Bilge dedenin beni eve yollaması ile içimde yeniden bir alev başladı. Bir hasret çöktü. Hasretle eve vardım ki, bu hasretimi söndürecek tek kelime artık bulamıyorum. Annem oturmuştu bir taburede içten içe büzüşerek dua ediyordu. Onun dudaklarından dökülen dualara şahit oldum ki; şöyle diyordu…
-Ya rabbi; benim can yoldaşım olan İhsan’ımı benden aldın. Arkada dört evladım ile baş başa bıraktın… Filiz, Derya ile Esra benim tesellilerim oldu… Ali’m ise küçüktü ve şimdi büyüdü. Artık İhsan’ımın ahbabıyla yoldaş oldu… Ne olur, yolunu tamamlasın… Hikmet dedeye gidip gelirken, ona yoldaş ol… Onu yalnız bırakma… En güzel şekilde kendi yolculuğunu tamamlasın da yolunda yolcu olacaklara rehberlik eylesin…
Annemin duaları ile utandım… Annemin Beni hangi yol için yetişmemi istediğini daha yeni yeni anlamaya başladım… Derken Esra ablam içeri girdi ve sıkıca beni kucaklayıp yüzümü öptü. Haydi sofra hazır, hep ailece sofraya oturalım dedi. Üç ablam ile birlikte sofraya otururken, annemin secdeye kapandığını gördüm… Secdeden başını kaldırıp bizimle birlikte sofraya oturdu ve şöyle dedi;
-Bekarken bir gün eve su taşıyordum. Babanı Hikmet dedeyle birlikte ders yaparken görmüştüm… Hikmet dede babandan yaklaşık on yaş büyüktü… O gün çok imrenmiştim hallerine… işte o an, Hikmet dede bana bakıp tebessüm etmişti… Madem halimize imrendin, babana haber et, akşam misafiri olacağız… Utanarak başımı eğip eve gelmiştim… Utana utana durumu anneme bildirmiştim… Annem de misafir tanrı misafiri, baş üstüne… Akşam hikmet dede ile baban birlikte senin deden ile neneni de yanlarına alıp bize geldiler. O zamanlar daha on sekizlerdeydim. Babam ile görüşüp Beni İhsan’ıma istediler… O andan sonra artık yeni bir yaşam benim için başlamıştı. Baban ile günlerce dersler yaptık… Ben evliliğim ilk yıllarında deden ve nenen ile birlikte aynı çatı altında yaşadık. Senin baban, ailesinin tek çocuğu idi… Baban evlilikten sonra da günlerce Hikmet dedeyle birlikte diyar diyar dolaştı… Bu arada Derya ablan da doğdu… Bu doğumla birlikte Hikmet dede ile baban eve gelip konakladılar… Artık iki kızım olmuştu. Hikmet dede bana şöyle dedi;
-Sen Benim gelinim sayılırsın… Senin eşin ile birlikte seyahatlerdeyken; eğer ki bir sıkıntın olursa bize haber et. Bizim amacımız, insanlığın uyanışı için çaba harcamaktır… Çünkü uyanış nefiste başlar… Bizler diyar diyar gezip insanlar ile birebir iletişime geçip gönüllerinin zenginliklerini kendilerine hatırlatırız… Eğer ki iznin varsa, İhsan kardeşimle birlikte irşad faaliyetlerimize devam ederiz… Ama gönlün razı değilse, ben yalnız yoluma devam ederim…
Bunun üzerine Hikmet dedeye dedim ki;
-Pirim, ben sizi kendime büyük addettim. Bu son nefesime kadar da devam edecektir… Derya kızım dünyaya geldi. Bu benim için sadece Allah lütfudur… Artık yalnız değilim… Zaten vaktim rabbimle geçmekte ve hep onu düşünürüm. O anda içimden şöyle düşünmüştüm; bir oğlum olursa, onu da sana teslim ederim. Babası gibi o da sana yoldaş olsun… bunu düşünmem ile birlikte Hikmet dede bana bakıp tebessüm etti ve şöyle dedi;
-Kızım, şayet oğlun olursa, onu İhsan’ın emaneti olarak göz nurum gibi korumaya gayret edeceğim.
İşte bu konuşmalarımız şimdi hatırıma geldi ki, Hikmet dede zaten o gün bana söz vermişti. Şimdi de sözüne sadık kalarak seni himayesine kabul eyledi. Umarım ki sen de ilim yolculuğunu tamamlayıp babanın diyar diyar gezip ilimle yoldaşlık ettiği gibi bir fert olasın….
