Başlangıç noktamızı keşfetmeliyiz. Nerden başladık hayata?
Ana mayamız ne Hu ve Allah demiştik geçen zaman diliminde… Zaten bu nokta itibarıyla HU da dersek Allah da dersek, zaten amacımız aynıdır. Ve bizden tümüyle münezzehtir.
Bu iki kavramı iyice özümsemiş olmak ilk basamaktır. Çünkü İmanın ilk şartı İMAN (B)ALLAH’A dir. Allaha iman ettiğimizde bu iman oturaklı olmalıdır. Yani olması gereken gibi olmadır.
Birinci şarta iman ederken, ne olduğunu bilip iman etmeliyiz. Yoksa sadece ALLAH ismine iman ederiz. Bu da yaşam perspektifinde bize bir şey katmaz.
Evet, Allah’ı hakkıyla bilmek için onun sıfatlarını bilmeliyiz. Sıfatları bilmek içinde bu sıfatları neye taktığımızı da fark etmeliyiz. B harfinin kelimeye kattığı anlam çerçevesinde iman nasıl bir şey, bunu birazcık açalım…
İlkokuldan beri zati ve subuti sıfatları ezberlemişiz. Sınavlarda sorulur diye… Bu sıfatlar kime verilir dendiğinde Allah a der ve olayı kapatırız. Şimdi olayı açalım… İşte bunu B harfinin kelimeye kattığı anlam ortaya çıkacaktır
Zati sıfatlar denmiş altı tane… Subuti sıfatlar denmiş yedi tane veya artı bir, sekiz tane.
Hu isim zamiriyle işaret ettiğimiz mutlak zata verilen sıfatlar için zati sıfat denir. Bu sıfatlar sadece zata aittir. Bunlar yaratılanlar için asla düşünülemez. Vücut, kıdem, beka, vahdaniyet, muhalefetin lil havadis ve Kıyam bi nefsihi. İşte bunlar HU ya ait Yani zata ait…
Birde Hayat, ilim, irade, kudret, kelam, semi, basar, bir de tekvin vardır. Bunlar da Allah ismi aynasında mutlak zat, kendisine ait olan bu sıfatlar doğrultusunda yaratımını yarattığı, kendi öz sıfatlarıdır. Yani tüm yarattıklarında bu isimlerin nakışlarını var ederek her birisini bu sıfatlar ile süslemiştir. Öylece yaşam alanında yerlerini almışlardır.
Şimdi “Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüvviyet” Gizli bir hazineydi. Bilinmek istedi. Zati sıfatlarla subuti sıfatlarını sadece kendisi biliyordu. Bunu seyreden başka bir bilinç yapısı da yoktu. Çünkü sadece kendi vacib-ül vücut olarak var.
Yaşam planın seyri oluşan subuti sıfatlar da kapalı idi. Yani gizli hazine örtülüydü. İstedi ki bu gizlilik açılsın. Ne olduğunu seyir etsin. Bilsin… “Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” Gizli hazineyi Allah ismiyle kendisini isimlendirerek seyir etti.
Yani gizli hazinenin seyri için, kendisini Allah ismiyle kendisinden kendisine diyebileceğimiz bir tarzda tecelli etti. Buna tecelli-i Vahit denir. Hatta tek tecelli vardır denmiştir. O da budur.
Şimdiki her şey de o tecellidir. Tek tecellinin seyri âlemlerin bir nokta olması olayı da işte bu noktadır. Hatta tüm âlemler nokta içinde nükte denmiştir.
“Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” Tecelli edince yedi subuti sıfat göründü. Bunun hakikatine hakikati Muhammedi denmiştir. Bu yedi subuti sıfat hızla açılım oluşturdu. Doksan dokuz mana açıldı. Her biri bir alt sıfat işte bu noktada seyri oluştu. Tabi bu seyir oluşma olayı, bizim tarafımızdan öyledir. Allah tarafından seyri ise, zaten öyle idi…
Yani bizim açımızdan oluşan seyir planını böylece dillendirmekteyiz ki olayı anlayalım. Çünkü bir tutam nurunu alıp tüm bu isim ve sıfatlarını bu bir tutan nurunun üzerine nakşeylemiştir. Öylece bizler yaratılmış ve yaşan alanında yer edinmişiz.
İşte bu bir tutam nurun üzerinde oluşan nakış içeriğinde, tüm isimlerin açığa çıktığı mahal İsrafil’in suru diye tabir edilir. Sekiz tane büyük melek vardır. Büyük melek, yani tüm melekut üzerinde yani bir tutam nurun her noktasıyla ilgili olan ve etki eden tümel kuvveler.
