YAŞANTININ FARKINDA MIYIZ?

Güzel olan, güzel olanı sever. İnsan en güzeldir ve her zaman mükemmeliyeti sever. Hayatı veren yaşanması ve içindeki güzelliklerinin bilinmesi ve tadılması için verilen bir nimettir. Bir ve Haktır.

Tüm gaye yaşadığımızı bilmek ve bunu hakkı ile değerlendirebilmektir. Körü Körüne yaşamak değil, uyanık bir hal ile değer vererek, bilerek, sayarak ve samimi olarak severek yapılması gereken bir ilahi lütuftur.

Nimetlerin hepsi her cihetten İnsanın önüne serilmektedir. Rabbimiz varlığınızın yegâne hazinesi olan beni bilin beni değerlendirin demekte ve güzelliklerimi sizin hizmetinize sunmaktayım demektedir. Aynen de bu güzellikler her an, acısıyla tatlısıyla, tuzuyla şekeri ile önümüzdedir, ama maalesef bu her zaman görememekteyiz.

Hayat kendi hürriyetini bizlere sunuyor ama bizler bu özgürlüğü göremiyoruz. Nedeni ise kendimiz ile yani hayatımız dediğimiz ile olan kavgalarımızdır. Bizlere ait hayatta uğruna didiştiğimiz kavgada, hepsi evet hepsi kendimizden açığa çıkan bir hayal ürünü veya bir illüzyon gibidir.

Gerçeği görememenin alameti ise, hayat ile kavgalı olduğumuzdandır. Kavgamız devam ettiği müddetçe de, kendimizdeki barışın yegâne tesis yol ve yordamı olan İslam’ı ve huzuru bulamayız. Ne kadarda bu huzur bize bizlerden daha yakınımızda olsa da, mahrum olarak geçip gitmeye mahkûm oluruz.

Önümüzde bulunan sonsuz ve sınırsız hayatı kendi sınırlı hayatımız ile setrediyoruz. Bu kendi örtümüzden dolayı da oluşan olumsuzluklarda hayata kızıyoruz. Olumsuz olarak tanımladığımız ise, ilahi sistem içerisindeki kopukluğumuzu simgelemektedir. Hâlbuki farkına varmadan bizlere verilen değerlere kızmaktayız ve bu değer, oluşan olumsuzluklardan her seferinde bizlere seslenmekte ve bağışlamaktadır. Çünkü o Ğafurdur.

Kendine gel demekte, kendinle barış ve İslam’la ve teslimiyetle buluş diye çağrıda bulunmaktadır. Huzura gel, huzurda dur demektedir. Bu olayı Mevlana Hazretleri bunu çok güzel anlamlandırıyor, gel gel ne olursan ol yine de gel diyerek.

Bu kendi özündeki hakkın çağrısıdır. Buna ezan haydi kurtuluşa, haydi özgürlüğe diyerek günde beş vakit çağrı ederek eşlik etmektedir. Her an bu çağrı kulaklarda çınlamakta ve sükûnet içerisinde olan bu Latif sesleniş bize iletilmektedir. İşte bu sesi kendinde duyan anlar ve bu seslenişe icabet eder. Kendini iyi dinle, hem can kulağın ile dinle.

Bu Gerçekleri arka plana attığımızdan dolayı bilmeyerek bizi affedene bağışlayana çoğu zaman yine de nankörlük etmekteyiz. Olanı örtmekteyiz. Oysaki bizlere değer veren ve değerli kılan sadece sofraya sunulandan istifade etmemizdi.

Hayattan tatmamızı, hakikatimizi öğrenmemizi, tebliğ edilenleri bilmemizi ve her şeyin hakkını vererek ve nimetleri değerli kılarak hem sahiplenmeden yerli yerince farz olanı eda etmemizi yani rabbimize iade etmemiz istenmekte idi. Bu da kulluğun apaçık zuhuru olarak bize serilmesi idi.

Zahirdeki kıldığımız namazların bu doğrultudaki manalandırılması bir nevi bizlere günde beş kere kendimize gelmemizin çağrısı ve kendimizdeki olan ve değerli kılanı hatırlamamız, değerlendirmemiz ve en geniş şekilde anlam kazandırarak miraca ermemiz içindi. Kendimizdeki hayatın hakkı ve değerini verdiğimizde anlam kazanır. Bu kazanç ise bizim yegâne ahret sermayemizdir. Ne ekersek onu biçeceğiz. Bu yüzden kendimize verilen kendimizde saklı olan değeri çok iyi bilmemiz ve değerlendirmemiz gerekmektedir.

