyordur.
Nifaktan sıyrılmış mıdır diye dostunu denemek istersen hele bas onun ayağına. Eğer o senin kafana basarsa hala ikilemde olup dostluğa ulaşamamıştır. İşte hasmının hakkına tecavüz eden, nifaktan bir payını edinmiştir. Bunu bilesin aziz dostum. Ama dost aramıyorsan denemeye de gerek yoktur. Ama denersen ve affedici bulursan, artık ona gözün gibi sahip çık. Çünkü bulunmaz Hint kumaşı misali değerlidir.
Dostun veya ebediyet arkadaşın olmak isteyene hele ona dokunacak iki kelime konuş bakalım. Seni ne kadar saydığını sana sayarak bildirsin. Ve sen… Sessizce ayrıl…
Aziz dostum sen de işte ibadetini sırf tapma olarak görme ben gibi. Seyrin senden sana olması gayesiyle yönel. Çünkü ben sadece ben olarak vardır ve sen ile o kavramını kabullenmez. Burası sendeki lahuti nefesin İsrafil’in suruna çekilme anıdır. Bu çekilme hususunu burada tadan için artık ölüm bitmiştir. Artık kendi guslünü almış ve cenaze namazı bekleyenlere kalmıştır. Nefesin sabinin önünde eğil ve muhtacı olduğunu bil. İbadetlerin senin varoluş noktanın safiyete ulaşması için olduğu unutma.
Allah için olan ibadetlerin aslında Allah’a vasıl olmak için olduğunu ve sendeki lahuti nefesin aslına yaklaşması için olduğunu unutma. Sendeki lahuti nefesin ait olduğu rububiyet alanını temyiz edip ilk günkü nuri muhammedi yoğunluğuna yükseltip, benliğin esas sahibinin veçhinden nazar etmek için olduğunu unutma. İşte o zaman esas dost olan esas benlikle buluşmak için secdede fena halin zirve eder.
Sevdiğinin adını duyduğunda içine ürperti gelmelidir. İşte bu ürperti hakkın ondan tecelli etmesindendir. Öyle bir dost Allah vergisidir. Bunu dilediğine verir ki o kanal ile kendisine vardırsın. Tüm amaç hakka vasıl olmaktır. Gerisi boş lakırdıdır.
Sırf öğrenci olan, iradesini mualliminin iradesiyle senkronize edip kendi iradesinden haberi olmadan hızla yol alandır. Bu teslimiyette, ama veya lakin olmayan hakikat yolculuğudur. İkilik kalkmıştır, sırf teslimiyet olmuştur. Ey yolcu, bunu sadece Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz için uygula. Çünkü o hata etmez. Onun sadık varisleri yeryüzünde her dem olmuşlardır. Allahtan dile birini ve gösterdiği yol prensibini uygula. Ama sakın nazarını Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden ayırma. Yoksa yarı yolda bırakılırsın.
Sırf dost olan, iradenizi ipoteğe almadan hem iradenize de tabi olmadan sizinle yol yürüyendir. Burada kişi, kesretle bakmasına rağmen gönülde vahdetle hemhal olmuştur. Tüm menfaatler tükenmiş ve saf olan katıksız beraberlik başlamıştır.
Hem öğrenci hem de dost olan yani iradesini şaşmaz ilim sahibiyle senkronize edip hem de kendi iradesinin de farkında olan ise, en bahtiyar yoldaş olur. Senden faydalanır ama özünden akan ilme de kulak kesilir. Bilir ki her fert rahmana açılan bir kapıdır. İşte dost başkadır, öğrenci başkadır, hem dost hem öğrenci bambaşkadır. İşte böyle bir dost senin için en büyük Allah lütfüdür.
Sadık dost, sadece Allah’ın çizgisine riayet eden kullardan oluşur. Allaha ihanet eden, kuluna hayli hayli ihanet eder. O zaman Allah’a teslim olmayandan medeni bir şahsiyet peyda olamaz. Menfaati olduğu anda en yakınını bile satar. Çünkü rabbul âlemine iman etmemiş ve senden tecelli eden rububiyet nefesini görmüyordur.
İnsanı insan, insan şekline sokar. Gözle görülür veya nefesinin sedası işitilir biriyle marifete yolculuk başlar. Hayvandan insan suretinde epey varlık vardır ki onlardan dost olamaz. Çünkü onlardan marifete yolculuk oluşmamıştır. Et kemik bedenin hevesleriyle sohbette bulunurlar. Bu da sadece marifet yolcusu için ölümdür. Ölümle hemhal olana da bir şey duyurulamaz. İşte esas dost insanı insan yapandır.