CÜZİ İRADE

Öncelikle bilelim ki keşke kelimesi ile şeytan kişiye arkadan saldırıp anını değerlendirmekten onu mahrum eder.

Cüzi irade kişilik sanal benliği altında kişiye Allahın hükmü dahilinde bahşedilen bir nimettir.

O nimet vasıtasıyla insan mükellef olarak dünya yüzeyinde yerini alır.

Yaşantımız kesret bir dünyada inşa edilmiştir. Bir birimize göre varız ve fiiller aleminde yaptığımız fiilin karşılığını alırız.

Ehadiyet denilen hal Allahın zatı itibarıyla onu ilgilendirir ki, bizimle alakası yoktur.

Tek irade sahibi olan mutlak ahad, bizi hükmü dahilinde irade sahibi eyleyip iyi ve kötü bir gelecek yaşatacak bir kuvve ile payidar eylemiştir.

Bilmemiz gereken ise, her kuvvenin sahibinin bizzat Allah olduğu hakikatıdır.

Yani elimizde olan bir iradeye sahibiz. Bu iradeyi Allah mutlak hükmü dahilinde insanın tasarrufuna bırakmıştır. Farkında olmadan çevrenin robotu olarak geçip kullanmadan geçip gidiyoruz.

Gönül istediği her şeye dünyada sebebleri devreye sokarak, cennette ise kudret devrede olarak istediği her şeye kavuşacaktır.

İşte isteyen kul olup yaratıcı olan Allah, kulun isteği yönünde hükmü dahilinde kulun düşüncesini gene kulun ortaya attığı iradenin derece şiddetine göre yaratandır.

ilmi ilahi de her oluşumun oluşması için gerekli tüm ilmi serpinti serilmiştir.

İşte bize kalan, kendimizin oluşum alanımızı farzlara dikkat ederek, haramlardan uzak durarak ve nafilelerle derinleşerek yaratım perspekfimizi genişletmektir.

Şunu da bilelim ki big bang öncesi veya sonrası diye bir şey yoktur.

Gökler ve yer bitişikken Allah bunları ayırmış, gökleri sutunsuz olarak yedi gök olarak inşa etmiş, yeri de yedi yer katmanı olarak önümüze sermiştir.

AN da zaten her şey olup bitmiş olayı ise, Allahın nurundan bir tutam ile nuri Muhammediyi ve ondan tüm âlemleri vücuda getirmesi anıdır.

Allaha göre olup bitmiş bir an olsa da, bize göre süregiden bir hayat perspekfi oluşmuştur.

Biz insan olduğumuz ve evvel ve ahirimiz olduğu için, zaman içinde ortaya koyduğumuz her oluşun da an itibarıyla irademiz doğrultusunda bize görünmektedir.

Dikkat ederseniz ayet her an yeni bir şandadır diye bunu bize bildirmektedir.

Çünkü ayetlerin her birinin çıkış makâmı ayro ayrıdır.

Zat makamının işaret ettiği mana içeriğiyle ef’al alemi yorumlanamaz. Yorumlayanlar her ne kadar süslü cümleler ile bu kamufle etmişse de, içerik itibarıyla cebreyecilik görüşüne kayılacaktır ki, bu görüş te batıldır.

Zaman ve mekan fiiller aleminde yaşayan bizler için vardır ki, yok diyenlerin psikolojileri bozulmuştur.

Hem hızlıca geçirdiğimiz bir zaman yoktur. Her anın hesabının önümüze adım adım çıkacağına emin olmalıyız.

Yani dünya hayatı öyle hayalı bir şey değildir. Gerçek bir yaşam olup, ölüm ötesi hayatımızın inşası için yegane tarlamızdır.

Tek kare olan ise, bir tutam nur olan nuri Muhammediden başka da değildir.

O da oluşum anımızla alakalı olup fiiller aleminde, fiiller aleminin kuralları geçerlidir.

İsmi yaşam diye bir yaşam değil, her insanın yaşamı Allahın mutlak hükmünde bir sanal benlik sahibi edilerek gerçek ve somuttur.

Şu an somut olarak farkında olduğumuz yaşam, sonsuza dek somut olarak önümüzde olacaktır.

Bu somut yaşam sırf Dünya yaşamı diye de anlamak komik olur. Çünkü hayatın her safhası apaçık somut olarak bize yaşatılacaktır.

Tüm âlemlerin aslı bir tür hayal olayı ise, fiiller alemi itibarıyla değildir.

