BENLİĞİMİZ SONSUZA DEK VAR OLACAKTIR

“Ben yokum var olan Allahtır” demek şu manaya geliyor, “benlik sahibi sadece Allahtır. Eğer benim benliğim yok ise, o zaman ben yokum ve ben olarak işaret ettiğim hüviyet de odur”.

Oysa ki bu görüş, kesret aleminde vucud bulan bizler için, hem her bir birim için geçersizdir. Ve bu görüş bozuk itikattır. Çünkü her birimizin ayrı bir benliği vardır. Ve yaptığını kendi hesabına yapar ve sonucuna da katlanır.

Kısaca olayı izah edelim. Her bir varlık, mutlak zatın yansıyan nurundan varlığını alır. Bu nur, esma ül hüsna ile işaret edilen kuvvelerle bize tanıtılmıştır.

Mutlak zatın nuru olan kuvvelerden varlıklar hüviyet alarak, hem Allah katından her bir varlığa ayrı bir sanal benlik verilerek, yani gölge bir benliğe büründürerek, hem kendisiyle kaim kılarak vucut vermiştir.

Bu vucud verdiği her bir varlık, her ne kadar varlıklarını ondan alıp onunla kaim iseler de, her biri bir gölge benlik sahibi olarak işlediğini kendi adına işler.

Dolayısıyla hiçbir benlik, mutlak benlik değildir.
Örneğin bir kurt kuzuyu yediğinde, yiyen benlik kurtun benliğidir. Yiyilen ise kuzunun benliğidır. Yoksa haşa Allah kendi kendini mi yer?

Burayı çok iyi bilmeliyiz ki, şirkten arınalım. Bunu yanlış anlamanın çıkış noktası, bildirilen makamları bir birinden ayırt edememekten ileri gelir.

Zat makâmındaki kavramları, efal makamındaki anlamlara monte edip, efalde gördüğünün Allah benliği olduğunu söyleyemezsin. Bu şekilde söylem, kişiyi şirke düçar eder.

Zira her ne kadar mutlak zatın zati sıfatlarını seyir ettiğimizde, vacibulvucud sahibi sadece Allah var ise de, efal aleminde var olan bizler, Allahın hükmüyle sanal benlik alarak var olmuşuz.

İşte bu noktada Allah, mutlak uluhiyet sahibi olarak yegane ilahtır. Bizlere de benlik verip kendisine muhatab eylemiştir.

Bundan dolayı işlediğimiz fiilleri Allah adına değil, kendi adımıza işleriz. Dolayısıyla da mesulüz.

Dersen ki ben yokum yani benliğim yok, sadece benlik Allahın, o zaman kendini onda yok etmiş olursun ki, bu da büyük bir hatadır.

Bu hatadan uyanmalı ve kendimizi sorunsuz bir hale sokmamalıyız. Ölüme kadar amel işeyip İslam itikadına uygun düşünerek yaşamımızı sürdürmeliyiz. Yoksa hüsrana uğrayanlardan oluruz.

 “Ben yokum o var” söylemi, “Ben olarak görünen odur” anlamına gelir. Bu düşünce sapık bir düşünce olup şirktir.

Oysaki sen, sen olarak var edilip yaratılmışsın ve mesulsun. Burası çok önemli bir noktadır.

Yani insan Allah değildir. İnsan, Allahın yarattığı bir mahluktur. Kendisine benlik verilmiştir ve sonsuza kadar da var olacaktır.

Bazısı der ki, ben olmasaydım Allah açığa çıkmazdı. Hem Allahın esmalar ve sıfatları vücud bulmazdı.

Hayır, Allahın esma ve sıfatlarının vücud bulması için hiçte insana muhtaç değildir.

O esma ve sıfatlarını seyir ederken, orada istediği karışımı yapıp istediği seyri kendisine oluşturur.

Bu seyir sonucu malum ilme tabi olduğu için, aslolan ilmin mahsulu olan malumun kendilerine göre oluşturulan değişik perspektiflerin seyirler şeklinde birbirine göre temaşa edilmesidir.

Burada seyr, Allahın kendi ilmini ilmiyle ilmi suretlerle bir birine nazar ettirmesidir.

İşte buradan olaya nazar edildiğinde, malum ilme tabi olup, Allahın maluma bir mecburiyeti söz konusu değildir.

Öyle olmasaydı, Allah mahlukata mecbur olurdu. Bu ise Allah için kayıtlılıktır. Osya ki Allah için hiçbir kayıt mevzubahis değildir.

Bu noktada ilmi maluma tabi edenler, büyük bir yanlışlık içindedirler. Böylece Allahı malumla kayıt altına alırlar.