Sur tüm manaların aktığı kanal sur olarak tasvir edilmiştir. Tüm manalar bileşimsel nakışlar şeklinde bir tutam nur üzerinde bileşkeler oluştuarak birbirini etkilemeye başladı. İki kanatlı üç dört beş altı ve daha fazla kanatlı yani kuvveli melekler de işte Nur-i Muhammedi olarak bilinen bir tutam nurun içindeki şuleler üzerinde oluştu. Daha çok kuvveli olanlarda mevcuttur. Tüm bu kuvveli melekler, Allah ismi aynasında mutlak zat kendi için seyir oluşturup, tümüne kendisini Allah ismiyle tanıttı.
Kim seyir etti bu oluşumu? “Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet”. Tüm bu yaratılan nakışlarda ve nakışlar üzerimde ortaya çıkan kuvvelerde, nakşının içerik ve pozisyonunu değiştirebilecek hiç bir irade yoktu. Yani hak Teala tarafından yaratılan ne ise, o şekilde yaşama devam ediyordu. Yani özgür bir irade yoktu. Kendilerine verilen işi yapar haldeydi.
Tamamen hepsi “Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet”e bağlı idi. Bu iş onların ibadeti olarak sunuldu. Şim siz güzel tablo çizseniz ve hep siz seyir etseniz, başkasının görmesini istemez misiniz? Elbette istersiniz. Görsün ki ben ne yapmışım.
“Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” İçin mümkün mü bu? Asla… Zira altı tane değişmez sıfatı var. İçi dışı yok. Nasıl olacak bu iş?
Bir çözüm olmalıdır. Evet, Zata “Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” Çözüm bulundu. Hayal içre hayal demiş eskiler âlimler. Örnek vermişler ilim ehlini olaya yaklaştırmak için.
“Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” yedi subuti manayla kendi yaratımını bir tutam nur üzerinde seyir ettiği ve öz zatını tümüne Allah adıyla tanıttığı, kendi seyir mahallinde, kendisine hilafet edecek bir varlık yapıyor. Zaten bu nokta için ayette CEALE fiili kullanılmıştır. Yani bilinç dönüşümünü yaratıyor. Bazısı buradan CEALE fiilini baz alarak, insanların evrimle meydana geldiğini savunurlar. Oysaki buradaki CEALA fili, bilinç dönüşümünden dem vurmaktadır.
Hilafet ne demektir? Avukata vekâlet verdiğinizde avukat adınıza iş yapar olur. Yaptığı her şeyi siz yapmış gibi değerlendirilir. Avukat avukatlığını yaparken sizin vekâletinizle yapar.
Şimdi, Allah insanlardan önce cinleri yaratıyor. Cinler de yarı irade vardır. Tam irade yani tam kapsayıcılık yoktur. İradeli bir varlık olarak beliren cinler hüküm etmeye başlıyorlar. Nasıl var oluyorlar? Tıpkı melek gibi esma bileşkesinin bir tutam nurdaki nari katmanı oluşturan şuleler üzerinde bir araya gelmesiyle oluşurlar.
Ama onların mayalarına sıfatlar da işleniyor. İlim, irade, kudret vs diye bildiğimiz sıfatlar yarı tezahür edecek şekilde cinlere veriliyor. Daha önce var olan ve tüm varlığı yönlendire bilme kuvvesiyle yaratılan meleklerde subuti sıfatlar ile fıtrat değişim kuvvesi verilmeden, Muhammedi nurdan kendilerine ait şuleler üzerinde oluşturulan esma nakışlarla oluşmuşlardı. Kendilerine verilen işi yapıyorlardı. Ama Allah, kendinse halife olacak varlıklara sıfat noktasıyla tecelli etti. Ve fıtratını değiştirme kuvvesine haiz eyledi. Tüm her şey insana verildi.
İşte cinler sıfatları yarı kullanarak İşleme başladı Büyükleri de Azazil isimli idi. Hatta ona, tüm isimleri sıfatlar eşliğinde açığa çıkara bildiği için meleki tavus dahi dendi.
Sonra “Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüvviyet” diledi ki ayna da ki tüm oluşumları tıpkı ayna gibi açığa çıkaran ve ayna karşısında aynayı seyir eden tüm bunları da “Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” Adına yani kendi adına seyir eden, hem de bunun varlığını da aynada var olan mana bileşkeleriyle var edilmiş bir varlık var etsin. Ayrıca bunu da varlığın en kesif yeri olan dünya hamurunda var etsin. Bu durum çok garip geldi.
Melekler ve cinler nasıl olacak bu iş diye Allah’ın bu yaratım planını anlamadılar. Hafızaları almadı. Öncellikle Allah, insanlığın atası olan Âdem’i kudret eliyle var ediyor. Yani atamızı… Tüm isimlerini onun varlığına işliyor. Ve Âdem’e tüm isimler işlendiği için sıfat âleminde ve zat âleminde seyir ediyor tüm melekûtu.
Bu durumu gören tüm melekût ona boyun eğip onun yaptığı tüm terkip isteklerini oluşturmaya başlıyorlar. Boyun eğmek demek, yani Âdem ne istediğiyse hemen onun varlık dünyasından yansıyan şulelerle yeni yeni bileşkeler oluşuyordu. İşte buna secde etmektir denilmektedir.