Hayal meyal deyip günah olarak şeriatı garrada yer alan prensipler uygulanmaz ise, senin güzelliklere ulaşman hayal olarak kalır.

Tüm alemler senaryo değildir. İnsan dahi oyuncu değildir. İnsan mükerrem olarak yaratılmış müthiş bir varlıktır. Semalar dan süzülüp yeryüzünde karar kılmış Allah halifesidir.

İnsanın içinde yer aldığı yaşam alanına, başı ve belli sonu belli bir filmdir demek, ayetlere ters düşmektir. Çünkü ayette kâinatı oyun olsun diye.

Enbiya 16-17.ayetlerde şöyle der “Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik, bunu asla yapmayız.”

Hem tüm alemler için kendinde kendini tanıyor veya kendinden kendine rücu ediyor demek hatadır.

Çünkü alemler fiiller aleminde oluşmuşlardır. Zat alemi denilen mutlak Vacibul vucud için elbette nazarı kendinden kendinedir.

Ama bunu fiiller alemi için dersek, âlemleri Vacibul vucudun cüzi veya parçası yapmış olursunuz ki, bu bozuk bir inançtır.

Çünkü tüm alemler onun zatından değil, onun zatının nurundan var edilmişlerdir.

Eğer sen insanı Allahın parçası ve iradesiz edersen, insan da haklı olarak ya diyecek “iyi o zaman hiçbir şey yapmayalım oturalım” veya diyecek ki “Allah beni bunu yaşamaya zorunlu kıldığı için bana zulmediyor” ve haklı da olur.

Oysa ki bir çok ayette insana sadece çalışmasının verileceği ve kendisine zulüm edilmeyeceğini söyler.

Hakkında şu şu şu sana yazılmış, dolayısıyla oturamazsın, yazılanı işlemek zorundasın demek, asla ve asla Kur’anı azimuşşan ile bağdaşmaz.

Ne yazıldıysa ya da yazdıysan deyip kendini adeta Allahlaştırmak, hıristiyanların isayı Allahlaştırmasından farkı yoktur.

Kaderini yaşayacaksın kaçışın yok olayı ise, kaderin bir yerlerde bir eski zamanda yazıldığı şeklinde anlaşılırsa, bu başka bir saplantı olur.

Zira kader, kişinin sahip olduğu varlıktan içinde cem ettiği mana miktarıdır. Mana miktarını yaşamak zorundasın.

Mana miktarını ise, eline verilen ilim, irade ve kudret ile her an değiştirme kuvvesine haizsin.

Zaten bu değişim kuvvetimizden dolayı da mükellefiz.

Kimse kendisini kandırmasın. Sadece yaptığının karşılığını alacaksın, o kadar!

Senin oturman da çalışman da kaderindendir. İşte kader takdir edilendir. O takdirin değişim yuları da Allahın hükmü dahilinde senin eline verilmiştir.

Evet sen bilfiil yaparsın ve burada kesinlikle zan yoktur.

Hem kötülükleri Allah yazmamıştır. Veya iyiliği Allah yazmıştır da değildir. Ve o yazılanı zorunlu yaşıyorsun hiç değildir.

İnsan için iyilik ve kötülük olabilecek şeyleri Allah insana bildirmiş, insanın iradesi dahilinde istemenin şiddeti dahilinde insan için yaratıyordur.

Şer olmasa hayr olmaz her şey zıttı ile kaim gibi düşünüp insanın yaşayacağı yaşam alanını bilfiil zorunlu hale sokmak, insan için zulüm olur. Bu da Allahın şanına yakışmaz.

Şer için yaratılan onu yaşayacak ve de sonucuna da katlanacak demek kadar da sorunsuz bir açıklama olamaz. Bu açık olarak Allaha iftiradır.

Ama kişi yaptığı terkip hasılatı nedeniyle iyilik veya kötülük yaptığında tümünün karşılığını eksiksiz olarak alacaktır.

Allahın yaratmış olduğu kanun ve nizam karşılıklar esasına göre çalışır. Ne bir zerre şer ne bir zerre hayr karşılıksız kalmaz.

Allah seri-ül hisap olarak kişinin, gene Allahın hükmü dahilinde, kişiden sadır olan iyilik ve kötülüğün karşılığını bir sonraki anda hem dünyadan sonra ahrette yaşatır.

Asla ve asla kişiye zerre kadar zulüm edilmeyecektir.

Vahdet-i vücut da cüzi irade yoktur olayı ise, vahdeti vucüdü sakat olarak anlayanlara göredir.