Oysa Allah, ne malumla ne de başka bir kayıtla sınırlanamaz. Bu düşünce kesinlikle fasittir. .

Allah hiçbir yaratılmışa muhtaç değildir. Dilediğini dilediği şekilde seyreder. Tüm yaratılmışlar ona muhtaçtır.

Allah yarattıklarıyla kendi seyrini oluşturduğu mahlukatın seyriyle gerçekleştirdi. Yaratmasaydı gene de hiçbirine muhtaç olamazdı.

Örneğin İnsan olmasaydı, insanın gözünden değerlendiren olmazdı. Allah istedi ki, birde insan gözünden kendi ilmiyeti seyr edilsin. İnsanı yarattı.

Hatta hatta sadece insan değil, her bir varlıkta öyle, onun terkibi ve gözüyle ilmi nazariyesinin seyrini diledi.

Öylece on sekiz bin alemin seyrinden oluşan varlık alemlerini oluşturdu.

Örneğin kedi yaratılmasaydı, kedinin gözünden ilmi seyir eden olmazdı. Diledi ki kedinin gözüyle ilmine temaşa etsin.

Tavşan yaratılmasaydı, tavşanın gözünden Allahın ilmini seyir eden olmazdı.

Horoz yaratılmasaydı, horozun gözünden Allahın ilmini seyir eden olmazdı.

Tilki yaratılmasaydı, tilkinin gözünden seyir eden olmazdı

Bu her varlık için aynıdır.

Bir ara not belirtelim. İnsan kendisine yansıyan ilimde değişim yapma kuvvesine haizdir.

Yaptığı çalışmalarla, kendisinde ortaya çıkan ilmin mahiyetini değiştirip durumunu değiştirebilir.

Onun için de mesuldur. Dolayısıyla kendisine tebliğ yapılıp gerekli emir ve yasaklar bildirilmiştir.

Öylece yaşamını değiştirip nimetlerin yolculuğunu veya azaba düçar olanların yolunu seçme hürriyetine haizdir.

Olayı az, açalım ki tam anlaşılsın. Malum ilme tabi olunca, yani İnsan malum, ilim ise Allahın sonsuz bir sıfatıdır.

Allahın hükmü dahilinde insan, yaptığı çalışmalarla kendisinde değişimi yapar ve kendisine yansıyan ilme tabi olur.

Yani kendisine yansıyan ilmin açısını değiştirmek suretiyle yapısında değişik oluşturur. Böylece kendisine yansıyan ilmin mahiyetini değiştirir.

Kişiye kendisine ulaşan ilmin mahiyeti, genetik kalıntılar, çevresel yönelimler, şeytani vesveseler gibi bir çok unsurla içsel özelliklerimiz yöneldiği vecihte şekil alarak, kendisine yansıyan Allah ilminin içeriğinin mahiyeti kalıplaştırır.

İşte yaptığımız çalışmalar ile bu mahiyetin genel perspektifi değişir. Öylece kişinin bakış açısı ile istek ve arzuları yön değiştirir.

İşte bu mahiyet yapılan farz ve amellerle daha geniş bir kapsama ulaşır. Haram amellerle de daha batak halde ilmi kendisiyle buluşturur.

Yani iyi ve kötü amellerle insanın içsel mahiyeti değişir. Onunla da nimet veya azaba düçar olur

Çünkü Allahın ilmiyetinin dışında dışında bir şey yoktur. Çünkü Allahın ilmi her şeyi kuşatmıştır.

İyi veya kötü sonuçlar bizle buluşur. Çünkü ilme göre iyi veya kötü yoktur.

Ama insana yansıyan kısmıyla kendisini mutlu edene ödül, kendisini rahatsız edene ise azap denmiştir.

Allahın ilminde ise, sadece yarattıkları vardır. İşte onun için deriz ki, Allahım faydasız ilimden sana sığınırız

İşte Allahın yaratmış olduğu hiçbir varlığın hiçbir şeyine ihtiyacı yoktur. Sadece seyir edip seyir edilmek istemiş, ve öylece yaratmıştır.

Düşünsenize yaratan var. Hiç yaratmadığında da gene kendi var.

İşte az tefekkür edelim. Yaratan yarattığına muhtaç olur mu? Allahın İlmi maluma tabi olabilir mi?

Muhtaç diye düşünenler günaha girerler. Çünkü ilmin varlığını malumla sınırlarlar. Bu da Allahın ilmine ihanettir.

Allahın ilmi sonsuz iken, malum diye bilinen varlık alemi, sınırlı olup Allahın tüm ilmini kuşatmamıştır. Aksine Allahın ilmi her şeyi kuşatmıştır.

