“Ölmeden önce ölünüz.” hadisi Şerif… kişinin kalbine mutlak inancı koyan aslında burada bahsedilen ölümdür. Zira kişi nefsani vehimlerini yok ettiği yani öldürdüğü kadar, içsel fonksiyonları dirilmeye başlar.
Dolayısıyla bu hadisi şerif çok yönlü değerlendirilebilir. Zira her hadisi şerif, birçok makamdan insanlığa hitap eder.
Bu hadisi Şeriften “Ölüm gelip çatmadan evvel, haram dönük olan şehvani arzularınızı ve günaha götürücü olan nefsanî hislerinizi terk etmek suretiyle bir nevi ölünüz.” içeriğini anlayabildiğimiz gibi, ölmeden önce bedensel (ZAN) veya ZEN’sel varlığınızın ölümlüğünü idrak ediniz şeklinde de düşünülebilir.
İşte ey kul, sen öldükten sonra yazmaya ve anlatmaya başladın ki, daha önce hep isyandaydın. Ki bu halin dahi uyanıklık değil, sekr halidir.
Nedir bu ya… Ölmemiş kişilere ölmüşlerin halini anlatıp durursun. Sen en iyisi ölümün yolunu anlat, ölülerin halini anlatma. Yoksa senin kâr bırak bir tarafa, zerre kadar faydan olmayacaktır.
Ey nefsim; inançla dolu olman yetmez, inancın Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz ile uyumlu olması gerekir ki ölümün marifeti içine doğsun.
Yoksa dünyada güçlü olabilirsin ama dünya ötesinde kurtulamazsın. Yani bedensel dürtüler uğrunda güç elde edersin de, ruhsal fonksiyonlarını diriltemezsin.
İnançsız bir insan yoktur. En ilkelinden en gelişmişine… En ateistinden en dinlisine… Her biri ayrı bir tür inanır ve inancından kuvvet alır. Öylece içsel dünyasını, dışsal dünyada inşa eder.
İnançsız, ölmeden kendisini kabre gömme inancıyla dolandır. O dahi bir inançtır. Az tefekkür et, inancını sağlam et. Öylece yaşam alanını kendine cennet eyle.
Kişiyi hedefine ulaştıran inancıdır. Hak veya batıl… İkisi de inançla şekillenir.
İnanç kişiliktir. İnanç yaşamdır. İnanç varlığın ta kendisidir. Kendine inanmayan kişi zaten yoktur. Varsa inanç ehli olduğu için vardır.
Akli inançla yaşayanın sonu kesik iken, gabya inanç ederek yaşayanlar, sonsuz deryaları üzerine akıtır.
İşte tümü, ölmeden önce ölmekle gerçekleşir.