Bu kısa sohbet yapılırken, sofrada karnımız doymuş ve Derya ablam da sofrayı topluyordu. Esra ablam beni alıp sahildeki kayalıklara oturup sohbet etmek için kulağıma fısıldadı. Ona sarılıp beraberce sahile doğru inmeye başladık. Baktım ki eşeğim de arkadan bize eşlik etmektedir… Dönüp kafasını okşadım ve ona tebessüm ettim… Derken kumsallığın yakınındaki gölgelikte bulunan kayalığın üzerine ulaşmıştık. Eşeğimiz de bizi takip edip gelmişti. Zaten kol çantam gibi nereye gidersem hep benimle gelirdi… Esra ablam şöyle söze başladı;
-Filiz abla ile konuşurken senden bahsettik. Artık babanın arkadaşı ile yoldaş oldu Ali’miz. Oradan edindiklerini bizimle de paylaşıp bizi de bilgilendirir diye. Ama senin daha çok kendini tefekküre verdiğini görüyoruz. Sohbet yapmadan bizim gönül dünyamıza bir şeyler kattığına da şahidiz. Sen eve gelirken, evde sanki bir doluluk oluşuyor. Kalbimize bilmediğimiz hususlar akıyor. Ama sen gidince bu haller kayboluyor. Bu hususlar nasıl oluşuyor?
Filiz ablam böyle dediğinde, benim gönlümün bağı çözüldü. Hikmet dedenin bizimle sohbet etmeden gönlümüze akıttıklarına ve Hikmet dedenin öğrencilerinin gönlümüzden geçenleri hemen cevaba döktüklerine defalarca şahit olmuştum. Demek tüm mesele, yan yanda olup kelime tekrarı değil, gönülden gönle muhabbetin akmasıydı esas mesele. Dilimden şu cümleler döküldü;
-Canım ablam; her zaman gönül dünyam senle atar. Sen benin en yakın dostumsun. Burada da olsam, Hikmet dedemin yanında da olsam, gönlüm hep senle atıyor. Lakin şuna da şahit oldum; Hikmet dede ile arkadaşları hep gönlüme doğan soruları ben dile getirmeden cevap veriyorlar. Bir defasında çoban ile birlikte olduğumda bana şöyle demişti;
-Esas öğrencilik işte o zaman başlar. Yani gönül eğer ki sormadan ihtiyacını önüne seriyorsa, orası senin eğitim merkezindir. Eğer ki illaki dille sorayım dersen ve öylece cevap beklersen, o zaman senin gönül dünyan pişmeye başlamamıştır. Lakin her gönlüne düşen soruya da cevap gelmeye biliyor. Çünkü bazen sorular nefisten doğar ki, bu soruların sana katacağı bir karşılık olmadığı için, bunlara cevap da doğmaz lakin senin için bu konuya hazırlayıcı başka bir konuyu açıp üzerinde konuşarak gönül dünyanı dizginler.
Çobanın bu sözleri beni çok düşündürmüştü. Ve çoban sonra şöyle devam etmişti;
-Her peygamber illaki çobanlık yapmıştır. Çobanlar ile koyunlar tümüyle bütünleşme yaşarlar. Artık koyunun ihtiyacı ne ise, çoban ona göre yönlendirir. Eğer ki koyun ile çoban arasında bu bütünleşme olmazsa, o çoban sürüsünden gerekli olan verimi alamaz.
Çoban böyle derken şunu düşünmüştüm; hani peygamberler ümmetine çoban değil nazır olmalıydı, diyor ayet… Neden şimdi bu çobanlık olayı? Tam da burada çoban şöyle demişti;
-Olay senin bildiğin gütme olayı değil, ruhun birlikteliği mevzusudur. Yani önüne bir olay gelince, o olayı tüm yönleriyle tefekkür et, öylece senin için lazım olan mevzuyu al. Elbette peygamber ümmeti için çoban değil, ama çobanlığın sahip olduğu bütünleşme melekesi, işte çobanlıkta kişide gelişir. Öylece ümmeti ile bütünleşmede bu meleke devreye girer. Öylece her bir ümmetinin ihtiyaçlarını dillendirir.
