KUANTUM İLE TASAVVUF

Konuya Nur suresinin 35. Ayeti ile Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden rivayet edilen ve halk arasında meşhur olan, şu hadisi şerif ile başlayalım.

Allah mutlak nurunu veçhinden yansıttı. Veçhinden yansıttığı nuruyla hudutsuz bir eda ile ve kendinden kendine diyebileceğimiz bir tarz ile kendi seyrini oluşturdu. İşte bu nurdan “nurun ala nur” diye Nur suresinin 35. Ayeti bahseder.

Ayete kulak verelim: “Allah’ın nurudur gökler ve yer. O’nun nurunun misali, içinde fitil bulunan bir lamba benzeridir; lamba da bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki; doğuya da batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından tutuşturulmuş neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. Nur üstüne nur… Kim dilerse Allah’tan nuruna ermeyi, Allah onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi Bilendir”

Bir rivayette Hz. Cabir anlatıyor:

– Ey Allah’ın Resulü! Anam babam sana feda olsun, Allah’ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz, diye sordum. Şöyle buyurdu:

“Ey Cabir! Her şeyden önce Allah’ın ilk yarattığı şey senin peygamberinin nurudur. O nur, Allah’ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne ateş / cehennem vardı. Ne melek, ne gök, ne yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı.”

“Allah mahlukları yaratmak istediği vakit, bu nuru dört parçaya ayırdı. Birinci parçasından kalemi, ikinci parçasından Levhi (Levh-i Mahfuz), üçüncü parçasından Arş’ı yarattı.”

“Dördüncü parçayı ayrıca dört parçaya böldü: Birinci parçadan Hamele-i Arşı (Arşın taşıyıcılarını), ikinci parçadan Kürsi’yi, üçüncü parçadan diğer melekleri yarattı.”

“Dördüncü kısmı tekrar dört parçaya böldü: Birinci parçadan gökleri, ikinci parçadan yerleri, üçüncü parçadan cennet ve cehennemi yarattı.”

“Sonra dördüncü parçayı yine dörde böldü: Birinci parçadan müminlerin basiret nurunu / iman şuurunu, ikinci parçadan -mârifetullahtan ibaret olan- kalplerinin nurunu, üçüncü parçadan tevhitten ibaret olan ünsiyet nurunu yarattı.” (Aclunî, I/265-266).

Halk arasında hadis olarak bilinen rivayetlerin, hadis olup olmadığını tahlil etmek üzere meşhur eser olan Keşfü’l Hafa’yı kaleme alan Aclunî ra, bu hadisin rivayetini hiç eleştirmemesi göz önünde bulundurulması gereken en önemli bir noktadır. Zira zayıf olduğunu kanısına varsaydı, kesinlikle hazırladığı hadis kitabında bu hadisi eleştirirdi.

Ayetten ve hadisi şeriften anlaşıldığı üzere bir tutam Nur oluşturulduktan sonra, bölümlere ayrılıyor. Önce bir tutam nur oluşturulmuş, sonra da ondan var edilenler oluşturulmuştur. İşte bürünme, Nuri Muhammedi olarak sunulan nurun bürünüşüdür. Yoksa hâşâ Allah’ın bürünüşü değildir.

Allah, subhaneHU ve tealadır. Buradaki HU, tüm yaratılmışlara ve hatta Nuri Muhammediyeye bile racidir. Yani Allah, mutlak vücut ve benlik sahibi olarak yaratım alanına koyduğu her bir yaratılmıştan münezzehtir. Nuri Muhammedi ise, Allah nurundan alınmış bir tutam nurdur. Bu bir tutam nurun yoğunluğu düşürülmüş ve kayıtlamıştır.

Allah’ın nuru ise, veçhinden veçhine yansır. Bunun dışında hiçbir tabir yapılamaz. Çünkü misli dengi benzeri yoktur. İşte tekvin ile yaratım alanına giren her bir varlık, varlığını Nuri Muhammediden almıştır. Bu nurun tüm varlıkları var etmesi anlamında bürünüm, sarınım veya başka isimler ile işaret edilebilir.

Bu nuru seyreden bazı kişiler, kendinden geçmiş ve bu nuru Allah zannetmişler. Bu nuru seyreden biri, cübbemin içinde Allahtan başkası yok demiştir. Başka başka kişiler, başka başka tabirler kullanmışlardır.  Oysaki yanılmışlardır. Ama cezbe halinde dediklerinden, inşallah affedilirler.