Hayatı ve içindekileri anlamlandırdığımız kadar değerlendiririz ve miracımızı yaşarız. Hayatın verdiği gülü de tat dikeni de tat ve her ikisine de eyvallah de. Çünkü her şey yani eşya ve varlık âlemi geçici, ama anlam ve değer verdiğimiz gerçeklik oranında bizim için ebedi kalıcı olur. İşte huzuru ötelerde arama, sadece kendi özündeki huzura açık ol ve rabbine teslim ol. Gerçek felah yani kurtuluş ve özgürlük işte buradadır.

Anlayış, rahmet olmayan yerlerde karanlık perdeler şeklinde mevcut olur. Çünkü anlaşılmayan, aydınlığı görüneni dahi örtmektedir. İnsanın anlayış gösterme çabası ise, hakkın bilinmeklik istenilenin ta kendisidir.

İyilikler ve kötülükler izafidir. İçeriği ve özellikleri bilinemeyince, anlayıştan uzakta kalmaktadır. Çünkü bilinemeyeni anlamaya çalışmak bilinmeyeni bilmeye çalışmaktır, bu da aydınlığa doğru yol almaktır. Bu da gizli hazineden açığa çıkarmaktır. Bilinmek istenilen o değerdir ve o değer arkadaki yani batında hakkın ve hakikatin yani gerçek olanın ta kendisidir.

Gerçek değer zıtlık mahallinden anlaşılır. Zıtlık karşı karşıya duran ve ikilik gibi gözüken elbiseler iblislik oluşturan düşünceden sıyrıldığında, soyut somut olarak hal edinildiğinde, açığa çıkan her daim sadece aydınlık olacaktır. Çünkü aydınlık çerçeve içine alınamaz. O hürdür.

Zıtlıklar uzlaşmak ve buluşmak yani denge için açığa ve bilinirliğe çıkan oluşumlardır. Değeri açığa çıkarmak için zahirde değerin görünmeyen tezahürüdür. Birliği, bütünlüğü ve yakınlığı tetikleyen araçlardır. İkisi de bilinse de bilinmese de bir amaca hizmet etmekte, muhabbet, hubben lillah, hubbiyet, abduhu kulluk etmektedir.

Bilinmeyen yani elbise içinde olan ise, karanlık hükmünde ve perde arkasında kalmaktadır. Hikmet gene de hikmette gizlidir. Gördüklerimiz, yaşadıklarımız her zaman tatmin edici olmayabilir. Ama bu somut görüntünün gerçek anlaşılması gereken bir değeri vardır.

Anlayış yani şuur ve ilahi rahmet oluşunca, bu yaşanılanlar da bilinmeklik kazanmakta yani cemalullahta seyir hali oluşmaktadır. Böylece bir belirli olgunluğa gelip buradan değerlendire bilmekte ve kendi cennetini inşa etmektedir. Böylece istenilen değer gözükmeye başlar. Bu değer kendi bilinmekliğini her cihetten murat etmektedir.

Bu yüzden hayat içinde olanları yargılamadan ve kesin hüküm vermeden içinde bulunduğun fiile bakıp önce anlamaya çalışmalıyız. Böylece anlayış gösterme çabasına girerek mürid olan hakkın irade gücünü kullanmak suretiyle değere, yani bilinmek istenilen değere kavuşulur. Ama yargıda bulunduğun da içeriğinden mahrum kalınır.

Böylelikle kendindeki hakkın bilinmek istenilenin hakkını vermiş olmaktır. Anlayıp anlayış gösterdiğimiz kadar gerçek değerin değeri anlaşılır ve bizlerden yansıma bulur. İnsan kendisine verilen halifeliği ancak, değerini yansıtmak suretiyle icra eder. Yoksa hilafetinin hakkından mahrum kalınır.

Yargılamak ise, yargılananı yargı çemberi içine almaktır. Nefessiz ruhsuz bırakmaktır. Fark edememektir. Aslında gizli bir isyandır ve örtüdür. Samimi şükür verilen her nimete razı ola bilmektir. Kanaat etmek, hamd etmek, elindeki nimeti fark etmek perdenin kalkması veya kapının anahtarıdır ki, sana gizli hazineyi açar.

