SORU: Şimdi haktan başka hiçbir şey yoksa, iyi kötü yoksa, Sirrus, Agartagriler Reptilyanlar hiçbiri yoksa, hepsi bizim yarattığımız zanlar ise, her şey bir simülasyon ise, bende yoksam sadece hak var ise ve seyirde kalıp sadece seyretmek gerekiyor. Ve her şey zaten yaşanıp bitti olduysa, biz sadece seyretmeye geldiysek, peygamberler özellikle bizim Peygamberimiz neden savaşmış? Tarihte sayısız komutanlarımız neden savaşmış ve direnmiş topraklarımızı korumak için? Niye seyretmemiş? Kimle savaşmış? İyi kötü yok hak var ise, o zaman hakla savaşmış olmuyor mu? Ki bunlar üst bilinçler… Ama bir mücadele bir çaba var seyretmemişler… Ben yoğum dememişler… Hakkın hakla savaşımı bu?
CEVAP: Bu soruları anlamak için ilmin huzmesine ulaşılmış olması gerekir. Öylece temelden gelip en güzel şekilde verilmek istenilen mesaja ulaşılır.
Bu soruların cevabını izah edelim inşallah…
El Hak Allah’ın adıdır. Yani Allah, El Hak ismi gereği yarattığı her varlığı, içinde bulunduğu anın hakkını vermek üzere yaratmıştır. Cin ve İnsan da doğarken bu vecih üzere doğar. Lakin cin ve insan, diğer varlıkların aksine fıtratını bozacak kabiliyet kendisine sunulmuştur. Fıtratının aksini inşa eden bu iki tür, El Hak olan Allah’tan uzağa düşer.
Allah’tan uzağa düşmek şudur ki, El Hak olan Allah yaratımını kendisine verilen irade dâhilîde bozmak demektir. Kişi yaratımını bozduğu kadar da uzaklık mesafesi açılır. Fırtarıtıyla uyumlu olduğu kadar da mesafe daralır.
Örneğin bir arı, fıtratı gereği bal yapar. İçine işlenen ilahi vahiyle işini pürüzsüz yapmaktadır. İnsana da ilahi vahiy indi. Lakin insan umursamaz oldu. Çünkü gözünü et kemik beden de açtı ve kendisini et kemik beden sandı.
Yani kişinin hakka ermesi, yaratım fıtratına dönmesidir. Bu dönmenin en son noktasına ulaştığında kişi, artık her bir anın ve halkın hakkını verir. Yani hakkın veren elidir. Tıpkı arının hakkın eli olması gibi. Tıpkı peygamberimizin düşman üzerine toprak saçması gibi… Yapan sen değildin, yapan Allah’tı düsturu ortaya çıkar.
Burada yapan Allah’tı derken, o noktadan artık tümüyle fıtrak unsurları tecelli etmekte ve araya bencillik asla karışmamaktadır. Yoksa haşa Allah, zatıyla orada tecessüm edip o işi yapmış değildir. İşte bu düşünce küfürdür. Yani birey fıtratının hakkını vermiştir.
Hani iyilikler Allah’tan ve kötülükler nefisten deniyor ya ve tümünün yaratım noktası ise Allah’ın kudret eli ya, işte iyiliklerde kişi, fıtratı icabını ortaya koyduğu için, Allah’ın insan için olmasını istediği gibi bir yaşam sentezinin sunumu mevzubahistir.
Kötülükler nefistendir denildiğinde ise, kişi fıtrattan uzağa düşütü için, yaptığını sahiplenmekte ve öylece bencilliği ile hata üstüne hata yapmakta…
İşte iyi fıtratla uyumlu amellere denir. Kötü ise, fıtratın zıttı olan amellerde bulunmaktır.
Sirrus, Agartagriler Reptilyanlar ve diğer tüm yıldızlar ve semalar, toprak ve denizler, velhasıl her bir varlık hak üzere yaratılıp içinde bulunduğu ortamın hakkını en iyi şekilde eda etmektedir.
Hiçbirisi bizim yarattığımız zanlar olmayıp, biz yaratılmış olmasaydık da, her biri yerli yerinde olacaktı. Her bir varlık bizzat gerçek bir surette yaratılmış bir halde mevcuttur.
Hiçbir şey simülasyon değildir. Bilgisayar dünyası geliştikten sonra oluşan dijital dünyanın zenginliği insanlar, özellikle merak melekesi baskın olanlara çeşitli mantıksal matrikslerle hayal dünyaları oluşturulmakta ve insanın kendisinin değersiz bir obje olduğu kanısı zihnine yerleştirilmiştir.
İşte burada insanların aklıyla oynanmakta ve insan “bende yoksam sadece hak varsa, o zaman ben neyim” soru işaretleri ile girdaplara sürülmektedir. Oysaki senin zaten varlığın, hak olması gereken prensipler üzerine yaratılmıştır. Yani ben hakkım diyen, demiş ki benim varlığım içinde bulunduğu oluşun hakkı ne ise, onu vermektedir.
İşte seyir, fıtrat yaratımını devam ettirmeye denir. Yoksa televizyon ekranından mazlumlar üzerine inen ateşi izler gibi ekran başına geçip, sigarasını tüttürüp, çayını yudumlayıp, saçma sapan hayallere dalmak değildir. Ama ne yazık şeytan insanın ayağını hayallere kaydırmakta ve gerçekle yüzleşmemek için elinden geleni yapmaktadır.
Hak ve halk ayırımı ise şudur; EL HAK Allah’ın mutlak ismi iken Hak ise, Allah’ın bir tutam nurundan var ettiği halkının yani tüm mahlûkun ana cevheri üzerine fıtratıyla uyumlu olan nakşı üzerine dokumasıdır. Yani Allah El Hak ismiyle arşa nazar eder ve arşın altındaki mahlûkunu mükemmel bir surette içinde bulunduğu halin hakkını verecek surette var eder.
