En büyük makam olan risalet makamından en altı olan salihler makamına tüm makamlar, kişi ile rabbul âlemin arasındaki münasebet kademelerini resmeder.
Her makamın asli sahibi vardır. Ama bunun dışında da her bir makamla komşuluk söz konusudur. Kişi hangi bilinç noktasını kendisinde resmederse, o makamın sahibi ile iletişime geçer.
Örneğin; kişi tüm fiil ve davranışlarında doğru kalarak sıdıklardan yazıldığında, artık peygamberlik makamından sonraki en büyük ikinci makam olan sıddıkiyet makamının sahibi ile komşu olur. O makamın sahibinin gölgesi altıda hissiyatlar kendisinde oluşur.
Her makama komşuluk her kul için mümkündür. Ama her makamın asli sahibi bir kişi olup gayri o makama bizzat oturamaz.
Örneğin peygambere komşuluktan bahsedilir. Ama peygamberlik makamına oturmaktan asla basedilemez.
Asli makamın sahibi zaten o makam için yaratıldığı için, o makamdan asla aşağı düşmez. Çünkü zaten o makam, o kişi var edilmişti.
Ama herhangi bir makama yapmış olduğu amelle komşu olan kişi, o makamın komşuluğundan, eğer ki gerekli olan amelden imtina ederse, tekrar geri iner. Çünkü makamın sahibi değil, o makama yaklaşan kişidir.
İnsanlara yaptığımız iyilikler Sıddıkiyet makamından ışıltılar olarak sunulur. Ama sadece iyilikler bu makamla sınırlı değildir. Tüm makam sahipleri, kendi makamının içeriğine göre iyilik yapar.
İnfak konusundaki cömertliklerine dair işte bir iki örnek verelim;
Bir sefer hazırlığında Hz. Ömer (ra) malının yarısını getirip Hz. Resulullah (sav)’a teslim edip tasaddukta bulundu. Hz. Resulullah (sav): ‘Ey Ömer! Ehlin için geride ne bıraktın?’ buyurdu. Dedi ki: ‘Onlara malımın yarısını bıraktım.’
Biraz sonra Hz. Ebu Bekir (ra) ise bütün malını getirip Hz. Resulullah (sav)’a teslim etti. Hz. Resulullah (sav) buyurdu ki: ‘Ey Eba Bekir! Ehlin için geride ne bıraktın?’ Dedi ki: ‘Allah ve Resulünün va’dini bıraktım.’ Ömer (ra) ağlayarak dedi ki: ‘Anam babam sana feda olsun ey Eba Bekir! Vallahi, Yarıştığımız hiçbir hayır yoktur ki, sen bizi geçmiş olmayasın!”
Abdullah b. Ömer (ra)’den rivayet edildiğine göre dedi ki: “Biz Hz. Resulullah (sav)’ın yanında oturuyorduk, Ebu Bekir (ra) de Onun yanında idi. Hz. Ebu Bekir (ra)’in üzerinde göğüs kısmı yırtık bir âba vardı. İşte tam o esnada Cebrail (as) indi, Allah (cc)’ın selamını Ona (Resulullah’a) iletti ve dedi ki: ‘Ey Muhammed! Ne oldu ki, ben Ebu Bekir’in üzerindeki âbanın göğüs kısmının yırtık olduğunu görüyorum?’ Hz. Resulullah (sav) buyurdu ki: ‘Ey Cibril! Fetihten önce malını infak ederek bana teslim etti.’ Cebrail (as) dedi ki: ‘Allah Sübhanehu ve Tealanın selamını Ona ilet ve Ona de ki: Rabbin senin için buyurdu ki: Sen, şu an içinde bulunduğun fakirlikten dolayı benden razı mısın, yoksa kızgın mısın?’ Hz. Resulullah (sav) Hz. Ebu Bekir (ra)’e yöneldi ve buyurdu ki: ‘Ey Eba Bekir! Bu gelen Cibril’dir, Allah Sübhanehu’den sana selam getirmiş ve Rabbin senin için buyuruyor ki: ‘Şu an içinde bulunduğun fakirlikten dolayı benden razı mısın, yoksa kızgın mısın?’ Hz. Ebu Bekir (ra) ağlayarak dedi ki: ‘Ben Rabbimden razıyım, ben Rabbimden razıyım.”
İşte görüldüğü gibi her makam sahibinin ayrı bir tasadduk etme kabiliyeti mevcuttur.
Tüm bu yapılan eylemler, esmaların bizde yaptığı dokumanın açılımı şeklinde zuhur eder. Bu açılım ise, teslimiyet oranında şekillenir. Zira teslimiyet, kişi rabbi arasındaki akıntıyı açan en büyük eylemdir.
Rabbinin cemaline yapılan en büyük teslimiyetle, kişi mutlak ilimle irtibata geçer. Öylece kalbi ledünni ilimle dolup taşar.
Örneğin; birisi hata yaptığında veya insanlara yaptığımız “emri bil maruf ve nehyi anil münker”in tüm sunumu, risalet makamına komşuluğun gölgesinin üzerimize düşmesiyle gerçekleşir.
Sıddıkiyet makamı ise mutlak teslimiyet ve ayıklığın en zinde olduğu insanlık makamıdır. Bu makamın asli sahibi Hz. Ebubekir ra dır.
Ama şahadet makamı ise, sınırsız olarak insanlığa açık olup, o makama her bir iman ehli yükselebilir.
Zaten onun için de; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin gibi ümmetin güzide neferleri, hep şehit edilerek asli makam olan şahadet makamına yükselmişlerdir.
Aynen bunun gibi diğer makam sahipleri de sabittirler. Örneğin Hızıriyet makamı Hz. Hz. Hızır aleyhisselama ait olup, tüm çareleri tükenen insan, direk bu makamla hanir neşir olup, hiç ummadığı yerden kendisine adeta görünmez bir elin uzatıldığına şahit olur.
Evet her makam gibi Hızıriyet makamı da mutlak sahibine aittir. Ama o makama da komşuluk mevzu bahistir.
İşte kişide ortaya çıkan tüm hallerin makamlar ve esmaların kişide oluşturduğu dokumanın kıvamına göre cereyan eder.
Örneğin birine “Hızır gibi yetiştin” dendiğinde, aslında Hızır gibi yetişenden çok, Hızır ile buluşmaya müsait bir vaziyet oluştuğu için, kendi elinden tutulmuştur.
İşte biz kullar sıkışan o kişiye, ruh dünyamız teslimiyet babında hazır bir pozisyon aldığından, Hızıriyet makamının gölgesi üzerimize düştüğünden, mutlak bilinç bizi o yöne doğru kanalize eylemiştir.
İşte tümü rububiyet alanımızı dokuyan ve bizde şululeri açığa çıkan O Esma mertebesinin tezahürü ile gerçekleşir. Çünkü rububiyet alanımızı, direk esma dokumaları oluşturur.
İşte bu tezahürle bizdeki dokumanın makamlara olan komşuluğun şiddetine göre mutlak bilinçle her an senkronize halinde olan makamlardan alınan akıntı ile mi gerçekleşir.