İnsanları yedirmek ve içirmek bizim için paha biçilmez bir sermayedir. Ruhumuz nasıl geliştiğini az tefekkür edelim. Ölüm sonrası elimize geçen her şey bu dünyada elde ettiklerimizle oluşur. Gayrı bir şey bizim için oluşamaz.
Et kemik bedenin gıdalanması demek, ölüm ötesi yaşamda yaşamı devam ettiren ruhun gıdalanması demektir. Bu da sermaye edinmek demektir. Siz birine yedirip içirdiğinizde, o kişi o yemekten hâsıl olan enerji ile ameller işler. İşte bu enerji ile yaptığı amellerle de ruhunu güçlü eder.
Bu arada siz ona yedirip içirdiğiniz yemeğin verdiği enerji ile ruhuna yapılan İbadet ve zikir vs ile ne kadar güzellikler eklese, tüm eklediği enerjinin aynısı, ona gıda verenin ruhuna da eklenir. Dolayısıyla zengin fakir ayırımı yapmadan, salih insanlara iyilik bizim kârımızadır.
Ama kötü insanları da, merhamete davet etmek için yedire biliriz. Ama onları yedirirken eğer kötülük işlerlerse, günahları bize gelmez. Aksine biz alın terimizle kazandığımız maldan onları yedirdiğimiz için, o yiyeceğin üzerine Allah nuru inmiştir. Kötü kişi dahi o verdiğimiz yemekle beslendiğinde, kötülüğe karşı içinde bir nefret oluşabilir. Çünkü bu âlemde her şey tetikleme ile oluşur. İşte ufak bir yemek yedirme ile o tetikleme oluşmuş olur.
Ama yemek yedirme olayında, zorunlu olmadıkça, dışarıda yedirmemeliyiz. Evimizde bizim elimizle hazırladığımız veya vekâlet verdiğimiz ev halkımızın ve yardımcılarının hazırladığı yemek için bu böyledir. Ama dışarıda pişen yemekte maneviyat çok az bulunur. Çünkü adam ticaret için yemek pişirmiş ve üzerine maneviyatını katmamıştır.
Maneviyat dolu bir yiyecek ile maneviyattan yoksun bir yemeği yediğimizde, hemen fark ederiz. Biri besmele ile pişirip üzerine sevgi ve muhabbetini serpmişken, diğeri de öylesine başka düşünce amaçlarla pişmiştir. İşte muhabbet serpilen yemek, muhabbet dolu duyguları tetiklerken, zulüm ve nefretle pişilen yiyecekler de yiyen kişinin bilinç dünyasını allak bullak edecektir.
Kimsenin yorumu bizi bağlamaz. Peygamberimiz yemek yedirmeyi genel olarak zikretmiş ve şöyle demiştir; Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl-i Ekrem: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu. (Buhârî, Îmân 20; İsti‘zân 9, 19; Müslim, Îmân 63.) İşte burada genel bir ifade vardır.
Bir birimize ikram ettiğimizde veya selam verdiğimizde, bir birimize karşı sevgi pınarları akmaya başlar. Çünkü kalpten kalbe beş duyu ile göremediğimiz bir yol vardır. İşte o yoldan ikram ettiğimiz kişi bize karşı muhabbet ile dolar ve akıntı başlar. Bu akıntı kişinin sahip olduğu esma açılım kuvvesine göre akıntı yansıttığı için, bizdeki esma içeriğimiz, zikir okumuşuz gibi açılım yapar. Her insanın tepe ismi ayrı olduğu için karşımızdaki kişiden akan da tepe esma olduğu için, zikirle dahi az bir açılım olacağı kuvve, karşıdaki insana iyilik ve ikram yaptığımız için, direk birinci elden bir akıntı olacaktır.
İşte karşımızdaki insana yaptığımız ikram da bizim içindir. Dolayısıyla insanlığa iyilik yapmakta zikirdir. Hatta hatta sadece insanlara değil, hayvanlara veya bitkilere yapılan iyilikte de durum aynıdır. Aynı akıntı bize akacaktır. O yüzden sadece iyilik yapalım. Hz. Aliye peygamberimiz der ki biri sana kötülük yapsa, ne yaparsın? Hep iyilik yaparım dedi. Tüm tekrarlara rağmen hep iyilik yapacağım dedi.
Yaratılan varlıklara iyilik yapmak nefse ağır gelir. Ama tümü bizim içindir. Ölüm ötesinde daha çok kuvveye haiz olmak içindir.