Nasıl ki Allah adıyla tanıdığımız “Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” in kendini seyir mahallinde Melekût karşı atağa geçmeden boyun eğerek her dileneni açığa çıkarıyorsa, aynen bu yetki insana da veriliyor. İşte B sırrı budur.
Ama şunu unutmayalım “Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüvviyet” İsrafil’in surundan geçirip hayat verdiği tüm müşahede âlemi bir sistem ve düzen üzere var edilmiştir. Bu sistem asla değişmez Buna sünnetullah denmiştir. İşte İnsan tüm dehşet verici kuvveleriyle bu sistem içinde var olmuştur.
Eğer ki kendine verilen kuvveleri sistem ve düzene uygun uygulamazsa, Melekût gene de ona boyun eğerek işlevini yapacaktır. Bu emirdir meleklere. Secde hali devam edecektir. Bu ölüme dek devam eder. Ama Ölümle birlikte Allah’ı tanımayan kendisini ayrı ve özgür ve hatta kendisindeki bu güce muttali olup adeta bir tanrı gibi gören, ölümle birlikte yeni bir melekût üretemez olur. Yani RAHİM ismi ondan alınır.
Dünyada ürettiği ve kendisini içine hapsettiği melekûtlar ona cehennem de zebani olurlar. Yani ateşini dünyada üretir ve oraya gider Kimse asla zulüm etmez. Etme görme dünyası derler ya… DÜNYA sınav yeri olduğu için RAHMAN VE RAHİM isimleri ölüme dek alınmaz. Zaten Besmeleyi onun için her işe başlarken okuruz. Deriz ki bendeki güç benim değildir. Rahman ve Rahimden yansıyor.
Sahiplenen işte ölümle birlikte Rahim den mahrum kalır. İşte B sırrı budur. Cinler sıfat âlemine kadar yükselebilirler. Ama insanlar zat ile seyir edebilirler. Zat ile seyre miracı denmiştir ve zat adına işte Kabı kavseyn budur.
İşte bu haller anlatılır ki zikir ve tefekkür ile miraç tamamlansın. Eğer bu haller hiç anlatılmasa idi, nerden bilecektik. Yer içer çiftleşir, çiftlikte yaşar ve geçer giderdik azâb yerine.
Tüm âlemler onun bir avuç nuru. Daha açığa çıkarmadığı nice nurlar vardır. O yüzden de kimseye Allah denmez. Ama Allahtan denir. Ben Allahım diyecek Deccal ve avaneleri. Dikkat edin ve öyle diyenlerden uzak durun. Ahir Zaman ve Deccal üremeleri hayli vardır.
Kendine Mehdi diyen var Hatta İsa diyen var Resul diyen dahi vardır. Her kim kendini bir şey sanırsa, O boş davuldur. Fenafillâha eren zaten utanır laf etmekten. Allah nuru karşısında titrer, kalbi güm güm atar. İşte mutlak zata ulaşma yoktur ama onun adına seyir vardır.
Şu konuya da değinelim olayın bütünlüğü bakımından. Cüz-i irade külli iradenin kişiye göre kişiden her kişinin kapasitesine göre, bir şule nur üzerine işlenen esma bileşkesinin tezahürüdür. Asla külli iradeden ayrı bir şey değildir. Yani cüz-i iraden yaptığın amellerle genişledikçe, senden oluşan tezahürde ayrılaşır. Tabi bu, bir tutam nurun içeriğine yansıyan ile ilkişkili olanı için böyledir. Yoksa Allahın mutlak iradesi ile ilişkili olan iradeden değildir. Çünkü Allah mutlak irade sahibi olarak hem insanı hem de iradesini yoktan var edendir.
Rububiyet alanımızı genişletme yeteneğiniz vardır. Sen fıtratını genişlettirirsen, HU nun sende tezahürü yükselir. Seyir alanın genişler. Bunu fark edemediğimiz için kilitleniyoruz. Daha doğru kısır döngüde dolanan kişinin boynuna tanrılık inancı kişiyi kilitliyor. Ta derunumuza kadar işlenmiş şartlanmışlık bizi geri bırakıyor. Oysaki Allah’ı rububiyetiyle, melikiyetiyle ve ulûhiyetiyle tanıdıkça, zincirlerimize vurulan kilitler tek tek açılıyor.
İşte temizlik yapmadığımız için de bozuk plak gibi takılıyoruz. Sonuçta elimizde bir irade vardır. Bunu sonuna kadar kullanarak şeytana aldanmadan çalışmalıyız. Ve deme elimde bir şey yok. Allah seni halife yapmış. Daha ne istersin. Bu halifelik olayını iyi kavramamız gerekir. Bu da RAB isminin kavranmasıyla oluşuyor. Nasibimizi inşallah genişletelim. Ve mutlu olalım…