Hiç” sözcüğünü kullanırken ne demek istiyoruz? Bunun anlamı üzerinde biraz tefekkür edelim.
Hiçe saymak veya hiç olmak ne anlama gelir ? Buna verilen adam akıllı bir yanıt yoktur. Verilen tüm yanıtlar geçiştirme cümleler olup işin meraklılarını geçiştirilir.
Hiç olmak, yok saymak veya yok olan demektir. Olayı bu şekilde düşünen kişinin yaşama bakış açısı değişir.
Hiçlik anlamsız, yoksun, yokluk, tanımsız , tabirsiz, tanımlanamaz, bilinemez, varlığı delillendirilip ölçülemez ve tartılıp kanıtlanamaz gibi anlamlara gelir.
Hz.Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizin fakrımla iftihar ederim hadisi şerifini de sözlerine destek olarak beyan ederler.
İşte biz burada, psikolojik bir vaka olan hiçlik kuruntusunun savunuculuğunu yapmak yerine, hiçlik ile bize dayatılan kavramın içeriği üzerinde derinleşelim.
Hiç sözcüğünün tedavüldeki anlamı “yok olduğunu” anlamak demektir.
Oysa ki Allah vardır ve mutlak varlıktır, asla ve asla hiç değildir. Yarattığı tüm varlıklar ise, onunla kaimdir.
Tüm varlıklar yokken var edildiler. Var edildikten sonra hala varlığa yok dersen, Allahın yaratımını tanımıyorsun demek oluyordur.
Onun için, hiçliğin içeriğinin aslında heplik olduğunu kavrayan, hayatın anlamı şekline bürünür. Böylece varlığın merkezine oturur.
Hiç kimse hiçten veya hiçlikten gelmemiş olup, Allahın sonsuz ve sınırsız manalarından süzülerek gelmiştir.
İlminde ilminden ilmiyle nurunun yansıması sonucu var edilmişlerdir.
Bu nedenle de hiç olamaz, hiçe dönemez ve hiçliğe dönüşemez.
Hiçten gelip hiçe döneceklerini zannedenler, herşeyden önce Allah’in varlık hakikatine saygısızlık ve hakaret etmiş olup, mutlak hakikati inkâr etmiş olurlar.
Böylece imandan yoksun olarak, kendisini iman ehli zannederek dünya hayatlarını sonlandırırlar. Öylece ebedi hüsrana uğrarlar.
Aslında insanların iradelerini yok etmek isteyenler, insanların bilinç altlarına ve akli melekelerine soyut ve sanal bir kavram olan hiçlik veya yokluk kavramını yerleştirmişlerdir.
Tüm ezoterik öğretilerde aynı masal uygulanarak ta günümüze kadar gelinmiştir.
Öylece insanlar en kolay şekilde sömürge objesi şekline sokulmuşlardır.
Sen hiç ol ki, Allaha eresin veya hedefine varasın diye de telkinler de bulunmuşlardır.
Çünkü aynı sistem müslümanlar arasında işlendiği gibi, dünyanın dört bir yanındaki diğer insanlara da başka isimler ile sunulmuştur.
Tüm olay, dünyanın ekonomik gücünü yönetmek isteyenlerin, böylece içsel duygu ve sezgileri yüksek olan insanları pasivize edip, dünyanın zenginliklerini kendi aralarında paylaşmak içindir.
Ezoterik öğretilerin olduğu dünyanın dört bir yanında çeşitli dinsel düşüncelere inanan insanlar arasında, bu hep söylene gelmiştir.
Çünkü ezoterik öğretilere aklı ve zekası ileri olan insanlar tevessül ederler. Kendilerine göre gemlenen biri varsa, o da düşüncelere dala bilenler olmalıdır. Zaten diğerleri çalışır, yer, içer, çiftleşir ve öylece dünyalarını değiştirirler.
İşte bunu gören dünyanın malını kendi aralarında paylaşmak isteyenler, düşünen insanları yanlış yönlendirmelerle zihni susturulmalıdır düşüncesiyle, tüm aktif özellikleri hiçlik veya yokluk söylentisiyle söndürmektedirler.
Ermenin ne olduğunu bilmediği için, yapılan telkinleri doğru saymış, erme hevesiyle tüm istek ve arzularını sıfırlayarak, insani olgunun izzet ve şerefini ayaklar altına sermiştir.