Bu nur, Allah olmayıp, Allahın nurundan bir tutamıyla yarattığı veya var ettiği veya halk ettiği veya meydana getirdiği, yani hangi isimle anarsan an, daha önce mutlak nurunda yokken, kudretiyle sınırını belirlediği Nuri Muhammedi yani övülmüş nurdur.

Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz, Nuri Muhammediyeye tam aynalık veya tam mekânlık yaptığı için de, adı MUHAMMED sav oldu. Yaptığımız salâvatlar, HZ. MUHAMMED sav üzerinden kendimize, salâvatın içeriğine göre, o narin nuru kendimize doğru kanalize etmek içindir. Çünkü insanın her sözü mukaddestir. Dolaysıyla şaka bile olsa, olumsuz veya yalan konuşmaması gerekir. Zira kendisi için sonucu hâsıl olur.

İnsan sadece Allah’ın bir mahlûkudur. Kendi Rububiyet alanının elbisesidir. Rububiyet alanının dayandığı alan ise, Allah esmaları ile isimlenen Allah’ın nurunun içeriği ile kendi levhini/ferşini dokuduğu kadarıdır.

Allah, hiçbir lisana ve libasa sığmaz. Aksine tüm lisanlar ve libaslar ona boyun eğmiştir.  Her libastaki mana, Allah dileğinin tecellisi kadarıdır.  Her bir varlık, kendi Rububiyet alanının elbisesiyle giydiği kabın rengi ile süslenir. Öylece gizli hazine seyredilir.

Varlık âleminden biri olan ferş, katmanlar şeklinde var edilmiştir. Varlık planında yer alan levh/ferş, özden bize kadar katman katmandır. Nüzul özden kabuğa doğru olur. Rücu ise kabuktan öze doğru olur. Tüm varlığın en deruni boyutu sudur.

Bu su ayrı sudur, bildiğimiz su değildir. Bu su tüm varlıkların ondan yaratıldığı ana cevher olan sudur. Bu dahi nur olup, nurun kalıplaşarak varlıklara hayatiyet ulaştırmasıyladır.

Şu an içtiğimiz su, o suyun toprak boyutuna uyarlandığı ve varlığını kendi öz cevheri olan ve ismi azamı ise HAYY olan esmanın dokumasından alan toprak boyutun yaşam azığıdır. Bir üst boyutu nuri boyut yani meleki boyuttur. Bu boyutun içeriği varlığın temel taşı olan on sekiz bin âlem olarak tasvir edilen âlemdir. Tümü kedi boyutlarına göre nurun evrelerini taşır ki, tümünün dayanağı Allah’ın melekûtudur. Tüm melekutun emri de Allah’ın elindedir.

Melekuti katmanın yoğunlaşmış hal alan ve bir üstü olan nari boyut yani şeytaniyetin de kullandığı boyut yer alır. Tüm cinler dahi buranın hamurundan yaratılmış olup tümüyle algı dünyamızın ötesinde olan mahlûklardır. İşte bu boyut bizim öteye yani on sekiz bin âleme geçip seyre geçmemizi engelleyen çittir.

İşte günümüzün pozitif biliminde kullanılan ölçüm araçlarıyla tespit edildiği söylenilen ve adına kuantum denilen alan, bu nari katmanın en üst seviyesi olan ve kesifle iç içe olan sınır olarak tasvir edilebilir. İnsan bu sınırdan öteyle iletişime geçtiğinde, maneviyat denilen hususları bilinç dünyasına açar. İşte ötesi, nari ve sonrasında nuri katmanlara kapı aralanır.

Sınav olarak önümüze serilen tüm oluşlar ve sınavımızın geçişi için önümüze konulan gerekli şeyleri gözümüze sıkıcı, sınavı kaybetmek için gerekli şeyleri sevgili gösteren ve aslında geçilmesi çok kolay olan ama şaşırtıcı olan tabaka bu nari boyut tabakasıdır.

Çünkü insan nefsi, gözünü et kemik beden ve nari katmanın sıcaklığı içinde açmıştır. Kendisini aklı ile bu katmanlardan arındırması ise, muhaldir. Onun için de nari katmandan kurtulmak için iman ve teslimiyet şarttır. Zira aklı ile nari katmanı geçen olmamıştır.