İşte bu yaratım penceresinde her şey zaten yaşanıp bitmedi. Her şey yeni yeni yaşanıyor. Lakin ezel ve ebed bize göre tanımlar olduğu için, onun anlamını götürüp hakka raci ettiğimizde, işte orda ip kopuyor ve ayak kayıyor. Oysaki Allah, varlıkları ezel ebed sıfatlarıyla yarattığı halde, kendisi KIDEM ve BEKA sahibidir. Kıdem ve beka, ezel ve ebed olmayıp, tümüyle bizim yaratım planımıza göre konulan terimlerdir.
Dolayısıyla her an ezelimizdir ve her an ebedimizdir. Et kemik bedenin ölşüyle yepyeni bir yaşam başlayacak ve artık hep EBED esmasının dokuması devam edecektir. Çünkü dünya sınav ve kargaşası bitmiş ve amellerin inanç bölümüyle ilişkili kısmı kilitlenmiştir. Lakin peşinde dünyada bıraktığı hayır kurumlarının sevabıyla ruhu şad olmaya devam edecektir.
Malumdur ki, tüm peygamberler mücadele etmiş ve fıtrattan kaymaları tedavi etmeye uğraş vermişlerdir. Daha sonra da bir çok komutan ve paşa, cenk meydanında savaşmış ve fıtrattan sapan batıl zihniyeti izale etmişlerdir.
İşte seyir, içinde bulunduğun anın hakkını verip, haktan sapanları da eliyle, diliyle ve gücü yetmediğinde ise, kalbiyle o hallerden buğzedip oradan nefret etmektir.
Varlıkta sırf sevgi vardır ve her kesi sevin diye bir kural, insanlığın zirvesi olan peygamberler tarafından dillendirilmemiştir.
Zaten malumdur ki, herkesi sevin diye ortaya çıkan sahte hakikat avcılarının ayaklarına bir basıldı mı, sesleri doğudan batıya yayılır.
İyililik ve kötülük vardır ve her birinin hakkını yerli yerince eda etmek ise, hakikate ermektir.
Yani hakikat kendini savunmasız yapmak değil, nefsini en güzel şekilde fıtrata çevirdikten sonra, halkın da fıtratla uyumlu olmaya davet etmektir. Fıtratla uyumlu olanı da sevecek ve uyumlu olmayanı da sevmeyecektir.
Ayrıca fiil ve fail aynı şey olup, zaten faildir ki fiillerle bürünmüştür. Yani sen fiile buğzettiğinde, aslında o fiili ortaya koyan faile de buğzetmektesin. Zira fail olmazsa zaten fiilde olmayacaktır.
Zaten insan tüm varlığı ve zatı, Allah’ın bir tutam nurundan alınan bir katre şuleden başka da değildir. İşte buradaki buğz, kendisine irade verilen bir katre nurun fıtrattan uzağa düşmesi hasebiyledir.
Eğer kişi fiile buğzedip aynı fiili işleyen faili sevmeye devam ederse, zamanla kişi de onun gibi olmaya başlayacaktır. Zira insan kötülüğü kopyalamaya çok çok meyyaldir. Onun için de insanlara ve iman etmeyenlerle sevgide kalbimize kesinlikle sed koymak zorundayız. Yoksa kaybedenlerden oluruz. Zira dünya hayatı boyunca ezel ve ebed devam etmekte ve ayak ver an kayabilmektedir.
Ve peygamberimizn hiçbir hadisi şerifinde veya Kur’anın her hangi bir ayetinde kendini yok diye bir mesaj yer almamaktadır. Tüm sahabeler şecaatle mücadele vermiş ve en sonunda da asrısaadet ortaya çıkmıştır.
İyi kötü yok o senin zannın diyenler vardır. Şeytan yok deccal yok hepsine simülasyon diyenler, gerçekten çok uzağa düşmüşlerdir. Kötüye hakkın celal yüzü ve öyle görünmek istedi, demek PANTEİSTLİK olup, İslam akidesyle yakından uzaktan alakası yoktur. Bir kere simülasyon fikri, PANTESİTLİK fikrinin güzelleme yapılmış tarzıdır ve şeytani bir oyundur.
Elbette insanlık içsel gücü olarak birçok özellikle donatılmıştır. Telepatik yetenekler ve ezoterik fonksiyonlar, her insanın ulaşabileceği hallerdir. Bu hallere ulaştı diye ne tanrı olur ne de olağan üstü bir varlık olur. Sadece kendisindeki yetenekleri kullanmayı öğrenmiştir.
İşte bu içsel özelliklere ermek ise, mutlak bir teslimiyet ile ortaya çıkar. Teslimiyet ise hakka teslimiyettir ve halkın dedikodusundan soyutlanmaktır. Onun reçetesi sadece HZ. MUHAMMED MUSTAFA SALLELLAHU ALEYHİ VE SELLEM EFENDİMİZE tabiiyettedir. Gayrı tüm teslimiyetler ise, kişiyi uçurumlara yuvarlatır. Bu tabiiyet ise, Allah’ın halis kullarının kalbinde günümüze kadar ulaşmıştır.
O halis kulları tanımanın şifresi ise, asla dünyaya tenezzül etmezler. Yasin suresi 21. Ayetle söyleşimize son verelim; “Karşılığında sizden bir ücret de istemeyenlere yani bir beklenti gözetmeyenlere tâbi olun. Çünkü onlar hidayete ermişlerdir.”
Vesselam…