Çoban böyle dediğinde, ayetler üzerinde daha kapsamlı tefekkür etmeye başladım. Ve ablama şöyle dedim;
-Canım ablam, daha önce ayetlere düz mantıkla bakardım. Ama Hikmet dede ile buluşup dersler yaptıktan sonra anladım ki; her ayetin kapsan içeriğini öğrenmek için düz mantıkla bakmamamız gerektiği idi. Kur’an da farazi bir hususun olmadığı ve her geçen tabirin bir hakikate işaret bazlı geldiği idi. Örneğin ayette Allah; peygambere çoban gözüyle değil de gözetmek bakışıyla onu takip edin derken, aslında peygamberin çobanlıktan gelen kişilerle kurduğu derin irtibatın kendisini bağladığını ama insanların ona bakışının gözetmen gözüyle gerekliliği hakikatiydi. Çünkü tüm insanlarla derin bir irtibat sağlarken, insanlar onun peşinden gitmesine karşın, Allah bize dedi ki, siz onun peşinden giderken, onun peşinden gözü kapalı gitmeyin. Her an kendinizi sorgulatıp geliştirmeye bakın ve onun direktifleriyle bakış alanınızı güzelleştirin.
Ben Esra ablam ile sohbet ederken ve onunla özümün inceliğini hissetmeye çalışırken, öğretmenimin sesiyle irkildim. Baktım etrafıma da kimseyi göremedim. Oradan ayrılıp eve geçtik. Ablam ile birkaç gün eşlik edip ev işlerinde de aileme biraz destek sağladım. Birkaç gün önce hissettiğim öğretmenimin sesi hala kulağımda çınlanıyordu. Bu çınlama ile Hikmet dedeye hasretim gittikçe alevlendi. Annemden izin isteyip Hikmet dedeye gitmeye karar verdim. Eşeğimi alıp hikmet dedeye doğru yola koyuldum. Köyden epey uzaklaşmıştım ki, üç atlı kişinin bana doğru yaklaştığını gördüm. Onları merakla bekleyip kim olduklarını öğrenmek istedim. Yanıma gelip durdular. Bana selam verdiler. Kendilerinin Bilge dededen geldiklerini ve mağaraya kadar kendisine eşil edilmek için görevlendirildiklerini söylediler. Her birini baştan aşağıya süzdüm. Yabancı kişilerdi. İlk defa görüyordum. Üzerlerinde beyazdan cemadani vardı. Yaşları takriben otuz civarıydı. İsimlerini sormadan onlarla birlikte yola koyulduk. Atını önde süren bana bakıp gülümseyerek şöyle dedi;
-Biz de sana tabi olarak yürüyeceğiz. Çünkü eşeğin yavaş yavaş yürüyor. Eşeğim orta yaşlarını yaşıyordu. Çok yük taşıdığı için de biraz yorgun olmuştu. Artık ona pek yük yüklemiyordum. Ona bakınca o da bakıp gülümser gibi gözlerini kırpardı. Atların üzerinde bani karşılamaya gelen bir kişi çok dikkatimi çekti. Durup ona hayran hayran bakmaya başladım ki, dedi ki; Ali kardeşim, biz Hikmet dedenin ablasının evine gitmiştik. Hikmet dedenin çok muhterem bir ablası var. Oğluyla birlikte yaşar. Hikmet dede bazen haber salar da gider ihtiyaçlarını gideririz. Bilge dedenin yanına ulaştık ki, bize de dedi ki, kardeşimin emaneti olan Ali, yolda eşeği ile birlikte buraya geliyor. Yanına gidin ve onun adımlarını takip ederek buraya gelin. Onlara Hikmet dedenin ablası da mı var? Hikmet dede nasıl geçimini sağlar diye tam soracaktım ki, üçüncü atlı genç söze başladı;
– Ali ‘çiğim; Hikmet dedemizin başka kardeşleri de var. Her biri ayrı bir derya. Onun ablası ise Hikmet dededen iki yaş büyüktür ve adı da Nazlışah’dır. Tüm vakti, köydeki bayanlarla dersler yapıp her birinin sorunlarının halli için uğraş vermektir. Bilge adam olan Hikmet dedemiz, dünyalık geçim kaynağı olan Gülçimen köyündeki arazilerini kiraladığı kardeşine zaman zaman uğrar, dünyalık maişetini temin eder, akraba ziyaretini yapıp tekrar buraya gelip talebeleriyle buluşup dersler vermeye devam eder. Bizler de Gülçimen köyünün ahalisiyiz. Hikmet dede tüm köylüyü çok sever, bizler de ona hizmette kusur etmeyiz. Köye her geldiğinde, köyümüzde bayram havası hakim olur. Her birimiz mutlu oluruz. Gider elini öper ve duasını alırız.