İşte nari katmanın oluşturduğu hararet ve sıcaklığından dolayı birçok cin ve insan bu tabakada asılı kalmıştır. Bu tabakada asılı kalan kişi ise, bunun ahrette zahiren tecelli edeceği cehennem katmanı içinde kayıtlı bırakır.

Bu tabakaya kendini adayan insan ve cinler, meleki boyuta yolculuk edenlerin baş düşmanıdır. Bir üstü toprak boyut yani zahiren bilinen ve bizimde içinde olduğumuz boyuttur. İşte günaha dalındığında, nari boyut faal olur.

İnsanın insaniyet kimyasının bozulması için, yani insanı kâmil olan hakikatimizden bizi engellemek için, bize sürekli vesvese veren cin ve insanların yönlendirdiği fikir okları, yani vesvese olarak kişiye ulaşan kişiliğin aura frekansları, insanı melekuti boyuttan mahrum eder.

O yüzden de arkadaş ve dostumuzun haramdan sakınan insanlardan seçmemiz çok önemlidir. Çünkü yanımızda veya hayalimizde olarak yanımızda olanların aura frekansları istesek de istemesek de bizi etkilemektedir. Nari katmanın esiri olan o boyut itibarıyla faal olup vesvese veren varlıklardan sakınıp gerekli tedbiri almak zorundayız.

İslam dini adı altında bize sunulan düzende haram kılınan her olgu, bizi nari katmandan korumak amaçlıdır. Her işlenen günah sonucu, o günah hangi organımız ile zuhur etmiş ise, o organımız nari katmana bürünür. Ve günahı işlemek için hep sabırsızlanır.

Her farz edilen amel ise insanı meleki boyut ile irtibatlandırıp nari boyutu devre dışı etmek içindir. Yerinde ve düzenli yapılan esma zikri ise, öz cevherimiz ile iletişime geçip, nari katmanın ötesinde insanı kâmilin bürünüş hali olan derun ile irtibatta olup hiçbir varlığın fikir oklarından yani vesvesesinden etkilenmemeye dönüktür. Direk kişiden rabbe dönük mekanizmayı hareketle artık bambaşka bir kişiliğe bürünme nasip eder. Bu da kişiye dünya ve ahret mutluluğunu nasip eder.

Bu önemli ve kısa bilgilerden sonra kuantumun ne olduğuna bakalım. Bilim dünyası kuantumu şu şekilde izah vermişlerdir.

Kuantum mekaniği veya Kuantum fiziği atom altı parçacıkları inceleyen bilim dalıdır. Bu parçacıklara kuanta adı verilir elektron, foton, kuark gibi parçacıklar kuantalara örnektir. “Nicem mekaniği” veya “dalga mekaniği” adlarıyla da anılır. Kuantum mekaniği, moleküllerin, atomların ve bunları meydana getiren elektron, proton, nötron, kuark, gluon gibi parçacıkların özelliklerini açıklamaya çalışır. Çalışma alanı, parçacıkların birbirleriyle ve ışık, x ışını, gama ışını gibi elektromanyetik radyasyonlarla olan etkileşimlerini de kapsar.

Belirli enerji seviyelerinde (aşağıya doğru artarak: n=1,2,3,…) ve açısal momentum’lardaki (sağa doğru artarak: s, p, d,…) bir hidrojen atomu elektronunun dalga fonksiyonları. Daha parlak olan bölgeler elektronun pozisyonu için daha yüksek olasılık genliğine işaret ediyor.

Kuantum, Latince ‘quantus’ (ne kadar, ne büyüklükte) sözcüğünden gelir ve kuramın belirli fiziksel nicelikler için kullandığı kesikli birimlere gönderme yapar. Mekanik, Latince ‘mechanicus’ (makinelere ait veya yaratıcı) sözcüğünden gelir. Kuantum mekaniğinin temelleri 20. yüzyılın ilk yarısında Max Planck, Albert Einstein, Niels Bohr, Werner Heisenberg, Erwin Schrödinger, Max Born, John von Neumann, Paul Dirac, Wolfgang Pauli gibi bilim insanlarınca atılmıştır. Belirsizlik ilkesi, anti madde, Planck sabiti, kara cisim ışınımı, dalga kuramı, Kuantum alan kuramı gibi kavram ve kuramlar bu alanda geliştirilmiş ve klasik fiziğin sarsılmasına ve değiştirilmesine sebep olmuştur.

