Abdullah dediğimizde esma ve sıfat boyutu itibariyle kul olan demektir. Abduhu dediğimizde ise zat boyutu itibariyle kul olan demektir. Zat itibariyle kulluğa eren ilk insan Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizdir. Onun ümmetinden “o şerefi” yaşayan fertler kıyamete dek var olacaklardır. Onun ümmetinin tüm fertleri dahi gözlerini o makama dikerek başını secdeye bırakırlar. Onun için de secdeye miraç denilmiştir. İşte kullukta son nokta odur.
Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimiz, miraç anında kabı kavseyn halini yaşadı. Kabı kavseyn hali, kişideki tüm bencilliği yok eder. Tıpkı HU isim zamiriyle işaret ettiğimiz mutlak hüviyetin, Allah ismiyle kendisini tanıttığı ve o ismin müsemmasıyla kendi gizli hazinesini yani kendi öz nurunu seyir ettiği gibi, kabı kavseyn halini yaşayan Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimiz ile de, yani hayal içindeki hayalde kedisini birinci hayalde olduğu gibi seyir etmiştir. Bu hayal bilinen insani hayal gibi bir hayal değildir. İzah babında hayal dedik. Çünkü başka bir tanım mevzubahis değildir.
Olayı az daha açarsak; mutlak zat yani Allah, birinci hayal diye tabir ettiğimiz bir tutam nuru olan nuri Muhammedide kendi nurunu kayıtsız ve şartsız seyir ettiği gibi, hayal içre hayal olan ve bu hayalde en kâmil olarak yaratılan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi vessellem efendimizle de kendi nurunu seyir etti. Öylece yaratımlarının en ulvisini temaşa ederek bu seyrin karargahı olan zata da, kendi seyrini yaşattı. Öylece o kutlu zat kabı kavseyn halinde rabbini seyrederek tüm âlemler adına onunla konuştu. İnsanlığın tekamülü için beş vakit namaz emrini ve daha bir çok hediyeyi alarak insanlığa tekrar dönerek aldığı hediyeleri iletti.
HU isim zamiriyle işaret ettiğimiz mutlak hüviyetin, yani kendisini Allah olarak isimlendirerek tanıtan mutlak zatın, gizli hazine olarak uhdesinde var olup temaşasına serdiği mutlak nurundaki seyir ne ise, işte o nurundaki seyrin aynısını Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizde de aynı şekilde seyir etmiştir. Yani hayalde ve hayal içre hayalde mutlak zatın seyir alanında yaptığı tecelli aynı tecelli olup bunu idrak ise, en üst idrak halidir. O yüzden o hevasından konuşmaz denilmiştir. Allah ve rasulunu ayırmayın denilmiştir. Çünkü konuşturan direk HU isim zamiriyle işaret ettiğimiz mutlak hüviyettir, yani mutlak zattır.
Bu olay, “HU gizli hazine, Allah ise bu hazinenin bize bildirilen kısmı” şeklinde değildir. Eğer böyle olsaydı, olay onun zatına dayanırdı ki bu da muhaldir. Gizli hazine derken olay Allahın zatına dayanmaz. Allah zatının gizli hazine ile ilgisi yoktur. Gizli hazine, onun nurunun hudutsuzluğudur. Burasına ayrıca mutlak gayb da denilir. Şimdi dahi, nuru hudutsuz olup gizliliğini korumaktadır. Seyrini dilediği ise, nurundan bir tutam almak suretiyle hudutlandırıp kendisine nuri muhammedi dediği bir tutam nurundan başka değildir. Bu bir tutam nurundan ise, yerden arşa tüm varlıklarını onun içeriğinden yaratıp gizli hazine olan nurunu bir nebze görünür etmiştir. Bu artık mutlak gayb olmaktan çıkmış, göresel gayb halini almıştır.