Birlikte ilerlerken gönlümü tırmalayan bir çok hususu onlarla paylaşma isteği hissediyordum. Bu hissedişimi öndeki atlı anladı ve şöyle dedi;
– Biz kimiz? Nerden hayatına girdik? Adeta hayalet gibi nasıl oldu da aniden önüne çıkıyoruz. Uzaktan uzağa nasıl oluyor da hissiyatına tercüman olunuyor? Gibi mülahazalar sarabilir. Bak aziz kardeşim; az önce Nazlışah ana sana bir emanet gönderdi. Heybemde duruyor. Al emanetini… Bu emaneti, Nazlışah anneye baban vermişti. Hikmet dede ile yanlarına giderken, Nazlışah anneye teslim etmiş ve bu emaneti ilerde Hikmet kardeşine emanet edilecek çocuğuma verin demişti.
Heyecanla emanete baktım… Bir zarf ve içinde bir mektup saklı… İçimi bir heyecan sardı… Mektupta ne yazılıydı? Bir de baktım ki yolun kenarında bir gölgelik ağaç ve çeşme vardı. Atlılara dedim ki; burada dinlenip mektubu okumak istiyorum. Oturduk çeşmeye ve üç atlıdan az uzak oturup mektubu sevinç ve heyecan gözyaşları ile açtım. Bir taraftan okumaya başladım, bir taraftan da atlıları süzüyorum. Gözlerimden akan gözyaşlarını en öndeki atlı yanıma gelip elleriyle sildi be başımı okşayıp öptü. Mektupta şunlar yazılı idi;
Evladım; bu mektubum eline ulaşmışsa, demek Allah duamı kabul eylemiş seni ilahi sedanın duyurulmasına vesile eylemiştir. Bu mektubu sana üç atlı getirecektir. Eğer ki üç atlı getirmişse, bil ki sen artık tam yoldasın. Nazlışah anne Hikmet üstadımın ablasına emanet etmiştim. Bu mektubu zamanı gelince, üç atlı ile sana ulaştırmasını istemiştim. Eğer bu isteğim de yerine gelmişse, bil ki doğru yoldasın.
Bir hayal ve gerçek arası bir dünyanın içinde yaşıyor gibisin. Çünkü bu hayat, çok yönlü bir hayat ve sana sendeki mücevheratın ortaya konulması için fırsatlar diyarıdr. Hayatına giren tüm kişiler; babanın ve annenin yaptığı dualar sonucu, senin gönül şekillenmesi sonucu, senin öz dünyanın sana kazdırdıklarıdır. Sakın korkma… Doğru yoldasın ve yolundan sakın dönme… Üç balan da sana emanettir. Annen de sana babadan yadigârdır. Onun değerini bir sakın ha onun bir dediğini iki yapma ki, onun duası senin hakkında şaşmasın. Zira annenin duası senin hakkında şaşarsa, sen de şaşıracaksın ve şimdi hayatına giren bu mana erlerini ve gönül dostlarını kaybedeceksin.
Evladım; uzaktan uzağa oluşan bu madde ötesi iletişime sakın şaşma… Bu senin ruh dünyanın içinde olduğu âlemden sana yansıyan tercümanlıktan başka bir şey değildir. Sen bunu açıkça yaşarken, aynı bu hususu her kişi kapalı olarak her an yaşamaktadır.
Evladım; toplam yedi mektup bıraktım. Bu mektup eline ulaşan ilk mektuptur. Bil ki her bir mektup ayrı bir terakki anında sana ulaşacaktır. Sana yedinci mektubum ulaşınca, artık yaşamın sonuna ve hayatının kemaline ulaşmışsın demektir. Yedinci mektup sana yen akın olan kişinin heybesindedir. Sen dünyaya veda ederken sana onun tarafından sesli bir şekilde okunacak ve sen; rahmet ışıltısı içinde nurlara dalarak dünyaya veda edeceksin.
Evladım; bu mektubu okurken, kalbinin derinliklerinde hissettiğin bir çağrı olacak. Bu, senin için hazırlanmış bir emanettir. Zamanın, mekânın ötesinden gelen bir hatırlatma. Sen, bu dünyada sadece bir yolcu değil, bir bilgelik taşıyıcısısın. Bu mektubu sana ulaştıran eller, sana duyulan sevgi ve güvenin bir göstergesidir.