Bu kısa tanımlamanın gerçeklikle alakasının olup olmaması elbette tartışılır. Ama buna mana ilmi adı verilirse, işte orda dur denilir. Çünkü mana ilminin daha ne olduğunu ilmeyenler, gördükleri her bilgi kırıntısına hemen sarılıp onu gerçek addederler. Onun için de buna saçma sapan kuantum fiziği dedik. Zira bunun manevi ilmin gerçeği ile ve gerçek yaşam ile zerre ilgisi yoktur.

Bunun gerçekten görsel tespiti zaten yapılamamıştır. Daha atomun orijinal fotosunu dahi çekmekte aciz olan bilim, atom altı parçacıkları seyredemez. Seyretmekten ziyade ölçüm yaptıklarını derler. Sonra da bunu bilgisayar ile görselleştiriyoruz diyorlar. Ölçümle vs bu kadar önemli bir iş elbette yutturulamaz. Arkasındaki oyun fark edilir. Tüm oyun manayı maddeye hapsetmek.

Oysaki maddeyi mana yönetir. Düşünsenize, faraza kuantum fiziği, string teorisi doğru, o zaman bu teorilerden yola çıkarak maddenin kendisinin kendi kendini yönettiği anlamına gelir ki, bu da muhaldir. Zira maddeydi mana yönetir. Nasıl ki madde bedenimizi bir ruh yönetir aynen öyle de, her bir maddeyi bir ruh yönetir. İşte o ruha RUHU-L KUDUS denilmiştir.

Ruha inanmayan bilim, madde altına indiğini ve madde altının zaten maddeyi yönettiğini ve oradan tümel bir varlık addedip onun da tanrı olabileceği üzerinde durur. İşte bu düşünce eskiden de vardı ki, onun adı pantesitlikti. Panteizm ya da tüm tanrıcılık, her şeyi kapsayan içkin bir Tanrı’nın, Evren’in ya da doğanın Tanrı ile aynı olduğu görüşüdür.

Panteistler kişileştirilmiş ya da insan biçimcilik ve insanî niteliklerin başka bir varlığa atfedilmesi bilinciyle yaşayıp aşkın bir tanrıya inanmazlar. Panteizm, genellikle tekçilik ile ilişkili bir kavramdır. Panteizmde her şey Tanrı’nın bir parçası olarak kabul edilir, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı’dır. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır.

İşte Allahın ulûhiyetini reddedenler ve bilimi sertaç edenler, RUHUL KUDUSUN ne olduğu anlayamaz ve maddeyi ana etken bilirler. Öylece atom altına inerek, atom altının hareketliliğini kendisinden bilerek karar verirler.

İşte biz bu inanca saçma diyerek tasavvufi eğilimleri olup güncel bilim dünyasını takip edenleri, bilimsel veriler içinde boğulmamaları için, “Saçma sapan kuantum fiziğinin gerçek yaşam ile zerre ilgisi yoktur” diyerek, insanların enerjilerini maddeye değil, maddeyi yöneten ruha yönlendirmelerini istedik.

Bilelim ki nuri katman, göze takılan hiçbir araçla görülemez. Çünkü bu gözler, et kemik bedende ve görüş alanı et kemik bedenin kayıtları ile sınırlıdır. Zaten derunu nur olduğundan kendinin kendini görmesi olanaksızdır. Nurun dışına varlığını çekip alamaz ki, özüne bakadursun. Mana ancak kalp gözü ile görülür ve tümüyle iman ile varılır.

İşte manayı maddeye hapsetmek isteyenler, materyalist bir tasavvuf kurmak isteyenler, bu şekilde maddenin deriliğinde bir şeyler arar dururlar. Oysaki tüm madde, levh/ferş olup, bir tutam nurun dörtte biri olarak bize sunulan ve asla Allah’ın zatı ile alakası olayan yaratım levhasıdır. Üzerine de Allah esma manaları ile istediği cilveyi üzerine nakış eylemiştir.

Allah bir tutam nurundan Nuri Muhammediyi var etti. Bu bir tüm olan nuru dörde bölüp bir kısmıyla levhi/ferşi yani üzerine nakşını işleyeceği mekânı var etti. İşte madde, sadece nurun dörtte biridir. Dörtle üçü ise tümüyle bambaşkadır. Asla ve asla akıl oraya ulaşamaz. Ancak kalp gözü ile görülür.