Tefekkür ise anahtarın dişleridir. Hakikat kayıtsız, şartsız, yargısız dikkat ederek değeri görebilme sanatıdır. Gönül sultanlığıdır. Marifet, arafatta varlığın ta merkezinde sıratı müstakimde kala bilmektir. Hakka gönül verip hal edindiğin ve hayatta yürürlüğe koyduğun kadar yol almaya başlarsın. Yol alırken yani seyri sülükte geçirdiğin vakitlerde yaptığın çalışmalar kadar gönül aynan parlaklık kazanır ve içinde barındırdığın hazine güzelliğini önüne sergiler.

Her ibadet anda ve anın kıymetini bilmek içindir, kendi değerini yükseltip diri ve dik tutman içindir. Hem miracını gerçekleştirmek içindir. Elif gibi kıyama geçmektir. Kibir perdesini örtüp, kibriya perdesini açmaktır. En büyük değer buradadır. Bu sunulan ikramı gaflet ile heba etme ve örtülü perdeleri kaldır. Uyan, gör, dinle ve his et.

Hayatta çalkantılar olacak. Sakın kendini bunlara kaptırma. Hüküm vermeden bunlara hüküm et. İşte gerçek özgürlük buradadır. Yaşananlar hep bu kıymeti bu değeri bilmen ve bunu kendine hal edinmen içindir. Bir ikinci bahara geçiştir. Bu kıymetin içinde derin bir sevgi mevcuttur, diridir ve diriltir ve tek çıkış yoludur. İşte bu özgürlüğe dayanan yoldur.

Tüm çıkışlar ve aydınlık kazanılanlar sevgiden ibarettir. Gerçek cenneti bunu bildiğin anda inşa etmeye başlarsın. Bu zarif libası giyinmeyi bil. Kendine güzel davran, ince ol ve kesinlikle kendini incitme. Kendi kıymetini her seferinde böylelikle bir üst noktaya taşı.

Yolda sensin yolcuda sen. Kendi değerine sahip çık ve sorumluluğunu al, çünkü esas değer burada gizlidir. Kendi yokluğunu hissedip mananda fani olarak baki olan Allah’ı seyretmendir. İşte bu değeri bilince tüm âlemlere meydan okursun. Çünkü bu değer ile varlığa tenezzül edersin ve kimse seni tutamaz.

Enel hak denilen salt bilinç burada sana terennüm edecektir. Sakın bu terennümün sesine kapılıp enel hak demeyesin. Çünkü her ne kadar sen bunu seyir etsen de, sen enel hak diyemezsin. Sen ne kadar o terennümde yerini almışsan da, her şey dahi o terennümün içinde yer almıştır. Ve hak hiç biriyle sınırlanamayacak halde yalnızca kendinden kendinedir.

Gerçek olan değer her zaman özgürdür ve kayıtsızdır. Değerini bil, değerini bul ve değerini yaşa. Hayatın gizemi ve güzelliği burada saklıdır. Bu arada sıratel müstakimde yol aldığını unutma. Saklı olan baki olanda, açıkta olandadır.

Hem yokluktaki varlık ve varlıktaki yoklukta tümü senden sana yolcuğun kalıntılarında saklıdır. Tüm mana ustaları sana sendekini keşfetmek için çabaladılar. Kendinde olan üflenen Allah ruhunu keşfettiğinde, artık senin için seyri sülük bitmiştir.

Tanımlamaya his ve duygular yüklediğimizde yükümüzü ağırlaştırmaktayız. Bu yükümüz kendi hakikatimize perde olmaktadır. Hisler ve duygular elbette yaşanılacak, ama sadece kendimizi bunlara kaptırmadan cemalullaha giden yolda taviz vermeden yaşam olmalıdır. Kaptırırsak his ve duygulara kendimizi, hürriyetimize kilit vurmuş oluruz.

Rabbim yükümü hafiflet ve eşyanın hakikatini bana göster diyerek dualarımıza dua katalım. Gerçek Hürriyet tüm kayıtlara kayıtsız bakabildiğimizde gerçekleşir. Bu kayıtsızlık ve şartsızlık haksızlık karşısında susmak değil, haksızlığa karşı hakkın sesi olup gürlemekle mümkün olur. Yoksa bu pasifleşip haksızlık karşınsında monotonlaşmak değildir. Buradaki ince çizgiden yoksun olanlar, dövene elsiz sövene dilsiz olma olayını pasifleşmek olarak anlamışlardır. Oysa buradaki olay nefsini araya katmadan hakkı üstün tutma olayıdır.