Her ne kadar efal alemindeki tüm bireyler arasında kesintisiz bir iletişim olsa da, Vahdet olayı zat boyutu itibarıyla olup, efal aleminde kesinlikle geçersizdir.

Efal aleminde yer alan bizler arasında cüzler ve sınırlar olup, her birimiz bağımsız ve ayrı bir kuluz.

Kim olursa olsun, zat boyutunda geçerli olan bir durumu, fiiller âlemîne monte ederse, o hem sapıktır hem de peşinden gidenler sapmıştır.

Allahın esmaları olarak işaret edilen kuvve içeriklerinin belirli oranlarla terkip oluşturmasıyla oluşmuş varlıklarız.

Ne yaparsak yapalım onun hükmünden dışarı çıkamayız. İşte buna mutlak kader denir ki, bunun dışına kimsenin çıkması düşünelemez.

Yukarda uzun uzun yazdığımız ise, muallak kader olup, her kul yaptığından mesuldur.

Yeryüzünde halife olmamız sebebi ile de sonsuz bir yaşama ve sonsuz bir mana terkibine kanat çırpmak üzere var edilmişiz.

Sonsuz güzelliklere kanat çırpan mutlu kullara selam olsun.

Bu olayı “İnsan süresi 29-30” ayetleri ile biraz açalım.

اِنَّ هٰذِه۪ تَذْكِرَةٌۚ فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلًا
İnne hâżihi teżkira(tun)(s) femen şâe-tteḣaże ilâ rabbihi sebîlâ(n)
 
MEAL
Şüphe yok ki bu, bir hatırlatmadır, artık kim inşa ederse Rabbine doğru, bir yol tutar.
 
BİZİM AÇIKLAMAMIZ
Muhakkak ki bu size hatırlatılan yol, rabbine giden yoldur ve sana bildirdik.
 
İşte kim bu bildirilen rabbinin yolunu inşa ederse, yani bu iletilen rabbinin yolunda gerekli çalışmayı yaparsa, o rabbine doğru, doğru bir yol tutmuş olur.
 
İyice dikkat edin. “-Kim tutarsa bu yolu, ” ile “-kim tutmazsa bu yolu” şıkları kula verilen iradeyi içinde barındırır.
 
İşte burası insana verilen Allah’ın hükmü dahilindeki iradeden bahseder.
 
وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا حَك۪يمًاۗ
Vemâ teşâûne illâ en yeşâa(A)llâh(u)(c) inna(A)llâhe kâne ‘alîmen hakîmâ(n)
 
MEAL
Ve Allah inşa etmedikçe onlar, bir şey inşa edemezler; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
BİZİM AÇIKLAMAMIZ
Buraya da dikkat edin. Önceki ayette kim belirtilen yolu nefsinde inşa ederse rabbine doğru bir yol tutmuş olur dedi.
 
Rabbine doğru yol tuttuğunda ise, bu yolun inşası, aslında Allah tarafından gerçekleşiyor.
 
Yani biz, bize verilen irade ile istiyoruz bunu yaratan ise, bizzat Allahtır.
 
Zaten iki yaratıcı düşünülemez. Bu apaçık şirk olur.
 
Ama burada olay senin, hem irade hem de inşanın insan tarafından olduğu zannını düzeltmesidir.
 
Önceki ayette iradenin insanda olduğunu apaçık beyan ettikten sonra, olayı bilmeyen zahir ehline, gerekli uyarıyı yapıp inşanın Allah’a ait olduğu beyan ediliyor.
 
Çünkü senin varoluş arka planın Allah’ın esma kuvveleri ile işaret edilen mana terkibi olduğu için, sendeki inşa ancak Allah’ın inşa etmesi ile gerçekleşir.
 
Çünkü insan Allah ile kaimdir.
 
Burada özellikle irade değil inşa kelimesi geçmektedir.
 
Eğer irade kelimesi geçseydi, dünyada olmamız saçma olurdu. Hem cehennem zulüm olurdu.
 
Oysa ki Allah, asla zulüm etmeyeceğini söyler.
 
Kulun sadece çalışmasının karşılığının kendisine vereceğini söyler.
 
Bu bir çok ayette ve hadiste açık seçik beyan edilmiştir.
 
Yani buradaki ayette geçen inşa kelimesi asla ve asla irade anlamında kullanılamaz.
 
İrade anlamında kullanıldığında ise, cebriye mezhebine gider ki, bu da bozuk itikattır.

Yorum yapın