Ferş iyi incelenmelidir. Kuantum veya başka isim tak, her ne isim takılırsa takılsın, Nuri Muhammedinin tümünü içermez. Tüm âlemlerin maddesel veya ZEN sel yaşamı, sadece nurun dörtte birini teşkil eder ki, seyir edilen ise gözün santimetrenin 10 binde 4 ü ile 10 binde 7 si arasındaki boyutu kadarıdır.

Yani Allahın levhasından öteki ismiyle ferşinden insanın gördüğü alan bir santimetre kadarını 10 bine bölsen, sadece aradaki 3 değer gibi minnacık alanı görürsün. İstediğin cihazı göze tak öyle bak, gene o kadarını görürsün.

İşte demek istediğimiz, kuantum diye isimlendirilen bir yapı daha hayal meyal ediliyor ya, işte bunların tümü ve daha keşfedilecek her bir alan, Allahın ferşinden minnacık bir alan. İşte tasavvufu bu minnacık alana hapsetmenin yanlışlığına dikkat çekmek istedik.

Bu kuantum diye isimlendirilen parçacık iletişimine tüm mana ilmini indirgesen, işte o zaman sonsuz ve sınırsız bakıştan mahrum olursun. Zira hiçbir kuantumcu, kimseye mutluluk verememiştir.

Bunun üzerinden senaryo üreten hiçbir biyoenerjici, kimseyi tam emin kılmamıştır. Zira İSLAM ile kişi emniyete ulaşır. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yolundan sonsuz mutluluğa kanat çırpar.

NARİ katmanın zımbırtısını NUR zannedene ne diyeyim. Önce her mekân ve makam tanınmalı, sonra da fikir beyan edilmeli. Kuantumcular tasavvufu maddeye indirdi. Öylece tek gözü gören deccal fitnesiyle yaşama bakışı keskinleştirdi.

Kuantumculuk decalizme hizmet eden bir bilim kurgudur. Öncellikle gerçek yaşam ile hayali yaşamı bir birinden ayırmak lazım. Yoksa işte bocalayıp dururuz. Her önümüze gelen sofrayı da gerçek yaşam zannederiz.

Kunatumculuğu ermişlik addedersek o zaman kuantum fiziği ile uğraşanlar gavs- ı azam, allame-i cihan, hazerat-ı kiram olmasi, camilerden çıkmayan ehl- i iman olması gerekir ki, her ne hikmetse o bilimlerle uğraşanların ekseriyeti dinsiz. Her şeyi Allah yaratmış ve her şeyi kendine kul diye yazmıştır. Arşından ferşine kadar her şey her an Allah’ı tespih eder.

Kuantum diye uydurulan kendi kendine her şeyi her noktada halleder denilen şey, insanların bakışını Allah’ın ilminden çevirip materyalist bir bakışa hapsetmek içindir. Bunu gözden kaçıran kişiler, balıklama atlayıp, tasavvufu bu saçma sapan kuantum ile özdeşleştirirler.

Oysaki kuantum bir hayal ürünüydü ve videoları bilgisayar ortamında hazırlanmıştı. Tümünü yöneten bir RUHUL KUDUS vardı. Ama panteistliği ısıtarak önümüze koyup bize bir şey bulduklarına ikna etmeye çalışırlar. İşte biz buna karşıyız. Zira unutmayalım ki, her şeyin melekutu Allah’ın elindedir.

Ayrıca bilim, iddialarını elle tutulur, gözle görülür etmekle mükelleftir. Eğer elle tutulur ve gözle görülür etmezse, bilgisayar formatları ve görselleri ile yaptığı iddialar, bilimsel sayılamaz. Çünkü bilimde asla iman değil akıl ön plandadır.

İman gayba olur o da Allahın kelamına olur. Bilim akılla tesbit edecek derecede dokunulur edip önümüze koymak zorundadır. Yoksa sana bir şey diyeceğim, sen de bana mesnetsiz olarak dediğim şeye inan dersen, derim ki, inanmak zorunda değilim. Tekrar edelim ki, tek iman, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize olur.

Ayrıca kuantum fiziği diyerek insanın için de Allah esmaları var demek de büyük hatadır. Allah daha nurunu en başta dörde bölüp bir bölümü ile levhi yapmış ki, diğer bir bölüm arş olarak önümüzde durmaktadır. Ve bir bölümü de kalemdir ki, arştan aldığı dokumaları ferşin üzerine işlemektedir.