Bu yüzden kendimizi, kendimizden açığa çıkanı ve her müşahede ettiğimizden görüneni, görünmeyeni, düşünceleri ve gizli halleri tanımlamadan, kayıt altına almadan ve yargılamadan bakabildiğimizde hürriyetimize ve hakikatimize doğru yol alırız. Bunu da tanımlamadan benimsemeden yol alırsak bununla beraber geniş bir saha önümüze açılacaktır.

Kayıt altına aldıklarımız bizlere daima sıkıntı verir. Çünkü bu şekilde kayıt altına aldığımız sıkıntıyı kendi üzerimize çekmekteyiz ve kendi şuur dünyamızı çerçeve içerisine koymaktayız. Çerçeve içerisinde olanın Hürriyeti yoktur. Gerçekten her tanımlama bir kayıttır. Hatırladığımız fark edebildiğimiz ve şuurlu olduğumuz kadar gerçek Olan hürriyetimize vasıl oluruz.

Misal olarak desek ki ben yoğunum, o zaman “ben” ve “yoğuna” beşeri algımız ile bir ben ve yoğun yükü yüklemiş olmaktayız. Yani bir çerçeve içerisine almaktayız. Kendi çerçevemiz içerisine aldığımızda özgürlüklerine kilit vurmaktayız. Hâlbuki gerçek özgürlük tanımlamaları bırakabildiğimizde gerçekleşecek, yani hakikat olacak ve böylelikle Hak yerini bulacaktır.

Elbette bu kolay gözükmeyebilir. Ama kolay gözükmeyebilir dediğimizde hemen kendimizi sınırlamış olmaktayız. Çünkü nefesimize otuz, kırk, elli vs. sene böylelikle duvarlar örmüşüz ve böylelikle kendimizi hakikatimizi beşeriyetimizden doğan beş duyumuzun arkasında örtmüşüz.

Tanımlamalardan, bizde mevcut olan ilim, irade ve kuvveti kullanabildiğimiz kadar dönüştürebiliriz. Bu denli nefsimizi tezkiye ettiğimiz dediğimizde, burada da aynı hata yapma mümkinatı olmaktadır. Çünkü nefsimi dönüştürüyorum derken burada tekrar bir kayıt söz konusu olmaktadır. Bunu kayıtsız düşündüğümüzde, kendimizi müşahede ederek ve yavaş yavaş alıştırarak hürriyetini verebilmekteyiz.

Her şeyin bir zamanı var, çabuk olsun dersek bu tecelliyatın altından kalkamayız. Çünkü bünyemizin dönüşüme alışması lazımdır. Yüzmeyi bilmeyen birisini denize atarsan boğulur misali. Yaparken hür bir şekilde, beklentisiz sevgi ile yani tabi bir şekilde bu dönüşümün olması lazımdır. Buda kendimizi tanımaya başladığımızda gerçekleşmektedir. Bu dönüşümün gayesi kendimizi örttüklerimizden kesretten, yani çokluk bakışından, yaratılmış bakışından hak bakışını sağlamak, doğru olan bakışı arındırmak ve gerçek olan hürriyetimize kavuşmak içindir.

Esas gayemiz gönüle yani hür olana yol alabilmektir. Kendi perdelerimizi tanımlamaları ve bu perdeleri kaldırabildiğimiz kadar gönüle yolculuk ederiz. Gönüle ulaşıldığında artık her şey aslına dönüp hakkına rücu etmiştir. İşte burada haydan gelip huya gitmek sözü apaçık ortaya çıkmıştır. Burada artık kelam, düşünce hiçbir şey mevcut değildir.

Gönül bizzat kendisi, özüne rücu ettiğinde, kendi bizzat salt olduğundan sessizliktir. Çünkü gönülden yaşayana kelimeler, tanımlamalar ve kayıtlar kalmamıştır. Gönül insanına kelimeler kâfi gelir ve huzuru kendi sükûtunda bulur ve hal dili ile anlaşılır. Bu yüzden çok konuşmak bir yüktür, ne kadar az ve öz konuşursak o kadar hafif ve latif oluruz. Hayr ve öz ile konuşmak müstesna.