Unutma ki evladım; sen bu dünyaya sevgi tohumu ekmek için geldin. Kalbin, merhametin en yüce duygularını taşıyor. İyiliğin her zaman seni koruyacak, sabrın ise seni yükseltecektir. Ne zaman bir çıkmazda kaldığını hissetsen, bu mektubun hatırlatılmasını anımsa: ve benden yadigâr kalan annenin dizi dibine otur ve duasını al. Annenin dünya meşalesi sönünce, artık ablalarına sahip ve Esra ablanın senin için duasının anne duası gibi bil ve tüm çıkmaz anlarında onun yanına git ve halleş. Bil ki o da Hikmet dedenin nazarını almış gönlü yumuşacık olmuştur.
Sen asla yalnız değilsin. Gönlünde taşıdığın hikmetle yürüdüğün her yol, seni Allah’a bir adım daha yaklaştıracaktır. Yaklaştıkça bu dünyadan soyutlanacak ve diğer insanlara rehberlik etmek için bir sedaya bürüneceksin.
Bu mektup, sana senin kim olduğunu hatırlatmak için yazıldı. Sen sadece bir yolcu değil, bir muhabbet elçisisin. Herkese iyilikle, sabırla ve sevgiyle yaklaşman, seni yüceltecektir. Kalbinde sakladığın iman, seni en zor anlarında bile ayakta tutacaktır. Babanın sana bırakmak istediği en büyük miras, işte bu imandı. Ve sen, bu emaneti taşıyacak kişisin.
Evladım; hayat bir yolculuk ve sen bu yolda yürürken bazen yalnız kalacaksın. Fakat bil ki, yalnızlık bile bir öğreticidir. Her adımında, kalbinde bir nur taşıyacaksın. Bu nur, sana yoldaş olacak ve karanlık anlarında yolunu aydınlatacak. Unutma ki, her zorluk seni biraz daha yüceltecek ve her sınavda Rabbi’nin hikmeti sana bir adım daha yaklaşacak.
Her bir mektubumda sana ayrı bir görev verilecektir. Görevlerini layıkıyla başaracağına eminim. Zira göreve hazırlanman yerli yerinde ilerlemeseydi, zaten bu mektup sana ulaşmayacaktı. Her bir görevini layıkıyla yapacağımdan zerre kadar şüphem yoktur.
Şimdi yanındaki üç atlı kardeşinle kucaklaş ve hikmet dedenin dizi dibine git. Sakın ha hikmet dedeye bir şey sorma. O zaten senin ihtiyacını bilecek ve sana bunu sunacaktır. Bazen diliyle sunacak, bazen tebessümü ile sunacak, bazen susarak sunacak, bazen de seni kardeşlerinin yanına göndererek sunacaktır. Kalbin arı kalsın, zihnin açık kalsın ve yolculuğun mübarek olsun. Baban İhsan…
Mektubu gözyaşları ile okudum, başıma koyup öptüm. Katlayıp koynuma koydum. Baktım ki üç atlı atından inmiş ve üçüsü çeşmenin genişçe olan taşının üstünde secdeye varmış. Mektubu okumaya başladıktan sonra onlar gözümde kaybolmuştu. Onları orada hiç görememiştim. Tümüyle okumaya dalıp adeta babamı önümde hissetmiştim. Üç atlının ayağa kalktığını gördüm. Her biri ile ayrı ayrı kucaklaştım. Eşeğimden inmiş ve yavaş yavaş adımlarla Hikmet dedeye doğru yola koyulduk. Üç atlı da atlarından inmiş adımlarımı takip ederek birlikte yürüyorduk ki, önde olan atlı bana şöyle dedi;
- Ali kardeşim; bizim kim olduğumuzu elbette merak etmekte haklısın, her an aynı yerdeymiş gibi bir harman içinde dövünüyoruz. Lakin tek bir amacımız vardır. O amacımız da kimliğimize kavuşmak. Bu kimlik, kalabalık ortamda açılmaz. Sakin huzur ortamı lazım ki, içindeki o sessiz huzura eresin. Bu sessizlik bilinen insan sesinin çokluğu değildir. Bu sessizlik, kişiliğin zuhur halidir ki orada ses de seda da sen olmuş olursun.