Kuantum mekaniği veya Kuantum fiziği atom altı parçacıkları inceleyen bilim dalıdır. Bu parçacıklara kuanta adı verilir. Elektron, foton, kuark gibi parçacıklar kuantalara örnektir. “Nicem mekaniği” veya “dalga mekaniği” adlarıyla da anılır.

Kuantum mekaniği, moleküllerin, atomların ve bunları meydana getiren elektron, proton, nötron, kuark, gluon gibi parçacıkların özelliklerini açıklamaya çalışır. Çalışma alanı, parçacıkların birbirleriyle ve ışık, x ışını, gama ışını gibi elektromanyetik radyasyonlarla olan etkileşimlerini de kapsar.

İşte hepsi insanda da vardır. Kalp, beyin, beden ve tüm organlar, kendi kendine değil, ruhul kudusun onu desteklemesi ile çalışır. Eğer kendi kendine çalışsaydı, o zaman insan bedeni ölmezdi.

Oysaki insan bedeni tüm o alt katmanlar olduğu halde, içinden ruhul kudusun canladırdığı damar çekilince, gülüp ağlayan beden, tüm bu atmosferini kaybetmektedir. Oysaki atom altına hiçbir şey olmamıştır. Ve eğer tüm o bilimin ölçümleriyle varlığını iddia ettiği ve kitaplarda kaydettiği hususlar, aynıyla o ölen bedende hala faal olmaya devam etmektedir. Ama beden ölmüş kupkuru olmuştur.

Maneviyat ilmini bilmeyen ama araştırma gönüllüsü olan ve inattan uzak olanlar elbette iddia edilen Kuantum fiziği sayesinde, daha önce kendini ateist olarak ifade ederken şu an sımsıkı Allah ipine tutunmuş kişiler olabilir. Ama bu tutunuşları hala uykuda olarak meydana gelmektedir.. Ve ruhu maddeye atfetmişlerdir.

Elbette hakikat bilgisinin, kime, nereden ulaşacağı hiç belli olmuyor. Allah’ın ilmi o kadar sonsuz ki, güneş elbette balçıkla sıvanmıyor. Ama güneşi tutuşturan kudret elini yok sayıp güneşin kendi kendine yandığı tasavvur etmek kadar da gerçekten uzak bir görüş olamaz.

Adının kuantum olması bir şeyi değiştirmez. Sünnetullahın yasasını, herkes bilinci kadar algılar, her kişi bilinci kadar görür ve bilir, kalıplar ise zihnin ürünüdür. Allah ey akıl sahipleri der, ey iman edenler der, akıl etmek fark etmektir. Fark etmenin bir ileri bilinci idrak etmektir.

Zat ı hakkın teklik bilicini idrak etmek ve tek bir ruhun, binlerce bedenle, her şeyin aslında birbirine görünmeyen bir bilinçle bağlı olduğunu fark etmek, sünnetullahın yasasıdır. Esas hata edilen olay, işi Kuantuma bağlamak ve her şeyi kendi kendine oluyor olmasını dillendirmektir. Hiçbir şey kendi kendine olmaz, ancak arştan uzanan Allah’ın kalemiyle oluşmaktadır.

Burada şöyle düşünülebilir, maddenin yanında ilk defa manayı kabullenen ve her şeyin tek olduğunu hatta Metafiziği dahi kabul etmeye başlayan bir bilim dünyasıyla karşı karşıyayız ama sen kalkıp kuantuma saçma dersin. İşte burada senin kuantuma nasıl baktığındır esas olan. Kedi ruh dünyana göre kuantuma anlam vermekle istenilen hedefe ulaşılamaz.

Desen ki; “zerre küllün aynasıdır, varlıkta maddenin parçacık ve dalgacık özelliğine tekabül eder ki, hadis bile de şöyle açıklanabilir Ruhlarınız bedenlerini, bedenlerini Ruhlarınızdır. İşte bunu sadece bilim 21. yüzyılda bilim platformunda teşhis ve tespit etmiştir.” İşte orada dur derim. Çünkü kuantum mantığı sana ruhun varlığını sunmuyor. Aksine ruhun bizzat maddenin özü olduğunu söylüyor. İşte bu görüş panteizm olup İslam akidesiyle alakası yoktur.

Burada oluşan hizmet İslam’a bir hizmet değil aksine onlara bu şekilde inanların yuvarlandıkları hezimeti bilim formatıyla düşünen kişilere sunumudur. İşte bu sunumla heyecan dolanlar, farkına varmadan İslam çerçevesinin dışına çıkarlar. Zira burada izah edilen olayın tümü değil sadece dörtte biridir.

