Biz insanlar, Allah’ın severek ve çok özel bir donanımla yarattığı özel kullarız. Yaratılışımız tesadüfi değil tümüyle tevafukidir. Tüm yaratılmışlarla içiçeyiz ve tam bir uyum içindeyiz. Bitkisiyle hayvanıyla doğasıyla tam bir ahenk taşımaktayız. Bu ahenkle bütünleştiğimiz kadar da mutluluk hissederiz. Ahenkten uzaklaştığımız kadar da, mutluluktan uzaklaşırız.
İçinde bulunduğumuz dünya üzerinde var edilen mahlukata baktığımızda, yaratımın sahip olduğu tevafuku kolaylıkla görürüz. Bu tevafukun içinde yerimizi seyreder, öylece bizi yaratan mutlak kuderete bakıp kendi varlığımızın mükemmeliyetine ereriz.
Yeryüzünde bir ahengin olduğunu ve tüm yaratılmışlar arasında bir tamalayıcılık özelliğinin olduğunu kolaylıkla temaşa ederiz. Bu temaşa ile yüce yaratcının sanatını seyreder, onun sanatının nakşının içinde, onun isimlerinin dokunuşunun güzelliğini seyrederiz.
Tüm yaratılmışlar içinde insanın konumunun çok daha özel olduğunun farkına varırız. İnsanın sahip olduğu meziyetlerin hiçbir yaratılmışta olmadığının farkındalığını seyir ederiz. Bu seyirle özümüze uzanan bir derinliği keşfeder, bu derinlikle bizde Allah’a uzanan gizli bir bağın olduğunu fark ederiz. Öylece içten içe derişenleşerek duaya dalar ve daldıkça kalbimizin daha da derinleştiğinin farkına ereriz.
Bu fark edişle beraber rabbimizle ünsiyet peyda etmeye daha da yakınlaşırız. Bu yakınlaşmayla beraber bir mes’uliyetle donatıldığımızın farkına varırız. Bu bu seyirle beraber insanın konumunun genişliğindeki mes’uliyetinin büyüklüğünü de görmeye başlarız. Zira tüm yaratılmışların aksine, insanın bir iradeye sahip olarak yaratıldığını fark ederiz. İradesinin kullanım alanının genişliğini seyreder ve bunu yerli yerince kullanmaya azmederiz.
Çünkü bu farkındalıkla beraber insanın iradesini çok yönlü kullanabileceğini fark ederiz. İşte bu noktada vicdanımız bize hakem olmaya başlayacaktır. Zira insanın vicdanı her zaman doğruyu insana telkin eder. Bu telkini dinlemeye karar veririz. Ayrıca bu telkini destekleyen ilahi vahye bakmaya başlarız. Çünkü temiz bir vicdanle baktığımızda, ilahi vahiyle vizdanımızın sesinin aynı olduğunu farkederiz.
Her ne kadar vizdanımızla ilahi vahyin aynı olduğunu tesbit etsek de, bizde bir nefsin olduğunu fark ederiz. Nefsimiz, yüklenen mevki itibariyle vicdanının sesini kısıp kendi menfaatına uygun kararlar vererek diğer insanların hakkına girme kabiliyetinin de olduğunun farkına varırız. Bu durumda nefsin yanlış isteklerine doğru kaymamak için, bazı hususlar aklın sınırırnın dışında da kalsa, ilahi vahye tam teslim olarak vicdanımızı yönlendirerek, vicdanın yaratılış yörüngesinde kalmasına dönük irademizi aktif ederiz.
Çünkü insan vicdanının sesini bastırıp nefsinin isteklerini ön plana çıkarabilecek kudrettedir. Bu kudreti ona Allah vermiştir. Çünkü bu kuderetle insan, dünya yaşamının değerini keşfeder. Keşfinde yükseldiği kadar da insanlığının hakikatine müttali olamaya başlar. Bu şekilde hakikatine müttali olmakla özünün temel yaratılımını keşfeder.
Bu keşiften uzaklaştığı kadar da vicdanının sesini bastırmaya ve kendisini müstağni görüp yaratılmışlar üzerinde tahakküm etmeye başlar. Zaten insanın değerini, vicdanının sesini dinleyip dinlememek ortaya çıkarır. Vicdanının sesini vahye göre ayarladığında ise, artık emniyette olacaktır. Artık hak üzere hakikati hissetmeye başlayacaktır.
İnsan, vicdanına uygun olan yaratılış fıtratını kendisine sunan ilahi vahye kulak verdiğinde, zaten vicdanı rahat olacak, yoksa vicdanı içten içe gelen fıtrat sesini bastıracak ve bencilliğini üste çıkarıp hakka ve hukuka tecavüz etmeye başlayacaktır. Bu tecavüz kadar da insanlığını terk edecek ve öylece yaratılan diğer mahlukattan aşağı düşmeye başlayacaktır.
Çünkü herbir yaratılan, yaratım fıtratını izler ve bu fıtratın dışına çıkamaz. Ama insan, kendisine yüklenen üstün meziyetlerle, yaratım fıtratını bozup aşağılara sarkabilen bir hüviyetle yaratılmıştır.
İnsan, yaratım fıtratını terk edip hakka ve hukuka riayet etmediği oranda, hakikatten ve dolayısıyla hakikatinden uzaklaşacaktır. Bu uzaklık kadar da nefsine yabancılaşacaktır. Nefsine yabacılaştığı kadar da rabbinden uzağa düşecektir. Zira kişi nefsini tanıdığı kadar rabbini tanıyacak, rabbini tanıdığı kadar da Allah’a yaklaşacaktır.
Kişi Allah’a yaklaştığı kadar kalbi huzur bulacak ve ruhu öylece sonsuzluğa doğru bakacaktır. Ruhu sonsuzluğa baktığı kadar da, dünyada mutlu olacak ve ahirette rahata kavuşacaktır. Rahata kavuştuğu oranda da Allah’ın cemalını seyredecek ve sonsuz özgürlüğe kavuşacaktır.