Üç atlı ile birlikte yürüşümüzde artık bilge dedinin vaktinin çoğunu geçirdiği mağaraya yaklaşmıştık. Derin bir sessizlik bizi samış ve keskin ve kararlı adımlarla yola devam ediyorduk ki, çoban ile koyunları gözüktü. Çoban gene de koyunlarını mağaraya yakın konaklandırmış ve kendisi de yanık sesiyle kavalını çalıyordu. Onun yanık kavalının sesini attığım adımlarla birleştirip ona doğru yol adık ki, bir de baktım yol bitmiş ve çobanın önüne gelmişiz. Bir de kendime geldim ki ne göreyim; çobanın kaval sesi ile rabte dalıp hayallere dalıp gayrı ihtiyarı yanına oturup kalmışım. Eşeğim de yanımda yere oturmuş ve üç atlı da oldukları yere çömelmiş ve atları da yere kapaklanmış… Benim kendime gelmem ile birlikte hikmet dedenin mağaranın kapısında bizi beklediğini fark ettim. İçime bir heyecan doldu… Hızlıca kalktım, eşeğimi üç atlıyı oracıkta bırakıp koşar adım Hikmet dedeye koştum. Artık yaşım on yedi olmuş ve biraz daha bedenen gelişmiştim. Hikmet dede de biraz daha yaşlanmıştı. Tanışalı üzerimizden tam bir yıl geçmişti. Mağaranın kapısına varır varmaz ellerini öptüm ve el ayasını alnıma sürdüm. Bir baktım yüzüne, bana tebessüm ederek baktı ve içeri buyur etti. İçeri gridiğimde yolda bana refakat eden üç atlının içerde ders ile meşgul olduğunu fark ettim. Bir anda düşündüm, nasıl yani… Onlar çobanın yanında değiller miydi? Diye… Hikmet dede bana bakıp tebessüm etti. Ve şöyle dedi…
– Hoş geldin, senin yoldaşların da hep buradaydı. Hiç buradan ayrılmadılar ki… Onlar dersleri ile meşgulken sen ise burayla meşguldun. Sen burayla meşgulken, senin ruhun bunları yanında şekillendirip sana yoldaş eyledi. Nasıl oldu deme… İsteyince Rahman, kul bulur elbet bir ferman… İstemeyince Rahman, kuldaki tüm fermanlar da kaybolur misli hazan. Evladım, mana yolu senin bildiğin bu zahiri ferman haline benzemez. Burada sadece sen varsın ve sen örersin tüm duvarı. İçine oturursun ve içinde ortaya koyarsın fermanını. İşte bizim yolculuğumuz bu fermanın asaletini sana sunmak ve senin de bu fermanı kendinden sonrakilere devretmendir. Sana babanın ilk mektubu ulaştı. Bu ilk mektupla artık talim ve terbiyen başlamış oldu. O üç atlı gibi sana gözüken kişileri de sana baban yollamıştı. Buradaki üç kişi şeklinde suret ise, senin burayla olan rabıtan sonucu sana öylece şekillenmişti.
Hikmet dedenin böyle uçuk kaçık sözlerle beni bir hayal dünyasının içine çekmesi, ayaklarımın bağlarının adeta çözülmesine neden oldu. Olduğum yerde yıkılıp kaldım ki, baktım mağarada hiç kimsenin olmadığını fark ettim. Bir de baktım ki bir kapı açıldı ve oradan çok bir aydınlık yüz içeri girdi…
Ben merakli gözlerle onu sözdüm. Az önceki tüm dünyam karardı gözümde ve bambaşka bir mekân açıldı. Bu mekân az önceki mekân değildi. Artık buna emindim. Ama burası neresiydi ve karşımda parıldayan şahıs kimdi? Böyle düşüncelere daldidım ki aydınlık yüzlü kişi şöyle dedi;
-Ali’m nihayet seninle buluşma nasip oldu. Buluşturma iznini veren Allah’a hamd olsun. Sana yedi mektup bırakmıştım. İlk mektup sana ulaştı. Sen artık Hikmet dedenin kontrolündesin. Annen emanetine sadık çıktı ve seni emaneti üstlenmen için tüm gerekli talim ve terbiyeyi sana sundu. Tut elimi seni bu âlemde biraz gezdireyim…
