Lahut âlemi; vecihten yansıyan nurun, üzerine tutunduğu ve tüm nurun üzerine işlenildiği, isimsiz ve resimsiz hem alansız ve mekânsız olan, hatta hatta olansız olan ve ol emrinin üzerine çizildiği şu anki değerlendirmelerimize göre, mutlak ortamsızlık olarak anlaya biliriz.
Bunun ötesinde bir tanımın yapılmasının mümkün olmadığı kanısındayım.
99 esma zatına bakan yönü ile mutlak olarak her biri sıfatlanmış ve nuruna bakan yönü ile de o esmalar ile tanıtılan sıfatlar doğrultusunda nuruna şekil veren ve yaratımını meydana getiren mutlak zatın ne aynısı ne de gayrısı olan kendi özellikleridir.
Allahın özellikleri, yani mutlak zat kendisine Allah derken, aslında o isimler ile muttasıf olduğunu beyan eder. Çünkü tüm isimler Allaha racidir. Yani Allah kelimesinin içeriğini açıklar.
Bildiğimiz 99 esma ve daha bilemediğimiz sayısız esmalar ile tanıtılan kuvveler yaratılmamış olup, her biri mutlak zatın öz sıfatlarıdır. Dilerse bu sıfatları kullanır, dilerse de kullanmaz.
Esma-i hüsna, her biri bir sıfat olarak mutlak zata ait özellikler yani vasıflardır. Buna Allah boyası da denilmektedir.
İşte yaratımını o sıfatlarla lahut alemi üzerine nakşederek meydana getirdiği her bir özelliğini, esmalar ile bize tanıtılarak ve Allah ismiyle de bizzat kendisini bize mutlak olarak isimlendirerek tanıtmıştır.
İşte Esma-i hüsna, mutlak zatın ayrı ayrı özelliklerle yaratım yapabilme özelliklerine verilen isimlerdir. Yani mutlak zat diyor ki, ben bu özelliklerle yaratımımı yaparım. Beni Allah olarak tanıyın ve bilin ki Allah olarak tanıdığınız ben, bu özelliklerle yaratımımı yaparım.
Sizleri de bu yaratım yaptığım özelliklerimle yarattım. Bu özellikler benim yaratım oluşturma özelliklerimdir. Ama ben bu özelliklerin aynısı değilim. Bu özelliklerin tümü benimdir. Yaratım ve oluşturma yapmak için, nurumu bu özelliklerle bezediğim özelliklerimdir.
Sakın demeyin mutlak zat bu özelliklerin aynısıdır. Ama sakın demeyin bu özellikler, mutlak zat kendinden kendine nurunu seyrederken, mutlak zatın seyrini oluşturmak için ortaya koyduğu özellikleri değildir veya mahluktur.
O yüzden de kelam ilmiyle uğraşanlar, NE AYNIDIR NE DE GAYRIDIR demişlerdir. Yani mutlak zat nurunu serdederken bu özellikleri kullanmış, belki öyle özellikler ile de yaratabilir ki, o özelliklerinden hiç bahsetmemiştir bile…
Yani esmalarla tanıttığı özellikler, onun öz oluşturma özellikleridir ki, asla yaratılmamışlardır. Özellikleri yaratmamış, özellikler zaten onun özellikleridir. Özelliğini yarattı demek abes olur ve gerçeği yansıtmaz.
Örneğin siz görüyorsunuz, bu görme özelliği ile bakıyorsunuz. Siz bu görme özelliğini, isterseniz gözünüzü kapatır ve kendinizde gizlersiniz. İsterseniz gözünüzü açıp bakarsınız. Şimdi bakma isteği olunca, kendinizde görme yaratmıyorsunuz. Zaten gören gözünüz var. Ama isterseniz kullanırsınız, isterseniz kullanmazsınız. Kullanıp kullanmamakta da özgürsünüz. İşte aynı bu olay diğer tüm özelliklerimiz için geçerlidir.
Yani esmalarla anılan özelliklerini yaratmamış, zaten onun özelliği, isterse kullanır, isterse kullanmaz. Kullanmaya da mecbur değildir. Kullanmamaya da mecbur değildir. Her tasarımını bu özelliklerle tasarlar ve yaratır
Bizde nakşın yoğunluğu kadar, bezeme sözkonusudur. Ve bu esmalarla anlatılan özellikler hiçbir zaman kaybolmaz. Mutlak olarak, mutlak zatın öz sıfatlarıdır.
Ama nasıl ki görme olayında, görmek bizim özelliğimiz iken ama biz olmuyorsak ve kendi öz benliğimiz ve zatımız ayrı ise, ama görmek bizim bir vasfımızsa, aynen öyle de tüm özellikler kendisini bize Allah olarak tanıtan zatın özellikleridir ama zatı değildir.
Ama bizim olayı anlamak için oluşturduğumuz kavramlar ve örneklemeler olayı anladıkça, olayı anlamak için verilen örneklerin basitliği anlaşılacak ve tebessüm oluşacaktır.
Allah muhalefetin lil havadis zati özelliği ile, kesret alemindeki bizde oluşturduğu özelliklere onun özellikleri asla benzemez.
Çünkü bizim özelliklerimiz yaratılmış ve kayıtlı iken, onun mutlak olarak tüm özellikleri hududsuz ve yaratımsızdır.