Beden Ruh’u, Ruh ise Varlığı, Varlık da Allah’ı nasıl bilir? Varlık,Ruh ve Beden üçgeni arasında var olarak dolaşan “BİLGİ” gerçekte nedir?
Beden ruhun tutuna bilmesi için elzem olan haslettir.
Ruh her zaman bedenle varlığını bilir. Bu ruh halk arasında bilinen ruh değildir.
Halk arasında bilinen ruh, et kemik bedenin ölümüyle bilinç=şuur=nefs=ruh! un tutunduğu ruhtur.
Burdaki ruh ise hakikatı muammedi diye bahsedilen hakikatın manevi yapını izhar eden ruhul kudusun var olan birimin yapısına göre ona hayat veren deruni candır. İşte varlığı var eden bu deruni candır.
Deruni can birimi (insan-cin-melek-hayvan-toprak vs) terk edince, o birim ölür. Şunu da izah edeyim…
Her birim (insan-cin-melek-hayvan-toprak vs) yaratıldığı andan itibaren beden belli bir olgunluğa kavuşunca, o beden kendi öz hüvviyetini izah edecek şekilde kendi yaşamını fena dairesi dahilinde sonsuza dek kendisine sirayet eden ruhulkudustan kendi bünyesi kadarını devam ettirmek için ikincil bedenini oluşturur.
İşte halk arasında bu bedene ruh denilir. Halbuki esas ruh bu ruh değil, birime hayatiyet veren ruhtur. Her beş duyuya göre şeffaf olana ruh demişiz. İşte ruhun varlığı kısaca böyle. Ama ruhun mahiyetini ancak Allah bilir. Çünkü misli dengi benzeri olmayan tekin nefesi veya emridir.
Her varlık zaten varoluş kapasitesi kadar ruhullah diyebileceğimiz ruhulkudus onunla zuhur eder. İşte her varlık ondan ediken zuhur kadar Allahı bilir. İnsan ve cin de öyle…
Ama insan ve cin az değişiktir. Çünkü insan ve cin kendisine verilen değişim gücü ile öz zuhurunu değiştire bilir. Cin tüm isimleri cami olmadığı için değişime rağmen halife olamadığı halde, insan kendisinde tüm isimleri cami özelliği dolayısıyla tüm isimleri değiştirebilir.
işte tüm isimler insanda var olduğu için de varlıklar içinde Allah’ı en iyi bilen varlık insandır. Ama insan kendisindeki değişim gücü sayesinde çoğu defa daha doğrusu genel itibarıyla insanların ekserisi, kendi gelişimini yapmadığı için, içe doğru büzüşme yaşar. Bu büzüşme dolayısıyla dış huzur istediğin kadar konforlu olsun, insanı içten içe kemiren bir tatminsizlik onu alır götürür.
içi üzüntü dolar her beden tatmininden sonra. sebebini öğrenmek ister ama bir türlü çözemez. işte bu tatminsizliği sebebi git gide Allahtan uzaklaşmasıdır. bu uzaklık uzaklık yani Allahı bilmekten mahrumiyeti onun onun için ölüm gibi olur. Çünkü kişi Allahtan uzaklaştıkça onu bilmekten de mahrumiyeti daha çok yaşar. kişi Allaha yaklaştıkça onu daha çok bilir. kişi Allaha ne kadar çok tanırsa o kadar lüks hayatı yaşamak için nur elde eder.
Allah dışsal veya içsel bir tanrı olmadığı için bizi onun tanıdıkça onun özellikleri ile daha çok bayanmış oluruz. bu boyanma da tabi ki en etken yol zikir+fikirdir. zikir ve tefekkür sonucu yaşadığımız şükür, bizim kalbimizin onunla tatmine ulaştığı an hasıl olur. Varlık,Ruh ve Beden üçgeni arasında var olarak dolaşan bilgi ise gerçekte ilimdir. ama ilmimiz çoğu defa bilgi düzeyinde kalır. yani bakış açımız olmaz.
bilincimizde bütünleşmediğimiz her ilim kırıntısı bilgidir. ve bu bilgi merkep sırtındaki kitaplar gibi yüktür. işte o yükü yaşam tarzı ettiğimiz kadar hafifler ve Allahın cemalını seyre dalarız. cemalde seyir edilmeyen her ilim celalde bize düşünür. cemalleşmediği için celalden bize dönüşe halk dilinde “Allah sana çarptı” şeklinde dile gelir. aslında toplumda söylenen her sözün bir geçmişi vardır.
gençlik bir çok şeyi unuttuğu için hemen inkara sapar ve der ki yok öyle saçma şey… halbuki az kafasını çalıştırsa, bir çok olaya şahit olacaktır.