Tuttum elimden ve beni o açılan kapıdan geçirdi. Bir aydınlık ki aydınlık… Orada tarifi mümkün olmayan ırmaklar vardı. Bir ırmak gördüm, bal renginde ve bal kokusu veriyordu. Lakin verdiği koku öyle yoğundu ki kokusu beni mest etti… Az tatmak istedim ki aydınlık yüzlü kişi elimi çekti ve izin vermedi. Dedi ki içmeye daha vakit var. Biraz daha ilerledik ki bembeyaz bir nehir… Süte benziyordu lakin içtiğimiz sütten değildi. Kokusu çok yoğundu… Kokusu mest ederken bir avuç alıp o sütten içtim. Yanımdaki aydınlık kişi tebessüm etti bu halime ve diğer nehir gibi içmeye yeltenirken bana engel olmamıştı. Eli tutup götürmeye devam etti. Rengi altın sarımsı bir nehir gördüm. Kokusu aklı baştan alıyordu. Canım ondan da içmek istedi ki aydınlık yüzlü kişi, daha bunu içmeye müsaade yok deyip yolculuğa devam etti. Biraz daha ilerde gövdesi kurumuş kütük renginde bir ağaç gördüm. Yemyeşil ışıldıyordu dalları. Benimle konuştu… Lakin sözlerinden bir şey anlamadım. Aydınlık yüzlü kişi dedi ki, bunun dilinden anlaman için daha vakit var. Biraz daha gezdirdi beni… Baktım ki bir deve ve bana baktı ve bana bir şeyler dedi. Lakin ne dediğini anlamadım. Aydınlık yüzlü kişi dedi ki, merak etme, ileriki vakitlerde ne dediğini anlarsın. Biraz daha ilerledik bir inek gördüm. Işıl ışıl parlıyordu. Bu nasıl bir inekti. Benzeri yoktu. Hayret ettim onun renginden. O da bana bir şeyler fısıldadı. Lakin hiçbir şey anlamadım. Hayretim arttı ki aydınlık yüzlü kişi dedki, sabret Ali’m… Tümünün sırrı sana açılacak. Beni biraz daha gezdirdiki bir vadi gördüm ve içi balık doluydu. Tümü bir hal içindeydiler ve gözlerinden bakınca, uzayıp giden bir kuyu gibi çok derinlerden bir şeyler bana sunuyorlardı. Lakin ne olduğuna anlam veremedim. Aydınlık yüzlü kişi beni alıp daha da gezdirmeye devam etti. Bir köpek gördüm… Bu köpek de başka bir çehre vardı ve yanında yedi büyük nur sutunu gördüm. Seyirde dalarken aydınlık yüzlü kişi beni gezdirmeye devam etti. Bir grup kuş gördüm ve bana bakıp selam verdiler. Aydınlık yüzlü kişi beni hızla bir merkeze doğru götürdü. Bir de baktım ki yoğun gül kokusu… O gül kokusu buradaki gül kokusuna hiç benzemiyordu. Birde baktım ki yemyeşil kubbenin önündeyim. Kapılar açıldı ki içeri girdim. İki cihan güneşi ordaydı… Aydınlık yüzlü kişi bana dedi ki yüksek sesle selam ver. Ben de esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu dedim… Bana baktı tebessüm etti ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berekatuhu dedi ki gözümü açtım. Bir de ne göreyim; Hikmet dede atlılar ve çoban üzrimde durmuşlar ve ben de yerde baygın haldeymişim. Hikmet dede tebessüm etti ve elimden tuttu… Haydi, kalk dedi. Sarıldı bana ve yolculuğun kutlu olsun dedi. Ben de kalktım ve oturdum ki bu olanlara anlam vermeye çalışıyordum. Hikmet dede şöyle dedi…
– Ali’m benim; şimdi kalk ve anneye git. Ellerini öp, özellikle sağ elinin ayasını öp ve yüzüne sür… Selamlarımı söyle ve ona de ki; ana sınıfını bitirdim. Artık birimci sınıfa kayıt oldum. Hikmet dede ile eğitim serüvenim başladı… Bana dua et.
Hikmet dedenin bu sözleri karşısında neye uğradığımı şaşırdım. Bu neydi, niye buraya gelmiştim, neler gördüm, bu işlerin sırları bana nasıl açılacaktı? Diye düşünmeye başlarken, öğretmenim elimden tuttu ve birlikte mağaradan çıktık. Baktım ki güneş zevale yakın ve bulutumsu bir hava var. Eşeğimi aldım ve mağaradan eve doğru yola koyuldum.