Oysa ki Hz.Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimiz, insana insanlık onurunu kazandıran ve insana, sen Allah halifesisin bilincini sunan son nübüvvet emiridir. Tüm söylemlerini risalet halkasının son komutanı olarak, insanlığa arz etmiştir.
İşte O, insanlara Allahın son risalet tebliğini yapmış ve birilerin Allahın kullarını sömürmek için kullanacağı tabirler için meydanı kapatmıştır.
Böylece sömürü uzmanları tarafından peygamberlerin değişmez söylemlerini bu kavramlar ile içeriğini değiştirip, duygusal yalanlarla anlatılır insanların akılları çelinmiştir.
İşte kesret alemindeki bu yokluk veya hiçlik hissi, insanların bilinçlerine sokulan en büyük yalan virüslerinden biridir.
Bu virüsün sökülüp atılması ise, en büyük zorlukların başında gelir.
Zaten sen hiçsin gibi tanımlamalarla insanları kandıranlar, genelde üst düzey dünyalıklar içinde yüzmektedirler.
Hiç olmayı istemekten tövbe edip varlığın hakikati üzerine yoğunlaşırsak, bir çok özelliğe erdiğimize şahid olacağız.
İşte erdiğimiz tüm özelliklerin Allahtan olduğunu bilmek olan esas hiçlik ve esas fakr olayı ile dünyanın ve ahiretin zenginliklerine ulaşacağız.
Öylece birilerinin sen hiçsin deyip sömürmesine meydanı bırakmayacağız.
Allah’ın varlığına, zenginliğine, rahmet ve bereketine, ilim ve hikmetlerine yönelelelim ki, rahmeti rahmanın rahmet yağmurundan istifade edelim.
Bazısı ferdi ruhsal tatminler ile ruhsal duygulara kendisini kaptırabilir. Bu kişisel bir haz olup genele mal edilemez. Olayın hakikatına birisinin hayal dünyası açından bakılamaz. Bu sakat bir durumdur.
Nefsi bir zevke ulaşıp bu zevki herkes yaşıyormuş gibi insanlığa sunmak kadar da, insanlığa edilmiş büyük bir ihanet olamaz.
Bazıları kendilerince bir şeyler görüp, bu gördüğü nefsi zevki genelleme yapmak suretiyle herkesi kapsıyor düşüncesiyle insanları o hayali zevke yönlendirmek kadar insaniyete ve insanlığa ağır bir hakaret yapılmış olamaz.
Çünkü seyrü sulükte bir çok anlık zevkler oluşur ki, o zevkler o ana hastır. Biraz ötede o zevkten eser bile kalmaz.
Ergen çocuklar gibi her erdiği zevki insanlığa gerçek şu işte deyip sunmak, büyük bir vebaldır.
Sen zevk ediyorsan, o zevk senindir, milleti zevkinin peşine takıp sömürü aracı yapmaya senin hakkı yoktur.
Zira sonsuz doğrular olasılığı denizinde başkalarının da kendilerine göre doğru gördüklerini, sadece onlara göre doğru olduğunu neden göremiyorsun.
Veya kendinin gördüğü zevki, neden sadece sana ait olduğunu bilemiyorsun.
Bilelim ki, dini İslamı mubine hizmet, senin yolda yürürken edindiğini zevkleri anlatıp insanları beklentiye saplatmak değildir.
Çünkü senin gördüğünü başkası hiçte görmeyebilir. Bu defa ben neden göremiyorum deyip herşeyi boş verebilir. Onun için seyrü sulük yolunda görülen zevkleri anlatmak kadar büyük bir ayıpta olamaz.
İşte bu şahsi zevkleri esas zannedip Allahın kullarını hiçliğe itenler, sanki yeterince kendisini, dimağını ve kalbini, içini ve dışını, organlarını ve organlarının çalışma sistemini incelemiş, görüp bilmiş ve öğrenmiş tanımışta yok veya hiç olduğunu söylemişlerdir.
Oysa ki muaazam bir zeka ürünü olan varlık alemi sorunsuzca çalışıp gitmektedir. İnsan bu muazzam yapıda hiçliğe itilmek için mi yaratıldı?
Yoksa üzerinde tefekkür edip özüne doğru yolculuk yapmak için mi bizim hizmetimize sunuldu.