Böyle inanarak övülmüş nurun dörtte birinden var edilen levhi/ferşi tüm nur bilip, her şeyi ona yüklemek olur ki, bu işin aslına uzaklaşmaktan başka bir düşünce tarzı olamaz. Bu düşünce asla İslam âlimlerinin derinlemesine kitaplarında izah ettikleri vahdet anlayışıyla aynı mantığa oturmaz.

Bilim dünyasının bu konuda bilim dergilerinde makaleler yayınlaması, bizim bilimsel çalışmamız olmadığından, Kur’anın ve hadislerin benzeşişiyle anlamlandırmamız sakat olur.

Zira her ne kadar nurun dörtte birine yakınlaşsalar da, mutlak nurun sahibini tanımadan adına tanrı demeseler de özünde gizili bir tanrılığı eriştikleri noktaya yüklerler. İşte küffarın bu şekilde eriştiklerini biz getirip İslam’a monte edersek, derin düşünen kişileri, olayın aslına ermekten mahrum ederiz.

Bu da bize günah olarak yeter. İyilik yapayım derken, en büyük kötülüğü yapmış oluruz.  İşte buradan anlayabiliyoruz bu olay bizim inançlarımızla özdeşleştiği anlamına gelmez.

Bilim dünyasının her dediklerine hoşgörüyle bakmamız gerekmez. Yanlışlarını gösterip izah etmek mecburiyetindeyiz. Doğrusunu da iman çerçevesinde aklımızı işleterek ortaya koymamız gerekir. Asla bilime ve akla sırt çevirmeyiz.

Ama onların insanlık için yaptıkları hizmet mücadelesine de nankörlük etmeden, ama İslam çerçevesinde işin aslını anlamak zorundayız. Biz akıl sahibi insanlarız ve hedefimiz bellidir. İlim Çin’de de olsa alırız. Ama alırken İslam’ın temel hedeflerine de riayet ederiz.

Elbette ki ayetlere yüz çevirip de, Allah’a sırt dönüp gözden düşeceğimize, Kuantuma yükledikleri manaya ters düşüp, ölümlülerin indinde gözden düşmeye de razıyız. Çünkü biz baki olanı istiyoruz.

Âlemi herkes kendi baktığı penceresinden seyreder. En doğru seyir ise, âlemlere Allah’u Teâlâ’nın Hâk penceresinden bakabilmektir. Onların da sayısı pek azdır. Bakıp ta görebilenlere müjdelere nail olurlar. İstikameti kaybetmeden Seyr-i Süluk yapabilenlere ne mutlu.

Bir şeyi reddetmekle haklı olduğumuzu iddia edemeyiz. Sadece bir bilgi ile bağımızı keseriz. Ama hakikat aynen orada duruyordur. İşte hakikate ancak doğru rota ile varılır. Bu rota ise, İslam rotasıdır. Çünkü bu rotayı yaratıcı önümüze koymuştur. Bizi ve yaratım alanımızı da en iyi yaratıcımız bilir.

Her hangi bir konuda olayın aslını idrak etmeden direk yüzeysel bakıp, “benim dediğim hakikattir” derseniz, daha başlamadan münazarayı bitirmiş oluruz. Benim dediğim hakikattir demek ne demek?

Eğer Müslüman isek ve hakkıyla bilen Allah ise, olaya iman etmeden akıllarıyla besleyerek bakıp inkâr edenler için de, “cahil ve zalimler kelimesini kullandığına göre”, ayni zamanda “âlim” olan Allah olduğuna göre, nefsin fısıldadığı sözde hakikatler ilahi düzen tarafından dikkate alınmaz.

Şimdi Allahın Sonsuz ilminde onun nurunda olmak elbette yolumuz ve yolculuğumuzdur. Buna kalben imandayız. Bununla birlikte Allah’ın sonsuz ilminde keşfedeceğimiz, anlayacağımız ve tekâmül edeceğimiz ilimler de elbette vardır. Çünkü ilim sonsuz be biz insanların idraki sonludur.

Açıldıkça açılır ama gene küçücük bir alanda dönüp dolaşır. Bilimsel gerçekleri reddetmek yerine anlayış ve farkındalıkla bakmak ve Allah’ın ilminde derinleşip elde edilen donelerle kitaplarda izahı yapılan gerçekleri karşılaştırarak elbette imanımızın uzandığı alanı keşfederiz.