Biraz daha açarsak; yani tüm seyir nuri muhammediden yükselen seyirdir. Gerisi mutlak gayb olup ne olduğunu asla bilemeyiz. Mutlak zat kendisini bize Allah olarak tanıtır. Biz Ha Allah dedik, ha HU dedik, aslında bizim açımızdan bir fark yoktur. Allah mutlak nurundan bir tutam aldı ve ona nuri muhammedi dendi. Bizler o nuri muhammediden nur alarak var olduk. Nur üstüne nurdur deniliyor ayette.
İşte nur, nuri muhammedidir. Nur üstüne nur, yoğunluğu düşürülmemiş olan nurdur. Gizli hazine “nur üstüne nur” olan “mutlak nur” dur. Hazinenin açılması ise, “nuri muhammedi” ve içeriğindeki bizler. İçeriğinin en kamili de, “Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi vessellem efendimiz”dir. İnsan adeta “nur içre nurda”, “nur üstüne nurdan” bir ruh almıştır. Buna işaretle de, ruhumdan üfledim diye işaret edilmiştir. İşte olayın dayanağı bu noktadır. Burası anlaşıldı mı, olay bitmiştir.
Önümüze çıkan “Allah” ve “HU” isimlerini ayrı ayrı düşünmeyelim. Tüm olay, HU isim zamiriyle işaret ettiğimiz mutlak hüviyetin, kendi gizli hazinesini seyir etmesi için kendisini Allah ismiyle isimlendirip yarattığı varlıklara kendisini o şekilde tanımlamasından başka bir tanımlama değildir. Hep çokluğa alıştığımız için gözümüze çokluk gibi gelir. Onun için de, mutlak hüviyet için Subhanehu ve Teâlâ deriz.
Kabı kavseyn den sonra Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizin dediği her söz, dinin ana taşlarını teşkil ederdi. Allahın düzeni onun iki dudağı arasına göre şekil aldı. Miraç ile kâinatın ana mihenk noktasındaki tasarruf onun emrine verildi. tabiri caizse, sanki koskoca kâinat onun yaz boz tahtası oldu.
Allah’ı ve Rasullerini inkâr edenler, Allah ve rasulleri arasına ayırımcılık sokmaya çalışanlar, “Bir kısmına iman ediyoruz, bir kısmını inkâr ediyoruz” diyenler, iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler kâfirdir. (nisa suresi 150)
Örneğin hac hakkında ısrarla soru soran sahabeyi uyardı ve hakkında malûmat vermediğim hüküm hakkında sükût ediniz dedi. Evet deseydim hac her yıl farz olurdu dedi. Düşünsenize hüküm onun iki dudağı arasına bırakıyor. İşte miraç bu kadar önemlidir.
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Allah’ın Elçisi bize konuşma yaptı ve,- “Ey insanlar! Allah size haccı farz kılmıştır, haccediniz” buyurdu. Bir sahâbî, – “Ey Allah’ın Elçisi! Her yıl mı?” diye sordu. Peygamberimiz, sükût etti cevap vermedi. Sahâbî sorusunu üç defa tekrarladı, bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), – “Eğer ‘evet’ deseydim her yıl hac yapmak farz olurdu, buna gücünüz yetmezdi” cevabını verdi. ( Müslim, “Hac”, 412. bk. İbn Mâce, “Menâsik”, 2.)
Bilelim ki, Allah ve rasullerini ayırmayın konusunun temel işaret kapsamı, tecelliyyat konusu değildir. Yani mutlak zatın peygamberden zuhuru vs değildir. Zaten böyle bir düşünce hulula girer ki, sonu şirkin ta kendisi olur. Bu konu, insana sunulan emir ve yasaklar konusudur. Yani Allah ayetlerde neyi farz etmişse veya yasakladıysa, aynı şekilde Allah rasulu olan insanların da insanlara sunduğu şeriatı garra hükümlerini almamız ve peygamberlere kafa tutmadan onların sunduğu yola teslim olmamız içindir.