Dünyalara hiç veya yok ve hayal ürünü deyip, düşünen insanları hiçliğe itenler, sanki dünyanın yedi katmanına inip inceleyip görmüş, hakatini ve içeriğini öğrenip anlamış da, tümüne hiç deyip hayal ürünü diyerek insanlığı yanlış mecralara yöneltmişlerdir.
Varlıklara hiç deyip yoktur diyenler, sanki okyanusların diplerine inmiş görmüş incelemiş öğrenip anlamış da, tümüne yokluk rıdasını giydirip üzerlerindeki hakimiyetimizi askıya aldırmışlardır.
Oysaki bizlere hiçliği benimsetip köşeye çekil diyenler, bu okyanus benim o okyanus senin araştırma ve sömürmelerine devam etmektedirler.
Her ne hikmetse, kalbi bir zevk olan, varlığın esas cevheri bakımından hiçliğin seyri olan bakışı, esas kural zannettirip insanlığı maddesel hiçlikle avutanların sığınağı da, gene dünya üzerindeki zevk ve hakimiyet olup, üstelik kendi telkinleriyle hiçliğe itilenleri beğenmeyip onlardan uzaklaşarak ve kendilerini ulaşılmaz ederek, kıta ve okyanuslar arasında dolaşıp sömürü düzeni kuranlarla içli dışlı olmalarıdır.
Oysa ki kesret aleminde yaşayan insanlar için, asla ve asla yokluk veya hiçlik düşünelemez. Varız ve şuurluyuz. Bu varlığımız sonsuza dek devam edecektir.
Sen esma ve sıfat âlemlerinden bakış atarsan, o zevk olarak senin o anki zevklenmendir ki, senin için de kesret aleminin hiçbir şartını sakıt etmez.
Buradaki dengeyi tutturanayanlar ve zevki esas marifet sayanları İslamın önerdiği ve beş duyu ile algılanan amelleri terke dahi götürmüştür.
Oysaki ayni kişi yemek yemeğe veya uyumaya devam ediyordur. Onun zevki seyri, yemek yemesini veya uyumanasını engellememiştir.
Hem sanki herşeye hiç veya yok diyenler, güneşe inip görmüş incelemiş, öğrenmiş ve anlamış da, dahası sayısız yıldız ve gezegenlerin hepsini görmüş, inceleyip öğrenip anlamışta tümüne hiç demişlerdir.
Aslında tüm valıklara yok diyerek insanlığın gök bilimlerine olan meraklarını yok etmişlerdir.
Nasılsa tümü yok bana ne göklerden dedirterek, din adı altında bütün insanlığa yoksunluğu aşılamışlardır.
Çünkü Kur’anın göklere işaret ederek insanlığın araştırma ve çalışmasını hiçlik ve yokluk kavramıyla örtmekten daha kolay bir tabir olamaz.
Evet, insanlığı öyle soyut ve ezoterik kavramlarla uyalayanlar, sanki on sekiz bin alemi aşmışlarda tümünün hiç olduğunu görmüş, tümüne yok veya hayali demişlerdir.
Ve geriye kala kala hiçlik ve yokluk kalmış, öylece ermişlerdir.
İşte kavramların altı boşaltılınca, altına yeni anlamlar yükleyip insanlığı kandırmak çok kolay oluyor.
İşte hiç olmaya kalkışmak ve basireti kör etmek kadar insanlığa büyük bir ihanet olamaz. Kör ölünce badem gözlü edildiği gibi, hakikatına karşı kör olanlara, kesret ve maddede hiçlik maskesi en büyük aldatma aracı olarak ellerine verilmiştir.
Varlık bizde iken değerini bilmeyip, varlık içinde hakikatı gösteren basireti yok eden şeyleri de en büyük meziyet addetmişiz.
Hem şunu da unutmayalım. Bir çok söz ve alıntı, çalıntı ve uydurma olan sapık fikir ve düşünceler, tarihte yaşayan Allahın velilerine mal edilip yaftalanmış, altlarına isimleri yazılıp servis edilmiştir.
Olayın mahiyetini bilmeyen kişilerde, onlar demişse doğrudur deyip, öylece kabullenmişlerdir.
Onun için bilelim ki nice söz ve alıntı vardır ki, o sözün evveli ve sonu bilinmeden cımbızlanmadır. Veya tercüme edilirken, esas metne bağlı kalmayıp keyfi tercümelerle işin hakikatı örtülmüştür.