Ama yapılan keşifleri son nokta bilmeden hakikatle ne kadar özdeşleştiğini tesbit etmek zorundayız. Yoksa aklın doneleri arasında sıkışır ve kendimizi kayıtlamış oluruz.

Ayrıca bilelim ki Kur’ana hâşâ basit bir dini kitap demek kadar şuursuzca bir laf olamaz. Kur’an Allah kelamıdır. Allah kelamına ulaşmak için de olaya ilahi vahyin tazeliği ile bakmak zorundayız.

Yoksa şirk denilen necasete bürünülerek Allah kelamına bakılırsa, hiçbir şey anlaşılmayacaktır. Din ile bilimi Allah zıtlaştırmadı, zayıf insan bilinci bunu yaptı. İnsan bilincini paklaştırdıkça ve imana sarıldıkça, bilimi yükseltecektir.

Ama aklına güvenip akleden bir kalpten uzaklaştıkça da zayıf kalmaya mahkûm olacaktır. Çünkü kavrayış seviyemiz farklı farklıdır. Çünkü bazısı imanı devreden çıkararak olaya bakar, diğeri de imanla olaya bakar.

Dolayısıyla kavrayışlar hep farklı farklı ortaya çıkar. Çünkü akıl, her kişinin rububiyet alanına göre değişken iken, iman mutlak benlikle senkronize hale denilir ki, imanla bakanlar, hudutsuz olanın ilminden mahrum kalmazlar.

İmansız bakan bilimin temelleri sağlam olsaydı insan bilinci ilahi düzeni kendi içine mahkûm etmezdi. Demek ki temeli sağlam değildir ki sürekli değişen bir döngüde dolanıp durur.

Allah’ın ilim sahiplerinin ilim anlayışlarına sırtını dönüp, madde eksenli bilime inananların artik imanlarını gözden geçirmesi lazımdır. İlim ve kuran asla birbirine ters değildir. Ama ilimden yoksun olan bilim, yani imansız olaya bakan akıl ile Kuran birbirine terstir. Çünkü imansız olarak bakan akıl, kısırlaşmış ve özüne yetim kalmıştır.

Allah kitap ehlini yani bilim insanını imana davet etmişken ve iman edip olaya imani nazarla baktığında, gerçekleri seyredeciğini söylerken, kendileri inat ve kıskançlık içinde kalarak iman ehlini küçümsemişlerdir.

Allah yarattığı insanlarını eşit sevdiği halde biz insanlar, nefsimize yenik düşerek bunu kabul edemiyoruz. Allah Batı Avrupa ile Ortadoğu’yu eşit sever fakat müdahale etmez.

Ama biz dünyanın imtihan olduğunu unutup niye müdahale etmediğini sayıklar dururuz. Oysaki Allah her şeye direk müdahale ederse, dünyada olmamızın bir esperisi de olmayacaktır.

Tüm bu açıklamalardan sonra bilelim ki, cahilce bir yorumda bulunmamak için tekrar edelim ki bilim ilmin noktası bile olamaz. Kuantum diye iddia edilen olay ile manadaki öz tasavvuf bilinci bunlar hep aynı şeyler olmayıp değişken şeylerdir.

Göz ve algılamalarla tespit ve ölçümü yapılan her bir şey, kesinlikle levhadan/ferşten olup asla ötesi değildir. Ötesine ancak iman ile varılır. Çünkü iman etmeyene göklerin kapısının açılmayacağını ayet haber vermektedir.

Ayrıca bilimin daha atomun bile görselini bizlere orijinal olarak sunamamışlarken kalkıp da atom altı parçacıkları ve kuantumu savunur olmak akılla ve bilimle bağdaşacak bir şey değildir. Zaten bunu bildiğimiz fizik kabul etmemektedir.

Sadece bir teori olarak durmakta ve üzerinde çalışmalar yapılmaya devam edilmektedir. Tekrar bilelim ki, istediğimiz şeyi keşfedelim, bilelim ki kendisindeki tüm hayatiyet Allah indinden kendisine ulaşmaktadır.

Evet, mutlak ilim vardır ve her şeyi hakkıyla bilen de sadece Allah’tır. Zira mana denizini maddeye hapsetmek kadar echelce ve bu şekilde imansız bir halde kıvranan kişileri kale almak kadar da cahilce bir şey olamaz.

Yorum yapın