İnsanların mürşide bağlılıkları nasıl olur? Mürşide bağlılık şart mıdır? Mürşide bağlı olmayan bir şey kaybeder mi? Gibi birçok soru ilim yolunun yolcusunun aklını karıştırmaktadır. Kişi mürşid ararken veya bağlanmak isterken, onun bilinçaltında var olan teslimiyet melekesinin tatmin aramasındandır. Çünkü Allah, kişinin içine telsim olma hasletini de yerleştirmiştir.
Bu haslet, nasıl ki erkek evlenip kadının sevgisine kendisini muhtaç hissediyorsa veya kadın evlenip erkekle beraber yaşama ihtiyacını fıtri olarak hissediyorsa, aynen öyle de kişi güvendiği bir ele kendisini teslim edip onun gözetiminde çalışmayı içsel bir sezgi olarak hisseder ve ihtiyaç duyar. Bu ihtiyacı insanlar genel olarak bastırarak kimseyle bağım olamaz diyerek perdeler. Çünkü sömüren onca kişileri gözüyle gördüğünden teslimiyet bağını bir türlü dokunduramaz olur. Oysaki Allah, insanın bu ihtiyacını peygamberleri ile gidermiş ve peygamber varisleri ile de, insanların tutundukları kulpları yeryüzünde daim eylemiştir. Bunları da insanlara tarif etmiş, insanlardan herhangi bir dünyalık istememe özellikleriyle onları tanıtmıştır.
Teslimiyet kalbin şeksiz ve şüphesiz teslimi ile olur. Bu şeksiz şüphesiz teslim ile kul hakka revan olur. İşte buradaki sadakati kullanan namertler, insanların bu teslimiyetine halel getirdiler. Artık tam teslim olma kuvvesi kaybolup gitti. Mesele kulun bir somut üzerinden soyuta sadakat kazanması olayıdır. Çünkü göz soyutu hissetmesi için somut bir el aramakta ve bu el ile soyutu hissetmek istemektedir. Yani görünen üzerinden görünmeyene bağlılığı ispatlamasını istemektedir. Bu haslet, kişinin gönlüne yerleştirilen doğal bir mekanizmadır. Onun için de sahabeler peygamberimizden biat almış ve biat alanların ellerin üzerinde Allah’ın elinin olduğu bildirilmektedir.
Kişi Allah’a olan bağlılığı kadar sadakat ehli olur. Hz. Ebubekir ra en büyük teslimiyet örneğini sergiledi. Sıddıkiyet makamının asli sahibi olarak tüm ümmete öncü oldu. Kalbi şeksiz şüphesiz Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize bağlıydı. Buradaki bağlılık ise, aklın kalbe inmesiyle gerçekleşir. Zira akleden kalp olunca, kalbın aklı orda olur. Aklı kalbe indirmeliyiz ki sağlıklı düşünelim.
Akıl başta olduğunda ise, teorik olarak bakar ve kafanın basmadığını da inkâr eder. Ama akıl kalbe inince imanla bakar. Aklı ermez diye bir şey de kalmaz. Zira iman hemen akla yol gösterir ve öylece emniyette olur. Onun için de aklımız ne olur kalbimizde olsun. O zaman arşı aladan beslenmeye başlarız. Aklı evvel ile senkronize olmaya başlar mutluluğa adım atmış oluruz. İşte o zaman isabet eder, ayağı kayıp gitmekten kurtulur.
İnsan kalbi selim sahibi olmalıdır. Kalbi selim yolundaki en kestirme çalışma, zikir okumaktır. Zaten ilmin tüm derunu içimize ekilmiştir. Zikirlere devamla, öncellikle kalbı selim oluşur. Yani akıl baştan kalbe iner. Kalbi selim, akla bürünün kalbe denir. Artık imanla beraber çalışan ve sonsuza odaklanan bir kalp tecellisi oluşur. İşte bu tecelli, kişi için paha biçilemez kaftandır. Aklın kalbe inmesi, yani aklın kalbe danışmasıdır. Çünkü akıl bir melekedir ve istediğin ortama göre uyarlanır. Bazısı aklını başına alıp maddi düşünürken, bazısı aklını organlarının peşine takıp tatmin olmak yolunda zaman harcayarak vaktini tüketir. İşte sen aklını kalbine indir ve imanla barıştır. Yaşama da öylece nazar et. İşte o zaman mutluluğa doğru dömen çevirmiş olursun.
İşte aklın kalbe inişi için zikir okumak şarttır. Yoksa akıl kalbe inmeyecek ve istediğim kıvama da ulaşmayacaksın. Şayet zikirsiz ulaşmak isteyen olursa, gereken ritmi yakalayamayacaktır. Bir an dur ve düşün, akıl beyinde olduğunda ile akıl kalpte olduğunda hangi içsel sezgilere yoğunlaşıyorsun? Bu iki haleti üzerinde ciddi ciddi test et ve sonucunu hayretle izle. Böyle beş dakika önce aklı beyne al, sonra aklı kalbe al ve bunu hayalen yap. İçinde oluşan huzuru tespit et.
Dikkat etsene, akıl kalbe inince huzur kaplıyor her yanı. Akıl beyindeki dogmatik kalıp peşinde doneden done zıplarken, hissedeceksin huzursuzluğu. İşte dünyadaki huzursuzluğun kaynağı bir türlü doymayan bir akıl. Zira akıl kısıtlı donelerde sürünürken, sonsuzluğu sonluda ararken, tokat üstüne tokat yer. En sonunda da psikolojik vaka olur.
Biz okuduğumuz lise yıllarında pek rehberlik hocaları yoktu. Sınıflar altmış kişi idi. Her birimiz huzur içindeydik. Şimdi bakıyorsun psikoloji hocaları her yerde, ama bir türlü de istenilen kıvam oluşmuyor. Çünkü tüm nazar, gelecek dünyevi şeyler üzerine bina ediliyor. Bu da beyinsel şeyler, kalbe inmeyen akıl ve tatmin olmayan şuur. Çünkü insanlığa sonsuzluğa götürücü ruh insana üflenmiştir. Ancak kalp sonsuzluğa tabi olursa, mutlu olur. Yoksa hep mutsuz olur. Ayet buna işaret ederek kalplerin ancak Allah zikriyle tatmine ulaştığı haber etmektedir. İşte çare zikir…