İşte her duyduğumuz söze körü körüne, ezbere bir şekilde doğru deyip, tarihte yaşayan Allahın erlerine mal ederek inanıp savunmak cehalettir. Hem o tarihte yaşayan Allah erlerine iftiradır. Hiçbir Allah eri, insanı hiç veya yok edip, o zihniyeti aşılayıp pasif etmemiştir.
Çünkü Allah erleri, Hz.Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizi örnek almışlardır. Onun yaşamı ise, varlık üzerine kuruludur.
Unutmayalım ki, kesret aleminde yaşayan varlıklar için esas olan gerçeklik yokluk değil, varlıktır.
Üstteki makamlardan seyir ise, kişiye ait olup zevk halidir. Asla ve asla kesret aleminde karşılığı yoktur. Çünkü Allah hiç veya yok diye bir varlık yaratmadı. Tam aksine halifelik etmesi için insanı var eyledi.
Bakara süresi 30. Ayette şöyle der: Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halide yaratacağım dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.
Demekki varlığımız hiçlik için değil halifelik için var edildi. Bu ayetin derinliğine inebilirsen, doğru olarak benimsediğin bir çok hasletin yanlış, yanlış bildiğin bir çok olayın ise, hakikat olduğunun farkına varırsın.
Biliyorum dediğimiz şeyler, genelde çevreden edindiğimiz kadarıyladır. Buna taklit ilmi demişlerdir.
Oysa ki kendi özümüzün mevcudiyetinde olan hasletleri görüp yaşıyor olursak, o zaman konuştuğumuz ilim gerçek yaşam alanı olur. İşte bu da tahkik olanıdır.
İşte tüm alemlerde ve nefsimizde öğrenilecek nice şey varken hiç olmaya kalkışmak ve hiçliği savunmakta neyin nesidir? Kimin fesidir?
Böyle bir düşünce veya yönelimi, Hz.Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizin yönlendici hiçbir emrinde bulamazsınız.
Bazısı der ki hiç olmaya kalkışmıyoruz, hiç olduğumuzu tadıyoruz.
Aziz kardeşim, sen kendini bilincine hiç olduğu şuurunu yüklersen, zaten yokum deyip elini eteğini herşeyden çekersin.
Oysa Hz.Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizden ders alan sahabeler hiçlik için değil, varlık için çaba sarf ettiler.
Ayakta kalmak için, düşman ile amansız mücadele ettiler. Asla ve asla islamın izzet ve şereflerine laf dedirtmediler. Canlarıyla ve mallarıyla gece gündüz çalıştılar.
Eğer mesele yok olduğunu anlamak olsaydı, Hz.Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimiz hiç çabalamaz ve her sahabe bir köşeye çekilir ve hiçliğini söyleyerek ölümünü beklerdi.
Kendimizi kandırılmış aklımızla kandırmaya devam etmeyelim.
Bilelim ki İslam, hiçlik ve yokluğu değil, hepliği ve Allahın nizamına uygun yaşamayı emreder. Öylece sonsuz mutluluğa ermeyi hedefler.
Allaha iftira edip İslam dini yokluk öğretisini sunar diyenler, elbetteki bunun da hesabını ağır bir şekilde Allaha vereceklerdir.
Olayın bilinmezleri arasında gel git yaşayanlardan ise, bu hiçlik mevzusunun ne olduğu veya ne olmadığı konusunda belirsiz bir vaziyettedirler.
Bir yere aidiyetlerini kesinleştirmeden günlerini heba etmişlerdir.
Böylece mütevazilik mi veya kendini bilmişlik mi konusunda içsel savaşlarında kararsız bir şekilde yaşamlarını sürdürmektedirler.
Varım derse bir türlü, çünkü ermek ister. Güya ermek için yokluğunu bilmeliymiş. Her neye erecekse…
Hem var olduğunu dese eremezmiş.
Yokum derse öbür türlü, ya varsam varlığım ne olacak.
Böylece ne tam yokluğunu hissedip rühbanlar gibi yaşar. Ne de varım deyip orjinal bir hayata geçer. İkilemde ömrünü noktalayacak.
Zaten ayet dinde ruhbanlık yoktur diyerek tümüyle yokluğu içselleştirmeyi yasaklamıştır. Çünkü insan var edilip halife olmak için yola koyulmuştur.