Bu bağlamda ilmi maluma tabi edenler, istedikleri kadar kendilerini Vahdet ehli sansınlar. Öldüklerinde, büyük sukuti hayale uğrayacaklardır.

Çünkü itikat ve iman çok çok önemlidir. Yanlış amel dinden etmez. Ama yanlış itikat dinden eder.

İtikat konusu çok önemlidir. Hz.Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizin öğrettiği gibi bir itikatla iman etmek zorundayız. Yoksa kaybederiz.

Aman ha hiçbir yanlış itikat kalmasın hiçbir kalpte.

Zaten derince düşününce ilmi maluma tabi etmek çok saçma gelir. Allah bize ve diğer yarattığı şeylere neden muhtaç olsun ki?

Hiç bir şey yaratılmadan önce de kendisi yine vardı. Beka sıfatının sahibi olarak dilemiş ve lutfetmiş yaratmıştır tüm mahlukları.

Burada malumdan kasıt yaratılanlardır. Yoksa Allah değildir. Sen malum olarak Allah’ı alırsan, bu hatadır. Çünkü Allah’ın zatı için ilim ve malum gibi kavramlar düşer.

Bu tümüyle bizim alemimizle ilgili yani ef’al alemiyle ilgi teferruatlardır. Yoksa haşa Allahın malum olarak alıp ilme tabi ediyor anlamında değildir.

Zaten bu şekilde düşünmek ayrı bir sakatlıktır. Biz Allahın zatı derken tüm kavramların düştüğünü ve sadece zati sıfatlarla onu yad ettiğimizi biliriz.

Bazısı der ki, esma ve sıfatlarını açığa çıkarmak için beni yarattı. Allah’ın böyle bir şeye ihtiyacı olamaz o zaten kendi sıfat ve esmalarının farkındaydı.

Kendindeki hazineyi biliyordu. Yani yaratılmış olmak tamamen sonsuz bir lütuftur.

Zati sıfatlar şunlardır. Vücud, kıdem, beka, vahdaniyet, muhalefetül Lil havadis, kıyam bi nefsini.

Zati sıfatlara bakın; kıdem, kadim değil kıdem, baki değil beka. İşte bu iki zati sıfat, onun zatının hakkındaki tüm zaman evhamları yok eder.

Kıdem öncelliksiz demek, beka ise sonsuzsuzluk demektir.

Kadim ise evvel, baki ise sonsuza dek var olmak demektir.

Dikkat ederseniz, evvel ve ahir esmadırlar. Yani kendi gizli hazinesindeki özelliklerdir Subuti sıfatlarla kendisinde seyr ettiği kendi özelliklerdir. Ama zati özellik değillerdir.

İşte zati özelliklerle Allaha iman etmek temel prensiptir. Yoksa Mekke müşkleri de Allaha inanırdı. Ama ona ortak yaparak inanırdı.

Hristiyanlarda Allaha inanır. Ama İsa Allahın yeryüzündeki simülasyonudur ve Allahın oğludur derler.

İşte esas kurtuluş, Hz.Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizin öğrettiği gibi esah bir imanla iman etmektir.

Yok bilmem Allah insanla zuhur eder. Yok bilmem insan olmazsa o olmaz. Gibi saçmalıklar, itikidaki bozukluklardır ki, affı olmayan saplantılardır.

Ancak tövbe ile, geri dönüş olursa, affedilir.

Bilelim ki bizim varoluşumuz tamamen bize bahşedilen bir lütuftur. Allah bize muhtaç değildir.

Başlangıcı ve sonu olmayan Allah doğmadı ve doğurmadı. Hiç bir mahlûkta muhtaç değildir.

Biz sadece onun kulu ve onun ilmiyle ilminde yarattığı mahlukatlar olarak ona muhtacız.

Zati sıfatlar dan muhalefetül Lil havadis, kıyam bi nefsini sıfatlarıyla Allah, yaratılmış hiç bir şeye benzemez.

Aklımıza gelen gelen şey mahluktur. Allah zatı olarak hiçbirine benzemez. Çünkü tüm düşündüklerimiz yaratılanlardır.

Hayallerimiz bile yaratılanlardır. İstediğimiz hayalı oluşturalım, o hayal dahi ruhumuz ve şuurumuz tarafından meydana gelir. Ruhumuz, şuurumuz dahi yaratılmıştır.

Dolayısıyla ruhumuz ve şuurumuzun tahayyül ettiği her şey mahluktur. Allah zatı olarak hiç birine benzemez.

Ve Allah, kıyam bi nefsini olarak kendi kendine kaimdir. Her hangi bir muhtaciyeti söz konusu değildir.

Yorum yapın