Kendine arif olan kendini hiçbir şey ile kayıtlamaz. Çünkü kendi hürriyetine vasıl olmuştur. Bu yüzdende arifin dini yoktur denmiştir. Çünkü her şeyi kendi bünyesinde cem etmiştir. Yani hiçbir ritüel onu bağlanmaz. Tüm ritüel olarak bilinen fiillerin içinde kendisini bulmuştur. Örneğin namazın rükünlerini eda ederken, artık bir ritüel olması için değil, onun vazgeçilmez bir yaşam standardı olduğunu bilerek yerine getirir. İşte bu, ibadetin ubudiyete dönüşmesidir.

Dinin ta kendisi onun yaşamı olmuştur. Böylece yürüyen Kur’an olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz onun yegâne nişanesi olmuştur. Dinin ta kendisi olmuş ve Allah’ın boyasıyla boyalanmıştır. Artık abidliği ubudiyete dönüşmüş ve haktan bir nefes olduğunun farkına varmıştır.

Olayların hakikatinin anlaşılması için tüm bağlantıları birleştirerek sonuçlar elde etmiştir. Bu yüzden her şeye hakkı ile açık olduğumuz kadar bu bağlantı ve bütünlük anlaşılır hale gelmektedir. Hiçbir şey sebepsiz değildir. Her şey sebeplerden müteşekkildir. Vesileler ve vasıtalar vusul gerçekleşmiştir.

Hepimiz Hayatta beklentiler ihtiyaçlar içerisine giriyoruz ve girmişizdir veya halen beklenti içerisindeyiz. Bu beklentilerimiz çoğunlukla kendimizde vahdet değil de hep dışarıda birilerinden ve bir şeylerden olur. Böylece kesret dünyamız afaka doğru beklentiler içinde uzar da uzar. Bu beklentilerin hiçte sonu gelmez.

İşte bu afak denizi bizi içine çekip boğmaktadır. Bu beklentilerimiz, ihtiyaçlarımız, çokluklar, elbiseler, örtüler vs. düşünce alanımızı meşgul ettiği kadar bize sahte mutluluklar ve hayali illüzyon sunmaktadır. Gerçekliğimize ve hakikatimize bir perde oluşturmaktadır.

Beklenti ve ihtiyaç böylelikle kendi başına kendimizden ayrı bir yol almaktadır. Beklentilerimiz menfaat karşılığını göremediğinde bize zaman zaman huzursuzluklar vermektedir. Çünkü bir karşılık bir de sen olduğundan burada ikilik oluşmuştur. İkilik olan yerde asla mutluluk peyda olamaz. Bekleyen ve beklenilen girdabı kişi içine çekmektedir. Bir belirli müddet sonra bu beklentilerin karşılığını göremediğimizde iç sıkıntılar, hatta depresyona kadar götürecek psikolojik rahatsızlıklar bizi bulmaktadır. Beraberinde ruhsal sıkıntıları getirmekte ve böylelikle bize mutsuzluğu huzursuzluğu yaşatmaktadır.

Ruhumuzda ve bilincimizde bir bilinmezlik sıkıntının kaynağını oluşturmaktadır. Bilenemezlik söz konusu ve burası aydınlık yani bilinmeklik kazanamadığından dolayı bizleri karanlıkta tutmaktadır. Buradaki anahtarı bulamayıp açamadığımız müddetçe yani derunumuzdan yükselen ezanın sesini duyamadığımızda, bu halimizden kurtulmak yani felaha erişmek, rahatlamak, ruhsal mutluluk bulmak zorlaşmakta ve zorlaşma gereği zor olanı yaşatmaya mahkûm oluruz.

Bu huzursuzluk bir habercidir ve bizleri uyarmakta ve uyandırmaya çalışmaktadır. Bu Allah tarafından gelen bir ikazdır. Ve bizi uyandırmaya matuftur. Kendimize kulak vermeyip hakikatimizi bilemediğimiz müddetçe, yaşanılan zorluklar yakamızı bırakmayacaktır. Huzursuzluk habercimizdir El Habir olan Allah’tan bize bir elçidir. Bizlere beklentilere girmememizi öğretmektedir.

Her huzursuzluk halimiz bize bizdeki olana, yani kendimizdeki sorumluluğu EsSamed olanı almamız için sunulan bir hattır, bağlantıdır, hatırlatmadır ve ErRezzak olandan bir rızıktır. Kontrolü ve hükümranlığı ve ElHakim olmasıyla hikmet sahibi olan Allah, bizi uyarıp irademizi kendi elimize almak için haber vermektedir.

Kendimizdeki huzura nasıl erişeceğimize ve vuslata erişmek için bir kapı aralamaktadır. Bunu fark edemediğimizde sıkıntılarımız, duygularımız, nefsimiz, olumsuz düşüncelerimiz vs. bizleri kontrol altına almakta ve bizlere cehennemi yaşatmaktadır.

Kendimizdeki, yani özümüzdeki kudreti yani El Kadir olandan yansıyan azameti fark edip bu kudrete dayandığımız kadar, yani Allah’ın ipine teslim olduğumuz kadar üzerimizdeki kara bulutları dağıtmaya başlamaktayız. Öylece bize orta yol olan sıratel müstakim yavaş yavaş aydınlık kazanmaya başlar.

Öylece İslam olmaya yani ilahi sistemi ve teslimiyeti yaşamaya ve kendimiz ile barışmaya hem huzura doğru yol almaya başlarız. Kendimize ve etrafımıza anlayış içerisinde açık olduğumuz kadar dünyamız açıklık kazanır ve bu anlayışı kendimizde değiştirdiğimiz ve dönüştürdüğümüz kadar cennetimizi inşa ederiz.

Anlayış rahmet kapısının yani ruhun aslına rucu etmesi için ana anahtardır. Kendimizdeki değeri anlamaya başlayabildiğimizde ve birilerinden ve bir şeylerden beklentiye girmekten vazgeçip bırakabildiğimiz kadar yani putlarımızı kırdığımız kadar, kendimizdeki olan ve gönüle yani hürriyete giden kapalı kapılar açılmaya başlar.

Kendimizdeki bu seyre şahit oluruz ve gönül kâbemize giden yolda yol almaya başlarız. Gönüle ulaşmak yani içsel olarak ta hacca gitmek farzımızdır. Zaten İslam’ın beş temel esasından olan hacca gitmenin manevi yanı, orada o ritüelleri yaparken, içsel ubudiyetimizi zirveye çıkarmaktır. Bu İslam olmanın temel şartlarından birisidir.

Kendinden korkma, cesaretli ol ve kendin ile yüzleş, gizlediğin yüzlerinle olumsuzluklarla yüzleş ve güzel bir niyet içerisinde öncelikle bunlara teşekkür et. Böylece rabbul âlemine hamd et. Başına gelen her musibetle seni uyarmaktadır. Karşılaştığın her musibete açık ol ve verilmek istenen nefsi terbiyeyi oku. Bil ki rabbin seni terk etmedi. Hep yanındaydı. Yol gösterici olarak Rabbin sana yeter.

Farkına varıp terk ettiğin hataların kadar rabbine dönersin. Bunu kendine hatırlat. Öylece halinden şikâyet etme. Bırak her şey hür olsun ve kendi hürriyetlerine kavuşsunlar. Her yüzleşmemiz bir maskemizi düşürecektir. Öylece her düşen maske bize bir giriş kapısı olur.

Farklı yüzlerimiz olduğu kadar yüzleşmemiz farklı farklı olacaktır. Yüzlerin hepsini fark edip farkları fark ettiğimizde, işte o zaman Furkan olan Kur’anı okumaya başlarız. Furkan’ı okuduğumuzda geride bıraktığımız yol yol kadar miraca çıkışımız tamamlanacaktır.

Böylece tekbir Allahu Ekber olan ile yani gerçek yüzümüzün mutlak sahibi ile buluşacağız. Cemalullah seyrine dalacağız. İkiz kardeşimiz olan Kur’anı Kerime kavuşacağız ve kendi Fatiha’mızı okuyacağız.

Nasibimiz olsun inşallah. Allah CC temiz ve tek olanı sever. Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber.

Gaye Fatiha’yı kendimizde okuyup bu yola sadık kalabilmektir. Hayatımıza gerekli değeri verip hakka doğru destur alarak gönlümüze abdest aldırmaktır.

Her nefes alışımız bir Fatiha olsun. Ruhumuza hediye olsun! Ruhumuza Fatiha! Sevgi ve Muhabbet ile…

Yorum yapın